48. Bölüm

48. BÖLÜM - BUÇUK

🔥
artemiral

“Hava almam gerek,” demişti, gözlerime bakmadan. O çıkıp gittiğinde içimde kocaman bir boşluk açıldı. Yüzü önümde kaybolurken ben, ruhum elimden alınmışçasına oturuyordum. Dışarıya adım atmaya cesaretim yoktu. İçeride kalakaldım. Bir süre sonra kendimi toparlayıp doğruldum. Avuçlarım hâlâ titriyordu. Beyazıd'ın yaralarını sarmamız gerekiyordu. Ayaklandım. İlk yardım dolabını karıştırdım, gerekli malzemeleri göz ucuyla taradım. İlaç kutusunu, tentürdiyotu, temiz bezleri, steril eldivenleri çıkardım. Lambayı yaktım, masanın üzerine düzenledim malzemeleri. İçimdeki suçluluk tuzağı bir kez daha sıkıştırdı ciğerlerimi: Ne bu kadar canı sıktı? Bizim yüzümüzden mi? Aklıma yeniden Timur'la izlediğimiz video geldi. Kendi kendime küfürler savurdum.

Malzemeyi tamamlayıp sandalyeye oturduğumda kapı aralandı. Beyazıd sessizce içeri girdi; omuzları çökmüş, bakışları yerdeydi. Göz göze gelmeden önümdeki sandalyeye çömeldi, ellerini birbirine dolaştırarak. Beze tentürdiyot döktükten sonra ellerine doğru eğildim.

“Dokunma,” dedi, aniden. masadaki pansuman malzemelerini kendine doğru çekti. “Sen zahmet etme, hallederim,” diye ekledi. O an kalbimdeki buz kırıldı; böylece anlamış oldum: Gerçekten o, hiçbir kıza dokunamıyor, hiçbir kızın kendisine dokunmasına izin vermiyordu. Malzemeyi tek eliyle topladı. Serenli ama kırılgan bir güçle, bütün gece boyunca tanık olduğum inceliği görüyordum o ellerde. İçimde yine o eski suçluluk kıpırtısı yankılandı. “Neden… neden bu kadar uzak duruyorsun herkesten?” diye düşündüm. Ama sesim boğazımdan çıkmadı. Yalnızca izledim.

Beyazıd elindeki bezi, antiseptiği yavaşça yerine koyarken elleri hâlâ titriyordu. Sonra gözlerini kaldırdı, tam benim gözlerime değil ama yüzüme yakın bir noktaya odakladı. Nefesinin ritmi ağırlaşmıştı.

“Gül… öldüğü gün,” diye başladı. Sesi yankılanırken, ben gözlerimi kaçırıp duvardaki çatlağa baktım. “Alkolden… baygınlık geçirdim. Normalde böyle olmazdım ama… nedense uyuyakalmışım. O yanarken ben…” Sese sığınan hüzün, kelimelerin arasında boğulmuştu. “Kendimi affedemiyorum.”

Dudaklarımda nefes tutukluğu. “O eğer yaşıyorsa…” diye fısıldadı. Beyazıd’ın sesi kesildi. Yüzüne baktım. Alnındaki çizgiler, gözlerinin kenarındaki yorgunluk, her şeyi açıklıyordu. Buz tutmuş bir denizaltının kırılan camında bir insan, her an suların altında kalmaktan korkan bir canlı gibi… Korku, sorumluluk, suçluluk…

“Anlıyorsun değil mi?” dedi, sesini nazikçe gererek. “Herkesten uzak durmamın nedeni bu.” Başını öne eğdi. “Zarar vermekten korkuyorum. Kaybetmekten...” Bir dekupaj gibi keskin bir cümleydi; içime saplandı. “Üzerimdeki… ağırlığı taşıyamıyorum.”

Kelimeler boğazımda durdu. Gözlerimi kapadım. İçimden annemin sesini duydum: “Birine zarar vereceğim korkusuyla kendi kalbini ezme,” diyordu. Kim bilir, ne kadar kırılmıştı. Ne kadar üzülmüştü de herkesten uzak durmaya karar vermişti?

“Ada,” dedi sonra, ilk defa adımı içten söylemişti. “Yanımda olduğun için… teşekkür ederim.” Bu bugün aldığım ikinci teşekkürdü. Sanki bu samimiyet, korkunun duvarlarını yıkıyordu aramızda. Beyazıd bana bakmadı. Bir süre sessizlikte kaldı. O an, hiçbir ses dışarıdan gelmiyordu. Sadece ikimizin nefes alış verişi konuşuyordu. Sonra doğruldu. Yarım yamalak gülümsedi, öfke ve huzurun çatıştığı bir ifadeyle. “Başını şişirdim, değil mi?” dedi yeniden ama bu kez daha yumuşak.

Beyazıd’ın “Hazırlan,” diye fısıldadığı sesine kulak verdim. Kapıya yönelip çıktı. Egzersiz için hazırlandığımız o soğuk ringin kenarında nefesim hâlâ düzensiz atıyordu. Beyazıd ringe girerken bandajları yeni sarılmıştı; parmak eklemlerinin üzerindeki kurumuş kan izleri kızıllığını hâlâ koruyordu. Yüreğimde kesif bir üzüntü hissetim. O kan, yalnızca geçmişin yarası değil, bu günün karanlık yüklerinden ibaretti, biliyordum. Ama sustum.

Işıklar loş, ringin karşı duvarındaki büyük ayna bile puslu görünüyordu. Zemindeki mavi ve kırmızı çizgiler, bir zamanlar hayat dolu hallerini yitirip keskin bir düello alanına dönüşmüştü. Sadece ikimiz vardık burada; o demir gibi duruşuyla, ben titreyen çelik bir kapı gibi. Beyazıd eğildi, parmaklarını ringin halısına sürttü, sonra ellerini kaldırıp bandajlarını kontrol etti. Sonra benimkileri. Anladı hâlâ ürkek bir ateş vardı içimde. O, kendinden emin adımlarla geriye çekildi ve bana baktı. Nefesini ayarladı; gözlerinde ciddi bir odaklanma parlıyordu.

“Artık ciddi ciddi eğitim vereceğim sana,” dedi, sesindeki hafif çatlaklık onun da kaybettiği ne varsa hatırlatır gibiydi. “Önce rakibi tanımayı öğreteceğim. Boksun özü, yumruk atmadan önce karşındakinin hareketlerini kavramaktan geçer.”

Başımı salladım, gözlerimi ona dikerek dinledim. Geçmişi geri getiremeyeceğimi, üzüntülerini götüremeyeceğimi ama bundan sonrası için bir yol çizebileceğimi anlamıştım. Kendim için, Beyazıd için. Sıfır için.

“Yüzüne değil omuzlarına bak,” diye devam etti. “Hareket, hep oradan gelir. Sağlak mı solak mı, öne mi geriye mi kayıyor… Reflekslerini hızlandırmak için buradan başla.”

Nefesimi derinleştirip ringin ortasına adım attım. Dizlerimdeki titreme hâlâ oradaydı. Beyazıd ileri çıktı, yumrukları onun için önceki hayatından umut kırıntıları taşır gibiydi.

“Şimdi dediklerimi yap ve yumruklarımdan kurtulmaya çalış.”

İlk yumruğunu salladı. Bir kroşe değil, daha çok bir disiplin tokadı gibiydi; omuzuma gelen rüzgârı tuttum, gövdem geriye doğru kaydı. Ayağım ritmini anladı; iki adım geriye çekildim, yüreğime çarpan adımlarla uyumlu bir şekilde.

“Güzel,” dedi Beyazıd, sesi gururla karışık bir onaydı. “Demek omuzuma bakmaya başladın. Tekrar.”

Bu kez farklı geldi. Yumruğu atarken gözlerimi omzundan ayırmadan izledim, sol elimi kaldırıp gövdemi hafifçe sağa çevirdim. Yumruk boşlukta patladı.

“Tam orası!” Haykırdı.

“Ama o yumruk sana gelmeden önce, rakibin savunmadan çıkar, dengesi bozulur. Ona göre konum al.”

Başka bir yumruk geldi; bu sefer derin nefesle köşeyi okudum, öne atak yapacağı ayağı hissedip bir adım ileri uzandım. Beyazıd’ın yumruğu boş kaldı.

“Dur,” dedi Beyazıd. “Biraz dinlen.”

Bandajlı ellerimle nefesimi kontrol etmeye çalışırken ona baktım. Yanındaki ayna hâlâ buğuluydu. Orada bizim değil, benim silüetim vardı; yeniden doğan bir savaşçının silüeti. Bir yudum su aldım, dudaklarımın kuruluğu dövüşten çok Beyazıd'a anlatamadıklarımdandı.

“Her yumruktan kaçamam, değil mi?”

O, başını salladı. “Rakibinin hamlelerini geliştir, sen de karşı hamleni planla. Önce omuz, sonra dirsek, sonra yumruk. Ritmi yakaladın mı, ringde sen hâkimsin.”

İkinci tur başladı. Beyazıd hızlıca saldırdı; bu kez önce sol omuzunu itti, sonra sağ kroşesiyle bana duvarı gösterdi. Kaçmadım; öne adım atıp içeri girdim. Yumruğunu göğsümde hissetmeden, onun momentumunu kullandım. Kolunu tuttum, ringin ortasında döndürdüm, kimi olsa sersemletirdi bu manevra.

“İşte bu be!” diye bağırdı.

“Şimdi unutma: Her vuruş, aynı anda hem savunma hem atak olmalı. Bunu korumazsan dönüşü sert olur.”

Yeniden geriye çekildi. Nefesimi ayarlayıp reflekslerimi kutladım; gövdemde küçük bir gurur kıvılcımları belirdi. Ama gözüm Beyazıd'ın eklemlerine sarılı bandajda kalan kurumuş kan izlerine kaydı. Derin bir nefes aldım. Dikkatimi dağıtmamam gerekiyordu.

Beyazıd ciddileşti.

“Son bir tur yapacağız. Bu sefer ben rastgele vuracağım. Sadece oku, hareket et, kurtul.” Yüzünde artık sabırdan başka bir şey kalmamıştı. Animasyon gibi başladı saldırı. Sol omuz, sağ dirsek, arka yumruk, çapraz kroşe… Hepsini tek tek karşıladım. Her seferinde biraz daha hızlı, biraz daha zekice. Sonunda ringin ortasında, nefes nefese dururken adımlarımı köşeler arasında atan bir yel gibi rahatlamış hissediyordum. Beyazıd da ringin öbür ucundaydı. Duruşunda bir baba şefkati ve eski bir savaşçı gururuyla baktı bana.

“Hemen kapıyorsun,” dedi. “Seni hep böyle zorlayacağım. Timur da sana sokak dövüşünü öğretecektir. Ben daha kurallı, daha disiplinli ve kurtulma odaklı öğreteceğim. O ise saldırı üzerine.”

Başımı salladım. Hala nefes nefeseydim. Ringin ışıkları üstümüzde kırılgan bir gece gibi parlıyordu. Her nefes, her çarpan kalp atışı içimde yeni bir dünyanın kapısını aralıyordu. Karanlığın içinde, birbirimize sessiz bir söz vermiş gibiydik: Bundan sonra, ne küller ne de korkular, bizi durduramayacaktı.

Beyazıd nefesimi toplayıp durmamı işaret etti. Ringin kenarındaki soğuk metal sehpanın üstünde duran su şişesini bana uzattı. Uzunca bir an baktım suya, parmaklarımın ucunda hâlâ bandajın pürüzünü hissediyordum. Eline temas etmemeye özen göstererek şişeyi elinden aldım. Dudaklarıma götürürken göz ucuyla beni izleyen maviliğine takıldım. Hiçbir şey söylemedi.

Sersem bir rüyadan uyanmışçasına “Teşekkür ederim,” dedim. Su ağzımdan içeri süzülürken boğazımdaki yanma hafifledi. Beyazıd hâlâ izliyordu, dudağının bir köşesi kıpırdadı, bir tebessüm değildi ama bir şeyin habercisiydi. Ardından tek kelime etmeden geri çekilip benimle birlikte ringden indi.

Terlediğim için soğuk hava tenime çarpınca başımı omzuma çektim. Beyazıd ellerini cebine koyarak yürümeye başladı. O kadar sakin adımlarla yürüyordu ki, peşinden giden gölgem ağır aksak kalıyordu. Evimin bulunduğu sokak, lamba ışıklarının yatık gölgeleriyle çizgiliydi.

“Evde… bir şey buldunuz mu?” diye sordu aniden. Sesi öylesine doğaldı ki sanki aklımda dolanan tüm o soruları duymuştu. Vücudumu ateş bastı. Bir an nereden başlasam bilemedim. Bir süre ne yalan uyduracağım telaşıyla sessiz kaldım.

“Hiçbir şey,” dedim, nefesimi tutarak. İçimdeki yalancı tüyler diken diken oldu. “Külden başka hiçbir şey.” Beyazıd başını salladı. Bunun olacağını tahmin edermişçesine başını salladı. Sonra yine sessizlik. Ona neden beni evime bıraktığını sormak istemiştim ama sustum. Sadece beraberce yürüdük. Kimse konuşmadı. Sol yanımdaki duvarın sıvalarındaki minik çatlaklar, lambanın solgun turuncusuyla patlayıcı bir ahenk içinde titreşiyordu. Her adımda Beyazıd'dan gizlediğimiz sırrın gölgeleri ayak izlerimin hemen yanına düşüyordu. İçim bunalıyordu, düşündükçe.

Eve yakın bir köşeye geldiğimizde, sokak daha sessizdi. Ben kapıya doğru uzandım, anahtarı çıkardığımda hışırtı duyuldu. Beyazıd bir adım öne çıktı ama ses etmedi. Anahtarı kilide yerleştirdiğimde dudaklarımın kenarında bir tereddüt belirdi. Kapı aralandığında “İyi geceler,” dedim, hafif bir sesle; kelimelerim küçük bir çocuğun fısıltısı kadardı. Elimi kaldırıp veda etmek istedim ve el salladım. Başımı kaldırdığımda Beyazıd hâlâ duruyordu. Bir kez daha başıyla onayladı. Dudaklarındaki o küçük mimik, içinden gelen bir gülümsemeyi bastırmış gibi görünüyordu. Ama ses çıkarmadı.

O an durdu. “Görüşürüz, Ada.” dedi sonunda. Sesi önceki soğukluğunu taşımıyordu; bir nezaket kırıntısı vardı içinde.

“Kendine dikkat et,” diye fısıldadım. Vücudumda görünmez yumruk izleri ve ruhumda yangının küllerini taşırken, ona baktım: soğuk maviliğinde bir sıcaklık saklıydı hâlâ. O da bana bir kez daha baktı, sonra geri döndü ve karanlık sokak boyunca yürümeye başladı. İçeri girdim. Kapanırken hafif bir tok ses yankılandı. Kapı kilitlendiğinde, omuzlarım düştü. İçimde bir kor ateş yanıyordu; Gül’ün bize bıraktığı bombadan farksız o sır, ringde öğrendiğim ritim kadar derindi. Kendimi duvara yasladım, nefesim düzenlenirken hâlâ içimde bir umut kırıntısı çırpınıyordu. O sessiz onay, o hafif mimik… Aramızdaki buzlar erimeye başlamıştı.

Artık sıfır değil buçuktuk sanırım.

Bizim üçlüyü çok seviyorum ya, sonra iki arkadaş daha gelecekkkk

Bölüm : 31.07.2025 19:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
🔥 / Yasak Oyun (TAMAMLANDI) / 48. BÖLÜM - BUÇUK
🔥
Yasak Oyun (TAMAMLANDI)

41.3k Okunma

3.22k Oy

0 Takip
80
Bölümlü Kitap
1. BÖLÜM - OKUL2. BÖLÜM- İLK TEMAS3. BÖLÜM - BEŞ KURAL4. BÖLÜM - SEÇİLEN5. BÖLÜM - TESADÜF YOK6. BÖLÜM - KIRMIZI PENCERE7. BÖLÜM - KAN RENGİ8. BÖLÜM - BİR BAKIŞ9. BÖLÜM - BUZ PARÇASI10. BÖLÜM - PARTİ11. BÖLÜM - GEÇMİŞİN YÜKÜ12. BÖLÜM - UCUZ NUMARALAR13. BÖLÜM - İYİ OL14. BÖLÜM - TARAFSIZ15. BÖLÜM - GRİ16. BÖLÜM - NET CEVAP17. BÖLÜM - KIZIL HAVUZ18. BÖLÜM - GÜLÜMSE ADA19. BÖLÜM - EZİK20. BÖLÜM - DÖVÜŞ KULÜBÜ21. BÖLÜM - ZAAF22. BÖLÜM - ACININ ÇOCUĞU23. BÖLÜM - RİNG24. BÖLÜM - DOKUNMADIM SANA25. BÖLÜM - YENGE26. BÖLÜM - DANS ET27. BÖLÜM - UZAK DURUN28. BÖLÜM - SARIL BANA29. BÖLÜM - ABİ30. BÖLÜM - GERÇEK31. BÖLÜM - RESİM ATÖLYESİ32. BÖLÜM - ÇIĞLIK33. BÖLÜM - BENİM SAHNEM34. BÖLÜM - 12/D35. BÖLÜM - SADECE ARKADAŞ36. BÖLÜM - DELİSİN SEN37. BÖLÜM - EFSANE38. BÖLÜM - KARANLIK ADAMLAR39. BÖLÜM - ARKADAŞLARIM40. BÖLÜM - ÜÇ İSKENDER41. BÖLÜM - SIFIR42. BÖLÜM - TUZAK43. BÖLÜM - KÜL44. BÖLÜM - ADRES45. BÖLÜM - CD46. BÖLÜM - ÖNCE VE SONRA47. BÖLÜM - YUMRUK48. BÖLÜM - BUÇUK49. BÖLÜM - YARDIM EDİN50. BÖLÜM - NOT51. BÖLÜM - CAMİİ52. BÖLÜM - TOKAT53. BÖLÜM - YOYO54. BÖLÜM - ÇEKİ DÜZEN55. BÖLÜM - HAYATİ GÜVENCE56. BÖLÜM - YENİ DENGE57. BÖLÜM - GÜZELLİK58. BÖLÜM - RANCH SOS59. BÖLÜM - UFAKLIK60. BÖLÜM - FERYAT61. BÖLÜM - YARIŞ62. BÖLÜM - KAÇIŞ63. BÖLÜM - ÇILGIN ŞEY64. BÖLÜM - YENİ MEKAN65. BÖLÜM - KROKİ66. BÖLÜM - SEVGİLİ67. BÖLÜM - MARKET68. BÖLÜM - DAVET69. BÖLÜM - MİSAFİR70. BÖLÜM - YARA71. BÖLÜM - NORMAL72. BÖLÜM - HACKER73. BÖLÜM - İLK74. BÖLÜM - ANTRENMAN75. BÖLÜM - YILDIZ76. BÖLÜM - BUSE77. BÖLÜM - MORLUK78.BÖLÜM - PEÇETE79. BÖLÜM - İTİRAFFİNAL
Hikayeyi Paylaş
Loading...