
Tesadüf müydü? Yoksa çok daha eski bir planın, bir takvimin içinden geçen saati miydi bu an? Bazen bazı karşılaşmalar bir elin kalemle yazdığı kadar bilinçli duruyordu hayatta. Sanki biri, yukarıdan bakıp zamanın ilmeklerini örüyor, hangi sokakta hangi bakışın değeceğini çoktan biliyordu. Lakin bu kadar mı denk düşerdi? Dün not. Bugün kitap. Ve… O el.
Bunlar sadece rastlantı mıydı yoksa kaderin kendine has bir mizahı mı vardı? Zaten kader dediğimiz şey, tesadüf sandıklarımızın toplamından ibaret değil miydi? Bir an için kendimi rüzgârın yönüne bırakılmış gibi hissettim. Sadece sürükleniyordum. Düşünceler zihnimi örümcek ağı gibi sardığında, elimdeki kitaba gözüm ilişti. Başlığı altın harflerle parlıyordu: Esir Şehrin İnsanları. İç geçirdim. Ne kader kaldı aklımda ne de yabancının eli. Kitap önümdeydi ve artık tek yapmak istediğim, sayfa 97’ye ulaşmaktı. Belki orada beni bekleyen, bir cevaptı. Ya da yeni bir soru. Bunu sadece yapacaktım. Parmaklarım aceleyle sayfaları çevirdi. İşte tam oradaydı. 97. Sayfa. Yutkundum. Yeni bir not vardı. Okulun ikinci gününden bulaştığım bu şey her neydiyse girdaptı, beni giderek daha derine çekiyordu. Belki de hapsediyordu, boğacaktı. Daha fazla beklemeden notu elime aldım.
“Gül bir kere açtı. Bir kere yandı. Soldu sandılar, oysa kökleri hâlâ orada. Yeniden açmak için baharı bekliyor. 13. kırmızı pencere. – G.”
Kâğıdı parmaklarımın arasında biraz daha sıktım. Gül... Bu yazı, onun muydu gerçekten? Yoksa ben mi artık her gölgenin içine onu yerleştiriyordum?
“Kökleri hâlâ orada.”
‘Orası’ neresi? O neredeydi? Notun son cümlesi zihnimde yankılandı: 13. kırmızı pencere. Bu bir adres değil. Bir yön. Bir işaret. Sır. O anda kalbim hem ağırlaştı hem hızlandı. Yavaşça etrafıma baktım, kimse yoktu. İçimde, yerini tarif edemediğim bir kıpırtı vardı. Korku değildi. Tam olarak merak da değildi. Bir şeyler üstüme doğru eğiliyordu; geçmiş, gerçekler, hatta hiç bilmediklerim... Kitaba tekrar baktım. Sayfa doksan yedi. Önceki notta burası işaretlenmişti. Şimdi ise içinden yeni not çıkmıştı. Demek ki bu, bir zincirin halkasıydı. Devamı gelecekti. Notu çantama koyarken içimde tuhaf bir kararlılık hissettim. Sanki artık bana düşen bir görev vardı.
“13. kırmızı pencere.”
Fısıltıyla tekrarladım. Bunu bulmalıydım. Artık bu yalnızca Gül’ün hikâyesi değildi. Bu benim de hikâyemdi. Çünkü bazı hikâyeler, başkasına aitken bile bizi seçebilir. Düşüncelerimde kaybolmuşken yere düşen kitapla irkildim. Yine mi üstüme düşüyorlardı?
“Korkma.’’
Sesin geldiği yöne döndüğümde sıcak kumral, dalgalı saçları göğsüne serpilmiş bir kızla karşılaşmıştım.
‘’Bu okulda sadece kitaplar düşmüyor. İnsanlar da düşüyor bazen. Yanlış yerlere.”
Düşürdüğü kitapları eğilip aldıktan sonra doğrulup dikkatle bana baktı.
“Sen daha nereye ait olduğunu seçmedin, değil mi?”
Harika! Ne zaman başlayacaklar diye merak ediyordum ben de. Sena’dan beklerken bu konuşmayı şimdi karşımda bambaşka bir kız belirmişti. Kız farklı, konu hep aynı.
“Bazen bir kitap, susan birinin en yüksek sesi olur. Ne buldun içinde? Yine bir yalan mı?”
Ne? O görmüş müydü? Notu… Aşağılardan bir sıcaklık beynime doğru hücum etmeye başlamıştı. Bakışlarımı indirip “B-ben sadece okuyordum,” dedim.
“Ben de sadece soruyordum.”
Hafif kıkırdadığını duyduğumda yüzüne odaklandım.
‘’Ben Elfin. Beyazların sağ koluyum. Sonunda tanışabildiğimize sevindim.’’
Karşılık vererek ‘’Ada ben de.’’
Alaycı bir ifadeyle sırıttı.
‘’Biliyorum. Herkes biliyor.’’
‘Nasıl?’ dercesine suratına baktığımda ‘’Liderim ile yaşadığın romantik saniyelerden dolayı hani,’’ dedi. Söyledikleri beni rahatsız etmişti ve bu ister istemez ifademe yansımıştı. Ne romantikliğinden bahsediyordu? O orada beni rezil etmişti!
“Bu okulda böyle anlar hızla yayılır. Kim kimi kurtarmış, kim ne giymiş, kim neyi gizlemiş. Biri mutlaka duymuştur. Boş verelim bunu şimdi. Kısa keseceğim. Burada herkesin bir görevi vardır. Benim görevimde sana bizi tanıtmak. Beyazları.’’
Tanıt bacım, tanıt. Bir siz eksiktiniz zaten. İç sesime gülecek gibi olmuştum. Kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam ettiğinde ciddiyetimi korudum.
“Biz beyazlar, kimseyi zorla almayız. Aklını kullananlar hep doğru yolu bulur zaten. Eğer gerçekten öğrenmek istiyorsan, seni bir yere götürebilirim. Sadece bir kez soracağım. Şimdi mi, sonra mı?”
Nereye gidecektik şu an zerre umurumda değildi. Aklıma mıhlanmış tek şey Gül’dü. Kimdi? Ona ne olmuştu? Kafamın karışıklığıyla yarım yamalak konuştum.
“Ne bildiğimi bile bilmiyorum.”
Elfin bu cevabı bekliyormuşçasına ardına döndü ve birkaç adım attı.
“O zaman öğren. Çok geç olmadan.”
Gülümsedi.
“Gül’ü tanır mıydın Elfin?”
Bir anda kelimeler dudaklarımdan dökülmüştü. Elfin, durdu. Gözlerinde bir anlık donukluk oluştu. Gülümsemesi yavaş yavaş silindi. Hemen ardından toparlandı. İfadesi nötrleşti.
“Tanımayan yoktu.”
Her şeyi bilmek istiyordum, bir an önce! O kadar sabırsızdım ki ona birkaç adım yaklaştım.
“Yakın mıydınız? Nerede o şimdi?”
Elfin doğrudan cevap vermek yerine koyulaşmış gözlerini gözlerime kitledi.
“Bazı insanlar herkese yakındır ama aslında hiç kimseye ait değildir. Gül öyleydi. Neden sordun? Sende mi öğrendiklerinden sonra hâlâ hayatta olduğunu düşünenlerdensin yoksa?..”
Son cümle. Beynimde patladı o cümle. Gül... Ölmüş müydü?
Gül kim sizce?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |