
Derste önümde açık duran deftere bakıyordum ama zihnim bambaşka yerlerdeydi. Buraya geldiğimden beri hiçbir şeye odaklanamıyordum. Rakamlar, formüller, öğretmenin sesi hepsi birbirine karışıyor, kulaklarımda boğuk uğultulara dönüşüyordu. Oysa tek bir görüntü vardı aklımda: Kırmızı pencere. Uzun zamandır gidememiştim oraya. O pencerenin ardında bulduğum sessizlik, hayatımın karmaşasına kısa da olsa bir ara veriyordu. Şimdiyse ondan bile uzaklaşmıştım. Tıpkı derslerimden, dikkatimi toplamaktan, kendimden olduğu gibi. Sena'nın bana söyledikleri kulaklarımda yeniden çınladı.
'Gül gibi olursun. Kaybolursun. Kimse nedenini sormaz bile.'
O cümle kanımı dondurmuştu. Tehdit mi? Yoksa sadece bir gözdağı mıydı? Ama o gözlerindeki boşluk, içindeki karanlık… Hayır, bu sıradan bir meydan okuma değildi. Bu işte bir parmağı mı vardı? Gül'ü düşündüm. Gözümde canlanıyordu artık. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bu karmaşanın ortasında sadece akıntıya kapılıp sürüklenemezdim. Artık karar vermeliydim. Kendim için. Gül için. Ve o kırmızı pencere belki de orada bir şey vardı. Belki bir iz, belki bir yanıt.
Teneffüs zili çaldı. Sınıfın dağılışını izledim. Herkes kapıya yönelmişti ama birkaç çift göz üzerimdeydi. Sessizce yerimden kalktım. Koridorda yürürken bir şeyler ters gitmeye başladı. Normalde bu kadar dikkat çekmezdim. Ama şimdi herkesin gözleri üzerimdeydi. Fısıldaşmalar, kıkırdamalar, bakışlar. Yine bir şeyler dönüyordu. Gözlerim yere indi. Onları umursamamam gerekiyordu, en azından bir süreliğine. Resim atölyesinin kapısına yaklaştığımda derin bir nefes aldım. Kapının önünde bir an durdum. Elimi uzattım. O anda, kollarıma aniden iki el girdi. Ne olduğunu anlayamadan bedenim ileri çekildi.
“Ne yapıyorsunuz?!” dedim, sesim sertti ama biraz da endişeyle karışıktı. İki kız. Beni sürüklemeye çalışıyorlardı. Reflekslerim konuştu. Vücudum gerildi. Sağ elimdekinin bileğini hızla kavrayıp yukarı büktüm. Diğeri bana bağırdı ama fırsat vermedim, onu omzumu kullanarak duvara ittim.
Nefes nefeseydim. Etrafıma baktım. Kalabalık toplanmıştı. Hiç kimse müdahale etmiyordu. İzliyorlardı sadece. Eğleniyorlardı. Sanki bu bir oyunmuş gibi. Sanki ben bir kuklaymışım gibi. Gözüm Sena’ya takıldı. Gülüyordu. O iğrenç, zehirli tebessümüyle. Ve sonra elini kaldırdı. Küçük bir işaret verdi. İki erkek öğrenci birden bana doğru yürümeye başladı.
“Yaklaşmayın! Yaklaşmayın dedim size!”
Geri çekildim ama bir adım bile atamadan biri kollarımdan yakaladı. Diğeri omuzumdan tuttu.
“Bırakın beni! Ne yaptığınızı zannediyorsun?!”
Çırpındım, direndim ama gücüm yetmiyordu. Ayaklarım yerden kesildi. Kalbim deli gibi atıyordu. Bu... Gerçekten bir şaka değildi artık. Koridor boyunca sürüklenirken bağırdım. “Bırakın! Ne yapmaya çalışıyorsunuz?!”
Kimse yardım etmiyordu. Buna delirmek üzereydim. Sadece izliyorlardı. Kimi şaşkın, kimi heyecanlı. Sonunda kapısı açılan o geniş alanla yüzleştim. Okulun kapalı havuzu. Ama bir tuhaflık vardı. İlk bakışta anlamadım. Ama yaklaştıkça gözlerim büyüdü.
Havuzun suyu…
Kıpkırmızıydı. Kocaman havuz kızıla boyanmıştı.
Gerçek mi bu? Hayal mi?
Hayır… bu bir şaka olmalıydı. Gıda boyası ya da başka bir şey. Ama o renk… öyle tanıdıktı ki. Kan gibi. O gün yaşadıklarımla dalga geçiyorlardı! Ne kadar aşağılıklardı! Sadece dışarıdan bakmak bile içimi bulandırdı. Bir adım daha yaklaşmamla birlikte ayaklarım geri gitmek istedi ama kollarım hâlâ tutsaktı.
Gözüm Sena’ya takıldı yeniden. Kollarını kavuşturmuş, yüzünde memnun bir gülümsemeyle duruyordu. Arkasındaki kalabalık sessizdi. Ve ben o an gerçekten yalnızdım. Düşüncelerim darmadağın. Kırmızı pencere, Gül, Sena’nın tehditleri, şimdi bu…
Hepsi birleşip zihnimi kararttı.
Ne yapmaya çalışıyorlardı? Neden hâlâ kimse bir şey yapmıyordu?
İçimdeki ses, artık susmamam gerektiğini fısıldıyordu.
Ama sesim çıkmıyordu. Hâlâ o kırmızı suyun kenarındaydım.
Bir adım uzağında.
''Sana söylemiştim. Burası gri kalpleri ezip geçer Ada.''
AAĞĞĞĞĞĞĞ
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |