
Kapı tekrar çaldı. Beyazıd iç geçirdi, sonra ağır adımlarla yürüyüp kapıyı açtı. Timur'la ben hâlâ salonun ortasında durmuş, yerleri inceliyorduk. Ardından tanıdık iki ses duyuldu.
“Selam, biz geldik!”
Kapıya döndüm. Nejdet ve Merve. Nejdet’in elinde parlayan bir şey fark ettim kıpkısa bir ip ucunda sallanan, fosforlu yeşil bir yoyo. O çocuğun bu oyuncağı bırakacağı yok. Ne savaşta, ne okulda. Yine de… garip bir şekilde havalı duruyordu elinde. Merve’yi gördüğüm anda ise gözlerim ister istemez yukarıdan aşağı indi. Kız… mini etek giymiş. Diz altına kadar inen postal botlar, bol bir kazak ama altında ufacık bir etek. Hava buz gibi! Ben montun içinde tirtir titrerken onun bu öz güvenli kıyafeti karşısında şok geçirmiştim.
“İçten ısıtmalı falan bu herhalde…” diye düşündüm. “Benim montla bile götüm donuyor, bu nasıl oluyor?”
Merve içeri adım atarken yüzünü buruşturdu. “Burada mı? Ne yani, artık burada mı buluşacağız?” dedi burun kıvırarak.
Beyazıd eliyle içeri buyur etti. “Aynen. Burası artık bizim yeni yerimiz.”
Nejdet yavaşça içeriye adım attı, gözlerini tavana kaldırdı. “Vay be…” dedi. “Filmlerdeki terkedilmiş malikaneler gibi. Efsane duruyor. Buraya ışık sistemi kurarız, mükemmel olur.”
Timur hafifçe güldü. “Işık sistemi mi? Önce örümcek ağlarını temizle de ışık sonra gelir.”
Merve hâlâ yüzünü buruşturuyordu.
“Yani ev fena değil ama… leş gibi. Tozdan nefes alamıyorum resmen.”
Beyazıd yüzünde hafif alaycı bir ifadeyle kolunu uzattı ve girişin yanındaki sepeti işaret etti. “İşte bu yüzden,” dedi. “Temizlik zamanı.”
Hepimiz aynı anda sepete döndük. İçinde bezler, deterjanlar, eldivenler… Her şey düşünülmüştü. Yalnızca irademiz eksikti.
“Ay…” dedim hafifçe. “Ben kahvaltı yapalı 1 saat falan oldu. Bu kadar hızlı ‘ev hanımı’ mooduna geçemem.”
Nejdet güldü. “Ben mutfağı alırım. Orada az örümcek vardır.”
Timur hemen söze girdi. “Ben salonun camlarını temizlerim, diğer camları saymazsak.”
Merve gözlerini devirdi. “Ben koltukların tozunu alırım ama sadece sağdakilerin.”
Ben iç geçirdim. “Pekiii… ben de müzik açarım. Moral motivasyon önemli sonuçta.”
Herkes hafifçe güldü. Burası, kokuya ve toza rağmen, garip şekilde… bize ait gibiydi artık. Titreyen lambaların altında, eski ama ayakta duran bir evin içinde, neyle karşılaşacağımızı bilmeden duruyorduk. Beyazıd avucunu tok bir sesle birbirine çarptı. “Hadi başlayalım. Çok işimiz var. Sonra size anlatacağım önemli şeyler var,” dedi. Sesi, eski evin duvarlarında yankılandı. Hepimiz bir anlığına durduk, sonra hep birlikte harekete geçtik. Ben, kapının arkasındaki hoparlörü fark edip telefonumu ona bağladım. Parmaklarım hafif titriyordu. O an, neden bilmiyorum, Sagopa dinlemek istedim. Parmaklarım otomatik olarak "Sırtlan"a gitti. Beat, evin tahta zemininde yankılanırken, ortama biraz daha karanlık bir hava katar gibi oldu.
Nejdet hemen tepki verdi. “Sago mu dinliyorsun? Ciddi misin Ada?” diye gülerek söyledi.
Merve'nin ifadesinde de nostaljik bir tebessüm vardı. "Ben Sago'yu 5 yaşında CS oynarken dinliyordum."
Nejdet kahkaha attı. "Her gün beni etkileyecek bir şey buluyorsun bebeğim."
Merve, alaycı bir bakış attı. "Ben bu tipinle senden pek etkilenemiyorum ama."
Nejdet şok olmuş bir şekilde kendini inceledi. Ellerinde pembe eldivenler, bir elinde de sarı temizleme bezi vardı. Kahkaha tufanı koptu. Timur bile, camı silmeye başlamadan önce kahkaha atarak şömineye birkaç parça kuru odun daha attı. Kibriti çaktı ve alevler hızla dans etmeye başladı. İçeride bir yumuşaklık oluştu hemen. O isli koku, tozla karışsa da rahatsız etmeyen bir sicaklık verdi içime.
Beyazıd, koltuktaki örtülerden birine uzandı ve seri bir harekette koltuğun üzerini kaplayan beyaz örtüyü kaldırdı. Alttan bordo köşem bir kanepe çıktı, yılların tozuyla rengi atmıştı ama hala ayaktaydı.
“Kaç yıllık bunlar acaba?” dedi sessizce. Ben mutfağa doğru yürüdüm. En az toz buradadır diye umuyordum ama hayır. En çok toz oradaymış. Nefesimi tutarak ilk işi pencereleri açmakla başladım. Soğuk hava yüzüme vurunca tüm vücudum titredi ama havalandırmak lazımdı. Nejdet sonra elektrik süpürgesini buldu. Biraz homurdansa da aletin çalıştığı an havadaki tozlar dans etmeye başladı. Peşinden Beyazıd vileda ile yerleri silmeye başladı. Her seferinde suyun rengi biraz daha kararıyordu. Merve, koltukların üzerindeki diğer örtüleri dikkatlice kaldırıp katladı. "Bunları yıkarız, tekrar kullanılacak gibi."
Timur camları silerken, cam üzerindeki ıslak bezin çıkardığı hışırtı sesiyle müzik karışıyordu. Sanki ev yıllar sonra ilk kez uyanıyordu.
Ben, müzik listemi karışırdım. Sago'nun arkasından bir eski MFÖ şarkısı geldi. Bu karışım bana ilginç bir huzur veriyordu.
''Ele güne karşı...''
Saatler geçtikçe evin atmosferi yumuşamaya başladı. Tozların altından çıkan renkler, kumaşlar, yer döşemeleri, çocukluk anılarımın içinden fırlamış gibiydi. Yıkılmış, terk edilmiş bir yer değil de; sadece uzun süre saklanmış bir hazine gibi. Timur, camı sildikten sonra bana doğru bakıp şöyle dedi: "Buraya perde falan da takarız. Sadece güvenli değil, artık konforlu da olur."
Ben güldüm. “Çay kazanı da alalım mı?”
“Kazan almayalım da, semaver olur belki,” dedi Nejdet. "Ben semaverde çay içmeden adam saymam kendimi."
“Değilsin zaten,” diye sözlüre girdi Merve.
Ben yine tutamayarak kahkaha attım. Bu ikisinin birbirine laf sokmadan bir saat geçirdiğine şahit olmadım daha. Beyazıd, silmekten dizlerini tutarak doğruldu. Yorgun ama gururlu görünüyordu. Gözleri bir an benimle buluştu. Bakışında bir teşekkür vardı. Hiçbir kelimeye dökmeden, sade bir selam gibiydi o bakış. Gözlerimi kaçırdım. Kalbim hala ondan gelen her şeye bu kadar hassasken, o bakış fazla uzun kalamazdı.
Ev tertemiz olmasa da ılık ve yaşanabilir hale gelmişti. Işık ışık parlamaya başlamış, duvarların rengi dahi canlanmıştı.
Ve ben... bu eski, terk edilmiş villada, müzik eşliğinde, yeni silinmiş camdan dışarıya bakarken, bir anlığına bu karmaşanın içinde kendimi ait hissettim. Uzun zaman sonra ilk kez. Bu insanlar, bu hikâye, bu eski ev... Hepsi birer parça gibiydi. Parçalanmış hayatımın, yeniden birleşen puzzle parçaları...
Beyazıd ellerini birbirine vurdu, dikkatleri tekrar toplamak istercesine. Ardından ciddiyetle konuştu: "Diğer odalara da sonra bakarız. Şimdilik burası yeter. Ama aklınızda olsun, burayı uzun vadeli kullanacağız. Toplantılar, planlar... Bazen belki kalmak isteyen olur, rahat etsin diye evi uygun hale getireceğiz. Mutfak biraz boş şu an ama birlikte bir alışveriş listesi yapar, yiyecek içecek alırız. Kısacası burası bizim yeni evimiz."
Ağzımdan istemsizce bir "hmm" çıktı. Hafif bir heyecan vardı sardı yüreğimi. Gerçekten burayı sahiplenecek miydik? Kendi karargâhımızı kuruyormuşçasına.
Temizlik bitince herkes kendini salondaki bordo kadife koltuklara attı. Tozlar gitmiş, camdan içeri süzülen gün ışığıyla salon biraz daha yaşanılır hâle gelmişti. Ortadaki cam sehpa artık görünür durumdaydı. Beyazıd ceketinin iç cebinden bir dosya kâğıdı çıkardı, dikkatlice salonun ortasındaki cam sehpaya yerleştirdi.
"Dün Hako’nun yerine gittim, arabayı teslim etmek için." dedi, sesi ciddiydi. "Ama amacım güven tazelemekti. Beni sorgulamadı. Hatta beklediğimden daha fazla konuştuk. Onunla aramızda sahte de olsa bir yakınlık kurmak zorundaydım. İçeriden bilgi almamızın başka yolu yok."
Kâğıdın üzerine eğildik. Kalemle çizilmiş, biraz dağınık ama net bir kroki vardı. Daireler, oklar, kapı işaretleri... Beyazıd devam etti:
"Mekanının krokisini çıkardım. Girişteki koridor dar ama sağ ve sol iki odası var. Biri depo gibi, diğeri ofis. Asıl işler bodrum katında. O kısım karışık. Ama giriş çıkış noktaları belli."
Timur bir şey demedi, sadece gözlerini krokiye dikti. Beyazıd onun sessizliğini fark etmiş gibi ekledi:
"Bu arada senin baban hakkında bir şey sordu. Daha doğrusu şöyle dedi: 'Timur’un babası benden haberdar mı?' Belli ki ondan korkuyor."
O an salonda bir sessizlik oldu. Timur derin bir nefes verdi, başını hafifçe iki yana salladı. Gözleri hâlâ krokideydi ama sesi daha çok içinden gelmiş gibiydi.
"Babamdan kim korkmaz?"
Kalbim göğsümde bir anlığına sıkıştı. Timur'un sesi sanki çocukken karanlık bir odada kalmış biri gibiydi; korkunun üstüne kat kat alışkanlık sarılmış ama izi hâlâ oradaydı. Sessizce baktım ona. O ise kağıttan başını kaldırmadı.
"Yani şimdi her şeyi bildiğimiz bu krokiye mi güveneceğiz? Ya bir şey değişirse?" dedi Merve.
Beyazıd omzunu silkti. "Bu sadece bir başlangıç. Eksikler olabilir ama yönümüz var artık. En azından elimizde bir harita var."
Nejdet arkasına yaslandı. "Ben yeraltı kısmına çok takıldım. Orada ne var? Nasıl gireceğiz? Tek mi gireceksin Beyazıd?"
"Bilmiyorum. Oraya giriş çıkışlar yasak. Her adamı giremiyor oraya. Şimdilik anladığım bu.''
Timur sonunda gözlerini kaldırdı. ''Bizim işimiz Hako'nun odasındaki bilgisayarda.''
Beyazıd başını iki yana salladı. ''Hayır. Oraya girebilmek için elektrik odasından, adamların kaldığı odaya kadar her şeyi bilmeye ihtiyacımız var.''
Bu ekip ne kadar karışık olursa olsun, artık ciddi bir şeyin içindeydik. Evin camından dışarı baktım. Denizin kıyısı, hafifçe çırpınan dalgalar... Bu villada toplanan birkaç gencin, bir mafya düzenine karşı harekete geçmek üzere olması ne kadar da çılgıncaydı. Aynı zamanda, içimde garip bir güç hissi vardı. Artık sadece olayların ortasında savrulan biri değil, o olayların yönünü belirleyen biri gibiydim. Belki de gerçekten bir şeyleri değiştirecektik. Ya da en azından deneyecektik.
Tam bu sırada Beyazıd tekrar söze girdi. Parmağını krokideki bir noktaya bastı. "Şurası bodrum katına inen ana merdiven. Bu koridorun ucunda kamera olabilir. Dikkatli olmamız gerek. Hako'nun bana söylediklerine göre, içeride sadece iki adamı varmış. Ama bu değişebilir. O yüzden sürekli bilgi güncellememiz gerek."
Timur başını salladı. "Yani içeride kaç kişi olduğunu bilmiyoruz. Güvenlik sistemini de."
"Aynen. Ve içeride olası belgeler ya da para trafiği var. Bunları ifşa edebilirsek onu köşeye sıkıştırırız. Aynı zamanda öğrenci bilgilerini kurtarabiliriz."
Sessizlik bir anlığına ortama bastı. Sonra Beyazıd gözlerini bana çevirdi, sesi bu sefer daha yavaş daha netti.
"Ama... tüm bunlardan önce Ada’ya hayatta kalmayı öğretmemiz gerek."
Birden bütün gözler bana döndü. İçimde bir ürperti hissettim. Gözlerim istemsizce Beyazıd’a, sonra Timur’a kaydı.
Timur başını yavaşça salladı. Ciddiydi. "Dövüşmeyi öğrenmen gerek."
Bir şey söyleyemedim. İçimde bir yer ürktü, ama aynı zamanda... inançlıydı. Bu artık bir oyun değildi. Tehlikeli bir görevdi. Nejdet, hâlâ sehpadaki krokiye bakarken başını kaldırdı. Kaşlarını hafifçe çattı ve sesindeki tereddütü gizleyemedi.
“Yani… Ada’yı mı eğiteceğiz?”
İçimde tuhaf bir titreşim oldu. Sanki onun bile bu fikre inanması zordu.
Merve kaşlarını kaldırdı, ilgisini belli eden bir tonla sordu: “Hepimiz mi?”
O anda herkesin gözü Beyazıd’a çevrildi. O, sessizce başını salladı. Ciddiyetle ama yumuşak bir ifadeyle konuştu.
“Anladığım kadarıyla hepimiz farklı dövüş sanatlarını kullanıyoruz. Ben boks yapıyorum, Merve tekvando. Timur’un sokak dövüşü tarzı var, Nejdet’in savunma üzerine bir tarzı olduğunu biliyoruz. Ada’nın hepimizden öğrenecek şeyi var.”
Bu cümle, üzerime çöken bir sorumluluk gibi oldu. Sanki üzerimde görünmez bir zırh ağırlaştı. Önceden sadece olayların ortasında kalıyordum, şimdi doğrudan içine çağırılıyordum.
“Yani…” dedim, sesim biraz titrek ama kararlıydı. “Gerçekten dövüşmeyi öğrenmemi istiyorsunuz.”
Beyazıd bana baktı. Gözlerinde küçücük bir tereddüt bile yoktu. “İstemiyoruz, Ada. Mecburuz.”
Bakışlarını kaçırmadan devam etti.
“Bu sadece kavga etmekle ilgili değil. Bedenini, reflekslerini, zihnini hazırlamak zorundasın. Hako’nun ne zaman ne yapacağı belli değil. Bir gün seni tek başına köşeye sıkıştırabilir. O an yanında biz olmayabiliriz.”
Merve araya girdi, bu sefer sesi daha yumuşaktı. “Ben seni çalıştırırım. Denge, hız, refleks… Hepsi tekvandoda önemli. Eğlenceli bile olabilir. Ama biraz acıtabilir,” dedi gülerek. Gülümsedim, istemsizce. “Acıtmadan olmaz zaten,” dedim.
Nejdet kolunu bağladı. “Ben daha çok savunma ve kaçış teknikleri üzerine çalıştırırım. Kafamda bazı planlar var.”
Kendimi küçük bir savaş takımının merkezindeymiş gibi hissettim. Onlar benim etrafımda bir halka oluşturuyordu ve ben, şimdiye dek ilk kez bu halkanın dışında değil, ortasındaydım. Gözüm Timur’a takıldı. O bir şey söylemese de, yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu.
“Yarın sabah başlıyoruz,” dedi Beyazıd. “Her gün birimizle çalışacaksın. Programı ayarlarız.”
Artık sadece savrulan kişi olmayacaktım. Ayakta durmayı öğrenecektim. Yumruklara karşı değil sadece… hayata karşı da.
Heyecanlııı. Lütfen bütün bölümlere oy vermediyseniz üşenmeyio verinn, bu benim için önemliii
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |