
Aralık ayının soğuğu bedenimi üşütürken ensemde silahın soğuk namlusunu hissedebiliyordum. Gözlerim her zaman ki gibi karşımda ki adamlara korkusuzca ve cesaretle bakıyordu. Bu kaçırılma ilk değildi ve son da olmayacaktı.
Beni getirdikleri yer bir uçurum kenarıydı. Rüzgar normalden daha çok eserken saçlarım savrulup bembeyaz olan tenimi açıkta bırakıyordu.
Yapabileceklerimden emin olamayan adamlar benden biraz uzakta fakat etrafımı saracak kadar da çoktular. Benden korkmaları da gerekiyordu zaten. Karşılarına kimi aldıkları hakkında bir fikirleri yoktu.
Ben Deniz Rojin Aksoy. Bütün evrene nam salmış namıdiğer Kundakçı. Evet bana kundakçı diyorlardı. Çünkü canımı sıkan kim varsa diri diri yakmamla meşhurdum. Kimse bilerek beni kaçırmalarına müsaade ettiğimi bile anlamıyorlardı. Sanırım insanlar fazla aptaldı.
Ben böyle değildim normalde. Hayat şartları ya, beni acımasızca acımasız hale getirmişti. Şimdi de herkes bundan nasibini alıyordu.
Karşımda ki koruma ordusuna bakarak sırıttım.
"Ne o? Yaklaşamıyor musunuz? Bir kızdan korkacak kadar pisiciksiniz madem nasıl koruma oldunuz siz?"
Biri sinirle bana adım atmıştı ki arkamda bana silah doğrultan adam onu durdurdu.
"Sakın yaklaşma! Onu tanımıyor musun sen? Kışkırtmaya çalışıyor." diyerek onu uyardığında attığı adımı geri çekti.
Koskoca adamların benden korkmaları tabiki de hoşuma gidiyordu.
Onlar kendi aralarında konuşurken bende bileğimden çıkardığım çakıyla ipleri kesmeye çalışıyordum. Bunu arkamda bana silah dayayan adama çaktırmadan yapmak bi hayli zordu. Ama sonunda halletmiştim. Herşeyi milimetrik hesaplıyordum. Bu adamlar beni buraya öldürmek için getirmemişlerdi. Bunu iyi biliyordum. Yani benim belki canımı yakabilirlerdi ama öldüremezlerdi.
Oturduğum sandalyenin iki ucundan da tutup ayağa kalktım ve arkamda ki adamın kasıklarına sandalye ile vurdum. O daha ne olduğunu anlamadan iki büklüm olurken elinde ki silahı hiç düşünmeden kafasına sıktım. Bu olanlar saniyeler içinde yaşanmıştı. Eğer onu öldürmeseydim o acıyla bana belki birşey yapabilirdi. Direkt arkamı döndüğümde bütün korumaların bana silah çektiğini gördüm.
"Bence silahlarınızı indirmeniz kendi canınız için iyi bir seçenek olurdu. Aksi taktirde ben Deniz Rojin Aksoy, canınızı fena yakacağım. Yakacağım derken mecaz falan sanmayın. Bilirsiniz ateşlerle aram iyidir."
Rahat bir şekilde adamın kasıklarına vurduğum sandalyeyi düzeltip oturdum ve bacak bacak üstüne attım. Gözlerimi hepsinin üzerinde gezdirirken silahı elimde döndürüyordum. Kimse ne olduğunu anlamadan hepsinin başına birer silah dayandı. Bunu görünce sırıttım.
"Bende ne zaman diyordum."
Adamların arasından sağ kolum olan Semih yanıma adımladı.
"İyi misiniz?" diye sorduğunda başımı salladım.
"Bir kişi hariç hepsini ortadan kaldırın. Diğerinden de bunu kimin yaptırdığını öğrenin. O ismi istiyorum." diyerek ona arkamı döndüm ve arabalardan birine atlayıp Sedat baba'nın evine doğru yola çıktım.
Sedat baba benim hayatımda ki en önemli insandı. Babam sayılırdı bir yerde. Bana çok iyiliği dokunmuştu.
Böyle biri değildim ben. Nasıl bu hale geldim? Kim bu hale getirdi? İnanın bende bilmiyorum. Beni bu hale getiren adamı arıyorum. Onu bulduğumda öyle bir hale getireceğim ki, bana ölmek için yalvaracak. Eski beni özlüyor muyum? Bilmiyorum, belki de özlüyorum. Bu hayattan tamamen bağımsız, sbs'ye hazırlanan, arada dışarıda arkadaşlarıyla buluşan ve sevgilisiyle vakit geçiren sıradan bir kızdım. Her zaman derim hayat bu ya ne yapacağı hiç belli olmuyordu. Bazen annem ve babamı özlüyordum. Hiç anlaşamasam da benden iki yaş küçük kardeşimi özlüyordum. Onlar artık bu hayatta değildi. Almışlardı onları benden. Hiç istemesemde 18 yaşında olgunlaşmıştım. Biz kime ne yapmıştık da böyle oldu? Babamın bir esnaf lokantası vardı ve orayı işletiyordu. Annem ise ev hanımıydı. Üniversitedeyken babamla tanışmış, aşık olmuş ve evlenmişlerdi. Sonra da ben olmuşum ve annem bana bakabilmek için hayallerinden vazgeçmiş bir kadındı. Kime zararımız olmuştu?
28.09.2016
Bu tarihi hayatım boyunca unutamayacaktım. Bu tarihte hayatım tepetaklak olmuştu.
Yine bir akşam annem, babam ve kardeşim Mert akşam yemeği için yemek masasında oturmuş annemin güzel elleriyle yaptığı çorbamızı bekliyorduk. Gülerek şen şakrak muhabbet ediyorduk. Ben SBS sınavı için ne kadar çok çalışmam gerektiğini anlatıyordum babama. Mert ise aşık olduğu kızı.
Ne olduğunu anlayamadık. Evin ne kadar camı varsa hepsinden alev topu atıldı içeriye. Kapılar kilitlenmişti ve biz dışarıya çıkamadık.
Annemin çığlıkları, babamın çaresiz bağırışları ve Mert'in yardım yalvarışları hala kulağımda çınlıyordu. Başaramadık...
O evden çıkamadık. Ailem gözlerimin önünde yandı. Bense o yangında yüzümü kaybetmiştim. Yüzüm tanınmayacak hale gelmişti. Beni o yangından kurtaran babamın yakın arkadaşı Sedat babaydı. Kimse içeriye girmeye cesaret edemezken o gelip beni kurtarmıştı. Yalvardım ona ailemi kurtar diye. Ama onlar çoktan ölmüştü. Bende zaten bir süre sonra kendimden geçmişim. Keşke benide kurtarmasaydı. Keşke onlarla birlikte bende yanıp kül olsaydım. Yangın söndürüldüğünde annemi, babamı ve kardeşimi çıkardılar. Onları görünce boğazımı yırtarcasına bir çığlık kopardım. Çünkü tanınmayacak haldelerdi ve her tarafları yanmıştı.
O günden sonra yemin ettim. Onlara ve bana bunu kim yaptıysa onu bulup intikamımı alana kadar bir daha ağlamayacaktım. Beni Sedat baba yetiştirdi. Bir baba oldu bana. Tekrar eski halime dönemesemfe estetikle tekrar güzelleşmiştim. İlk bir sene aynaya baktığımda sanki yabancı bir insanla bakışıyordum. Tanıdığım ben yoktu karşımda. Sonra alıştım bu yüze ve hatta benimsedim diyebilirim.
Ben bunları düşünürken malikaneye girmiştim bile. Arabayı durdurup indim ve malikanenin zilini çaldım. Kapıyı yardımcımız Ziynet açmıştı.
"Hoşgeldiniz Deniz Hanım." diyerek kenara çekildi.
"Hoşbulduk Ziynet. Salih baba evde mi?"
"Evet, yukarıda çalışma odasında." dediğinde hemen merdivenleri çıktım. Çalışma odasının önüne geldiğimde melodik bir şekilde kapıyı tıklattım ve içeri girdim. Bu her zaman yaptığım birşeydi. Binevi bi alışkanlıktı benim için. Benim geldiğimi bu melodiyle anlıyorlardı.
"Müsait misiniz kaptan?" diyerek geçip karşısına oturdum.
Gözlüklerini çıkarıp kenara koyarken bana gülümsedi.
"Sana her zaman müsaitim güzel kızım."
Bana güzel kızım demesini çok seviyordum. Çünkü bana babamı hatırlatıyordu. Babamda bana böyle seslenirdi.
"Napıyorsun yine çalışma odasında? Kapanmışsın buralara." diye sorduğumda sıkkın bir nefes alıp verdi. Birşey olduğu anlaşılıyordu.
"Bizim Buğra yine yapmış yapacağını."
Buğra, Salih babanın oğluydu. Ayrıca biraz hovadaydı. Bunun dışında psikopat biriydi. O anına şahit olmuştum.
"Ne yapmış yine?"
"Cihangirlerin kızını kaçırmış. Bu oğlan hiç akıllanmayacak!"
"Ne?!"
Cihangirleri az çok tanıyordum. Bizim alemde en güçlü, en acımasız olanlardandı. Buğra nasıl böyle birşey yapabilir?
" Neden kaçırma gereği duymuş?
İşte buna aklım almıyordu. Çünkü zaten bir sorunumuz yoktu Cihangirlerle.
"Bende bilmiyorum. Ezra Cihangir çoktan düşmüştür kız kardeşinin peşine. Benim bu salak oğlum yüzünden onları da karşımıza alacağız."
Haklıydı, evet ama yaoacak birşey yoktu. Olan olmuştu artık. Buğra bana daha önce bir kızdan bahsetmişti. Ondan çok hoşlandığını ve onu görünce içinin kıpır kıpır olduğunu söylemişti. Ben onu ilk defa böyle görmüştüm. Meğer kız Cihangirlerin kızıymış. Ama kaçıracak kadar ne olmuştu acaba?
"Sen düşünme bunları salih baba. Birşey olursa ben hallederim." diyerek oturduğum koltuktan ayağa kalktım.
"Neredeymiş bir arayım bakalım. Ona göre seni haberdar ederim."
" Tamam kızım dikkatli ol." dediğinde odasından çıktım.
Evden de çıkıp arabama atladığım gibi telefonu elime aldım. Buğra'yı arayıp kulağıma dayadım. İki üç defa çaldıktan sonra telefon açıldı. O konuşmadan direkt ben araya girdim.
"Yine yapmışsın yapacağını başkan. Kız kaçırmak ne lan?"diye alay ettim onunla gülerek. Telefonun diğer ucundan o da güldü.
"Hemen babam yetiştirdi değil mi? Evet, yaptık öyle şeyler." diyerek garip bir ses çıkardı. Sanırım yemek yiyordu.
"Neredesin? Yanına geleceğim. Hiç itiraz etme bence. Çünkü eninde sonunda bulurum. Lütfen beni uğraştırma." dediğimde oflayarak adresi söyledi. Bende telefonu kapatıp arabayı çalıştırdım.
Buğra benden iki yaş büyüktü. Kimi zaman abi olmuştu bana, kimi zamansa bir dost. En çok anlaştığım insanlardan birisi benim için. Başkada arkadaşım yoktu zaten. Ha evet, az daha unutuyordum birde Semih var. O da korumam ama aynı zamanlarda güvendiğim insanlardan biriydi.
Telefonum çaldığında gözlerimi yoldan ayırmadan telefonu açıp kulağıma dayadım.
"Söyle."
"Deniz hanım, adamlardan birini konuşturduk. Sizi kaçırtan İrfan Tozluoğlu."
Bunu öğrenmemle dişlerimi birbirine bastırdım. Bu adam hiç akıllanmayacak. Ve beni yolundan çekmeden de durmayacak gibi gözüyor. Tamam, o zaman ben seni yolumdan çekerim.
"Tamam Semih. Bugün benden haber bekle. İrfan beyciği bir ziyaret edelim."
"Tamamdır Deniz hanım."
Telefonu kapattıktan sonra yan koltuğa fırlattım. Yol boyu İrfana yapacaklarımı düşündüm. İrfan uyuşturucu ticaretiyle uğraşıyordu. Aynı zamanda bir böbrek hırsızıydı. Sorf onun işlerini baltalıyorum diye brnimle uğraşıyordu. Ama nasıl uğraşılır? Bu gece ona gösterecektim. Onu şimdiye kadar öldürmememin sebebi mecliste önemli bir yere sahipti ve onu öldürürsem mecliste ki herkes bana cephe alacaktı. Ama şuan bu umrumda değildi.
Buğra'nın dediği adrese gelince arabayı park edip indim. Kapıda bizim korumalardan birkaçı vardı. Beni görünce ceketlerinin düğmelerini iliklediler ve baş selamı verdiler. Bende aynı şekilde selam verip bahçe kapısından içeri girdim. Kapıyı çalıp bekledim. Zaten çok geçmeden kapı açıldı. Kapıyı çok güzel bir kız açtı. Mavi gözlü, kumral, uzun boylu ve fiziği mükemmel bir kızdı.
"Merhaba, ben Buğra'ya bakmıştım. Abim olur kendisi."
Yanlış anlamasın diye 'abi' kelimesini yapıştırmıştım tabi. Kız bana çok tatlı bir şekilde gülümseyio kenara çekildi. Kaçırılmış gibi de durmuyordu açıkçası.
"Merhaba, tabi buyurun."
İçeriye geçtiğimde Buğra'yı koltukta otururken buldum. Bu ne rahatlıktır merak ediyorum doğrusu.
"Oh valla keyfin yerinde bakıyorum."
Beni görünce güldü.
"Tabi yerinde olacak. Sevdiğim yanımda daha ne olsun."
Kız da onun yanına gidip kolunun altına girdi.
"Bu arada tanıştırayım sizi. Deniz benim kardeşim. Deniz bu güzellikte Eftelya." diyerek bizi tanıştırdığında sıkıntılı bir şekilde bir koltuğa geçip oturdum.
"Evet, Cihangirlerin kızı Eftelya. Eftelya çok memnun oldum ama başımıza ne büyük bela açtığınızın farkında mısınız? Evlenmek istiyoruz ya da biz birlikteyiz demek bu kadar mı zordu?"
Buğra konuşamadsn Eftelya lafa atladı.
"Evet, zordu. Siz benim abimi tanımıyorsunuz. Ona hayatta söyleyemezdim. Bırak biriyle ilişki yaşadığımı, birinin beni sevdiğini öğrense bile o kişiyi yaşatmaz."
"Yavaş olsun önce o senin abin. Kimi yaşatmıyormuş acaba? Benim adım Deniz Rojin Aksoy. Gerekirse bu ismi ona ezberletirim." diyerek ayağa kalktım. Onların iyi olduğunu bilmek yetti. Daha İrfancığı ziyaret edecektim.
Buğra "İşte kardeş budur be. Bu kızı alnından öperim." dediğinde güldüm.
"Neyse ben gidiyorum. Dikkat edin sizde kendinize. Uğrarım yine bir ara."
***
Aldığım bilgilere göre İrfan şerefsizi mal yükleme deposunda olduğu için oraya gelmiştim. Şu an adamlarım onun adamlarını etkisiz hale getiriyorlardı. Müziğimi son ses açıp arabayı çalıştırdım. Şarkıyı söyleye söyleye deponun önüne kadar geldim.
İrfan ne olduğunu anlama amaçlı dışarı çıktı ve beni görünce yutkundu. Keyifli bir şekilde arabadan indim.
"Yıkıldığım doğru gerisi mübaalağa. Kavgam hayli zorlu bir nefsi müdafa."
Hem şarkıyı söyleyip hemde roman havası oynuyordum.
Korumalarım alışkın oldukları için bu halime şaşırmıyorlardı.
İrfan kaçmaya yelkendiği sırada Semih onu bacağından vurdu.
Oynamayı bırakıp cıkladım.
"Olmuyor ama irfancık. O kadar sana dans şov yapıyorum. Kaçmak yakışıyor mu sana? Korktuğun bir şey mi var yoksa? Bir şey mi yaptın ki?"
Arabaya doğru yürüyüp müziğin sesini biraz daha açtım.
"Sana benimle uğraşma demiştim. İkazımı yapmıştım yani. Şimdi ağlama boşuna. Ya da ağlayacaksan git köşede ağla gel. Görmek istemiyorum."
Semih'e döndüğüm sırada bakışlarımdan anlayıp irfan'ı deponun içine çekti. Ben de içeri girdiğimde kaşlarım havalandı. Her yer esrar, kokain ve uyuşturucu namına her şeyle doluydu. Bunlarla insanları zehirliyorlardı. Benim cennette yerim yoktu, bunu biliyorum. Ama bunun gibi insanlara Cehennem bile az kalırdı. Semih, İrfan'ı bir sandalyeye bağlayıp kenara çekildi. İrfan bana durmaksızın küfürlerini sıralarken buna sadece gülüyordum. Murat bana bir sandalye getirip geri çekildi. Sandalyeye oturup bacak bacak üzerine attım ve bir sigara yaktım.
"Semih benzini dökün." der demez etrafına, üzerine, her tarafa benzinleri döktüler. Sigaramdan bir duman çekip irfan'a karşı üfledim dumanı.
"Son bir sözün var mı? Yerine getirmek için can atıyorum, inan bana."
"Seni küçük orospu. Buradan kurtulduğumdwa seni altımda inim inim inleyeceğim."
Korumalar bir atak yaptığında elimi kaldırıp onları durdurdum.
"Ama birazdan ben senin acı çığlıklarını duyacağım. Ve inan bana bu zaten bana büyük bir zevk yaşatacak."
Sigaramdan son bir duman alıp elimdeki izmariti ona fırlattım.
Atar atmaz Alev almaya başladı. Bunu görmek beni daha da gülümsetti. Her böyle ateşe baktığımda geçmiş geliyordu aklıma. Kendime de böyle acı çektiriyordum işte.
Çünkü ben o yangından sağ çıkmış, fakat annemi, babamı ve kardeşimi kurtaramamıştım. Her gece kulağımda onların çığlıkları vardı.
Oturduğum sandalyeden yavaşça kalkıp arkamı döndüm ve depodan çıktım. Soğuk hava yeniden vücuduma dokunduğunda rahatladım. Omzumda bir el hissettiğimde elin sahibine, Semih'e baktım. Sadece korumam ve sağ kolum değildi. Aynı zamanda dostumdu.
"İyı misin?" diye sorduğunda derin bir nefes alıp başımı salladım gülümseyerek.
"Hiç olmadığım kadar."
İyi değildim ama bu maskeyi bir türlü indiremiyordum. Çünkü eğer indirirsem gafil avlanırdım.
"Yangını çıkan o iti bulamadınız mı hala?" diye sordum kaşlarım çatılı. Ne zaman aklıma gelse öfkeleniyordum. Ve bu öfke beni ayakta tutan tek şeydi. Semih kafasını iki yana sallayıp sıkıntılı bir nefes verdi.
"O kadar iyi saklanıyor ki, bir ipucu bile bulamıyoruz. Sanki yer yarıldı ve içine girdi."
"Yerin altındaysa kazıp yine de bulacaksınız onu bana. Onu bulmadan ne size ölüm var, ne de bana. Anladın mı?"
Kafasını salladığında ona bir baş selamı verip arabama atladım.
Bu sefer kendi evime doğru yola çıktım. Saat gecenin 03.00'ydü. Ve hiçbir şekilde uyumak istemiyordum. Biliyorum, eğer uyursam yine aynı kabusu görecektim. Artık görmeye katlanamıyorum. Canım çok yanıyordu o zaman. Kafam geçmişe dönmüşken yola pek fazla odaklanamamıştım. Önümde duran arabayı göremeyip arkadan çarptım ona. Emniyet kemerim takılı olmasa belki de camdan uçabilirdim. Peki bu arabanın tam yolun ortasında ne işi vardı? Ve arabasına çarptığım halde neden bir tepki gösterip dışarı çıkmadı? Şüphe bedenime esir alırken torpidoda ki silahımı çıkarıp emniyetini açtım. Kemerimi çözüp yavaşça arabadan indim. Sanırım bugün eve zor gidecektim. Benimle birlikte o da arabadan indi ve tam karşımda durdu. Neredeyse boyu 2 metreydi. Simsiyah saçları, koyu mavi gözleri vardı. Gözleri Ay Işığında bir vampir edasıyla parlıyordu. Kirli sakalları yüzünü daha da yakışıklı hale getiriyordu. Sivri bir çenesi, okka gibi bir buruna sahipti. Gömleğin kollarını yarısına kadar kıvırmıştı. Karşımda bir baş yapıt duruyordu. Ama bakışlarıysa bir o kadar sertti.
Silahımı hiç vakit kaybetmeden ona doğrulttum. O benim aksime hiçbir şey yapmadan sakinlikle karşımda duruyordu.
"Kimsin sen? Gecenin bu saatinde yolun ortasında durmuş ne yapıyorsun?" diye sordum hızla. Bana cevap vermedi ve bir adım attı. Kaşlarımı çatıp geri gittim ve koluna ateş ettim.
"Yaklaşma! Bir dahaki kurşun kafana olur. " kolundan kanlar damlarken o hissiz gözlerle hala bana bakıyordu. Canı yanıyormuşa hiç benzemiyordu.
Bu adam kimdi?
Sonunda konuşmaya karar vermiş olacak ki, dudaklarını araladı.
"Deniz Rojin Aksoy..."
Fısıldayarak ismimi söyledi. Ses tonu kadifemsi ve erkeksi çıkıyordu. Bir erkeğin sesinden etkilenebileceğim aklıma bile gelmezdi.
"Beni nereden tanıyorsun?" Soruma öyle bir cevap verdi ki şok içinde kaldım.
"İnsan ruh eşini tanımaz mı?"
Anlayamadığın şeyler olur ya bazen, isteğiniz dışında gelişen şeyler olur mesela. Çok istersin ama bir türlü anlayamazsın. Ya da anlamak istemezsin. Bir gün mutlusundur bir gün mutsuz. Bir gün enerjiksindir bir gün yorgun. Seni neyin mutsuz ya da yorgun yaptığını bilemezsin ama. Nedensiz, sebepsiz...
Bazen insanlardan nefret edersin, bazense sevecenlikle yaklaşırsın. Ama anlayamazsın neden? Belki de anlamamazlıktan gelirsin. İşte şu an öyle bir durumdayım.
Karşımdaki adam ne diyordu anlamıyordum. Benimle dalga falan mı geçiyordu? Yoksa kafası fazla mı güzeldi?
Ruh eşiymiş...
Siktir lan bok!
"Benim ruh eşim olmadığın kesin. Şimdi seni sakatlamadan çekil yolumdan."
Kolundan hala oluk oluk kan akıyordu. Ve bu onun umurunda değilmiş gibiydi.
"Ben Ezra Cihangir. Bu ismi iyi ezberle. Ezberleyemezsen de ben unutturmam zaten." dedi ve benim bir şey söylememi beklemeden arabasına bindi ve gitti.
Ne demişti o?
Ezra Cihangir.
Cihangir!
Eftalia'nın abisi Cihangir. Kim olursan ol beni ilgilendirmiyor Cihangir.
Kardeşime dokunursan o zaman seni ilgilendirecek olan benim.
Merhaba arkadaşlar. Yeni bir hikayeyle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz.
Beğeni ve yorum yaparsanız çok sevinirim.
Sizleri seviyorum ve kocaman öpüyorum.
Bir daha bölümde görüsmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |