
Aynadan kendime bir süre daha baktım. Yorgunluk çenemden gözlerime kadar sinmişti. Saçlarım dağınıktı, kolumdaki sargıyı yeniden sardım. İçimde boğuk bir şey vardı, adı tam konmamış bir sıkışıklık. Sonunda derin bir nefes alıp arkamı döndüm. Odaya geçip eşyalarımı biraz toparladım. Saçlarımı topladım, bir şey yemeden masa başına geçtim. Telefonumu elime aldım. Ekrana boş boş baktım bir süre. Parmaklarım otomatik olarak gruba girdi.
Bir anlığına parmaklarım yazmaya başladı.
“İyi misin Timur?”
Yazdım, baktım. Yutkundum. Ne garip, değil mi? Bazen bir cümleyle çok şey anlatmak istersin ama tam da bu yüzden susarsın. Yazdıklarımı sildim. Hiçbir şey olmamış gibi ekrandan çıktım. Telefona sessize alıp ters çevirdim. Sonra önümdeki defterleri açtım, ders notlarına göz attım. Sınav haftası için başımı kaldıracak halim yoktu, ben başka bir savaştan çıkmıştım. Odaklanmak zor olsa da, çabaladım. Sınavlara hazırlanmam gerekiyordu. Birkaç saat çalıştım, satırlar gözümde birbirine karıştığında ışığı kapatıp yatağa geçtim. Uyku… o gece beni zor buldu.
...
Okulun koridorlarında yürürken içimi bir boşluk kapladı ama yine de ilk olarak Elif'lerin sınıfına uğramak istedim. Gözüm onları arıyordu. Sınıfın kapısını araladığımda içeride birkaç kişi vardı. Eliflerin sıralarına baktım. Çantaları oradaydı. Narin'in ceketi de sandalyeye asılıydı. Demek ki gelmişlerdi. Ama kendileri yoktu. Sınıfa girip dikkatlice baktım, gerçekten yoktular. Yanımdan geçen bir kıza döndüm.
“Pardon, Elif’ler nereye gitti, biliyor musun?”
Kız bana şöyle bir baktı. Dudaklarını kıstı, sonra başını yana eğdi.
“Bilmiyorum,” dedi ama yüz ifadesi çok şey söylüyordu. İçindeki hafif alay mı desem, gizlenmiş bir tebessüm mü… bir şey vardı. Gerçekten bilmiyor gibi durmuyordu. Arkamdan biri daha geçerken sordum.
“Elif’i gördün mü bugün?”
O da gözlerini kaçırdı. Ama göz göze geldiğimiz o anda… bana bir şey anlatmayan ama anlatmak için zor tutan bir şey vardı yüzünde. Sınıftakilerin hepsi imalı imalı bakıyordu. Fısıltılar vardı ama kelimeler yoktu. İçimdeki huzursuzluk iyice büyüdü. Bir şeyler dönüyordu. Bana söylenmeyen ama herkesin bildiği bir şey. Aniden içim daraldı. Kalbim hızlandı.
Koridordan tuvalete doğru yürürken önümden geçen iki kızın konuşmalarını kulak ucuyla duydum.
“Bugün yeni bir çocuk geliyormuş okula, duydun mu?”
“Hadi ya? Nereden gelmiş?”
Diğer kız omuz silkti. “Bilmiyorum ama aşırı yakışıklıymış diyorlar.” İç geçiren bir kahkaha duydum, sonra ikisi hızla yürüyüp geçtiler önümden. Umurumda bile olmadı. Yeni gelen kimmiş, yakışıklıymış, zekiymiş… şu an tek bir şeyle ilgileniyordum: bu içimdeki sıkışma. Elif'leri görememek, herkesin imalı bakışları… kafamı yiyordu adeta. Tuvalete gidip yüzümü yıkamam şarttı. Biraz nefes almam gerekiyordu. Kapıyı itip içeri girdim. İçeride birkaç kişi vardı. Lavabonun önüne yürürken gözüme çarpan manzara midemi burktu. Elif. Narin. Sude.
Üçü de köşeye sinmişti. Narin’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Yüzü kızarmıştı. Dudak kenarında morarma vardı. Saçları darmadağınıktı. Üzerindeki gömlek yırtılmış gibiydi. Elif’in kolu çizilmişti, Sude’nin tişörtünde ayak izi vardı. Vücudum öyle bir ateşle sarılmıştı ki daha önce böyle bir şey hissetmediğime yemin edebilirdim. Gözlerim karardı. Damarlarımda kan değil öfke akmaya başladı.
“Sena mı?!” sesim neredeyse tısladı. Gözlerimden ateş çıkıyor olmalıydı. Elif hemen başını iki yana salladı. “Ada hayır… boşver. Cidden iyiyiz.”
“Öldüreceğim onu!” sesim yükseldi. Sude kolumdan tuttu. “Ada lütfen. Gerçekten… şu an gitme. Onlarda bunu istiyor! Delirmiş gibiler!”
Narin hâlâ ağlıyordu. Dizleri titriyordu sanki. Gözlerini kaçırdı benden. Ama çok geçti.
“NEREDELER?” diye bağırdım, Elif’e baktım.
Kısa bir tereddütten sonra fısıldadı.
“Kapalı havuz…”
Yüzümü buruşturarak çektim kolumu Sude’den.
“Gitme! Ne olur tek başına gitme!” diye arkamdan bağırdı Elif ama çok geçti. Ayaklarım beni çoktan oradan çıkarmıştı bile. Koşar adımlarla kalabalığı yararak ilerledim. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu! Koridorda yürümüyordum, resmen deliyordum, göğsümdeki öfke adım adım büyüyordu. Merdivenleri ikişer üçer atladım. Okulun arka tarafındaki kapalı havuza doğru ilerlerken içimdeki tek düşünce, Sena’nın bu yaptığına bedel ödetmekti. Havuzun önüne geldiğimde içeriden kahkahalar, müzik sesleri geliyordu. Kapıyı ittim. İçerisi kalabalıktı. Siyahlar’ın neredeyse tamamı oradaydı. Havuzun başında Sena, kendinden emin bir şekilde gülümsüyordu. Kalabalığın arasından geçmek için birkaç kişiyi ittirdim. Birkaç erkek homurdandı ama umurumda bile değildi. Kafamda sadece Sena vardı. Sena’yla göz göze geldiğimde sırıtışı büyüdü. “Tam vaktinde,” dedi. Gülümsemesi sahteydi her zamanki gibi. Soğuk. Sinsi.
Sonra elini şıklattı. Bir anda içerideki dört erkek hareketlendi. Kapılara yöneldiler. Anahtar sesleri. Kapılar kilitlendi. Arkamdaki çıkış noktası da kapandı. Sena, bana doğru birkaç adım attı.
“Bugün seni elimden kimse kurtaramaz,” dedi, sesi tehditvariydi. “Çok uzun zamandır bekliyordum bu anı.”
Gözlerimi kısıp bir adım daha attım. Burnumun direği sızladı öfkeden. Yumruklarım sıkılıydı.
“Senin derdin benimle, onlara neden karışıyorsun?” dedim, sesim çatladı ama korkudan değil. Tiksintiden. “Onlar sana ne yaptı?!” Sena başını yana eğdi, gözlerini kırpıştırdı.
“İhanetin bedeli bu.” dedi sakin sakin. “Senin etrafında toplanmaları hoşuma gitmedi. Siyahlar’da kimin sözü geçiyor, hatırlatmak istedim sadece.”
Bir kahkaha attı. “Ama ne tatlısın. Tek başına geldin buraya. Bu cesaretine hayran kaldım. Ama bir bak etrafına, Ada. Burası benim alanım. Senin için oyun bitti.”
Etrafıma baktım. Kapılar kilitliydi. Kalabalık gittikçe bana daha da yakınlaşıyordu. Hava basıklaşmıştı, tansiyon tırmanıyordu. Ama ben kaçacak biri değildim. Artık değildim! Sena karşıma dikilmişti. Aramızda yalnızca bir adım mesafe kalmıştı. Gözlerimin içine içine bakıyordu.
“Ben sana ne yaptıysam, yüzüne karşı yaptım,” dedim. “Sen ise insanları arkadan vurarak güç kurduğunu sanıyorsun. Ama çok yakında senin de masken düşecek, Sena. Herkes görecek o çirkinliğini.”
Yüzü gerildi. Gülümsemesi silindi. Beyazıd'ı ima ettiğimi anladı.
“Bugün bana yalvaracaksın!” dedi. Üzerime yürüdü. Tokat atmak üzereydi ki bileğinden yakaladım. Tüm gücümle büküp onu ittim. Dengesini kaybetti ve yere düştü. Ama içimdeki öfke bir nebze olsun azalmadı. İlk kez birini bayıltana kadar dövmek istiyordum. Tam üzerine yürüyecekken çocuklar kollarımdan yakaladılar. Kurtulmak istedim. Direndim. Birini tekmeledim. Birinin suratına dirseğim çarptı. Daha güçlü eller geldi. Diz çöktürdüler bana. Sena kalktı yerden. Saçları dağılmıştı.
“Orospu!” diyerek tokat attı yüzüme. Kulağım uğuldadı.
“Yapıştırıcıyı seviyorsun demek,” dedi sonra. Eliyle işaret etti. Poşet poşet yapıştırıcı getirdiler. Kalbim yerimden fırlayacak gibiydi.
''Biliyor musun? Saçların bugün çok güzel görünüyor.''
“Sakın dokunma!” dedim, haykırarak. Dinlemedi. Kapağı açtı. Sıvı saçlarımın uçlarına değdiğinde tüylerim diken diken oldu. Kıpırdandım, çırpındım. O sırada içimdeki gücü tekrar buldum. Beni tutanların kollarına yüklenerek Sena’ya bir tekme attım. Geriye savruldu. Ama henüz kurtulmamıştım. Kalabalık içindeydim. Çoğu telefonunu çıkarmış, videoya çekiyordu.
“Sen öldün kızım!” diye bağırdı Sena. Yerdeki yapıştırıcı şişesini yeniden aldı. Ayağa kalktı ve bu kez koluma saldırdı. Yaralı koluma.
“Ah!”
Uzun bir çığlık koptu dudaklarımdan, gözlerim karardı. Kan akıyordu. Her şey bulanıklaştı. Kolum alev almaya başlamıştı.
“Sıkıcı olmaya başladınız.”
Güç bela gözlerimi araladım. Herkes sustu. Kalabalık iki yana açıldı. Elleri cebinde, sanki dünyada hiçbir şey umurunda değilmiş gibi yürüyen bir çocuk belirdi en arkadan. Esmer tenliydi. Saçları biraz uzun, dalgalıydı. Gözleri sakin ama odaklıydı. Üzerinde siyah-beyaz çizgili oversize bir gömlek ve okulun bej pantolonu vardı. Sıradan bir çocuk gibiydi. Ama havasında bir şey vardı... başka bir dünya gibi. Bu kadar insanı küçümseyerek süzdü.
“Bu kadar kişi tek kişiye mi gücünüz yetiyor?” dedi. “Adiler.”
Sonra bir anda cebinden iki tane yoyo çıkardı. Işıklı oyuncaklardı bunlar. Dönmeye başladıklarında ortamda bir ışık patlaması oldu. Bir süre oynadı ellerinde, yoyolarına gülümseyerek. Sonra bakışlarını kaldırdı. İlk hamlede en yakındaki çocuğun suratına yoyoyu savurdu. Çocuk acıyla geriye savruldu. İkincisini ipiyle fırlattı, bir başkasının boynuna doladı, ipi çekince çocuk diz üstü yere kapaklandı! Ne olduğunu anlayamadan çocuklar yere düşmeye başladı.
Dövüşmüyordu sadece. Bir gösteri yapıyor gibiydi. Bir dans. Işıklar dönerken, o da dönüyor, zıplıyor, iplerle birine çelme takıyor, ardından diğerine yoyoyu çevirerek saldırıyordu. Büyülenmiştim! Gözlerimi ondan alamıyordum. Sena şaşkınlıktan donakalmıştı. Etrafındaki çocukların hepsi tek tek yere yığılmıştı. Kimisi kafasını tutuyor, kimisi yerde kıvranıyordu. Bir anda yalnız kalmıştı. İçimdeki öfke, boğazıma kadar yükselmişti. Gördüklerim… Elif, Narin, Sude. Zihnimden çıkmıyordu. Hala öfkemi azdırıyordu. Toksikti. Beni sinirlendiren sadece kendisi değil, grubu, tahakkümü ve içinde bulunduğumuz bu aptal sistemdi. Sena geriye doğru bir adım attı. Çocuk ağır adımlarla Sena'nın karşısına dikildi. Oyun değildi bu.
“Kız olman seni dövmemem için yeterli bir sebep değil,” diyerek, yoyo’yu boynuna doladı. Işıklı yoyo’nun zinciri gibi kıpır kıpır dönen renkli ipleri boynunda dolanıyordu. Sonra tekme… Çocuk ona tekmeyi indirdi. Sena havuza kapaklandı. Su çarptı suratına. Gözleri kocaman açıldı ama daldı suya. Kollarını çırpmaya başladı ama havuzun ortasında öylece kalakaldı. İçeridekiler adeta donmuş gibiydi. Kollarımdaki sinek ısırığı gibi hafif öfke vardı hâlâ ama içim kırılganlıkla boğulmuştu. Gözlerim… kabardı. Bulanıklaştı. Önümde bir el belirdi. Tutmam için uzatılan. “Kalk,” dedi.
Yoyo’larını cebine soktu. Eli hala havadaydı. “Elim yoruldu ama,” dedi, gülümserken. Titreyen elimi ona uzattım. İçimdeki fırtına yeniden koptu sanki ama bu kez başka türlü. Her şey yerinden oynadı. Gözlerimden yaşlar süzüldü, istemeden. Saçlarım yapışkana bulanmıştı. Kollarım kanıyordu, yastığa düşmüş kırmızı leke gibi. Kirlenmiş ve solgundum. Elinden tuttum, bana destek oldu. Dizlerim hâlâ yanıyordu. Gözümün içi tutuşmuştu. Arkadaşlarım… o halim… kolumun sızısı, bana ne yaptıkları… Hepsi bana birer dalga gibi çarpıyordu.
Ellerimden tutan çocuk tereddütle bana bakıyordu. “Açın kapıyı!” dedi birden. Kese kesilmiş bir komut gibi yankılanarak yayıldı o kapalı havuzda. Kapılar yavaşça açıldı. Herkes kenara çekildi. Gözyaşlarım, yere izmarit gibi süzülüyordu. Durmadan. Biriken bütün duygular, gözyaşlarımın ardından süzülen bir sel gibiydi. Bir anda...
Çocuğun ellerinden kurtulup koşmaya başladım. Kaçtım. Ayaklarım titriyordu. Koridor ışıkları yumruk gibi vuruyordu gözlerime. Kimse peşimden gelmiyordu. Ölürcesine kaçıyordum. Acıyı kaldıramayacak kadar can kaybetmiştim. Merdivenleri ağır adımlarla ve gözyaşlarıyla tırmanıyordum. Her basamakta içimdeki ağırlık biraz daha büyüyordu; nefes almak bile zorlaşıyordu. Hıçkırıklarım ve gözyaşlarımın arasında boğuluyordum!
Avaz avaz konuşmaları, kahkahaları, o kibir dolu sesler… kulaklarımdaydı. Sıcak gözyaşlarım yüzümde izler bıraktıkça, öfkem daha da derinleşiyordu. Gözlerimi silmeye çalıştım; ellerim titriyordu. Ama her seferinde yeniden doluyordu. Kendime geçici bir yas vermiş gibiydim. “Yeter! Ağlama,” dedim içimden. Ama gözyaşlarım dinmek bilmiyordu. Son basamakta durdum. Göğsüm sıkışıyordu.
Tam o sırada… karşımda beliren gölge bir yıldırım gibi dürttü ruhumu. Hafif eğik başı, yüzündeki endişe çizgileri, parlak saçları ve gözlerinde kaybolmuş benliğim vardı. O an, içimdeki acı bir anda yerinden oynadı. Gözlerim yeniden doldu, bu defa öncekilerin çocuksal kırılganlığı değil; somut bir çaresizlik, bir yardım çığlığıydı içimde. Sanki başka bir dünyaya geçtim aniden: Havuzdaki o acı, yapıştırıcının yapışmak zorunda kaldığı saçlar, kolumdaki taze yara… İşte hepsi taşınıyordu bedenime. Dayanamıyordum. Gözümden bir yaş daha süzüldü.
Bir hamlede bileğimden kavradı. Kendine doğru çekti! Güçlü bir sıkılıkla sarmaladı beni. Bedenim onun çelik gibi gövdesinden, daha ağırdı sanki; yüreğim ise bir yüktü.
“Kimsin sen?” diye sormadım. Çünkü biliyordum. Adını söyleyemeyecek kadar kırgındım.
Bana sarılan, göğsüne sıkıca bastıran, kimseye dokunamayan o çocuk...
Beyazıd'dı!
AĞAĞAĞAĞAĞAĞĞAĞAA
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |