73. Bölüm

73. BÖLÜM - İLK

🔥
artemiral

Timur İpek'e planlardan bahsederken Beyazıd bana ''gel benle,'' bakışı attı. Beyazıd’ın ardından bodrum gibi bir yere merdivenlerden indim. Beton zeminin serinliği ayak tabanımdan yukarı tırmanıyordu. Bir kapının önünde durdu, iri eliyle ağır demiri itti. Gıcırdayan kapıdan içeri adım attığımda gözlerim kocaman açıldı.

“Burası… dövüş odası mı?” dedim istemsizce. Odanın ortasında kalın bir ring halısı vardı, kenarları yıpranmış ama hâlâ sağlam. Duvarlar çıplak betondan, bir köşede kum torbaları asılı. Bir tanesi yeni, parlak siyah; diğeri beyaz olan eski darbelerden, şekli bozulmuş. Tavandan sarkan zincirler hafifçe sallanıyor, metalin birbirine çarpan tınısı odada yankılanıyordu. Bir duvarda boydan boya bir ayna, tam karşısında eldivenler, bandajlar, ağırlıklar, dizlikler… Her şey düzenli bir şekilde dizilmişti. Tam o sırada Merve içeri girdi. Gözleri ringin ortasına dikiliydi.

“Burası bize mezar da olabilir, zafer de,” diye mırıldandı. Arkamızdan ayak sesleri yaklaştı. Kapının eşiğinde Nejdet belirdi, elinde buruşmuş bir poşet. Gözleri kısılmış, yüzünde o tanıdık alaycı ifade.

“Eğitime başlıyoruz,” dedi, poşeti havaya kaldırarak. “Kıyafetleri getirdim Beyazıd.”

Beyazıd gülümseyip eliyle Merve’yi işaret etti. “İlk gün sende.”

Merve poşeti aldı, içine baktı. Siyah bir spor tayt, beyaz bir tişört ve kırmızı eldivenler. Yüzünde hafif bir gülümseme belirdi: “Her gün yeni kıyafetler gelecekse, buna alışabilirim.”

Sonra Merve poşeti bana uzattı. ''Değişelim kıyafetlerimizi.''

Kıyafetlerimizi değiştirdikten sonra tekrar yerlerimizi almıştık. Ben kenarda duruyor, olan biteni izliyordum. Merve ringin içine adım atarken halının altındaki hafif gıcırtıyı bile duydum. Beyazıd köşede bağdaş kurmuş, gözlerini hiç ayırmadan onu izliyordu. Nejdet yanıma yaklaştı, sesi alçaldı. “Herkes önce seyirci olur, sonra oyuncu.”

Merve eldivenlerini taktı, nefesini derin aldı. Ringin ortasında duruyordu, ayaklarını omuz genişliğinde açmış, ellerini beline koymuştu. Gözleri bana bakıyor ama bakışı delip geçiyordu. O anda anladım ki, bu sadece bir “dövüş dersi” değil, aynı zamanda bir “kim olduğunu öğrenme” dersi olacaktı.

“Tekvando, Ada,” dedi, kelimeleri ağır ağır vurgulayarak, “Vurmak değil… mesafe kontrolü, ritim ve patlama demektir.”

Bir adım yaklaştım. Ringe girmiştim. Ayaklarım halının yumuşak dokusuna gömülürken içimde garip bir gerginlik vardı.

Merve devam etti. “Burada yumruk ikinci plandadır. Asıl iş ayaklarda. Ayağın seni hem saldırıya hem savunmaya taşır. Ve sen… dengeni bulana kadar dövüşemezsin.”

Bunu söylerken sağ ayağını öne aldı, dizini hafif kırdı. Vücudu neredeyse yay gibi gerildi. Bir anda havaya sıçradı ve sağ ayağıyla hayali bir hedefe tekme attı. Ayağın çıkardığı “vuuuh” sesi havayı yardı. İnişi o kadar kontrollüydü ki, halı neredeyse hiç ses çıkarmadı.

“Bu dollyo chagi,” dedi. “Dairesel tekme. Yanında boş boş boş konuşan adamın çenesini tek seferde kapatır. Denemelisin.”

Benim suratımda belli ki “bunu yapmam imkânsız” ifadesi vardı ki, Merve gülümsedi. “Deneyeceksin. Ama önce ısın.''

Biraz esneme germe hareketi yaptıktan sonra. Gardımı aldım; ellerim yüzümde, dirseklerim kapalı. Merve etrafımda dolanmaya başladı.

“Adımların hafif olsun. Tekvandoda ayak yere ağır düşmez. Sıçrarsın, dönersin, kayarsın. Hep hareket… Duran hedef kolay avdır.”

O anda anladım ki, bu iş boks gibi sabit durup yumruklaşmak değildi. Burada zemin senin bir parçan olmalı. Merve bir anda karşıma geçti. “Şimdi ben saldıracağım, sen kaçacaksın. Ama kaçarken tekme hazırlığı yapacaksın. Tekme sadece can acıtmak için değil, rakibin düşünmesini sağlamak içindir.”

İlk hamlesinde refleksle geri çekildim. Sağ ayağımı kaldırmamı bekledi ama ben dengesizce sendeledim.

“Denge, Ada!” diye bağırdı. “Ayakların köklerin. Kökleri olmayan ağaç ilk fırtınada devrilir.”

Birkaç tekrar sonra, dizimi kaldırıp aynı anda hafif yana kaymayı başardım. Merve’nin bakışları değişti. “İşte bu. Şimdi vur.”

Kalkık dizimi dairesel şekilde dıştan içe savurdum. Ayağım boşluğu yalayıp geçti ama Merve memnundu. “Kuvvetin yok çünkü kalçanı kullanmıyorsun. Tekvando tekmesi bacakla değil, kalçadan doğar. Düşün… sanki belinden bir yay fırlatıyorsun.”

Bunu söylerken kendi gösterdi. Sol ayağını sabitledi, sağ bacağını kaldırıp kalçayı çevirerek tekme attı. Ayağın çıkardığı tok sesi duydum. Hedef olarak kullandığı yastıkta derin bir iz oluşmuştu.

“Şimdi sen,” dedi. Tekrar denedim. Bu sefer tüm vücudumu çevirince tekme daha kontrollü çıktı. Ayağım hedeften sekince hafif bir gurur hissettim.

“Güzel,” dedi Merve. “Şimdi sırada zamanlama var. Mesela biri sana yumruk salladığında, sen ya kaybolursun… ya da aynı anda karşılık verirsin.”

Beni karşısına aldı. “Ben vuruyorum, sen ya geri sıçra ya da yana kaç, ardından tekme.”

İlk denemede yumruğu kıl payı yedim. İkincisinde yana sıçradım ama tekmeyi unutup gülmeye başladım.

“Böyle giderse ringde seni severler,” dedi Merve, alaycı bir gülümsemeyle. “Çünkü kolay kazanacaklar.”

Bu laf damarımı tuttu. Dişlerimi sıktım, üçüncü denemede hem yana sıçrayıp hem dollyo chagi’yi yapabildim. Ayağım yastığa çarpınca Merve kısa bir alkış yaptı.

“İşte bu! Artık saldırıyı savunma ile birleştirdin.”

Bir süre daha çalıştık. O bana ap chagi (ön tekme), yandan tekme (yop chagi) ve yarım dönüşlü arka tekme (dwi chagi) gösterdi. Her hareketin mantığını anlattı.

''Ap chagi: Rakibi mesafede tutmak. Yop chagi: Kaburgaları hedef almak. Dwi chagi: Arkanda kalan tehdidi yok etmek.''

Her tekmeden sonra nefesim hızlanıyor, kollarım terden kayganlaşıyordu. Merve hiç durmuyordu. “Tekvandoda kondisyon zayıfsa teknik hikâye olur,” diyordu.

En sonunda yere oturduk. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Merve bana su uzattı. “Bugün sadece temel gördün. Ama unutma, burada öğrendiğin şey sadece dövüş değil. Bu, düşünme şeklin. Rakip sadece karşındaki insan değil… bazen hayatın kendisi.”

Merve’nin öğrettiği “tekvando” kitaptakiyle birebir değildi. Onunki daha akıcı, daha içgüdüsel, bazen kuralları esneten bir versiyondu. Sanki su gibiydi; gerektiğinde sertleşiyor gerektiğinde akıp gidiyordu.

Ringin ortasında nefes nefese kalmıştım. Tişörtüm sırtıma yapışmış, saçlarım alnıma dökülmüştü. Merve’nin “burada bitiriyoruz” deyişiyle biraz olsun gevşedim. O sırada yan tarafta bir çift elin birbirine vurma sesi duyuldu. Beyazıd alkışlıyordu. Alkışları gür, tok ve kararlıydı. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. “Aferin Ada,” dedi. “Azmin var. Gücün yetmese de denemekten vazgeçmiyorsun. İşte bu savaşçı ruhu.”

Kalbim hâlâ hızlı atıyordu ama bu sözler onu başka bir sebepten hızlandırdı. İçimde sıcak bir şeyler dolaştı. Merve de başıyla onayladı. “Doğru. Ayağa kalkmak kolaydır ama yıkılmamak başka mesele. Böyle devam edersen yıkılmayacaksın.”

O anda kapının yanında duran Nejdet sesini yükseltti. “Kaslarının güçlenmesi gerekiyor. Ona bolca et, süt yedirelim. Hem toparlanır, hem dayanıklılığı artar.”

Bu sözler beni biraz güldürdü biraz da düşündürdü. Onların gözünde hâlâ eksik yanlarım vardı ama… Beyazıd’ın bana bakan gözleri, eleştiriden çok gurur taşıyordu. İşte o bakış… içimi garip bir sevinçle doldurdu. Sanki onayını almak, yorgunluğumun en iyi ödülüydü. Ringden inmeye hazırlanırken kenara yaklaştım. Yüksekten atlamak istemedim; dizlerim yorgunluktan titriyordu. O sırada Beyazıd yanıma geldi, elini uzattı gülümseyerek.

“Gel,” dedi.

Elini tutunca kavrayışı güçlü ama güven vericiydi. Beni kolayca aşağı indirdi. Ringden indikten sonra üzerimdeki yorgunluk yavaş yavaş ağır bir battaniye gibi çökmeye başladı. Merve havluyu omzuna atmış, Beyazıd sessizce önden yürüyordu. Beton merdivenlerden yukarı çıkarken, kapının orada bizi bekleyen Nejdet kollarını iki yana açtı.

“Hadi, bugün size öyle bir soslu makarna yapacağım ki parmaklarınızı yiyeceksiniz,” dedi, sesi her zamanki gibi neşeli ama hafif meydan okuyan bir tonla. Mutfağa geçtik. Bir süre sonra tavada fokurdayan sosun kokusu bütün evi sardı; domatesin ekşimsi buğusu, sarımsağın keskinliği, tereyağının sıcak kokusu… Karnım guruldadı. Masaya oturduğumuzda hava çoktan kararmıştı; camın dışındaki siyah gökyüzünde tek tük sokak lambalarının ışığı titriyordu. Tabaklar önümüze geldiğinde sessizlik yerini çatalların hafif tıkırtısına bıraktı. Yemeğin gerçekten de iddialı olduğu her lokmada anlaşılıyordu. Merve yanımda, Beyazıd karşıda oturuyordu. Ama masanın öteki ucunda, bir şey içimi sıkıştırdı.

İpek… O da oradaydı. Saçlarını özenle toplamış, gülümseyerek Timur’un yanında oturuyordu. Neden bilmiyorum ama bu görüntü de bana huzursuzluk verdi. Sanki burada olmaması gereken biri gibiydi. Belki de Timur’la yan yana olmalarıydı rahatsız eden… Aralarındaki yakınlık havası, fısıldaşmaları… İçimde beliren bu his, ne anlama geliyordu, karar veremedim. Lokmamı yutarken gözlerim istemsizce onlara kaydı. İpek bir şey söyledi, Timur gülümsedi. Boğazımdaki makarna bir an ağırlaştı.

Tam bardağımdan bir yudum su almıştım ki, Timur’un kahve gözlerininbana döndüğünü fark ettim. Yüzünde merakla karışık hafif bir tebessüm vardı.

“Siz ne yaptınız aşağıda?” diye sordu, çatala doladığı makarnayı tabağına bırakırken. Sesi rahat ama içinde sanki biraz sınayan bir ton vardı. Ben cevap vermeye yeltenmeden önce, Beyazıd söze girdi. Sandalyeye yaslanmış, sesi tok ve netti: “Artık dövüşmeyi öğretiyoruz Ada'ya.”

Sanki masada bir anlık duraksama oldu. Merve kaşının ucuyla hafif gülümsedi, Nejdet yemeğini karıştırmaya devam etti ama bakışını bana çevirdi. Timur’un gözleri kısa bir süre bende kaldı. “Hmm… Güzel,” dedi yavaşça. “Gerektiğinde işe yarar.”

Onun bu kısa cümlesi bile üzerimde garip bir etki bıraktı. Sanki yaptığı yorum, sadece dövüşmekle ilgili değilmiş gibi. İçimde yine o belirsiz huzursuzluk kıpırdandı. Beyazıd ise bakışlarını hiç kaçırmadan yemeğine döndü ama gözlerindeki onay hâlâ oradaydı. Ve o an, onun söylediği tek cümlenin “Artık dövüşmeyi öğretiyoruz ona” aslında benim için bir kabul belgesi gibi olduğunu hissettim. Yemek bitmeye yaklaşırken, tabaklar boşaldı, sohbet biraz daha dağınık hâle geldi. O sırada Beyazıd çatalını tabağa bıraktı, bana dönerek net bir sesle, “Seni evine ben bırakacağım,” dedi.

Tam arkasından, Timur hiç beklemeden söze girdi. “İpek’i de ben bırakırım,” dedi. Bakışlarını masadakilerden saklamadı, sesi sanki doğal bir teklifmiş gibi rahattı. Nejdet ise sandalyesinde hafifçe geriye yaslandı, yüzünde muzır bir gülümseme belirdi. “O zaman,” dedi, gözlerini Merve’ye çevirerek, “ben de gönlümün sultanını bırakayım.”

Bir anlık sessizlikten sonra masada kahkahalar patladı. Merve başını iki yana sallayıp gülse de yanaklarının kızardığını fark ettim. Ben de hafifçe tebessüm ettim ama kahkahalara katılmadım. Çünkü zihnime o an başka bir düşünce takılmıştı: Neden Timur, İpek’i bırakıyor?

Kafamda bu soru dönüp dururken, masanın neşesi kulağıma uzak bir yerden geliyormuş gibi hissettirdi. Yüzümdeki gülümseme yerindeydi ama içimde dolanan huzursuzluk bir türlü beni bırakmıyordu.

...

Otobüs camından dışarı bakıyordum; şehrin ışıkları akıp gidiyor, ara sokaklar karanlık gölgeler gibi yanımızdan geçiyordu. Otobüs hafifçe sallandıkça, içerideki loş ışık yorgun gözlerime iyi geliyordu. Yanımda oturan Beyazıd sessizdi lakin varlığı huzurun en güzel armonisiydi. Bir süre sonra durağa geldik, birlikte indik. Ayaklarımızın altındaki kaldırım hafif nemliydi, uzaktan gelen hafif bir egzoz kokusu havada asılıydı. Yürümeye başladık, sessizlik ikimizi de rahatsız etmiyordu.

Beyazıd birden başını kaldırıp gökyüzüne baktı. “Geceyi seviyorum,” dedi. Sesi tok ama sanki kendi kendine konuşur gibi sakindi.

“Neden?”

Gülümsedi, ellerini ceplerine soktu. “Çünkü gece, insanın maskelerini çıkarır. Gündüz her şey gürültülü, sahte… Ama gece, herkes sessizleşir. Düşünceler daha net duyulur. Birinin gözlerine gece vakti bakmak, gündüz olandan daha gerçekçi gelir.”

Sözleri içimde yankılandı. “Gece… biraz da saklanmak değil mi?” diye sordum. “Görünmemek için.”

“Olabilir,” dedi, yavaşça. “Ama aynı zamanda bulunmak için de. Karanlık bazen seni saklar bazen de seni ortaya çıkarır. Işık sadece yüzünü gösterir ama karanlık ruhunu.”

Bir an yürümeyi bıraktım, gökyüzüne baktım. Yıldızlar şehrin ışıklarından solgundu ama yine de oradaydılar. “Yıldızlar gibi yani,” dedim. “Onlar hep var ama gündüz göremiyoruz.”

Beyazıd hafifçe başını salladı. “Aynen öyle. Bazı insanlar da böyledir. Gündüz onları fark etmezsin… ama gece, sessizlikte, varlıkları daha da belirginleşir.”

Yürümeye devam ettik. Sokak lambalarının ışığı arada yüzünü aydınlatıyor, sonra tekrar gölgelerin içine bırakıyordu. O an düşündüm: Belki de bu adamın tamamıyla saf yüzü, gecelerde saklıydı. Ve ben, bu sessiz yürüyüşte, onun o saklı tarafına biraz daha yaklaşıyordum...

Sokağın köşesini dönüp evimin önüne geldiğimizde ayak seslerimiz kaldırım taşlarında hafif yankılandı. Sokak lambasının sarı ışığı evin önüne yumuşak bir gölge düşürüyordu. Bir an durup ona döndüm.

“Beni bıraktığın için teşekkür ederim,” dedim, hafif gülümseyerek. “İyi akşamlar.”

Beyazıd, her zamanki sakin tonuyla ama içinde belli belirsiz bir sıcaklıkla, “İyi akşamlar, güzelim,” dedi. O kelime… güzelim. Sanki havada asılı kaldı ve kulağımdan içime doğru yayıldı. Bir an kalbim ritmini şaşırdı. Yüzümün sıcaklığı artarken gözlerimi kaçırdım, anahtarı çantamdan çıkarmakla meşgul göründüm.

Kilidi çevirdim, kapıyı açtım. İçeriden hafifçe deterjan kokusu geldi; yeni temizlik yapmıştı sanırım annem. Kapıyı yarım aralık bırakıp arkamı döndüm. O hâlâ orada, elleri cebinde, sakin sakin duruyordu. Bir anda içimden geldi; kapıyı kapatmadan elimi kaldırıp ona hafifçe salladım. “Görüşürüz,” dedim. Sesim biraz titremişti, fark ettim.

Ve o… Beyazıd… dudaklarının kenarında yavaşça beliren bir gülümsemeyle, bana elini salladı.

İlk defa! O an sanki zaman yavaşladı. Onun gülümsemesini görmek, hele ki bana, sanki uzun zamandır beklediğim ama farkında olmadığım bir şeyi yakalamak gibiydi. İçimde bir anda kabaran bir sevinç… ama aynı zamanda bir şoktu. Çünkü Beyazıd genelde böyle şeyleri yapmazdı. Onun gülümsemesi, hele ki böyle sessiz, sade ama sıcak bir şekilde, çok değerliydi. Çok nadir...

Göğsümün içinde hafif bir baskı, tatlı bir baskı. Sanki orada küçük bir kutu açılmış ve içinden ışık taşmıştı.

“Elini salladı…” dedim kendi kendime, kapıdan ona bakarken. Küçücük bir hareketti ama beni tarifsiz mutlu etmişti. Kapıyı yavaşça kapattım ama içeri girdiğimde sırtımı kapıya yasladım, gülümsediğimi fark ettim. Kendime engel olamıyordum. Çocukken gizli bir hediye almışım da kimse bilmesin diye saklıyormuşçasına. O gülümseme, el sallayışı, sesindeki o hafiflik… hepsi zihnime kazınmıştı. Ve ben, bunun bir daha olup olmayacağını bilmesem de, bu ilk anın heyecanını uzun süre unutamayacağımı biliyordum.

Çok tatlılar cidden

Ama içimde Timur'un ukdesi kaldıııı

Neyse daha karar vermedik sonuçta kiminle olacağına kjfasdjkfhsfasdfs

Bölüm : 08.08.2025 22:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
🔥 / Yasak Oyun (TAMAMLANDI) / 73. BÖLÜM - İLK
🔥
Yasak Oyun (TAMAMLANDI)

41.3k Okunma

3.22k Oy

0 Takip
80
Bölümlü Kitap
1. BÖLÜM - OKUL2. BÖLÜM- İLK TEMAS3. BÖLÜM - BEŞ KURAL4. BÖLÜM - SEÇİLEN5. BÖLÜM - TESADÜF YOK6. BÖLÜM - KIRMIZI PENCERE7. BÖLÜM - KAN RENGİ8. BÖLÜM - BİR BAKIŞ9. BÖLÜM - BUZ PARÇASI10. BÖLÜM - PARTİ11. BÖLÜM - GEÇMİŞİN YÜKÜ12. BÖLÜM - UCUZ NUMARALAR13. BÖLÜM - İYİ OL14. BÖLÜM - TARAFSIZ15. BÖLÜM - GRİ16. BÖLÜM - NET CEVAP17. BÖLÜM - KIZIL HAVUZ18. BÖLÜM - GÜLÜMSE ADA19. BÖLÜM - EZİK20. BÖLÜM - DÖVÜŞ KULÜBÜ21. BÖLÜM - ZAAF22. BÖLÜM - ACININ ÇOCUĞU23. BÖLÜM - RİNG24. BÖLÜM - DOKUNMADIM SANA25. BÖLÜM - YENGE26. BÖLÜM - DANS ET27. BÖLÜM - UZAK DURUN28. BÖLÜM - SARIL BANA29. BÖLÜM - ABİ30. BÖLÜM - GERÇEK31. BÖLÜM - RESİM ATÖLYESİ32. BÖLÜM - ÇIĞLIK33. BÖLÜM - BENİM SAHNEM34. BÖLÜM - 12/D35. BÖLÜM - SADECE ARKADAŞ36. BÖLÜM - DELİSİN SEN37. BÖLÜM - EFSANE38. BÖLÜM - KARANLIK ADAMLAR39. BÖLÜM - ARKADAŞLARIM40. BÖLÜM - ÜÇ İSKENDER41. BÖLÜM - SIFIR42. BÖLÜM - TUZAK43. BÖLÜM - KÜL44. BÖLÜM - ADRES45. BÖLÜM - CD46. BÖLÜM - ÖNCE VE SONRA47. BÖLÜM - YUMRUK48. BÖLÜM - BUÇUK49. BÖLÜM - YARDIM EDİN50. BÖLÜM - NOT51. BÖLÜM - CAMİİ52. BÖLÜM - TOKAT53. BÖLÜM - YOYO54. BÖLÜM - ÇEKİ DÜZEN55. BÖLÜM - HAYATİ GÜVENCE56. BÖLÜM - YENİ DENGE57. BÖLÜM - GÜZELLİK58. BÖLÜM - RANCH SOS59. BÖLÜM - UFAKLIK60. BÖLÜM - FERYAT61. BÖLÜM - YARIŞ62. BÖLÜM - KAÇIŞ63. BÖLÜM - ÇILGIN ŞEY64. BÖLÜM - YENİ MEKAN65. BÖLÜM - KROKİ66. BÖLÜM - SEVGİLİ67. BÖLÜM - MARKET68. BÖLÜM - DAVET69. BÖLÜM - MİSAFİR70. BÖLÜM - YARA71. BÖLÜM - NORMAL72. BÖLÜM - HACKER73. BÖLÜM - İLK74. BÖLÜM - ANTRENMAN75. BÖLÜM - YILDIZ76. BÖLÜM - BUSE77. BÖLÜM - MORLUK78.BÖLÜM - PEÇETE79. BÖLÜM - İTİRAFFİNAL
Hikayeyi Paylaş
Loading...