51. Bölüm

51. BÖLÜM - CAMİİ

🔥
artemiral

Öğle arası zili çalmıştı sonunda. Elif, Sude ve Narin sınıfa girdiğinde yüzümde kendiliğinden bir gülümseme belirdi. Narin elini omzuma koydu, "Kantine gidiyoruz, sen de geliyorsun," dedi net bir tonla.

"Tabii ki geliyorum," dedim gülerek. Üçümüz koridordan yan yana yürürken, insanların bakışlarını üzerimizde hissetmemek imkânsızdı. Fısıldaşmalar, kaş çatmalar, bazı şaşkın ifadeler... Hepsi oradaydı. Çünkü artık hiçbirimiz grupların kurallarını takmıyorduk. Elif ve Narin Beyazlar'dandı, Sude Siyahlardan... Ama şimdi hepsi geçmişte kalmış gibiydi. Artık kendi kurallarımızı yazıyorduk. Bu resmen bir isyandı. Sessiz ama etkili.

Kantine yaklaştığımız anda Sena ve tayfasıyla burun buruna geldik. Umut, Bilge ve Sena üçlüsü her zamanki gibi baştan ayağa dikkat çekici görünüyordu. Sena'nın bakışları beni delip geçerken, Umut'un o soğuk alaycılığı yüzüne yayılmıştı. Sena'nın gözleri Sude'ye kaydı, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Ne işin var bunlarla?" dedi tiksintiyle. Sude hiç çekinmeden, gözünü bile kırpmadan cevap verdi. "Artık hiçbir grupta değilim. Saçma kurallarınızı kendinize saklayın."

Umut kahkaha atar gibi bir şey yaptı ama sesinde gerçek bir neşe yoktu. "Hımm... Ne cesur kararlar."

Sena gülümsedi ama o gülümsemenin altında küçümseme vardı. "Nasıl istersen güzelim."

Sonra üçü birlikte yanımızdan sessizce geçip gitti. Arkamızdan bir laf atmadan, bir hakaret etmeden. Bu da yeni bir şaşkınlık sebebiydi. Dördümüz birbirimize baktık.

"Hiçbir şey olmadı," dedi Elif fısıltıyla.

Gerçekten de... Hiçbir şey olmamıştı. Ne bağırış ne kavga. Sadece söylenen birkaç cümle. Ama o birkaç cümle, okulun tüm dinamiklerini sarsacak kadar güçlüydü. Kantine girerken üzerimizdeki bakışlar hâlâ devam ediyordu. Ama bu sefer öncekinden farklıydı. Korkmuyor, utanmıyorduk. Masaya oturduk, dördümüz. Önce sessizlik vardı aramızda, sonra Elif sesini yükseltti.

"Biz neden griyiz ki?"

Kafamı ona çevirdim. "Nasıl yani?"

"Yani... Siyah, beyaz, tamam. Gri olduk diyoruz ya hep. Ama neden gri? Pembe falan olsak ne olur?" dedi ciddi ciddi.

Narin kahkaha attı. "Ben pembeye varım ama parlak bir pembe olsun."

"Benim aklımda daha iyi bir fikir var," dedim gülerek. "Fosforlu sarı. Hani böyle gece bile parlayanlardan."

Elif sandalyede geriye doğru yaslanıp kollarını iki yana açtı. "Yaa! Fosforlu sarı çok iyi fikir. Düşünsene, tüm okulun ortasında parlayan bir ekip!"

Kahkahalarımız kantini çınlattı. Uzun zamandır böyle içten gülmemiştim. Aramızdaki bağ bir anda güçlenmiş gibiydi. Sanki aynı şeyleri yaşayıp, aynı kararları almış insanların ortak bir hafifliği vardı üzerimizde. Kendimize kantinden bir şeyler aldık. Narin patateslerinden birini alıp bana uzattı. "Al, acıkmışsındır."

Aldım. "Sağ ol ya. Gerçekten şu an her şey... çok garip ama çok güzel."

Sude başını eğdi. "Ben gruptan ayrıldım ama böyle bir şeyin içine düşeceğimi tahmin etmemiştim. Sizinle oturmak... iyi geldi."

"Ben uzun zamandır bir arkadaşımın bana patates uzattığını bile hatırlamıyorum," dedim itiraf gibi.

Elif kolumu tuttu. "İşte o yüzden biz artık buradayız. Fosforlu sarı kızlar olarak!"

Yine güldük. O kadar basit ve çocuksuydu ki söyledikleri, bir o kadar da içten.

"Bir gün bu günü hatırlayacağız ve güleceğiz. 'Bak biz bir zamanlar okulda isyan ettik' diye," dedim.

"Ve o gün geldiğinde bu arkadaşlık hâlâ sürecek," dedi Narin kararlı bir sesle.

Kafamı salladım. "Kesinlikle."

İçim sımsıcak olmuştu. Sınavlar, gizemli notlar, Hako, bıçak... Hepsi bir anlığına geride kalmıştı. Sadece dört arkadaş, gülüp sohbet ediyorduk. Hayatın bu kadar basit olabildiğini unuttuğum bir andı belki de. Ve evet. Belki de gerçekten gri değil, fosforlu sarıydık biz. Parlayan, dikkat çeken ama kendi ışığını kendisi yakan bir renk.

Kantin masasının etrafında oturmuş, sandviçlerimizi yarılamıştık. O anki halimizi dışarıdan biri görse, bu okulun en uyumsuz dörtlüsünü aynı masada sanırdı muhtemelen. Elif’le Narin Beyazlar'dan, Sude Siyahlar'dan, ben ise... işte ben Ada. Herkese biraz uzak, biraz yakın.

"Fizik sınavı da var bugün, değil mi?" dedi Narin, meyve suyundan bir yudum aldıktan sonra.

İç çektim. "Evet... Ve ben hayatımda bir şeyi ancak bu kadar anlamayabilirdim, özellikle kuantum fiziğini."

Sude kıkırdadı. "Kuantum bile fazla iddialı Ada. Ben kaldırma kuvvetini bile anlamıyorum."

Elif ise kaşlarını kaldırdı, ciddi ciddi konuşur gibi yaptı. "Benim fiziğim çok iyidir."

Hepimiz bir an Elif’in bu cümlesine takıldık. Sonra Elif sandalyeden kalktı ve kendi etrafında bir tur döndü. Kollarını da dans eder gibi açtı.

"Haksız mıyım? Fiziğim çok iyi değil mi?" dedi göz kırparak. Gülmekten karnımıza ağrılar girdi. Gerçekten kahkaha attık. O anın samimiyeti, saçmalığı, içtenliği... Her şeyiyle harikaydı. Uzun zamandır böyle rahatça güldüğümü hatırlamıyordum. Hele de bir grupla, beraber. Narin kolunu masaya koydu, başını üzerine yasladı. "Vallahi Elif, fiziğin çok iyi ama umarım fizik sınavında da o kadar iyisindir."

Elif yere oturur gibi yaparak kolunun üstüne uzandı, tiyatro sahnesindeki gibi dramatik bir tonla: "Ben fiziksel olarak hazırım ama zihinsel olarak asla." dedi.

Ben hâlâ gülüyordum. "Gerçekten korkuyorum. Sayfaları açıyorum, sanki başka dilde yazılmış. Sürtünmesiz ortam ne demek ya? Benim beynim bile sürtünüyor, o kadar düşünemiyorum."

Sude elindeki meyve suyunu masaya bırakırken, "Boş ver Ada, o notlarla en azından edebiyatı kurtardık. Fizik olmazsa da bir şey olmaz."

"Olur. Babam notlara takık. ‘Altmış getirme, o ne demek biliyor musun?’ diyor sürekli. Halbuki ben o ‘altmış’ ile gurur duyuyorum bazen," dedim hafif burun kıvırarak.

Tam bu anda zil çaldı. Dördümüz de birden durduk. Bu güzel an sona eriyordu.

"Neyse kızlar, gidip masaya formül falan yazacağım." dedi Sude yaramız bir göz kırpışla. "Herkese bol şans."

"Aynen, ısınalım çünkü bu fizik bize soğuk davranacak," dedi Narin, gözlerini devirerek. Herkes sınıfına dağılırken ben de yavaşça koridordan geçip kendi sınıfıma döndüm. İçeri girdiğimde hâlâ gülümsüyordum. Masama oturup çantamdan notları çıkardım. Tam o sırada telefonum titredi.

Sıfır adlı gruptan 1 yeni mesaj.

Timur: Okul çıkışı aşağıdaki yolda, deniz kenarında buluşalım

İçimde bir şey kıpırdadı. Belki endişe, belki merak.

Cevap yazdım.

Siz: Tamamdır

Telefonu kapatmak üzereydim ki ikinci mesaj geldi.

Timur: Kolun nasıl oldu?

İyi misin?

Ağrın fazlaysa ağrı kesici alabilirim çıkışta

Ekrana bir süre baktım. Parmağım hafif titredi yazarken.

Siz: İyiyim ya

Sadece biraz ağrıdı bu sabah ama geçti

Az sonra, yazmam gereken bir şeyi fark ettim. Yüzümde fark etmeden oluşan tebessümle tekrar yazdım.

Siz: Beyazıd verdiğin notlar için çok sağ ol. Gerçekten çok işime yarıyor

Bir süre bekledim. Sonra ekrana o kısa ama net cevap düştü.

Beyazıd: Rica ederim.

Bu iki kelime bile daha önceki buz gibi hallerine göre içimi ısıtmıştı. Beyazıd’ın o soğuk, mesafeli hali yok gibiydi. Ya da... belki ben artık o buzun altındaki adamı da tanımaya başlamıştım. Telefonu sessize alıp çantama koydum. Sınav başlamak üzereydi. Ama içim bir şekilde daha rahattı. Çünkü bu kez yalnız değildim. Ne Elif'le Narin ne Sude ne Timur ne de Beyazıd... Hiçbiri beni yalnız bırakmıyordu. Bir kısmı zorunluluk olsa da. Artık birilerinin sırtımı kolladığını bilmek bile yetiyordu.

...

Fizik sınavı da sonunda bitmişti. Sorular sandığımdan da zordu ama Beyazıd'ın verdiği notlarda örnek soru çözümleri işime yaramıştı. Derslerde bittiği için çantamı toparlayıp sınıftan ayrıldım. Koridorlar kalabalıktı, herkes kendi sınavı hakkında konuşuyordu. Ama benim kafamda başka bir şey vardı: Buluşma yeri.

Okulun aşağısındaki yola yürürken elimdeki kurşun izlerini fark ettim. Sınav kağıdına gömülürcesine yazmaktan parmaklarım kararmıştı. Ellerim, yazdıklarım kadar yorgundu. Tam önümde, yolun hemen karşısında, küçük ve şirin bir cami vardı. Cami, yılların yorgunluğunu taşıyan taş duvarları ve beyaz minaresiyle huzur veren bir görünümdeydi. Avlusunda sessizlik hakimdi, sadece serçelerin cıvıltısı yankılanıyordu. Şadırvana yöneldim. Buz gibi suyun avuçlarıma dokunduğu an tüm yorgunluğum bir anlığına bile olsa silindi sanki. Fazla hareket ettiğimde kolum acısa da umursamadım. Elimi ovalarken düşüncelerim dağınıktı… Timur’la ne konuşacaktık? Bu işin içinden nasıl çıkacaktık? Ama sonra gözüm, caminin kapısına ilişti.

İçeriden biri çıktı. Göz göze geldik. Timur. Bir an kalakaldım. O muydu gerçekten? Ciddi, düşünceli bir ifadeyle dışarı çıkmıştı ama gözleri beni görünce yumuşadı. Dudaklarında bir gülümseme belirdi.

"Kız senin burada ne işin var?" dedi, hafifçe başını yana eğerek. İçimden bir şey kıpırdadı. Hani birinin bir yönünü hiç beklemediğin anda keşfedersin de onu bambaşka bir yerden tanımış gibi hissedersin ya... Öyle bir şeydi bu.

Gülümseyerek başımı iki yana salladım. "Asıl senin ne işin var burada?"

Gözlerini kısıp bana doğru birkaç adım attı. "Mümin adamın işi Allah’laymış derler ya… öyle işte."

İçten bir şekilde güldüm. Bu kadar sade, bu kadar kendinden emin bir cevap. Tam yerindeydi. Ona hiç konduramadığım bir yan… Ama o yanını görmek beni ona bir adım daha yaklaştırmış gibiydi.

"Hiç tahmin etmezdim," dedim dürüstçe.

Omuz silkti. "Çoğu insan etmez zaten. Ama bu bana iyi geliyor. Kafamda çok ses var, çok kalabalık. Bazen içini bir yere boşaltman gerek."

Sessizlik çöktü bir an. Huzurlu bir sessizlik. Aramızda söylenmeyen ama hissedilen bir şeyler vardı. Elimi kurulamadan ona döndüm. "Burası iyi geldi."

O da hafifçe başını salladı. "Seni bekliyordum ama burada karşılaşacağımızı düşünmemiştim. Hadi yürüyelim deniz kenarına."

Yavaşça avludan çıkarken arkama dönüp camiye bir kez daha baktım. Zihnime kazınan bir görüntüydü: Cami, şadırvan, taş basamaklar, sessizlik… ve Timur’un o sade gülümsemesi. Kalbimde garip bir huzur vardı. Ne olacağını bilmiyordum ama içimde büyüyen bir güven hissi vardı ona karşı. Timur’un her geçen gün açılan yeni yüzleri beni hem şaşırtıyor hem de içten içe etkiliyordu. Neden etkileniyordum? Başımı sallayıp düşünmemeye çalıştım. Denizin kenarında şadırvanın yanında Timur’la geçirdiğim o kısa ama anlamlı anın ardından yürümeye devam ettik. Hâlâ onun namaz kıldığını görmüş olmanın şaşkınlığı içindeydim. Sessizliğimizi bozmadan yürürken, ufka bakarak bir silüet seçtim. Gözlerimi kısıp daha dikkatli bakınca tanıdım. Beyazıd. O da denize bakıyordu, sırtı bize dönüktü ama yaklaşırken bizi fark etti. Timur’un yanında beni görünce gözleri hafifçe kısıldı. Kaşları çatıldı, yüzüne garip bir ifade oturdu. Bir adım geri çekildi sanki.

"Birlikte mi geldiniz?" diye sordu, sesi eski soğukluğuna dönmüştü. Tam ağzımı açıp açıklayacaktım ki Timur benden önce davrandı.

"Evet, birlikte yürüdük." dedi rahatça, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme. Ne alaka? Beraber camiden çıktık ama birlikte gelmek... Neyse. Sesimi çıkarmadım lakin içimdeki soru işaretleri dizilmişti bile. Beyazıd da bir şey demedi, sadece başını çevirip tekrar denize baktı.

"Nerede konuşacağız?" dedim konuyu değiştirmek için.

Timur gözleriyle ileride bir yeri işaret etti. "Şurada bir lokanta var, denize sıfır. Karnımızı doyuralım."

Yine o klasik hareketini yaptı. Elini karnına götürüp okşar gibi yaptı. Bu çocuk niye hep aç, cidden? İçimden güldüm. İstemsizce yüzümde de bir tebessüm belirdi. Birlikte yürüyüp küçük lokantaya girdik. Mekân tahta masaları, salaş ama samimi havasıyla beni çocukluğumun yazlarına götürdü. Denize açılan pencerelerden içeri yosun kokusu giriyordu. Bir masa seçip oturduk. Menüye bile bakmadan Beyazıd “Ben döner istiyorum,” dedi. Timur “Adana,” diye mırıldandı. Sıra bana geldiğinde canım lahmacun çekmişti. “Bir lahmacun, acılı olsun,” dedim.

Yemeği beklerken masaya kağıt peçeteler, su ve mezeler geldi. Zeytin ezmesi, acılı ezme, haydari, bir de sumaklı soğan salatası. Gözüm Timur’a kaydı. Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

"O üç kadına yaptıklarının bedelini ödeteceğim. Hako'ya da."

Kelimeleri öfkeyle ama kontrolle söyledi. Gözümün içine bakıyordu.

"Çok fazla adamı var gibi," dedim temkinli bir sesle. Kalbim hızlı atıyordu. Bu sefer Beyazıd söze girdi. "Adamlarının çoğu öğrenci. Lise, üniversite... Onları kumar uygulamalarına sokuyor. Sonra borçlandırıp kendisi için çalıştırıyor."

Tüylerim diken diken oldu. Beyazıd devam etmedi, gözlerini denize çevirdi. Timur öne eğilip bir kolunu masaya yasladı.

"Bizim okuldan da bazıları onun elinde olabilir. Ama kim olduklarını bilmiyoruz. Bugün için bir planım var."

İkimize birden baktı. Gözleri ciddiydi.

"Hako'nun mekanına gitmeyeceğiz. Onları bir sokak arasına çağıracağız. Orada ona, 'Sevgilime nasıl böyle bir şey yaparsınız?' diye çıkışacağım. Hesap soracağım."

Bir an şaşırdım. Bu yalanı kullanacak mıydı? Beyazıd kaşını kaldırdı ama sesini çıkarmadı. Timur devam etti.

"Bir şekilde tartışma çıkaracağız. Belki kavga... Sonra polisler gelecek. Etrafımızı saracaklar. Karakola götürüleceğiz. Orada Hako’yu suçlamayacağım. Belki böylece güvenini kazanabilirim."

Gözlerim büyüdü. Şaşkınlığımı gizleyemedim. "Ya karakolda bir şey olursa? Ya tutuklanırsanız?"

Beyazıd başını yavaşça salladı. "Onu babalarımız halleder."

Timur bana döndü. "Senin rolün önemli. Bizi uzaktan izleyeceksin. Gizlice polise haber vereceksin."

Bir an mideme bir yumruk yemişim gibi hissettim. Bu plan tam bir manyak işiydi! Neresinden tutsan elinde kalıyordu! Tam o anda garson yemekleri getirdi. Lahmacunum sıcacıktı, üzerine maydanoz ve limon yerleştirilmişti. Ben lahmacunu dürmeye başladım ki Timur elimi tuttu.

"Hayır, öyle yenmez o," dedi. Sonra masadaki mezelerden bir tabak çekti, içinden haydariden bir kaşık aldı, lahmaconun içine sürdü. Üzerine sumaklı soğan koydu. Sonra kendi Adana kebabından bir parça koparıp içine yerleştirdi. Ben gözlerimi devirdim.

"Etin içine et mi koyuyorsun?"

Timur, sanki en doğru şeyi yapıyormuş gibi, kendinden emin bir şekilde, "Sen bir ye," dedi ve dürümü bana uzattı. Şüpheli gözlerle dürüme baktım, ufak bir ısırık aldım. Baharatlar, etin yağı, haydariyle karışınca dilimde adeta bir lezzet patlaması yaşandı. Başımı heyecanla salladım.

"Imm... Bu baya iyiymiş."

Timur memnuniyetle gülümsedi. O an masadaki gerginlik birkaç saniyeliğine dağıldı. Birbirimizin gözlerine baktık. Sessiz ama anlamlı bir bakışma…

Sonra Beyazıd, çatalıyla dönerinden bir lokma aldı ve sanki düşüncelerinden sıyrılarak konuştu.

"Dönerden de yemek ister misin?"

Sorduğu soruyla ikimizde şaşırarak Beyazıd'a döndük. Bana mı ikram ediyordu cidden. Evet.

''Teşekkür ederim.'' dedim ağzımdakileri yuttuktan sonra. Timur bakışlarını Beyazıd'dan çekti.

Sıradaki aşamayı, yapacaklarımızı anlatmaya başladı. Ama benim aklım, hâlâ elimdeki dürümdeydi. Hem lezzetliydi… hem de içinde çok fazla anlam barındırıyordu. Günün devamında neler olacak, hiç bilmiyordum. Artık geri dönüş yoktu. Bu işin bir parçasıydım. Hem de en derin yerinden.

Nasıl gidiyorr? Beyazıd neden şaşırdı birlikte gelmelerine? Sizinle sohbet etmeyi seviyorummm

 

Bölüm : 01.08.2025 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
🔥 / Yasak Oyun (TAMAMLANDI) / 51. BÖLÜM - CAMİİ
🔥
Yasak Oyun (TAMAMLANDI)

41.3k Okunma

3.22k Oy

0 Takip
80
Bölümlü Kitap
1. BÖLÜM - OKUL2. BÖLÜM- İLK TEMAS3. BÖLÜM - BEŞ KURAL4. BÖLÜM - SEÇİLEN5. BÖLÜM - TESADÜF YOK6. BÖLÜM - KIRMIZI PENCERE7. BÖLÜM - KAN RENGİ8. BÖLÜM - BİR BAKIŞ9. BÖLÜM - BUZ PARÇASI10. BÖLÜM - PARTİ11. BÖLÜM - GEÇMİŞİN YÜKÜ12. BÖLÜM - UCUZ NUMARALAR13. BÖLÜM - İYİ OL14. BÖLÜM - TARAFSIZ15. BÖLÜM - GRİ16. BÖLÜM - NET CEVAP17. BÖLÜM - KIZIL HAVUZ18. BÖLÜM - GÜLÜMSE ADA19. BÖLÜM - EZİK20. BÖLÜM - DÖVÜŞ KULÜBÜ21. BÖLÜM - ZAAF22. BÖLÜM - ACININ ÇOCUĞU23. BÖLÜM - RİNG24. BÖLÜM - DOKUNMADIM SANA25. BÖLÜM - YENGE26. BÖLÜM - DANS ET27. BÖLÜM - UZAK DURUN28. BÖLÜM - SARIL BANA29. BÖLÜM - ABİ30. BÖLÜM - GERÇEK31. BÖLÜM - RESİM ATÖLYESİ32. BÖLÜM - ÇIĞLIK33. BÖLÜM - BENİM SAHNEM34. BÖLÜM - 12/D35. BÖLÜM - SADECE ARKADAŞ36. BÖLÜM - DELİSİN SEN37. BÖLÜM - EFSANE38. BÖLÜM - KARANLIK ADAMLAR39. BÖLÜM - ARKADAŞLARIM40. BÖLÜM - ÜÇ İSKENDER41. BÖLÜM - SIFIR42. BÖLÜM - TUZAK43. BÖLÜM - KÜL44. BÖLÜM - ADRES45. BÖLÜM - CD46. BÖLÜM - ÖNCE VE SONRA47. BÖLÜM - YUMRUK48. BÖLÜM - BUÇUK49. BÖLÜM - YARDIM EDİN50. BÖLÜM - NOT51. BÖLÜM - CAMİİ52. BÖLÜM - TOKAT53. BÖLÜM - YOYO54. BÖLÜM - ÇEKİ DÜZEN55. BÖLÜM - HAYATİ GÜVENCE56. BÖLÜM - YENİ DENGE57. BÖLÜM - GÜZELLİK58. BÖLÜM - RANCH SOS59. BÖLÜM - UFAKLIK60. BÖLÜM - FERYAT61. BÖLÜM - YARIŞ62. BÖLÜM - KAÇIŞ63. BÖLÜM - ÇILGIN ŞEY64. BÖLÜM - YENİ MEKAN65. BÖLÜM - KROKİ66. BÖLÜM - SEVGİLİ67. BÖLÜM - MARKET68. BÖLÜM - DAVET69. BÖLÜM - MİSAFİR70. BÖLÜM - YARA71. BÖLÜM - NORMAL72. BÖLÜM - HACKER73. BÖLÜM - İLK74. BÖLÜM - ANTRENMAN75. BÖLÜM - YILDIZ76. BÖLÜM - BUSE77. BÖLÜM - MORLUK78.BÖLÜM - PEÇETE79. BÖLÜM - İTİRAFFİNAL
Hikayeyi Paylaş
Loading...