
Sürüklenmiştim peşlerinde. Hako dediklerinin mekanına. Bir yanlış anlaşılma yüzünden güme gidiyordum. Mekân, sigara dumanıyla sislenmişti. Ağır tütün kokusu hemen boğazıma yapıştı. Camlar buğuluydu. Gürültü azalmıştı ama hâlâ duvarlarda yankı gibi gezen bir uğultu vardı. Timur önden yürüyordu, omuzları gergin, yumrukları cebindeydi. Beyazıd geride. Ben ise aralarında ama ikisinin de uzağında, kendi gölgemde yürüyordum. Mekanın içindeki odanın kapısı ağır bir tıklamayla açıldı. Küçük ve karanlık bir ofisti lakin yerde pahalı halılar, köşelerde asılı neon ışıklar vardı. Ayakta dikilen üç adam sustu bizi görünce.
Kırmızı odanın loş ışığında, kadife koltuğa yayılmış, bir ayağını sehpanın üzerine atmış Hako olduğunu düşündüğüm adam, bir elinde puro diğerinde yarısı boş bir kadehi keyifle sallıyordu. Siyah gömleğinin üst düğmeleri açıktı, boynundaki kalın altın zincir göz alıyordu. Hiç konuşmasa dahi varlığı başlı başına tehdidin vücut bulmuş haliydi. Yanında duran adama bir şeyler fısıldayıp onları dışarı yolladı. Kapı kapandığında dördümüz kalmıştık.
“Timur… Timur… Koca Kurt.” Gülümsedi, dudaklarının kenarıyla alaylı bir kıvrım oynadı. “Ne zamandır senden haber alamıyoruz. Hayırdır, sevgili yapınca bizi unuttun mu?”
Timur, hiçbir şey söylemeden karşısındaki sandalyeye oturdu. Gözleri sabit, duruşu gergindi.
“Güzelmiş.” Hako kahkahasını bastı. “Küçük bir hatun ama fena değil. Sıcak… Belki ıslak... Hey, dikkatli ol! Başka şeyinle düşünme sakın.”
Timur’un kaşları çatıldı ama hâlâ susuyordu. Hako bunu keyifle izledi.
“Beyazıd. Fazla sessizsin sen de bugün.''
Kadehini masaya bırakıp öne doğru eğildi. “Şimdi,” dedi daha ciddi bir ses tonuyla, “Ben bu gece biraz şov istiyorum. Misafirlerim erken kaçtı, farkındayım. Salon boşaldı. Mekân nefes almazsa ben para kokusunu duyamam. Birilerinin eğlendirmesi gerek, değil mi?”
Ne zırvalıyordu bu adam? Timur anlamıştı nereye varmak istediğini. Gözleri nefretle kısıldı. “Hayır,” dedi sadece. Hako birden kalktı, odada dolanmaya başladı. Elleriyle havayı bölercesine konuşuyordu. “Bana şarkı söylemesi için getirmiş olamazsın o kızı. Ama madem burada, neden sahneyi süslemiyor? Gelsin, bir şeyler söylesin. Bize sesini göstersin. Belki de sesi kadar başka şeyleri de güzeldir.”
Timur ayağa kalktı. Masayı devirecek sandım bir an. “KES!”
Hako durdu. Gülümsedi. “Korkma Timur,” dedi, sesi daha kısık ve tehditkâr. “Eğer ben ona dokunursam, Beyazıd önce beni, sonra seni öldürür. Ölmek için çok gencim(!) O milleti eğlendirirken bizde sizinle eğlenelim, ha?''
Ne şarkısı? Ne sahnesi? Çıldırmak üzereydim ama çıtım çıkmıyordu. Bu çukurdan çıkmak istiyorsam aptalca bir şey yapmamalıydım. Sırtımdan aşağı buz gibi bir şey indi. Gözlerim önce Timur’a sonra Beyazıd’a gitti. O, odanın duvarına yaslanmış, ellerini cebine sokmuştu. Gözlerimiz buluştuğunda 'bana güven' dercesine baktı. Başını hafif sağa yatırdığında Hako'nun söylediklerini yapmam gerektiğini anlamıştım. Onlara güvenmesem de mecburdum. Beni soktukları bu beladan aynı şekilde kurtarmak zorundalardı!
Yavaşça odadan ayrıldım. Bir uğultu doldurdu kulaklarımı. Kimi alayla, kimi sabırsızlıkla haykırmaya başladı.
''Ne biçim mekan lan burası?!''
''Eğlence nerede?''
Sahneye çıkmak, kaderimin bir parçasıydı artık. Ayağımı kaldırdım ve sahneye çıkan demir merdivenlere yöneldim. Her adımda kalbim biraz daha hızlandı. En tepeye ulaştığımda nefesimi tuttum. Ayaklarımın altındaki ahşap, titreyen kalbim gibi gıcırdıyordu. Sahneye çıktığımda, herkesin gözleri üzerimdeydi. Aşağıdaki yüzler, silüet gibi belirsizdi. Işık gözlerimi alıyordu ama onları hissedebiliyordum. Özellikle Beyazıd’ın orada olduğunu. Bakışlarını. Gözlerimi kapattım. Bir şarkı mırıldanarak başladım. Sözleri bana ait olan, henüz kimsenin duymadığı bir parçaydı.
"Kalbimi gömdüm, konuşmasın diye...
Kimse duymasın, içinde kim kaldı diye..."
Detone olsam da söylemek zorundaydım. Sözler yavaşça havaya karışırken bir an sessizlik oldu. Hemen ardından, uğursuz bir ses. Birinin sandalyesi gıcırdadı, sonra bir çocuk kahkaha attı. Bir diğeri yaklaştı. Sahnede öylece duruyordum. O çocuk sahneye çıkıp bana iyice yaklaştı. Gözleri çakmak gibiydi. Ağzında alkol ve kükürt vardı sanki.
“Yumuşacık sesin varmış... Başka nerelerin yumuşak acaba,” dedi ve parmakları omzuma değdi. Donakaldım. Sesim kesildi. Bir adım geri çekildim ama yer yoktu. Çok dardı. O, yaklaşmaya devam etti.
“Biraz da dans et, güzellik. Yalnız söylemek yetmez,” dedi.
Birden kolumdan tutmaya çalıştı. Geri çekildim.
“Dokunma!” dedim. Bileğimden tuttu. Tam itmek isterken arkadan biri kükredi.
''OROSPU ÇOCUKLARI!''
Beyazıd eline aldığı boş içki şişesini tek hamlede fırlattı ve bana doğru koşmaya başladı. Şişe, çocuğun kafasında patladı! Yüzlerce cam parçası havaya saçıldı. Her şey bir anda olmuştu.
''AH!''
Acıyla inledim. Bir cam parçası tam sol elmacık kemiğimin üzerini sıyırmıştı. Elimi sızlayan yere değdirdiğimde kızıla bulanmıştı. Bakışlarımı kaldırdım o çocuk sendeledi, sahneden düştü. Bir şey koptu içeride. Sanki herkes bu anı bekliyormuş gibi. Kavga, bir anda alev aldı. Bağırışlar, cam sesleri, masa devrilmeleri…
Ben hâlâ sahnedeydim. Çocuklardan biri bacağımdan tutmaya çalıştı, ondan güç bela kurtuldum. Korkuyla geri çekildim.
"ADA!"
Timur’un sesi yankılandı gürültünün içinden. Kafamı çevirdiğimde onu sahnenin önünde gördüm. Timur gözleriyle beni aradı ve buldu. Kollarını açtı.
“ATLA!”
O an, düşünmedim. Bedenim istemsizce itaat etti. Yüksek sahneden atladım. Kollarında yakalandım. Dengeyi kaybetmemek için boynuna sarıldım. Alınlarımız neredeyse değiyordu. Göz göze geldik. Karanlık içinde tek parlayan şey, onun kahve gözleriydi. Bakışlarındaki karmaşa anlık bir durgunluğa dönüşmüştü sanki. İlk defa bu kadar yakındık. İlk defa bu kadar korunmuştum. Sonra bakışlarının tonu değişti. Hemen hareket etti. Beni yavaşça yere bıraktı. Elimi tuttu.
"Koş!"
Koşarken bir yandan çocukları ittiriyor, birine yumruk, diğerine dirsek atıyordu. Her hamlesinde beni daha da sıkı tutuyordu. Gözüm Beyazıd’ı aradı. O hâlâ yerdeki çocukla dövüşüyordu. Ama sonra... Beyazıd’a biri saldırdı. Arkasından sessizce yaklaşmıştı. Elinde şişeyle bir darbe vurmak üzereydi.
Bedenim ondan önce hareket etti. Bir şimşek gibi fırladım. Ayağımı savurup çocuğa tekmeyi attım. Dengesi bozuldu, yere yığıldı. O anlık şaşkınlıkla bana bakan Beyazıd’ın gözlerinde minnet vardı. Ama zamanı yoktu. Üçümüz, o cehennemden kaçmalıydık. Yumruklar, küfürler ve kırık camlar arasından sıyrılarak çıkış kapısına doğru koştuk. Nefes nefeseydim. Yanağımdan süzülen kan boynuma doğru bütün sıcaklığıyla iniyordu. Ama duramazdık. Bu mekân artık arkamızda kalmalıydı. Bir an önce!
“Koşun!” diye bağırdı Timur.
Arka kapıya yöneldik. Mekânın koridoru dar ve karışıktı. Bir masa devrildi. Bir sandalye uçtu. O an sadece kaçıyorduk. Kalbim, kaburgalarımı delip çıkacak gibiydi. Sonunda sokağa vardık. Soluk soluğaydık. Yağmur yağıyordu sanki ya da bizim terimizdi, bilmiyordum. Nefesim ciğerlerimi yakmaya başlamıştı. Karanlık bir araya girdik. Timur soluk soluğa, duvar kenarından etrafı kolaçan etti. Beyazıd bir çöp bidonuna yaslanmıştı. Ben ellerimi dizlerime bastırarak ayakta durmaya çalışıyordum.
“Bitti mi? Atlattık mı onları?”
Timur'un bakışları beni buldu. Gözleri karanlıkla kaplıydı ama sesi netti.
“Yeni başlıyoruz.”
Ay ben bile heyecanlandım jdsafjsfsf
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |