
Koridorun sonuna doğru adımlarımı hafifçe hızlandırdım. İçimde bir tüy hafifliğinde yükselen o mutluluk hâlâ tam yerindeydi. Ayaklarımın altında paspaslı zemin değil de bulut varmış gibi hissediyordum. Bir anlığına da olsa bu okulda yürümek içimi sıkmamıştı. Omzumu sıvazlayan o kızların bakışları, sözleri... Gerçekten yanımda olduklarına inanmak istiyordum. Her ne kadar bu okulda insanların fikir değiştirmesi bir göz kırpması kadar sürse de… o an gerçekti işte. Ne tuhaf… Daha birkaç gün önce bu yoldan geçerken gözlerimi yere indiriyor, duvarlara karışmak istiyordum. Şimdiyse başım dikti. Bu, o kadar iyi hissettiriyordu ki.
Tam köşeyi dönerken birkaç çocuk yanımdan geçti. Ellerindeki telefonlara bakıp sonra bana göz ucuyla baktılar. Biri arkadaşının kulağına eğildi, hafifçe gülümsedi.
İzliyorlardı. Benim videomu. Sena'nın eteğinin yırtıldığı, benim eğlencemi. İlginçtir, bu da canımı acıtmadı. Eskiden olsa utanırdım, kaçardım, “beni görmesinler” diye dua ederdim. Şimdi ise... bırak izlesinler diyordum. Kim olduğumu yeni yeni anlamaya başlıyorum ben bile. Belki onlara da anlatmam gerekiyordur. İki sıra ötedeki panonun önünde duran kızların sesleri kulağıma çalındı.
“Bugün Beyazıd’ın babası okula geliyormuş,” dedi biri, sesi fısıltı ama içi heyecan doluydu.
“Gerçekten mi? Müdür sabahtan beri telaşlı, demek ondandı…”
“Tabii canım,” dedi diğeri. “O adam okulun yarısını finanse ediyor. Duyduğuma göre bu yıl yeni kütüphane binasını da o yaptırmış.”
“Çok iyi biri ya,” dedi ilk kız tekrar. “Bir sürü vakıfla çalışıyormuş. Yardım kuruluşları falan… Tam bir hayırsever.”
Adımlarım yavaşladı. İsim bir anda mideme oturdu. Beyazıd’ın babası… İçimde bir merak filizlenmişti.
O adam. Vakıf kuran, kütüphane yaptıran biri mi?
Gerçekten mi?
Dışarıdan bakan herkes böyle görüyordu demek. İmajlar, bağışlar, protokoller…
Beyazıd’ın gözleri geldi aklıma.
Bazen karanlık ama çoğu zaman kendine bile düşman gibi duran bakışları.
Madem iyi biriydi babası, Beyazıd'ın donuk bakışları nedendi? O evde büyümek nasıl bir histi? Bir tarafın gölgesinde yaşarken ışık gibi görünmek nasıl mümkün oluyordu? Kafam karıştı. O an, bir süre önce hissettiğim o huzurun üzerine gölge düştü. Ama durmadım. Devam ettim. Çünkü bu soruların cevaplarını bir gün elbet alacaktım. Ve biliyordum bu okulda ne oluyorsa, herkesin görmediği bir başka yüzü daha vardı. Ben o yüzü görmeye kararlıydım.
Sınıfın kapısını hafifçe ittim. İçerisi boş denecek kadar sessizdi ama birkaç öğrenci sıraya yerleşmişti bile. Kimisi telefonuna gömülmüş, kimisi cama bakıyordu dalgın dalgın. Gözüm otomatik olarak her zamanki yerime, arka sıradaki köşeye kaydı. Orası hâlâ boştu. Derin bir nefes alarak yürüdüm ve çantamı sessizce sıranın yanına bıraktım.
Kalem kutumu çıkarırken yan tarafımdaki sıraya bir çift oturdu. Bir kız ve bir erkek. Gördüğüm yüzler değildi. Daha önce hiç konuşmamıştık. Kızın kahve saçları topuz modelindeydi, gülümsedi. Erkek de başıyla selam verir gibi yaptı. Bakışları dostçaydı, burun kıvırmayan, yargılamayan.
Kız bana doğru eğildi.
“Nasıl oldu anlatır mısın?” dedi fısıltıya yakın bir sesle. Gözlerinde merak vardı ama saygılı bir meraktı bu. Eğlence olsun diye değil, gerçekten anlamak için soruyordu. Bir an neyi kastettiğini anlayamadım.
Tabii ya.
Anlatacak bir hikâyem vardı, doğru. Gülümsedim.
“Her şey gördüğünüz gibiydi, işte.” dedim.
Sözlerim samimiydi. İçimde kıpırdayan o küçük kıvancı bastırmak zordu.
Kız başını hafif yana yatırdı. “Yani… her şey nasıl başladı?”
Sesi sıcaktı.
“Videoyu izledik, o Sena’nın yüzü. Oh! Canıma da değsin.”
Yanındaki çocuk da güldü. “Cidden. Okul kurulduğundan beri böyle net bir şey yaşanmadı. Genelde kimin üstüne yürürse o, haksız bile olsa kazanırdı.”
Bakışlarındaki şaşkınlıkla birlikte bir çeşit hayranlık da hissediliyordu.
“Fazla ileriye gitti,” dedim. Sesim, kendi kulağıma bile başkasına aitmiş gibi geldi. Evet. Yapmıştım. Korkmuştum. Ama kaçmamıştım. Kız tekrar konuştu, bu sefer sesinde belli belirsiz bir heyecan vardı.
“Beyazıd’la aranızda bir şey mi var?”
O an sınıf biraz daha dolmaya başladı ama bu cümle kalabalığın uğultusunu yok etmişti sanki.
“Nasıl yani?” diye alelacele konuştum ama yüzüm yanmaya başlamıştı bile.
“Yani, seni kurtarışı…”
“Birbirinize baktığınızda sınıf bir saniyeliğine nefes almayı unuttu,” dedi yanındaki erkek. Gülümsüyordu ama dalga geçmek gibi değildi.
“Yok.'' “Öyle bir şey… yok.”
Sesim tam da öyle çıkmamıştı. Cümlelerim hiçte ikna edici değildi.
Kız gözlerini kısıp başını salladı. “Emin misin?”
“Yani, arkadaş mısınız?”
“Pek arkadaş gibi görünmüyordu da.”
Çantadan su şişesini çıkarıp bir yudum aldım. Zamana ihtiyacım vardı. Hem onların sorularını yanıtlamak için… Hem kendi kafamdaki sorulara cevap bulmak için. Beyazıd.
O gülümseme.
Gamzesi.
Hiçbir yere ait değilmiş gibi duran ama bir tek oraya ait gibi hissettiren o an.
“Bilmiyorum,” dedim, dürüstçe.
Kız bu cümleye başını sallayarak karşılık verdi.
“Yani, eğer varsa bir şey… bence çok yakışıyorsunuz.”
Çocuk da gülümseyerek onu onayladı.
“Ve eğer yoksa, o zaman bile insanlar sizin bir hikâyeniz olduğuna inanacak. Yapacak bir şey yok.”
Bunu duymak benim için iyi bir şey değildi. Yeni bir sorun demekti. Sena sorunu. Yanımdaki kız bana tekrar baktı.
“Bu arada ben Ahsen. Bu da Ömer.”
“Aynı sınıftayız ama hiç konuşmaya fırsatımız olmadı. Sadece yalnız olmadığını bil istedik.”
Herkes bugünü beklemişti sanki. Sena'ya haddini bildiren birini. Ardından ikisi de gülümseyerek arkalarına yaslandılar.
Zil ses kulaklarımı doldurmuştu. 'Ne güzeldi az önce her şey. Bu zil de her şeyi hemen geri alıyor sanki,' diye geçirdim içimden. Gülümsemeyle karışık bir bezginlik çöktü yüzüme. Sınıf yavaşça dolmaya başladı. Kimi hâlâ birbirine video gösteriyor, kimi konuşmanın parçası olmayı bekliyormuş gibi yan koltuklara oturuyordu. Yavaşça defterimi açtım. Henüz kimse tahtaya yazı yazmamıştı ama ben, el alışkanlığıyla sayfanın üst kısmına tarih attım. Sayılar ince, biraz yorgun ama kontrollüydü.
Kapı açıldı. Matematik öğretmeni… Uzun boylu, zayıf, gözlüklerinin ardında sürekli bir şey düşünen ama pek de söylemeyen bir adam. Sınıfa girince hiçbir şey demedi önce. Sadece içeri yürüdü. Geldi, masasının kenarına oturdu. Kalem kutusundan tek bir kalem çıkardı, gözlüğünü düzeltti ve sessizliği bozmadan gözlerini sınıfa gezdirdi. Bir süre öylece durdu. Sanki herkesin içinden geçeni okuyormuş gibi. Sonunda konuştu.
“Haftaya sınavlar var.”
Sınıfta önce bir uğultu yayıldı. Bazıları homurdandı, birkaç kişi “Ne?” diye arkasına döndü. Tabii ya… Bu haftaya da güzel bir stres eklemesek olmazdı. Hoca, tepkileri hiç umursamadan devam etti.
“Birinci yazılı. Konular geçen derste söylendi zaten. Trigonometri, fonksiyonlar, ikinci derece denklemler. Çalışın gelin. Kopya çekeni anında silerim. Sınıfta sessizlik olacak. Anlaşıldı mı?”
Bir iki çocuk başını salladı, başka biri iç çekti. Hoca tahtaya yöneldi.
Birkaç formül yazdı ardından sınıfı ikiye böldü.
“Sağ taraf bugünkü örnekleri tahtadan çözecek. Sol taraf deftere yazacak. Ayrıca sınıf niye bu kadar eksik bugün?”
Çevreden birkaç kişi kıkırdadı. Çünkü Siyahlar yoktu.
Tuna Hoca sesini tekrar yükseltti.
“Sınava kadar özel ders isteyen varsa teneffüste yanıma gelsin. Ama öyle boş gelip 'bana bir şeyler öğret' demeyin, neyi bilmediğinizi bilmeden yanıma geleni kapıdan geri yollarım.”
Defterime eğilip kalemi eline aldım. Uzun zaman sonra. Ders başlamıştı. Ve evet, hayat devam ediyordu. Ama… Sanki bu sefer başka bir Ada, sıranın başında oturuyordu. Kafamın içinde ise hâlâ tabure gıcırtıları, kahkahalar, bakışlar ve şifre vardı.
Bir de...
Timur'un okula gelmeyişi...
Keyifler nasıl bugünn?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |