
Yoğun ısrarınız üzerine kitaba devam edeceğim, düzenlemeyi kitabı bitirdikten sonra yapacağımm. Sizi çok çok seviyorumm, öpüldünüzz
Arabayı kazandıktan sonra kavgaları yüzünden doğru düzgün sevincimizi bile yaşayamamıştık. Porshe’nin motoru hâlâ sıcaktı. Rüzgâr saçlarımı karıştırıyor, burnuma hâlâ lastik yanığı ve asfalt kokusu geliyordu. Beyazıd sessizdi. Her zamanki gibi. Kazandığı hâlde bir zafer çığlığı atmamıştı. Gerçi nasıl atacaktı ki? Timur her şeyi mahvetmişti.
Beyazıd bu durumdan sıkılmış olacak ki, “Hako’ya götürmemiz gerek,” dedi. Başımı salladım. İçimden, “Bu kadar kolay mı yani?” diye geçirdim. Kazandığımız araba artık bizim değil, Hako’nundu. Ve onun için sadece bir maldı bu. Gözüm Timur’a gitti. Kendi aracına doğru ilerlemeye başladı. Millet dağılmıştı. Merve ve Nejdet vedalaşıp bir motosiklete atlamış, kaybolmuşlardı bile. Herkes kendi yoluna gitmişti.
Timur beni eve bırakacaktı. Beyazıd sadece başıyla selam verip yanımdan uzaklaştı. Onun sessiz vedalarını artık garipsemiyordum. Bende hep bir şey eksik bırakıyordu ama belki de o eksiklik Beyazıd’ın ta kendisiydi. Ben de daha fazla beklemeden Timur'un yanına gittim ve arabaya bindim. Timur direksiyondaydı. Gözlerini yoldan ayırmadan gaza bastı.
“Her seferinde kavga ediyorsunuz. Planı da tehlikeye atıyorsunuz.”
Kaşlarımı çattım. Artık susmak istemiyordum.
“Neyi tehlikeye atmışım ben?” dedi, sütten çıkmış ak kaşık misali.
“Planı tehlikeye atan o!” dedi, sinirli bir şekilde direksiyona vurarak. “Sen benim sevgilimsin güya. Bu yakınlığı Hako’nun kulağına giderse işkillenmez mi? Hem seni de riske atıyor!”
Beklediğimden farklı bir şey söylemişti.
'Bu yüzden mi sinirlisin' yani dedim içimden. Hako'nun kulağına gidecek diye mi?
“Bu işi birlikte yapacaksak kavgalarınıza bir son vermeniz gerekiyor,” dedim sonunda. “Yoksa bir sonraki sefer plan falan kalmayacak.”
Timur gözlerini yoldan ayırmadan homurdandı. “O zaman o da hal ve hareketlerine dikkat etsin.”
Dikkat etsin ha? Beyazıd’ı benden iyi tanıyordu. Dikkatli olduğunu ben bile anlamıştım. Ama o... Bu tartışmanın sonu yoktu. Sustum. Evin sokağına girmiştik. Ama Timur direksiyonu kıvırıp arka sokağa sürdü. Arabayı park etti. Motoru susturdu. Sonra arabadan indi. Ben hâlâ koltuktaydım. Kaşlarımı çattım. “Sen neden iniyorsun?”
Kapımı açtı. “Ben de geliyorum,” dedi sakince.
Gözlerimi devirdim. “Nereye geliyorsun?”
Sıradan bir şey söylermiş gibi “Uyumaya,” dedi.
Kahkaha attım. “Bizim eve mi? Saçmalama! Evde babam var! Ne saçmalıyorsun Timur, hadi git evine.”
Kollarını kavuşturdu. Hafifçe sırıttı. “Bu saatte eve girersem babam beni vurur.”
“Arabada uyu o zaman,” dedim, gözlerimi kıstım.
“Havalar serinledi, üşürüm ben orada. Hasta olurum. Hatta belki zatürre. Mezarıma gelip ağlar mısın?”
“Drama queen seni…” diye mırıldandım. ''Babanın evi sanki!''
Kaşlarını hareket ettirerek ''Hayır, kayınbabamın evi.'' dedi. Yüz ifadesi çok komikti ama beni sinir etmişti. Gözlerimi devirdim. İyice salaklaşmıştı bu çocuk.
“Of tamam! Yürü!''
“Hadi o zaman,” dedi, sevinçle. “Ama ben evde portakal suyu da isterim.”
“Rüyanda içersin,” dedim. Beraber sokaktan eve doğru yürürken kalbim biraz hızlı atıyordu. Bir yandan babama yakalanma korkusu, bir yandan Timur’un garip yakınlığı. Onunla yan yana yürürken sanırım ilk kez bu kadar rahat hissediyordum ama aynı anda gergindim de. Bu çocuğun bana ne hissettiğini çözemedikçe içim kaşınıyordu. Neden korumak istiyordu beni? Dost olarak mı görüyordu, hareketleri içten miydi? Bir öyleydi bir böyle.
Evin kapısını sessizce açtım. İşaret parmağımı dudağıma yaslayarak sessiz olmasını söyledim. Usulca içeri girdik. Merdivenleri parmak uçlarımıza basarak çıktık. Gece lambası yanıyordu, demek ki babam odasındaydı. Nefesimi tuttum. Timur, ayak sesi çıkmasın diye ayakkabılarını çıkardı. Ben de aynısını yaptım.
Karanlıkta fısıltıyla “Ne mutfak ne tuvalet. Tuvaletin gelse dahi girme!” dedim.
“Yatak odası olur mu?” dedi göz kırparak.
Boğuk bir öfkeyle “Timur!” diye fısıldadım.
“Kızma ya… Uyumak için diyorum!”
Odamın kapısını açıp içeri girdik. Kapıyı sessizce kapatıp kilidi çevirdim. Işığı yakmadım. Ay ışığı camdan içeri süzülüyordu. Odam, gece gibi sessiz ve loştu. Pencereyi açık bıraktığım için içerisi serindi. Camı kapattım. Timur yere serili şilteyi görünce oraya çöküverdi.
“Benim yatağıma sakın yanaşma,” dedim.
“Benim gözüm zaten uykuda,” dedi esneyerek. “Ama battaniye istiyorum. Ve mümkünse hayal kuracağım bir yastık.”
Elime geçen ilk yastığı suratına fırlattım. Kahkaha attı.
“Şşş!” dedim, parmağımı dudaklarıma götürerek.
“Sana bir şey söyleyeyim mi?” dedi, fısıltıyla. “Beni eve alman, benim için çok şey ifade ediyor.” Başımı hafifçe yana eğdim. Ne demek istediğini tam anlamamıştım. Sormak istiyordum ama soramadım. Gerçekten de onu eve almıştım. Bu delilikti! Yakalanırsak da kaos. Neden böyle bir şeye müsaade ettiğimi ben de bilmiyordum. Belki de onu babasından korumak istemiştim. Karakolun önünde yapamadığım o şeyi yapabilmek... İkimizin de sessizliğe ihtiyacı vardı.
Yatağa oturdum. Yarışın uğultusu hâlâ kulağımdaydı. Porshe, asfalt, bağrışmalar, Beyazıd’ın odaklanmış yüzü, benim kalbim… Ama şimdi burada, odamdaydım. Ve yerde, yastığa bir koluyla sarılmış bir Timur yatıyordu. İstemsizce gülümsedim bu haline.
İlginçti. Çok saçmaydı. Hayatımın en tehlikeli gecesi, belki de en sessiz sabahına gebeydi.
Üzerimdeki dar mavi kot ve artık içimi sıkan kahverengi sweat’i çıkarmak için sabırsızlanıyordum. Bugün olanlardan sonra bütün kıyafetlerim üstüme ağırlık gibi çöküyordu sanki. Hem yarıştık, hem koşturduk, hem gerildik. Vücudum artık beni taşımaktan yorulmuş gibiydi. Odanın köşesindeki komodinin yanına geçip çekmeceyi açarken başımı hafifçe Timur’a çevirdim.
“Üstümü değiştireceğim… Arkanı döner misin?” dedim.
Timur doğrularak yatağın kenarına ilişmiş, elleriyle halının ipleriyle oynuyordu. Ay ışığı yüzünün bir yanını aydınlatmıştı. Kaşlarının arasındaki çizgiler, o her zamanki yaramaz sırıtışını daha da belirgin hale getiriyordu. Göz ucuyla bana baktı, sonra kafasını hafifçe eğdi.
“Sevgilim değil misin? Bakabilirim yani,” dedi muzipçe, bir kaşını kaldırarak. Gözlerimi devirdim. Bir an bile ciddi kalamıyordu bu çocuk.
“Sevgili falan değiliz! Kendini fazla kaptırma!” diye çıkıştım. Masada duran peluş ayıcığı kaptığım gibi suratına fırlattım.
Ayıcık, alnına denk geldi. Timur sanki ciddi ciddi vurulmuş gibi başını geri attı, sonra kıkırdayarak ayıcığı kucağına aldı.
“Aa, bu ayıcık…” dedi, gözleri bir anlığına ciddileşti. Parmaklarını oyuncağın tüylerinde gezdirdi. “Sana, bunu gördükten sonra peluş kask almıştım, hatırlıyor musun?”
Bir an durdum. Hafızamın bir köşesinden o görüntü usulca belirdi. Tavşan kulaklı kask... O saçma gün. Ciddi ciddi almıştı. Çok saçma lakin tatlı bir andı. İstem dışı bir gülümseme dudaklarımı araladı. “Hatırlıyorum… Peluş kask hala dolabımda,” dedim.
Timur, ayıcığı hâlâ kucağında tutuyordu. Parmağıyla peluşun kulağını döndüre döndüre oynarken başını iki yana salladı. Sonra birden o yaramaz bakışla yüzüme döndü.
“Farkında mısın? Beni resmen eve attın,” dedi, gülümseyerek. “Ada, sen bana aşıksın. Değil mi? Hadi itiraf et.”
Bir elim tişörtümdeydi, diğer elim belime gitmişti istemsizce. Gözlerimi kısmış olmalıyım çünkü surat ifadem kesinlikle ‘ne saçmalıyorsun sen’ tonundaydı.
“Ne diyorsun sen ya?” dedim, ciddi ciddi sinirle.
“Hadi, itiraf et,” dedi, göz kırparak. “Yani, sokakta üşüyeceğim diye endişelendin, kalbim ısınsın diye evini açtın. Klişe ama etkili. Aşık olduğun adamı kurtarmak gibi bir şey bu.”
“Timur!”
“Efendim?” dedi, yüzündeki sırıtış daha da yayılarak.
“Bu kadar kendine güvenme, tamam mı?” diye söylendim. “Seni evime almak, seni sevdiğim anlamına gelmez. Seni almazsam başıma bela olacaktın çünkü. Bizi uğraştırırdın.”
“Aaa bak, hâlâ ‘biz’ diyorsun… Demek birlikteyiz, değil mi?” dedi, hâlâ o sırıtışıyla. “Yavaş yavaş kabulleniyorsun işte.”
Elimdeki tişörtü öylece sıkarken içimden homurdandım. “Seninle konuşmak bazen beyin hücrelerimi eritiyor,” dedim. “Lütfen… Sus.”
Timur kahkaha attı. “Tamam tamam, sustum. Arkama dönüyorum. Ama sadece giyeceğin şeyin çılgın bir şey olması şartıyla,” deyip döndü pencereye doğru. Ben de sinirle iç çektim, lakin arkasını dönmesiyle birlikte rahatladım. Sweat’i üzerimden sıyırıp attım. Sonra dar kotu çıkarırken, hala arkamda oturan o çocukla aynı odada olduğuma inanamadım. Hızlıca tişörtümü giyerken içimden “Lütfen bu gece sağ salim bitsin,” diye dua ettim. Arkamda hâlâ sessizlik vardı. Ama nedense o sessizlik bile Timur’un içinde fırtınalar koptuğunun garantisiydi.
“Döndün mü?” diye sordum sessizce.
“Dönmedim. Hayal ettim,” dedi hemen ardından, kelimeyi esneterek. Gülümsedim ama o görmedi.
Timur tekrar yastığına sarıldı. Ayaklarını yatağın ucuna uzatmış, omuzlarını içe çekmişti hafiften. Üşüyeceği belliydi. Dolabı açıp en kalın battaniyelerden birini çıkardım. İçimden “Bu geceyi unutacağım, evet, unutacağım,” diye mırıldandım. Battaniyeyi sessizce ona uzattım.
“Al,” dedim. “Üşüyeceksin.”
“Prensesim…” dedi gözlerini kapatmadan önce, “Sen olmasan kim bilir kaç kez zatürre olurdum…”
Göz devirdim. “Kapat gözünü de konuşma artık.”
Ben de yatağıma uzandım. Yastığım, battaniyem, odamın kokusu… hepsi tanıdıktı ama bir şey farklıydı. Odamda ilk defa bir erkek vardı. Hem de Timur. Bunu fark ettiğim an içimde garip bir kıpırtı oldu. Ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilemeden yorganı burnuma kadar çektim. Timur birden döndü, gözlerini kapatmadan önce, “Ben dayanamıyorum, uyuyorum. İyi geceler sevgilim,” dedi, son kelimeyi bilerek uzatarak.
Sessizce “Sevgiline...” dedim.
“Duydum, 'seni seviyorum' dedin,” diye mırıldandı alayla.
Telefonumu alıp alarmı kurdum. “İyi geceler, Timur,” dedim kısık bir sesle. Telefonu yastığımın altına koydum, gözlerimi kapattım. Kalbim bir garip atıyordu ama uykunun ağırlığı her şeyin üstünü örtmeye başlamıştı bile.
Salak Timur ya kdhsakjfadsfsf
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |