
Tanışma faslı bittikten sonra market alışverişi için ayaklanmıştık. Soğuk bir cumartesiydi bugün. Nefesimiz buhar olup havada asılı kalıyor, montlarımızdan taşan atkılarla yüzümüzün yarısı görünmüyordu. Ellerimiz ceplerden çıkmıyor, burnumuzun ucundaki sızlamaya rağmen yürüyorduk.
“Abi ben açım,” dedi Timur, ellerini montunun cebine gömüp. “Gerçekten açım. Kahvaltı yapalı iki buçuk saat oldu.”
Nejdet hemen yan döndü, yüzünde o klasik ‘Allah’ım sabır’ ifadesiyle:
“İki buçuk saat mi? Sen zaten aç doğmuşsun kardeşim, biz seni tok göremedik ki.”
“Evet,” dedi Merve, gözlerini devirdi. “Senin midenin alarmı var sanki. Beş dakikada bir ötüyor.”
Timur durdu, dramatik bir şekilde gökyüzüne baktı. “Dalga geçmeyin. Bu aslanın beslenmesi gerek. Doğal yani.”
Ben araya girdim, gülerek. “Aslanı besleyelim madem, hadi. Market şurada.”
Marketin kapısı açılır açılmaz suratımıza vuran sıcak hava, iyi gelmişti. Buharlı camlar, içerideki ısı farkını belli ediyordu. Montlarımızı çıkarmadan içeri girdik. Herkes bir anda farklı yöne dağıldı.
“Bir liste var mı?” dedim sesimi yükselterek.
“Liste dediğin... akılda olur,” dedi Timur, elini cebine sokup burun kıvırarak. “Plan yapmayı sevmem.”
“Şaşırdım,” dedim alayla. “Sen plansız doğmuşsun zaten.”
Nejdet bir anda raflardan çikolata aldı, bize gösterdi. “Bu alınmazsa ben gelmem bir daha bu alışverişlere.”
“Hayati bir ihtiyaç o çikolata,” dedim sözde ciddiyetle.
“Listeye alın,” dedi Merve, elinden alıp sepete attı. Market arabasıyla ben ilgileniyordum çünkü en sevdiğim şey buna yükümü bindirip koridorlarda usulca gezmekti. Herkes sepete bir şey atıp kaçıyordu. Sanki yarışma programındaydık. Timur çaktırmadan dondurulmuş pizzaları attı, Beyazıd ise iki şişe gazoz.
“Bak ben ev halkı gibi sağlıklı yaşıyorum, meyve alacağım,” dedim. Elime bir portakal aldım. Soğuktu. Elime bileğimden süzülen bir üşüme geçti.
“Sen o portakalı kaynatıp içiyorsundur şimdi, hani ne diyorsunuz güzellik iksiri mi?” diye sordu Nejdet, kahkaha atarak.
Dalga geçerek “Hayır, onun kabuğunu kurutup evin girişine asacağım. Nazardan korusun bizi,” dedim.
Timur, elinde büyük bir cips paketiyle geldi. “Bak, buna ihtiyacımız var. Film gecesi için.”
“Film gecesi mi yapıyoruz?” dedim, şaşırarak.
“Hayır ama yapalım.”
Merve sepete iki avokado attı. “Ben de maskemi taze avokadoyla yapacağım. Ne olur ne olmaz, yüzümdeki her şey çözülmeye başladı bu havada. Hem avakado çakralara da iyi gelir.”
“Yani buraya karnımız için değil, sanırım ruh sağlığımız için gelmişiz,” dedim.
Alışverişin ortasında, reyonlar arasında yürürken aramızdaki yakınlık daha da görünür olmuştu. Beyazıd arada omzuma dokunarak bir şeyler soruyor, Nejdet’le Merve sürekli birbirlerine bakarak alay ediyordu. Timur ise sessizdi bu sefer. Aklı bir şeylerdeydi.
Yanıma geldiğinde fısıldadı. “Bu market çok sıcak değil mi ya?”
“Montunu çıkar?”
“Yok… Terleyip dışarıda donarım sonra. Kış mantığı.”
Gülmemek için kendimi tuttum.
''Tam tersi olmasın o?''
Sepeti kasaya doğru sürerken içimden bir şey oldu. Dönüp hepsine baktım. Birbirlerine laf atıyorlardı, kimi muz seçiyor, kimi indirimli ürünlere göz atıyordu. Ama herkes… oradaydı. Yanımdaydı. Bu bir grup alışverişi değil sadece. Bu… bir bağ kurma şekliydi. Komik, saçma, biraz çocukça ama gerçek. Ve bir anda içim ısındı.
Kasaya geldiğimizde her kafadan bir ses çıkıyordu. “Onu iki kere okutma bak,” dedi Nejdet.
“Poşet almayın, çevreciyiz,” diye bağırdı Merve. Beyazıd hemen döndü, kaşlarını kaldırdı.
“Pardon? Merve Hanım, bu kadar erzakı neyle taşıyacağız, çakra gücümüzle mi?”
Merve burun kıvırdı. “Kendi torbanı getirseydin, doğa senin sorumsuzluğundan çekmek zorunda mı?”
Beyazıd cebini gösterdi. “Yanımda sadece bir defter var. Origamiyle poşet mi yapayım şimdi?”
Timur dayanamadı, kahkaha attı. “Abi lütfen şu an tartışmayın, gözüm döndü, ben bu pizzayı birazdan çiğ çiğ yiyeceğim.”
Nejdet araya girdi, ellerini havaya kaldırarak. “Tamam sakin, çözüm basit. Poşet alıyoruz ama sonra geri dönüp geri dönüşüme atıyoruz. Böylece... ‘yarı çevreci’ oluyoruz.”
Merve iç geçirdi. “Geri dönüp atacağınıza inansam...”
Beyazıd gülümsedi, göz kırptı. “Söz veriyorum Merve. Seni bu ağır yükün vebalinden kurtaracağım. Ama önce pizzalar eve gitsin.”
Kasiyer hafifçe öksürdü. “Poşet alınıyor mu, alınmıyor mu?”
Beyazıd cüzdanı çıkardı. “Beş tane verin, lütfen. Ve doğaya selamlarımızı iletin.”
“Yağ var mıydı ya? Dönelim mi?” dedi Timur. Omuz silkerek “Hiç dönemem, biriniz getirsin,” dedim. Kasiyer kadının yüzündeki ifade, biz beş kişilik bu garip ama gülüşen gruba bakarken “İnşallah bir daha denk gelmem” gibiydi. Olsundu. Market torbalarını elimize aldığımızda dışarı çıktık. Hava bir anda suratımıza çarptı. Ciddi soğuktu. Ellerimizi cebimize tıkarken yürümeye başladık.
“Ben pizzaları taşımam,” dedi Merve. Elindeki poşeti Nejdet'e kakalamaya çalıştı.
“Ben de bu soğukta konuşmam,” dedi Timur, gözlerini kısıp. Sessizlik. Sonra bir kahkaha patladı. Hep birlikte gülmeye başladık. Neye güldüğümüz hakkında hiçbir fikrimiz de yoktu aslında.
Belki deli gibi zorlu şeyler yaşıyorduk. Belki her birimizin sırtında tonlarca yük vardı. Ama o sıra… sadece birlikteydik.
Eve vardığımızda hava iyice kararmış, kış gecesinin o ağır sessizliği sokağı kaplamıştı. Herkes biraz üşümüş, biraz da açlıktan huysuzlaşmıştı. Kapıdan içeri girince ilk fark ettiğimiz şey… şöminenin sönmüş olmasıydı. O sıcacık evin yerinde, buz gibi taş bir sessizlik vardı. İçimde, nedense o an içten içe bir yalnızlık yankılandı. Ne zaman bir sıcaklık eksilse, duygularım da üşümeye başlıyordu sanki.
Timur, hiç konuşmadan poşetleri mutfağa bıraktı. Sonra ellerini ovuşturarak şöminenin yanına geçti. Diz çöküp odunları yeniden dizmeye başladı. Kuru çıraları yerleştirirken, gözleri odunun arasına dalmış gibiydi. Kibriti çaktı, küçük bir alev çıtırdamaya başlayınca gözlerinden yansıyan turuncu parıltı çok garip bir his uyandırdı içimde. Güvende olmak gibi… belki de birine güvenmek gibi.
Nejdet sesini yükseltti mutfaktan.
“Pizza ellerinizden öper, kızlar!”
Merve kıkırdayarak saçını omzunun arkasına attı. “Sofrayı mı kuracağız, yoksa ellerimizle mi yedireceğiz?”
“Fırın sizde, pizza sizde, yedirmekte otomatik olarak sizde. Ama bana sen yedirceksin.” dedi Nejdet, tam da ondan beklendiği gibi, ciddiyetiyle dalgası iç içe.
Merve gözlerini devirdi ve bana döndü. “Hadi hazırlayalım.”
Gülümsedim. Montumu çıkardım, kollarımı sıvadım ve mutfağa geçtik. Kutu kutu malzemeyi tezgâha yığdık. Merve, hazır pizzaları açarken ben de malzemeleri dolaba dizmeye başladım. O an, mutfakta olmanın rahatlığı vardı üzerimde. Güvendeydim. Normaldim. Her şey olması gerektiği gibiydi.
Beyazıd bir anda mutfağa kafasını uzattı. “Burada ne dönüyor hanımlar?”
“Kadın emeğiyle pizza mucizesi,” dedim, hafifçe gülerek.
“Yardım edeyim mi?” dedi, gerçekten samimi bir ifadeyle.
Merve hemen cevap verdi. “Yapabildiğinden emin misin?”
“Ayıp ediyorsun, pizzada zeytin az. Ben de zeytin koyarım.” dedi, ciddiyetle. Ve gerçekten de zeytin kabını aldı, neredeyse ameliyat yapar gibi özenle zeytinleri dizmeye başladı. Merve ona bakıp gülmeye başladı.
“Biri şu çocuğa madalya versin, zeytin yerleştiriyor…”
“Bu stratejik bir hamle,” dedi Beyazıd. “Zeytinin yoğunluğu, pizzanın dengesi için önemli.”
Ben kahkahayı koyuverdim. “Sen pizza değil, nükleer reaktör yapıyorsun sanırım.”
Fırın ısınırken mutfağın içinde domates sosunun ve baharatların o nefis kokusu yayılmaya başladı. Merve pizzayı fırına yerleştirirken ben de çöpleri topladım. Beyazıd hâlâ “sanatsal düzenleme” yapıyordu. Nejdet de gelip sandalyesine kurulmuş, elinde kola şişesiyle “ustaları izlemek de bir sanattır,” diyerek kendini temize çekti.
Timur mutfağa geldiğinde, saçları biraz dağılmış, üstü hafif is kokuyordu ama gözlerinde yanan alevin sıcaklığı hâlâ oradaydı.
“Yardım lazım mı?” dedi sessizce. O an elimi uzatıp içecekleri doldurması için bardak dolu tepsiyi ona verdim. “Hadi bakalım, sen de sanatını göster.”
Birlikte o yemeği hazırlarken içimden geçen şuydu: Bu bir yemek değildi sadece. Bir paylaşımdı. Bir masanın etrafında birlikte olmak, biri zeytin dizerken diğeri fırını ayarlarken, pizza bahane, hisler şahane bir geceydi bu. Gülümsedim.
Pizzalar pişerken mutfağın dışına yayıldı. Şömine yeniden yanmıştı. O turuncu parıltı duvarları yalayıp geçerken, içeride hâlâ kışın gölgesi vardı ama ruhlarımız ısınıyordu.
İşte, bir pizza… beş insan… bir şömine… Ve biraz gülümseme. İnsan bazen sadece bu kadarına ihtiyaç duyuyormuş.
Pizzalar fırından çıktığında mutfağın içi bayram yerine dönmüştü. O peynirin uzayan görüntüsü, baharat kokuları ve üstündeki bol zeytinle resmen birer başyapıttı pizzalar. Merve tabakları dizdi, Nejdet peçeteleri koltuğa savurdu, Beyazıd herkesin payını dağıtırken bir kelime bile etmiyordu. Timur ise kendi dilimini havaya kaldırıp öpüyormuş gibi yaptı.
“Bir insan pizzaya gerçekten aşık olabilir mi?” dedi dalgın dalgın.
“Senin aşk kriterin kaşar peyniri mi?” diye sordum.
“Olabildiğince sıcak, lezzetli, uzayan, yapışkan… evet, evet olabilir,” dedi ciddiyetle.
Kahkahalar arasında koltuklara yayıldık. Şömine çıtırtılarla yanarken herkes bir süreliğine sadece yemek yedi. Gülüştük, kolaları yudumladık, birbirimizin dilimlerini çaldık. Bu huzurlu anı bozan ise... Timur oldu.
“Tamam, şimdi ciddi konuşalım,” dedi. Elindeki pizzayı masaya bırakıp yüzünü ciddileştirdi. “Hako gibi bir adamı alt etmek için sağlam bir plana ihtiyacımız var.”
O an tüm gülümsemeler yavaşça yüzlerden silindi. Sessizlik çöktü. Timur başını eğdi, dizlerini sallayarak düşündü. “Okuldan bir şey çıkabilir. Onun bağlantılarını, kimlerle görüştüğünü, kulüp işlerini falan… Ama dikkatli olmamız gerek.”
“Evet,” dedim. “Herkesle konuşamayız. Ama bazı hocalar, bazı belgeler… belki öğrenci işleri bile işe yarayabilir.”
Beyazıd dikleşerek “Ama bu iş sadece lafla olmaz. Eğer Hako gerçekten herkesin bilgisini bir bilgisayarda topladıysa daha teknik şeyler gerekiyor olabilir.” dedi.
“Hacker diyorsun yani,” dedi Nejdet.
Merve hemen itiraz etti. “Ne yani, böyle dizilerdeki gibi bir ‘Çılgın Bilgisayarcı Kenan’ mı bulacağız?”
Beyazıd gözlerini devirdi. “Merve, bu adamların ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorsun sanırım.''
Bir anda elimden tutup kolumdaki kazağı sıyırdı.
''Ada'yı yaraladılar, bıçakla. Küçük bir uyarıymış!''
İçimden bir ürperti geçti. Herkesin gözleri bana döndü. Sanki bu işin başlangıcını ben yaptım ya, bitişi de bende olacakmış gibi. Merve ve Nejdet şok olmuşlardı. İşin bu kadar ciddi olmadığını düşünüyorlardı muhtemelen.
O an Timur başını kaldırdı. Gözlerini bana dikti. “Yani... bir hacker bulmamız gerekiyor.”
“Peki,” dedim. “Böyle birini nereden bulacağız?”
Beyazıd, gözlerini kaçırarak cevapladı. “Aslında… tanıdığım biri olabilir.”
Herkes ona döndü. En sessiz kişi olan Beyazıd'dan gelen bu bilgi, hepimizi bir anda tetikledi.
“Kim?” dedim hemen. “Güvenilir mi?”
Beyazıd başını yavaşça salladı. “Güvenilirliği tartışılır ama... işi biliyor. Bir zamanlar yarış pistlerinden önce… başka şeylerle de ilgilenirdi. Mahallede ‘Cipci’ olarak biliniyor.”
Merve kahkahayı bastı. “İsmi bile güven vermiyor.”
Timur hafifçe mırıldandı. “Belki de tam olarak bu yüzden işimize yarar.”
Pizzanın son dilimleri yenmişti. Şömine sönmeye yüz tutmuştu ama içimizde bir başka ateş yanmaya başlamıştı. Bir şeylerin perdesini aralamıştık ve şimdi sahnenin ardında ne olduğunu görmek zorundaydık. Bizi bir araya getiren şey pizza değildi, ortak bir savaştı. Bu bizim savaşımızdı. Boyumuzu aşan, korkutan, çetrefilli bir savaş.
Böyle bir grubunuz olsun ister miydinizz? Ve böyle tehlikeli işlere girer miydinizz?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |