
Başladığın tarihi buraya armağan et ♡
Gökyüzü, eylül ayının kendine has puslu ışıltısıyla örtülmüştü. Ne tam aydınlık ne de karanlıktı. Tam ortada bir yerlerde asılı duran solgun bir sabahtı. Sanki her şey, içimdeki gibi, griye çalıyordu.
Yeni okulumun girişi, zenginlere hitap edecek kadar şatafatlı bir şekile sahipti. Ne de olsa özel bir okuldu. Müşterilerin pardon velilerin memnun olması önemliydi(!) Lakin bu yenilik ve bayağılık içimde farklı bir huzursuzluk yaratıyordu. Yıllardır teneffüs ziliyle kantin sırası için birbirini ezen, çantasının fermuarını bile tam çekmeyen, cuma günü İstiklal Marşı bittiği gibi koşan öğrencilerle aynı havayı solumuştum ben. Şimdi ise burası... Sanki başka bir evrendi. Sessiz, steril, zengin ve... Ürkütücü. Neyle karşılaşacağımı bile bilmeden gelmiştim ama içimde yavaşça yayılan bir his vardı. 'Buraya ait değilsin.'
Nasıllardı sahi? Öğrenciler, öğretmenler, veliler... Filmlerdeki gibi havalı, çekilmez ya da kendini beğenmiş mi? Yoksa tamamen eğlenceli tipler mi? Bilmiyordum. Okulum bir sürpriz kutuydu. Dışı çok güzel, cezbedici; içi, belli belirsiz. Daha fazla beklemek istemiyordum. Gidip görme vakti gelmişti.
Koyu yeşil formamı, soğuk kahve tonundaki eteğimi düzelttikten sonra derin bir nefes aldım. Okulun devasa demir kapısından adımımı attığımda hissettiğim ilk şey, soğuktu. Hava değil, gözler. Üzerime çakılmış bakışlar. Merak, yargı, beklenti... Belki biraz da aşağılama. Bu duyguya bir anlığına katlanamamış ve bakışlarımı indirmiştim.
Mermer zemin, adımlarımın altında yankılanıyordu. Sanki her adımda birinin daha bakışları üzerimde keşfe çıkıyordu. Bu da yetmezmiş gibi çantamın sol askısından sarkan toka, her adımda tıkırtılı bir ritimle sallanıyordu. Tokayı annem taktığı için çıkarmak istememiştim. Şimdi ise ‘merhabalar, ben yeni kız' diye çığlık atıyordu adeta o ses. İçimden tatlı bir küfrü tokaya armağan ettikten sonra onu koltuk altıma kıstırdım. Daha fazla dikkat çekmek istemiyordum. Sınıfların arasından geçen koridora girdiğimde bir uğultu sarstı kulaklarımı. Fısıltı gibi değildi bu, daha çok bir statik uğultu; şehrin içinden geçen bir trenin uzaktaki uğultusuna benzer.
Güneş, okulun batı cephesine doğru eğilmeye başlamıştı. Koridordaki gölgeler uzuyordu; ışığın açısı değiştikçe, pencerelerden süzülen ışık farklı biçimlerde masalara yansıyordu. Bu huzurlu görüntü bir anlığına ortamdan soyutlanmamı sağlasa da gerçek, öğrencilere döndüğümde karabasan gibi yine üstüme çökmüştü. Zaman geçiyordu, bunu hissedebiliyordum. Ama içimdeki tedirginlik hâlâ aynı yerde asılı kalmıştı. Neden böyle bakıyorlardı? Merak değildi. Başka bir şeydi bu.
Yanından geçtiğim herkes, benim 'yeni' olduğumun bilincindeydi. Okula yüzyıllardır farklı bir öğrenci gelmemişti herhalde. Diğerlerinin gözlerini üzerimde hissettiğim her an, omuzlarımın istemsizce içe kapandığını fark ettim. Sanki bakışları gerçek bir ağırlıkmış gibi... Göz kapaklarım yandı, boğazımda sinsi bir düğüm belirdi. Bu, yeni olmanın tedirginliği değildi sadece. Bu, yargılanmanın, küçümsenmenin ağırlığıydı. Göz göze geldiklerim bir süre sonra yanındakini dürterek bir şeyler fısıldıyordu. Bu durum içten içe beni gerip rahatsız etmişti ama belli etmedim.
Yavaş yavaş ilerlerken duvar kenarlarında birikmiş gruplara takıldı gözlerim. Duruşları kasıtlı biçimde kayıtsız bir grup çocuk, koridorun en sonundaki cam kenarında toplanmıştı. Siyah ceketler, deri detaylar, dudak kenarlarına yerleşmiş ukala, yarım gülümsemeler; tam karşılarında, daha açık tonlarda kıyafetlerle başka bir grup. Beyaz aksesuarlar, pastel tonlar, düzgünce taranmış saçlar... Daha disiplinli, daha kontrollü. Onları incelerken aynı anda iki grubunda bakışları bana dönmüştü. Bir an istemsizce nefesimi tutmuş ve bu eziyetin bitmesi için Allah'a yalvarmıştım. Sanki iki ayrı ülkenin sınırında yürüyordum. Ortada, öylece ve tarafsız.
“Sen yenisin,” dedi, ipek gibi bir ses. Karşımda beliren, bal köpüğü saçlarını ince toka ile yarım toplamış, hafif eyeliner çekmiş, bakımlı ama abartısız giyimli bir kızdı. Gülümsemesi dostçaydı ama gözlerinin içi pek gülmüyordu. Belki de sadece ben öyle hissettim. Ya da bu okulun her şeyi gibi, bu da bir gösteriydi. Gerçek olmayan bir nezaket. Ama... En azından yüzüme gülümseyerek bakan bir kişiydi.
''Ben Sena.''
Elini uzattığında derin bir nefes vermiştim. Şükürler olsun, insanca yaklaşan ve bakan biri diye geçirdim içimden. Bu yabanilerin arasında beliren nadide bir çiçek gibi. Daha fazla bekletmeden elini sıktım ve gülümsemesine karşılık verdim.
''Ada.''
Yüzü İnstagram filtresi kadar kusursuzdu. Sesi yumuşak ve belli ki alışık olduğu bir özgüveni temsil ediyordu. Yüzünü incelerken sözleriyle dikkatimi ona verdim.
''İsmin güzelmiş. Seni gezdireyim istersen. Bilirsin okulun ilk günü biraz... Şeydir. Karmaşık. Hem sen okula yıllardan sonra gelen, ilk kişisin.”
Tam tahmin ettiğim gibiydi. Yoksa o bakışların başka izahı olamazdı.
''İlk derse girmeden önce rehberlik servisine gitmem gerekiyor da.''
Sena yürüyerek ''Gidelim.'' dedi. Onun ardından ilerlemeye başladım. Yolda yürürken okulun içini yavaşça tanıtmaya başladı.
“Burası spor salonu.”
Gülümseyerek “Şurada da görsel sanatlar atölyesi var ama hocamız pek derse girmez. Çay saatini daha çok sever,” dedi.
Ben de gülümsedim ama gözüm hâlâ etraftaydı. Geçtiğimiz öğrencilerden bazıları Sena’ya selam verirken, diğerleri sadece bana baktı. Sanki Sena'nın yanında yürümek, onun seçimiyle geçici bir güvenlik alanı oluşturuyordu etrafımda. Neye karşı ve kime karşı bilmiyordum ama öyleydi. Yukarı kata çıktıktan sonra koridorun sağ tarafında sıralanmış dolapları geçerken Sena etrafa şöyle bir bakış attı. Biri olup olmadığını kontrol ediyor gibiydi.
“Burada işler biraz farklı. Sadece dersler değil yani... Okulun kendine ait bir düzeni var. Buna alışırsan iyi edersin.''
Ne demekti şimdi bu? Okulların zaten kendine ait bir düzeni vardır. Burada farklı olan şey neydi? Sena durdu, hafifçe eğilerek kulağıma doğru yaklaştı; sanki az sonra anlatacağı şey, büyük bir sırmışçasına.
“Siyahlar ve Beyazlar.''
Göz ucuyla bana bakıyordu. İçimden bir kahkaha patlatmak geçti. Ne yani? Okul değil de satranç tahtası mıydı burası? Ama onun yüzündeki ciddiyet, bu düşüncemi yutmama neden oldu.
''Bir seçim yapmak zorundasın.''
Üstü kapalı konuşuyordu. Anlayamıyordum.
“Ne gibi?”
Beni beklemeden yürümeye başladı ve cam kenarında durup dışarıyı seyretti. Yanına vardığımda ''Görüyor musun? İki farklı grup var,'' dedi. Bu zırvalık her neyse bana oldukça ütopik gelmişti. Gerçekten görünmez bir duvar, onları ikiye ayırmıştı. Ne içindi yani?
Devlet okullarına kurban olayım. Orada böyle şeyler yoktu. Herkes herkesle konuşurdu. Eğlenirdi, şakalaşırdı. Ne siyah vardı ne beyaz. Bunlar ise ikiye bölünmüş birbirlerine delici bakış atmakla meşgullerdi. Bu saçmalığın içinde gerçekten kurallar vardı demek...
“Taraf mı seçmem gerekiyor yani?”
Sena omuz silkti. ''Zorunda değilsin.''
Kısa bir sessizlikten sonra dudaklarını yeniden araladı.
''Ama bil ki... Burası gri kalpleri ezip geçer.''
Her gün yeni bölüm çiçekler. Oy vermeyi, beni takip etmeyi unutmayınn. Bölüm nasıldı, yorumlarda buluşalım♡
İnstagram: artemirall
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |