
Dersin başladığını tam anlamadan kendimi ringin içinde bulmuştum. Zemin griydi ama üstünde kim bilir kaç öfke birikmişti. Terin, kanın, sessiz çığlıkların karıştığı bir kokusu vardı buranın. Sert, yabancı, gerçek bir dünya.
Hoca yüzüme odaklandı. Gözleri fazla şey görmüş, fazla şeyi geride bırakmış gibiydi. Sonra bana yaklaşıp eğilerek göz hizamda durdu. Seri bir hamleyle saçımı kavrayıp çekti.
“Topla şu saçlarını,” Sesi düz ama buyurgandı.
“Bir kadının en savunmasız yeri saçlarıdır.''
Yutkundum. Ellerini saç hüzmelerimin arasından çıkardığında bir adım geriledim. Saçlarımın enseme dökülen ıslaklığı bile savunmasız hissettirmişti birden. Ellerimle hızlıca topladım. Bir anda başka birine dönüşmüş gibiydim; daha hazır, daha kararlı, daha korunaklı bir versiyonuma.
“Yumruk at bana!”
Emre alışkın bir ses tonu. “Karşındaki torba değil, geçmişin olsun. Hadi, vur!”
Yumruğumu kaldırdım. Hocanın yüzüne doğru konuşlandırdım. Önce sağ elimle, sonra sol. Yavaş, kararsız, gücünü içinde değil dışında arayan bir hareketti bu. Her hamlemde yalnızca kendi zayıflığımı hissettim. Parmaklarımın arasından kayan cesaretim, elimle birlikte sarkıyor gibiydi.
Hoca başını salladı. “Yumruk kemikten ibaret değil,” dedi. “Nefes, denge ve niyet. Senin nefesin dağılmış. Niyetin yaralı.”
Haklıydı. İçim paramparçaydı. Hâlâ Sena’nın sözleri kulaklarımda çınlıyordu. Gül gibi olursun… Kaybolursun…
O kırmızı havuzun soğukluğu hâlâ derimdeydi sanki.
“Nefes,” dedi tekrar. Nefesini tutarsan gücünü de tutarsın. Bir insanın hayatta en büyük silahı, nefesini yönetmeyi bilmesidir. Önce onu öğren.”
Derin bir nefes aldım. İçimde bastırılmış ne varsa havayla birlikte doldu ciğerlerime: korku, öfke, utanç, yıkılmışlık. Sonra gözlerimi kapattım ve ilk gerçek yumruğumu attım.
Tok bir ses yankılandı ringde. Parmaklarım sızladı, bileğim hafifçe gerildi ama canım yanmadı. İlk defa bedenimle değil, kalbimle vurmuştum sanki.
Hoca gülümseyerek başını salladı. “İşte bu,” dedi. “Ama daha çok işimiz var. Hepimizin bir kavgası vardır. İlk olarak kendinle olan kavganı sonlandır.''
Birkaç alıştırmadan sonra hoca, ringin kenarına doğru yürüdü. Elini saçlarına götürüp alnındaki teri sildi. Bir yandan da bana düşünceli bir bakış attı. Derin bir iç çekişle başını iki yana salladı.
“Zamanlaman berbat,” dedi. “Şu an iki sporcum olimpiyatlara hazırlanıyor. Sabah akşam onlarla ilgilenmem gerek. Seninle birebir ilgilenemeyeceğim bir süre.”
İçimde az önce yumruğumla kırdığım o duvarların arasından bir umut sızıyordu ama şimdi yeniden kapanacak gibi hissettim.
“Bu seni salacağım anlamına gelmez,” diye devam etti. “Seninle başka biri ilgilenecek.” Omuzlarım hafifçe düştü. Hem hocaya da kanım ısınmıştı. Şimdi değişiyor olmasına içten içe canım sıkılmıştı. Kafamda tanımadığım birinin yüzü belirdi. Belki yaşlı, huysuz, ilgisiz biri olurdu. Beni ciddiye almazdı. Hoca gözünü salonun loş köşesine çevirdi. Gölgede bir siluet vardı, kollarını birbirine kavuşturmuş bir şekilde duvara yaslanarak sessizce bizi izliyordu. Geniş omuzları, başındaki siyah kapüşonla neredeyse ringin bir parçası gibiydi.
“Hey,” dedi hoca. “Gel buraya. Yeni öğrencinle tanış.”
Siluet harekete geçti. Ağır adımlarla ringe yaklaştı. Her adımında zeminde yankılanan hafif bir tok sesi vardı. Yüzü hâlâ gölgelerdeydi. Tanıdık bir yürüyüştü bu. Hafif öne eğik omuzlar… Sert ama dengeli duruş…
Ve sonra başını kaldırdı. Kapüşon geriye düştü. Işık yüzüne vurdu. O kişi...
Sizce kimmm?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |