10. Bölüm

10. BÖLÜM - PARTİ

🔥
artemiral

Ada'yı koymuyorum çünkü her okuyucum kendini ana karakter olarak hayal etsinnn

Ellerim siyaha dönmüştü. Ne de olsa ara kalem demek elini kurşuna bulamak demekti. Parmaklarımda çizgi çizgi birikmiş gri tortulara bakarken iç çekerek lavaboya yöneldim. Soğuk suyun altında ovalarken içimdeki uğultunun sesi de suyla birlikte hafifledi bir an. Derken arkamdan ayak sesleri duyuldu. Aynada Sena’nın silueti belirdi.

“Geliyor musun bugün?” dedi aynaya bakarken, sanki saatlerdir sohbet ediyormuşuz da bunu yeni soruyormuş gibi.

‘’Sana da merhaba Sena.’’

Yüzümdeki ifadeyi çözmeye çalışıyordu ama benden bir kelime çıkmadan çantasına uzandı, bir not defteri çıkardı.

“Hadi, numaranı ver. Sana konumu atarım.”

Söyledim. Yazdı. Sonra ekledi.

“Altı gibi başlar ama sen beş buçuk gibi gel. Biz biraz erken gideriz. Hazırlık oluyor.”

Hazırlık? Ne tür bir hazırlık olduğunu sormak istemedim ve sadece başımı salladım. Ardından o, rujunu tazeleyip çıktı. Ben ise ellerimi kurulayıp aynaya bir kez daha baktım. Yüzümde, yeni bir yere sürüklenmenin endişesi ve merakı vardı. Kahverengi saçlarım, omuzlarıma dökülüyordu; ne çok parlaktı ne de bakımsız. Renk olarak arada kalmıştı. Açık kahverengi gözlerim ışıkta biraz kehribar, biraz toprak ama hep yorgun görünüyordu. Sanki bir şeylere uzun süre bakmış, bakmış ve hâlâ ne olduğunu anlayamamış gibiydi. İçinde huzur değil, arayış vardı. Tenimse solgundu biraz. Kaşlarım düz, ifadem nötrdü. O an aynada fark ettim. Ben bile kendime yabancı gibiydim. Bu okulun aynaları insanı daha net gösteriyordu sanki. Ya da burada her şey insanın içini dışına taşıyordu. Gözlerimin içine baktım. “Sen ne arıyorsun burada?” Diye sordum kendime. Cevap yoktu.

Teneffüs zili çaldığında adımlarımı okulun bahçesine yönelttim. O an ilk kez durup gerçekten baktım. Burası yalnızca bir okul değildi. Burası, görünmez kurallarla işleyen, kendi içinde hiyerarşisi, sembolleri, sessiz antlaşmaları olan bir sistemdi.

Bahçe genişti. Kare formunda, sağ köşede kuru yapraklarla dolu bir çınar vardı. Etrafa banklar yerleştirilmişti ama oturanların kim olduğu daha dikkat çekiciydi. Bir köşede Beyazlar. Hepsi temiz giyimli, çoğu marka kıyafetler içinde. Duruşları bile farklı. Sanki sürekli izlendiklerini, değerlendirildiklerini biliyor gibiydiler. Gülüyorlar ama o kahkahalar içten değildi. Bir maskeyi sabitlemek için atılan kahkahalar gibi.

Diğer köşede Siyahlar. Daha rahat, daha özgür ama daha tehlikeli duran bir enerji yayıyorlardı. Birbirlerine olan sadakatleri bir tür suskunlukla dile geliyordu. Orada kimse gülmüyordu. Sigara dumanı arasında kaybolan bakışlar, birbirini kollayan omuzlar. Sigaraya nasıl izin veriliyordu okulda o da bir garipti ama neyse. Sonuçta tek garip olan şey bu değildi.

Ve ben. Tarafsız alanda bir tek ben. Bir duvar kenarına yaslandım. Bu okul göründüğünden fazlasıydı. Her köşede başka bir hikâye, her yüzde başka bir sır. Ben ne Siyahlar’a aittim ne Beyazlar’a. Ama tam da bu yüzden belki de her şeyin tam merkezindeydim.

Sonunda dersler bitmiş ve herkes dağılmıştı. Odaya adımımı attığımda çantamı her zamanki gibi yatağın kenarına fırlattım. Gözüm, dolabın yarı açık kapağında asılı duran siyah elbiseye takıldı. Omuzları açık, dizin biraz üzerinde biten, sade ama güçlü bir parça. Fazla gösterişli değildi ama fazlasıyla “ben buradayım” diyordu. Dolabın karşısına geçip onu elimle yokladığımda, kapı ardına kadar açıldı. Annemdi. "Onu giyemezsin," dedi. Ses tonu yumuşak değildi. Emir gibiydi. Beni süzerken kaşlarının arasındaki çizgi derinleşti.

"Anne sadece bir parti," dedim hüsranla. Sakin kalmaya çalıştım ama gözlerimden taşmak isteyen o siteme engel olamıyordum.

"Partiymiş... O elbise fazla abartılı! Biz de yanında yokuz. Düz pantolon, tişört giyip git işte. Hem onu giyince ne olacaksın? Manken mi? Dışarı öyle çıkmana izin veremem."

"Ne olacağım derken?"

Sesim yükseldi, istemeden. Kendimi tutamadım.

‘’Her şeye karışmandan bıktım artık anne!’’

Annem bir adım geriye çekildi. Dudakları aralandı ama konuşmadı. Aramızda bir sessizlik oldu. Ne koparır ne onarır cinstendi.

‘’Güzel olan şeyler daima tehdit altındadır.”

Sesi neredeyse bir dua gibi döküldü.

“Çiçekler rüzgârı çağırmaz ama en çok onlar savrulur kızım. Kristaller ışığı çeker ama en çok onlar kırılır. Sen de biliyorsun, Ada. Farkında olduğun için bu kadar öfkelisin zaten.”

Başını eğdi, sonra başını kaldırıp yeniden gözlerime baktı.

“İşte o yüzden ben seni korumakla görevliyim. Annelik bazen duvar olmak demek. Dışarının gözünden, kirinden, ellerinden.”

Sessiz kaldım. Sanki söyledikleri, içimde daha önce açılmamış bir kapıyı aralıyordu.

“Herkes senin kalbini taşıyamaz, Ada,” dedi. “Elbiseler değil, taşıdığın şey tehlikeli. Ve ben seni kendinden bile korumaya çalışıyorum bazen.”

İçimde hem bir suçluluk hem bir minnet kabardı. Bir çocuk gibi kalmakla bir kadın gibi yol almak arasında asılı kaldım. O an içimde bir şey titreşti. Bir annenin koruma içgüdüsüyle, bir kızın kendini ifade çığlığı çarpıştı.

"Ben sadece özgür olmak istiyorum anne."

''Çıplaklık özgürlük değildir. Bazı güzellikler gösterilmeden de fark edilebilir Ada. Bunu sakın unutma.''

Sırtımı döndüm, aynaya baktım. Belki de asıl mesele elbise değildi. Beni saklamaya çalışan dünyayla, görünmek isteyen ben arasındaki savaştı. Bir süre sessizlik oldu. O konuşmanın ardından kelimeler fazla geliyordu artık. Odamda, açık kalan dolabın önünde öylece duruyordum. Annem birazdan çıkıp gidecek sanmıştım ama gitmedi. Usulca yanıma geldi. Elleriyle askıda asılı duran elbiselere dokundu, tıpkı yıllar önce bana oyuncak bebek seçerken yaptığı gibi. Önce gözleriyle süzdü, sonra eliyle yokladı.

“Zaten denize girmeyeceğim,” dedim sessizce. “Reglim yaklaşmak üzere. Rahat bir şeyler giysem olur mu?”

Başını hafifçe salladı. “Tabii,” dedi yalnızca. Ne sorguladı ne de o garip ‘korumacı’ ses tonunu kullandı. O an sadece annemdi işte. Yanımda duran, bana eşlik eden, anlayan bir anne. Beraberce dolabın içini taramaya başladık. Renkli ama fazla dikkat çekmeyen, sade ama özensiz görünmeyen bir şey arıyorduk sanki. Annem kot kapriyi çekip çıkardı. Rengi biraz solmuştu ama formu hâlâ yerindeydi.

“Bu?” dedi.

“Olur,” dedim omuzlarımı silkerek. Partiydi evet ama zaten herkes denize göre giyinecekti. Ben girmeyeceğime göre istediğimi giyebilirdim.

Sonra bir tişört… düz lila, kalın askılı pamuk bir tişört buldum.

Üzerine koyduğumda annem başını yana eğip baktı. “Bence bu ikisi iyi oldu,” dedi. Kabul ettim. Bu bir zafer değil bir uzlaşmaydı. Birbirimize baktık, kısa ama anlamlı bir bakıştı. O an sanki kıyafet değil de aramızdaki çizgiler giydiriliyordu yeniden. Uzaklaşmamaya, ipleri koparmamaya çalışıyorduk ve belki de annemin dediği gibi, bazı güzellikler gösterilmeden de anlaşılabiliyordu. Ben yalnızca partiye gidecek bir genç kız değildim. O yalnızca yasaklayan bir anne değildi. O an, yan yana duran iki kadın gibiydik. Birbirini seven, koruyan, anlayan iki kadın.

Hazırlıklarım bittikten sonra son olarak çantamdaki ipuçlarını cebime koydum. Belki lazım olur. Sena’nın attığı konuma bakarak yola koyuldum. Otobüs, son durakta kapıların hışırtıyla açılmasıyla birlikte içeri hafif tuzlu bir rüzgâr karıştı. Adımımı yere bastığımda toprağın altında denizden gelen nemli kokuyu duyumsadım. Buradan sonrası yürüyüş demekti. Kumsal, yolun biraz ilerisinde, sokak lambalarının bile uğramadığı bir kıyıdaydı. Tozlu bir yoldu burası. Asfalt çoktan sona ermiş, çakıl taşları ve kumlar ayakkabılarımın altına yerleşmişti. Yolun iki yanını uzun, eğri büğrü ağaçlar çevreliyordu; dalları birbirine yaklaşmış, sanki gökyüzünü paylaşmak istemiyor gibiydiler. Aralarından gün batımının ışıkları, zemindeki taşlara altın serpintiler bırakıyordu. Deniz ise henüz görünmese de sesi geliyordu: Uzaktan, sakin ama kararlı bir şekilde kıyıya vuran dalgaların uğultusu.

Çantamı düzelttim ve ileriye doğru baktım. Önümde birkaç grup yürüyordu. Konuşmalar, gülüşmeler ve müzik sesleri, kumsala yaklaştıkça daha net duyuluyordu. Son model arabalar yolun kenarlarına park edilmişti. Sağ tarafta yıkık dökük bir çit, eski bir yazlık siteye ait gibiydi; çatlamış bir tabelada paslanmış harflerle “Deniz Yolu Evleri” yazıyordu. Sol taraf ise tamamen ormanlıktı.

Ayağımın altındaki taşlar daha yumuşak kumlara dönmeye başladığında, müzik sesi neredeyse kulağımın dibine ulaşmıştı. Kumsalın girişine yaklaştığımda içim bilmediğim bir hisle doldu. Belki merak, belki tedirginlik, belki de keşfedeceği fazladan ipucunun heyecanı…

Kumsal artık tam karşımdaydı. Güneş, denize huzurlu parıltılarını armağan ederken batmamak için direniyordu sanki. Ben de adımlarımı biraz daha yavaşlatıp bu görsel şölenin tadını çıkarmak istedim. Ayaklarım yavaşça kuma gömülürken gözüm kalabalığın arasına kaydı. Renkli ışıklar, hoparlörden taşan bass sesleriyle birbirine karışıyordu. Tam o sırada, karşıdan bana doğru gelen tanıdık bir siluet fark ettim. Umut’tu. Her zamanki gibi rahat ama bu defa biraz farklı, fazla iddialı giyinmişti. Üzerindeki parlak gömlek göz alıyordu, pantolonu bol ve paçaları yerde sürünüyor gibiydi. Saçları geriye taranmış, yapışmıştı neredeyse. Garipsedim mi? Eh, biraz ama yüzüne söyleyecek değildim. Yaklaştığında hafifçe gülümsedi.

“Geldin demek.’’

“Geldim,” dedim ben de başımla selam vererek. Elimi çantama attım, minik cüzdanımı çıkarıp arasından çıkardığım parayı uzattım. “Geçen günkü tost için,” dedim. Kaşlarını kaldırdı, sonra hafifçe güldü. Elimi eliyle itti nazikçe. “Gerek yok, Ada. Tost dediğin nedir ki?”

“Borç sevmem,” dedim biraz inatla. “Hem bazen babalarımızla ters düşüyoruz. Para sıkıntı olabiliyor. Değil mi?’’

Umut yüzüme dikkatlice baktı. Gözlerinde o anlık bir şey vardı. Anlayış mıydı, şaşkınlık mı yoksa başka bir şey mi, bilemedim ama samimiydi.

“Sen yeter ki iste, Ada,” dedi. “Tostu geç, istersek menemen bile yeriz bir gün.”

Gülümsedim. Kalbim, birinin beni bu kadar hafifletmesine şaşırmış gibiydi.

“Ben biraz dolanayım,” dedim sonra.

“Tamam. Bir şeye ihtiyacın olursa buradayım.’’

Başımı sallayıp uzaklaştım. Sonra bir gölgenin serinliğine kendimi teslim ederek oturdum. Ayakkabılarımı çıkardım, kumun hafif sıcaklığı çıplak ayaklarımı okşarken dizlerimi karnıma çektim. Etek değil de kapri giydiğime şükreder gibi bir his çöreklendi içime. Ellerimi dizlerimin etrafında birleştirip diğerlerine çevirdim başımı. Kalabalık hareketliydi ama ben dışındaydım; gözlemleyen bir yabancı gibi.

Denize girenler vardı. Bazıları bikinili, bazıları şortla, daha rahat, daha salaş. Islak saçlarını savura savura yürüyen bir kız gözüme takıldı. Yüzünde makyaj yoktu ama gülüşü her şeyin üzerindeydi. Sanki dünya umurunda değilmiş gibiydi. Ardından gözüm kalabalığın merkezine kaydı. Orada işler başkaydı. Dans edenler. Kalabalığın içindeki küçük bir hoparlörden çıkan elektronik müzikle kıpırdayan vücutlar, daha da abartılı görünüyordu. Kalçalarını ritme göre kıvıran bir grup kız, gülüşlerini abartarak, çevrelerine göz süzüyordu. Elbiseleri payetli, kısa, bol dekolteli. Bazılarının ayaklarında topuklu bile vardı, kuma saplanan her adımda sendeleyen. Az ileride, fotoğraf çekilen bir daha grup vardı. Gömleklerini özenle düğmelemiş erkekler, saçlarını itinayla taramış kızlar, sahte kahkahalarla birbirlerine sarılıyor sonra hemen ekranlarına eğilip kareyi kontrol ediyordu. O anları yaşamaktan çok, belgelenmiş hâline âşık gibiydiler.

Bir yanda ayakları kuma saplanmış bir özgürlük, diğer yanda her hareketi hesaplanmış bir gösteriş. Herkes bir şey olmaya çalışıyordu. Ya doğal, ya parıltılı, ya da görünmez. Ben gibi. Herkes bir yerden parlıyordu bugün. Ben ise uzaktan, sessizce göz kırpan küçük bir yıldız gibiydim.

Günün en ironik yanı ise siyahların ve beyazların aynı partide olmasıydı. Madem birbirlerinden haz etmiyorlardı neden aynı partide eğleniyorlardı? İç çektim. Kalabalığın içinden bana yaklaşan iki kişiyle bakışlarım o yöne evrildi. Sena ve Bilge. İkisi de her zamanki gibi özenli, her zamanki gibi baştan aşağı “ben buradayım” diye bağıran kıyafetleriyle yürüyordu. Sena’nın üzerindeki simli, açık mavi elbise her adımda ışığı farklı yansıtıyordu. Bilge'nin toz pembe, çiçekli crop-top’ı ve düşük belli kot şortuysa, sanki dergiden fırlamış gibiydi. Ayaklarındaki parmak arası terlik bile parıltılıydı.

Yanıma geldiklerinde Sena'nın yüzünde ölçülü bir gülümseme vardı. Sanki dostça değil de görev icabı selam vermişti.

“Buradasın demek,” dedi Sena, göz ucuyla kıyafetime bakarak. Gözleri birkaç saniye tişörtümde, sonra kaprimde oyalandı. Dudakları kıvrıldı.

“Ne kadar... rahat görünüyorsun.”

Bilge de sessiz kalmadı. “Kıyafetin tam bir yaz kampı havası,” deyip sahte bir gülümseme yaydı yüzüne. Sözlerinde bir düşmanlık yoktu belki ama alay ince ince yerleştirilmişti. Ses tonlarındaki o belli belirsiz dalga geçiş içime sinsice işlemişti.

‘’Ama bunu sormadan duramayacağım. Rezil olmaktan korkmadın mı?’’

Sena’nın dediğiyle kaşlarım şaşkınlıkla havalanmıştı. Ne için rezil olacaktım?

‘’Burada rezil olan biri varsa o da sensin Sena.’’

O kendinden emin, edalı ve tok ses daha önce duymadığım bir tondaydı. Sesin sahibi kim diye döndüğümde gördüğüm manzara beni şoka uğratmıştı.

Yerinizde olsam hemen taraf seçmezdim. Ne beyazlara ne siyahlara güven olmazz

Bölüm : 18.07.2025 18:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
🔥 / Yasak Oyun (TAMAMLANDI) / 10. BÖLÜM - PARTİ
🔥
Yasak Oyun (TAMAMLANDI)

41.3k Okunma

3.22k Oy

0 Takip
80
Bölümlü Kitap
1. BÖLÜM - OKUL2. BÖLÜM- İLK TEMAS3. BÖLÜM - BEŞ KURAL4. BÖLÜM - SEÇİLEN5. BÖLÜM - TESADÜF YOK6. BÖLÜM - KIRMIZI PENCERE7. BÖLÜM - KAN RENGİ8. BÖLÜM - BİR BAKIŞ9. BÖLÜM - BUZ PARÇASI10. BÖLÜM - PARTİ11. BÖLÜM - GEÇMİŞİN YÜKÜ12. BÖLÜM - UCUZ NUMARALAR13. BÖLÜM - İYİ OL14. BÖLÜM - TARAFSIZ15. BÖLÜM - GRİ16. BÖLÜM - NET CEVAP17. BÖLÜM - KIZIL HAVUZ18. BÖLÜM - GÜLÜMSE ADA19. BÖLÜM - EZİK20. BÖLÜM - DÖVÜŞ KULÜBÜ21. BÖLÜM - ZAAF22. BÖLÜM - ACININ ÇOCUĞU23. BÖLÜM - RİNG24. BÖLÜM - DOKUNMADIM SANA25. BÖLÜM - YENGE26. BÖLÜM - DANS ET27. BÖLÜM - UZAK DURUN28. BÖLÜM - SARIL BANA29. BÖLÜM - ABİ30. BÖLÜM - GERÇEK31. BÖLÜM - RESİM ATÖLYESİ32. BÖLÜM - ÇIĞLIK33. BÖLÜM - BENİM SAHNEM34. BÖLÜM - 12/D35. BÖLÜM - SADECE ARKADAŞ36. BÖLÜM - DELİSİN SEN37. BÖLÜM - EFSANE38. BÖLÜM - KARANLIK ADAMLAR39. BÖLÜM - ARKADAŞLARIM40. BÖLÜM - ÜÇ İSKENDER41. BÖLÜM - SIFIR42. BÖLÜM - TUZAK43. BÖLÜM - KÜL44. BÖLÜM - ADRES45. BÖLÜM - CD46. BÖLÜM - ÖNCE VE SONRA47. BÖLÜM - YUMRUK48. BÖLÜM - BUÇUK49. BÖLÜM - YARDIM EDİN50. BÖLÜM - NOT51. BÖLÜM - CAMİİ52. BÖLÜM - TOKAT53. BÖLÜM - YOYO54. BÖLÜM - ÇEKİ DÜZEN55. BÖLÜM - HAYATİ GÜVENCE56. BÖLÜM - YENİ DENGE57. BÖLÜM - GÜZELLİK58. BÖLÜM - RANCH SOS59. BÖLÜM - UFAKLIK60. BÖLÜM - FERYAT61. BÖLÜM - YARIŞ62. BÖLÜM - KAÇIŞ63. BÖLÜM - ÇILGIN ŞEY64. BÖLÜM - YENİ MEKAN65. BÖLÜM - KROKİ66. BÖLÜM - SEVGİLİ67. BÖLÜM - MARKET68. BÖLÜM - DAVET69. BÖLÜM - MİSAFİR70. BÖLÜM - YARA71. BÖLÜM - NORMAL72. BÖLÜM - HACKER73. BÖLÜM - İLK74. BÖLÜM - ANTRENMAN75. BÖLÜM - YILDIZ76. BÖLÜM - BUSE77. BÖLÜM - MORLUK78.BÖLÜM - PEÇETE79. BÖLÜM - İTİRAFFİNAL
Hikayeyi Paylaş
Loading...