
Neden insan, var olabilmek ya da yalnızca kabul görmek için, kendi benliğinden soyunup başkalarının kalıplarına zincirlenmek zorundaydı? Hiç olmak istemediği bir yerde, hiç söylemek istemediği kelimelerle, hiç yapmak istemediği şeyleri yaparak var oluyorsa... Gerçekten ait olur muydu? Oraya ya da kendine? Yoksa maskeli bir sır mıydık hepimiz, gizlediğimiz gerçeklerimiz, gösterdiğimiz yalanlarımızla?
Kafamın içinde dönüp duran bu sorular, Sena'nın hızlıca sıraladığı cümlelerin arasında daha da büyüdü. Buranın gerçekleri ve yalanları neydi bilmiyordum. Hazır da değildim. Benden beklenenin ne olduğunu bilmiyordum. Bir kutunun içine mi sığmalıydım? Neden seçim yapacaktım? Neyi temsil edecektim? Kimi seçecektim?
Camdaki yansımamda bile kendimi tanıyamazken, biri olma mecburiyetini anlamak zordu. Kafam allak bullak olmuştu. Sena'nın cümleleri kulaklarımı doldurdu.
“Her neyse. Karar vermek için vaktin var. Aa, ayrıca cuma günü kumsal partisi var. Her yıl düzenlenir. Gelenek gibi bir şeydir. Oraya gelmelisin. Çok eğleniyoruz.”
Her şey ne kadar hızlı oluyordu. Parti mi? O ne? Ben kimim? Bu okulun hızlı ritmine ayak uydurmam ne kadar sürecekti acaba? İçimdeki kalp, zamanın akışına direniyor gibiydi. Dayanamayıp Sena’ya döndüm.
"Ya biraz sakin olur musun?"
Sesim hem sabırsız hem de bir tık yüksek çıkmıştı. Kendimi kontrol edememiştim. Sena bunu garipsemiş olacak ki bakışlarını bana çevirdi. Tersleyeceğini düşünerek biraz çekinsem de o gülümsedi ve eliyle ilerideki bir odayı işaret etti.
"Orası rehberlik servisi. Şimdi gitmem gerekiyor. Kafanda binlerce soru işareti bıraktım biliyorum ama zamanla her şeyi anlayacaksın."
Yanımdan uzaklaşırken koridor da giderek kalabalıklaşmaya başlamıştı. Yine yeniden, yeni okul serüvenimde bir başımaydım. Yardımcı olmak mı istemişti sahi, yoksa tehdit mi etmişti, hâlâ emin değildim. “Alışsan iyi edersin. Belli kurallar. Siyahlar, beyazlar...”
Söyledikleri beynimde yankılanıyordu. Bir an çok oyalandığımı fark edip düşünmeyi bıraktım. Kolumdaki saate baktım. Derse on dakika kalmıştı. Koşar adımlarla rehberlik servisine ilerledim. Kapının önüne gelince derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım.
“Girebilir miyim hocam?”
İçeriden gelen komutla kapıyı araladım. Bilgisayar başındaki, saçlarına hafif kırlar düşmüş hoca gözlüğünü çıkarıp bana baktı.
“Tabii. Ben de seni bekliyordum. Geç, otur.”
Kapıyı sakince kapatarak hocanın önündeki sandalyelerden birine oturdum.
“Hoş geldin okulumuza Ada’cım. Ben Erdal, rehber hocan benim. Bir ihtiyacın olduğunda yanıma gelebilirsin. Dersler ya da diğer konular hiç fark etmez. Çekinme, gel. Ayrıca baban da gelecekti sanki. İşi mi çıktı?”
Başımı sallayarak “Emniyetten acil aradılar. Gelemedi ama selam söyledi hocam size.”
Bakışlarını bilgisayara kenetleyip birkaç tuşa bastı. “Aleyküm selam. Sen de selamımı iletirsin. Baban il emniyet müdür yardımcısıydı değil mi?”
“Evet hocam.”
Sırıtarak “Polis kızısın demek. Herkes ayağını denk alsın o zaman,” dedi.
Hocanın dediğine gülerek “Estağfurullah hocam,” dedim. Samimi tavrı içimi biraz rahatlattı.
“Ne zamandır böyle mütevazi yetiştirilmiş bir öğrenci görmemiştim. Hasret kalmışız.”
Yazıcıdan aldığı çıktıları bana uzatıp gülümsedi. Hocanın söylediklerinden dolayı biraz utansam da içten içe sevinmiştim. Samimi bir hoca olması içimi rahatlatmıştı. Uzattığı kağıtları aldığımda gözlerime odaklandı.
“Sınıfın 12/C. Ders programı, oryantasyon notları her şey burada yazılı. Ayrıca şunu da bilmeni isterim Ada, okulda başarı üstünlüğü sistemi var. Sıkı çalışıp notlarını yüksek tutarsan ve denemelerde iyi netler yaparsan A ve B şubelerine geçebilirsin.”
Şaşkınlıkla hocaya baktığım için kaşlarım benden bağımsız havalanmıştı. “Yani ben en başarısız şubede miyim?”
Hoca yüzümdeki hayal kırıklığını fark etmiş olacak ki başını hızla iki yana salladı. “Merak etme. D ve E şubeleri de var. Sen tam ortadasın. Ya ilerlersin ya gerilersin, bu senin azmine bağlı. Ama ben senden umutluyum. Başarabilirsin.”
Oh! En kötü sınıfta olmamak içime bir nebze de olsa su serpmişti. Lakin bu duruma şaşırmıştım. Özel bir okulda başarı üstünlüğü ne de olsa garip gelmişti. Sonuçta burada varlıklı ailelerin çocukları vardı. Onlar da böyle bir durumu, sırf para verdikleri için istemeyebilirdi. Ya da daha fazla parayla en iyi sınıfa yerleştirilebilirdi çocukları. Zil sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
“Hocam ben müsaadenizi isteyeyim. Teşekkür ederim.”
Hoca gözlerini usulca kapatarak beni onayladı. “İyi dersler.”
Hocayla vedalaştıktan sonra hızlıca odasından ayrıldım. Herkes bir curcunayla sınıflarına doğru gidiyordu. Ben de şimdi sınıfımı bulacaktım. Hocaya ne diye sormadıysam? Tekrardan girip sormaya sosyal anksiyetem engel olduğu için kendim bulacaktım.
Bu kat değildi. Emindim çünkü Sena ile konuşurken buradaki sınıfları incelemiştim. Bu katta 11. sınıflar vardı. O zaman bizim sınıflar da üst katta olabilirdi. Diğerlerine çarpmamaya çalışarak merdivenlere yöneldim. Üst kata çıktığımda tahmin ettiğim gibi sınıflarımız buradaydı.
İlk ders neydi acaba? Oryantasyon notlarına dalmış yürürken, etrafımda olup bitene dair algım silinmişti. Kalabalık koridorun uğultusu, adımların yankısı, ara sıra yükselen kahkahalar kulağımın gerisindeki bir gürültüden ibaretti. Sanki okul binası değil de yabancı bir gezegendeydim. Sadece önümdeki kelimeler vardı ve başımın içindeki karmaşa.
Ama sonra... Başımı kaldıracaktım ki aramızda beş santim dahi kalmayan kişiye çarpmamak için aniden durdum lakin işe yaramamıştı. Geriye doğru o anın şokuyla sendelerken ayaklarım yerle bağını yitirmişti sanki. Düşecektim. Kâğıtlarım etrafa savruldu. Zaman o anda bıçak gibi kesildi.
Düşmek üzereyken belimde bir elin varlığını hissettim. Güçlü ama nazik, koruyucu ama dokunduğu yerin farkında. Belimden kavrayan o el, beni kendine doğru çekti aniden. Kollarım istemsizce onun göğsüne yaslandı. Burnuma gelen hoş, erkeksi bir koku… Başımı kaldırdığımda gözleriyle de çarpıştım. Cam gibi mavi, ama içinde yansıyan tek şey hiçlikti.
Donmuş bir anın içindeydik. Ve sonra aniden... Çekildi. Bedenim boşlukta savruldu, dengesiz bir adımla geriye tökezledim ve kalçam yerle buluştuğunda yanma hissiyle kısa bir çığlık koptu dudaklarımdan. Etraftan kahkahalar yükseldi.
“Yeni kız uçuyor!”
“Beyazıd bir kıza dokundu!”
“Ahaha!”
“Kendini Beyazıd’ın kollarına attı ilk günden!”
Koridor aniden seyircilerle dolu bir sahneye dönüştü. Ben ise istemeden başrolü oynamıştım. Utanç, yüzüme ani bir sıcaklıkla hücum etti. Belimde hâlâ o çocuğun... Parmak izi vardı, yanıyordu. Daha gerçek olan şey ise bakışlardı. Alaycı, küçümseyici, kıkırdayan gözler...
Beni nasıl bu kadar insan içinde küçük düşürürdü? Madem bırakacaktı, neden tutmuştu? Benimle eğleniyor muydu? Kim olduğunu sanıyordu? Sinirden gözlerim bulanıklaşmıştı. Hayır! Ağlamamalıydım! Dişlerimi sıkarak toparlanmaya çalışırken yere düşen kâğıtların darmadağın olduğunu fark ettim.
Eğildim, kâğıtlarımı toplamaya çalıştım. Parmaklarım titriyordu. Kırılmış bir cam gibi hissediyordum kendimi, herkesin ayaklarının altında.
Sonra biri yanımda durdu. Çömeldi. Sessizce, gösterişsizce. Kâğıtları toplamama yardım ediyordu. Uzun, kemikli parmaklarıyla sayfaları dikkatle düzeltti. Yüzünü ilk kez net gördüğümde, dalgalı kahverengi saçlarının alnına düştüğünü fark ettim. Kahve tonlarındaki gözleri belirgin ama sakin, dudaklarında hafif bir gerginlik vardı.
“İyi misin?” dedi. Sesi kalabalığın içinde kaybolacak kadar yumuşak ama kulağımda yankılanacak kadar güçlüydü. Dalga geçmiyordu. Gülmüyordu. Sadece yardım ediyordu. Başımla zar zor onayladım. Konuştuğum an ağlayacaktım çünkü biliyordum.
“Güvende olmak istiyorsan dikkat çekmemeye çalış.”
Düzelttiği kağıtları hiç acele etmeden bana uzattı. Ayağa kalktığında arkasından bakakaldım. Kim olduğunu bilmiyordum.
Lakin bildiğim bir şey vardı artık: Ben yere değil, cehennemin tam ortasına düşmüştüm.
Yorumlarınız beni çok mutlu ediyor çiçeklerim...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |