
Öğle arası zil çaldığında, herkes hızlı adımlarla spor salonuna yöneldi. Sanki teneffüs değil de gizli bir toplantıya gidiyorduk. Salonun kapısından girince yine o tanıdık düzen vardı: telefonlar, akıllı saatler kapıdaki kutuya bırakılıyor, içerideki herkes birbirine bakmadan yerini alıyordu. Ben yine koymadan ilerlerken Timur’un bakışlarıyla karşılaştım. Gözlerinde ciddi ama sabırsız bir ifade vardı. Herkes yerine oturduğunda, o en önde durup ellerini birbirine vurdu.
“Evet,” dedi, sesi salonun yüksek tavanında yankılandı. “Hako ve mafya örgütü hakkında neler öğrendik?”
İlk olarak Nejdet konuştu. “Bir şeyi bilmeniz gerekiyor arkadaşlar. Hepinizin! Gece kulübü işini sadece para için yapmıyorlar. Sadece bilgilerimizle bizi tehdit etmiyorlar! İnsan kaçakçılığına kadar gidiyor iş.”
Merve hemen araya girdi. “Ve sadece burada değil. En az üç farklı şehirde bağlantıları var.”
Ardından başka biri ekledi. “Hako’nun sağ kolu dediğimiz adamın asıl adı bile sahte. Gerçek kimliğine ulaşmak çok zor.”
Sıra sıra herkes bir şeyler söyledi. Notlar alınıyor, birbirlerinin sözünü kesmeden dinliyorlardı. O an, lise öğrencilerinden çok başka bir şey gibiydik; sanki kendi küçük operasyon ekibimiz vardı. Timur, herkesi dinledikten sonra derin bir nefes aldı. “Tamam. Bu bilgileri birleştirip bir sonraki adımı planlayacağız. Ama…” diye durdu, gözlerini tek tek üzerimizde gezdirdi. ''Bize acil bir şekilde bir hacker lazım. Sisteme girebilecek, iz bırakmadan hareket edebilecek biri.”
Salonda hafif bir uğultu yayıldı. Herkes birbirine bakıyor, kim olabilir diye düşünüyordu. Genelde gözler otomatik olarak erkeklere kaydı. Ben bile içimden “Erkeklerden biri…” diye geçiriyordum. Tam o sırada, sessizliği ince bir ses böldü. “Ben.”
Herkes aynı anda başını o yöne çevirdi. Kalabalığın arka sıralarında, sarı, düz saçlı, gözlerinde garip bir özgüven olan bir kız oturuyordu. Ellerini dizlerinin üzerinde birleştirmiş, sakin sakin bakıyordu.
Bir anlığına kimseden ses çıkmadı. Timur kaşlarını kaldırdı. “Sen…?”
Kız hafifçe gülümsedi. “Evet. Gerekli yazılımlarım var. Sistemlere nasıl girileceğini biliyorum.”
Nejdet fısıltıyla, “Bu kız da kim?” diye Merve’ye sordu ama salondaki sessizlikte herkes duydu.
Kız hiç bozuntuya vermeden devam etti. ''Ben Beyazlardan İpek. Ama tek şartım var: İşin boyutunu baştan bilmem lazım. Ve bana tam yetki verirseniz, sizin için çalışırım.”
Timur ona birkaç saniye baktı, sanki ölçüp biçiyordu. Sonra başını yavaşça salladı. “Tamam. Ama önce bir deneme yapacağız.”
Kalabalıkta tekrar fısıldaşmalar başladı. Ben ise gözümü kızdan alamıyordum. O kadar sakin, o kadar emin konuşmuştu ki… Belli ki bu iş, düşündüğümüzden çok daha ilginç bir hal alacaktı. Konuşma bitince herkes ağır ağır yerinden kalktı. Spor salonunun uğultusu yavaşça azaldı. Telefonlar ve saatler kutudan geri alındı, insanlar ikili üçlü gruplar halinde kapıya yöneldi. Bizim beşli -ben, Beyazıd, Timur, Merve, Nejdet- ve bir de o hacker olduğunu iddia eden kız, geride kaldık.
Kız, adımlarını hafif hafif atarak Beyazıd’a doğru geldi. Yüzünde öyle bir sevimlilik ifadesi vardı ki belli ki bu haliyle etkilemeye çalışıyordu. Dudaklarında küçük bir gülümseme, gözleri hafif kısık.
“Merhaba,” dedi, sesi gereğinden fazla cilveliydi. Elini uzattı. İçimde istemsiz bir huzursuzluk belirdi. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Ne diye elini uzatıyordu bu kız? Dokunamadığını bildiğine adım kadar emindim. Amacı neydi? Beyazıd, onun eline bakmadı bile. Yavaşça elini göğsüne götürüp kısa bir “Eyvallah” hareketi yaptı. Sakin bir sesle, “Tanıyorum seni, İpek,” dedi. İpek’in gülümsemesi bir anlığına sabit kaldı, sonra yavaşça düştü. Ama hemen toparladı kendini, sanki bu tepkiyi normal karşılamış gibi. O an Merve’nin gözlerini devirdiğini fark ettim. “Millet kendi grubundaki adamlarını tanıyor işte,” dedi, sesinde ince bir alay vardı. Lafı doğrudan Timur’a gönderiyordu. Timur hafifçe kaşlarını çattı ama bir şey demedi. Karşılaştırılmak hoşuna gitmemişti belli ki. Merve’nin sözleri havada asılı kaldı.
Nejdet, ortamın sessizleştiğini fark etmiş olacak ki, kısa bir bakış attıktan sonra İpek'e döndü. “Okul çıkışı seni alırız. Evde konuşalım,” dedi.
Beyazıd başıyla onayladı. “Aynen.”
Bu kadar. Ne fazla kelime ne gereksiz jest. Yine o tipik Beyazıd tavrı. Önceden bana olduğu gibi. İpek ise o an hiçbir şey söylemedi ama bakışlarıyla hâlâ Beyazıd’a tutunmaya çalışıyordu. Bu beni biraz daha gerdi. İçimdeki o hafif huzursuzluk, yerini tanımlayamadığım bir sıkışmaya bıraktı. Sonra herkes yavaş yavaş farklı yönlere dağıldı. Timur, Merve ve Nejdet kapıya doğru ilerlerken ben de onlara uydum. İpek ise başka bir grup arkadaşının yanına yöneldi.
Koridorda yürürken fark ettim ki, hâlâ kaşlarım biraz çatıktı. Ne Merve’nin alaycı bakışı ne Nejdet’in planı ne de Timur’un sessizliği… O an aklımda sadece İpek’in o fazla tatlı, fazla bilinçli gülümsemesi vardı. Belki saçma bir detaydı. Belki de ben fazla büyütüyordum. Ama yine de anladım ki bazı insanlar bir odaya girer girmez seni huzursuz edebilir. Ve bunun sebebini bilmen gerekmez.
O gün spor salonundan çıkarken, adımlarım farkında olmadan hızlandı. Bir an önce temiz hava almak, kafamı toparlamak istiyordum. Ama biliyordum ki, İpek denen o kızın hikâyede daha çok yeri olacaktı.
...
Son teneffüs zili çaldığında, artık günün bitmesine sadece bir ders kalmıştı. Yorgunluk iyice üzerime çökmüştü; defterim önümde açık duruyordu ama gözüm sayfada değil, bulutlardaydı. Düşüncelerim oradan oraya savrulurken, birden masama yaklaşan iki gölge fark ettim.
Başımı kaldırdığımda Narin ve Elif yanımda durmuş, bana gülümsüyorlardı. Narin hafifçe eğildi. “Ada, bugün ders bitince dışarı çıkalım mı?” dedi.
Elif hemen atladı, “Evet ya, şurada yeni bir kafe açılmış. Hep birlikte gideriz dedik. Sen de gel.”
Bir an durdum. Onların böyle bana gelip teklif etmeleri… bilmiyorum, içimde bir sıcaklık oluşturdu. Normalde Narinler kendi aralarında takılır, çok da kimseyi davet etmezlerdi. Beni aralarına almak istemeleri küçük ama değerli bir hediye gibi geldi. Gözlerimin içi hafif parladı. “Gerçekten mi?” dedim istemsizce, ses tonumda şaşkınlık vardı.
Elif gülümsedi. “Tabii ya. Çok tatlı bir yer, tam senlik.”
O an kendimi… değerli hissettim. Sanki fark edilmemiş bir şeyim varmış da, nihayet biri onu görmüş gibiydi. Yıllardır taşınan, üstü tozlanmış bir kutunun kapağı açılmıştı içimde. “Olur,” demek istedim, hatta içimden “Tamam, gidelim” diye çığlık atıyordum. Ama işte, beynimin o yaramaz tarafı hemen hatırlattı: “Okul çıkışı Beyazıdlar ve diğerleriyle buluşacaksın. Evde konuşma yapılacaktı. Plan çoktan belli.”
İçimdeki sıcaklık, yavaş yavaş soğudu. Dudaklarım hafif büzüldü. “Aslında…” dedim, bakışlarımı yere indirerek, “…bugün okuldan sonra başka bir planım var.”
Narin’in kaşları hafif kalktı. “Aa, öyle mi? Yazık oldu. Çok güzel olacaktı.”
Elif de başını salladı ama ikisi de yüzlerinde kırgınlık göstermemeye çalıştı. “O zaman başka zaman yaparız,” dedi Narin.
Onlara gülümsedim ama o gülüş, mutlu bir gülüş değildi. Daha çok “Keşke gelebilseydim” diyen bir gülüş. “Tamam, başka zaman mutlaka,” dedim. Onlar uzaklaşırken gözüm onlara takıldı. Aralarındaki samimiyet, birlikte gülmeleri… bir an için, orada olmayı o kadar istedim ki. İnsan bazen sırf ait hissetmek için bazı şeyleri bırakmak ister. Ama benim artık başka bir dairem, başka bir sorumluluğum vardı. Kalbim biraz buruk biraz da gururluydu. Onlar bana değer verip çağırmışlardı, evet. Ama ben kendi yerimi, kendi görevimi seçmiştim. Yine de, içimde o davetin bıraktığı sıcaklık kolay kolay geçmeyecekti.
...
Okul çıkışında hepimiz İpek’le beraber yola koyulduk. Yolda pek konuşmadık. Eve vardığımızda Merve mutfağa yöneldi. “Kahve yapıyorum, oturun siz,” dedi neşeyle, çantasını bile bırakmadan mutfağa geçti. Beyazıd ise hiç oyalanmadan şöminenin yanına geçti. Odunları yerleştirip kibriti çaktığında çıtır çıtır sesler tüm salonu doldurdu. Alevlerin dansını izlemek bile insanın içine bir huzur yayıyordu. Yumuşak turuncu ışık, odanın bütün havasını değiştirdi.
Hepimiz salona geçtik. Ben geniş koltuğun köşesine oturdum, Timur ise her zamanki rahat tavrıyla laptopunu açıp önüne çekti. “Bakın, şu site var ya…” dedi, ekranı İpek’e doğru çevirerek, “Bunun güvenlik duvarını aşmamız lazım.”
İpek önce bir kaşını kaldırdı, sonra dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. “Hmm… kolay iş,” dedi. Elleriyle parmaklarını çıtlatınca, sanki film sahnesindeymişiz gibi hissettim. Ardından öne eğildi ve klavyede inanılmaz bir hızla yazmaya başladı. Parmakları neredeyse bulanık bir görüntü oluşturuyordu. Bizimkiler yavaş yavaş sessizleşti. Merve kahveleri getirmişti ama fincanı masaya bırakırken bile gözleri İpek’teydi. Timur’un ağzındaki yarım gülüş gitmiş, yerini meraklı bir bakış almıştı. Ben ise sadece izliyordum; ekranın üstünde kayan kodlar, onun odaklı yüz ifadesi, arada kendine güvenli küçük tebessümleri… Sanki başka bir dil konuşuyordu.
Birkaç dakika sonra bir “ding” sesi geldi. İpek hafifçe geri yaslandı, kollarını kavuşturdu. Yüzünde o beklenen havalı ifade vardı. “Bu çok basit oldu,” dedi, sanki az önce bir siteyi değil de bir kasa açmış gibiydi. Odada kısa bir sessizlik oldu. İpek’in kendinden emin tavrı, ortamın havasını tamamen değiştirmişti.
Yeni kız yeni kız dediniz. Şimdi sizi çıldırtayım da görün fkasdfsfsddsfasdg
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |