
Timur karakterimiz yukarıdaki videodaaa...
Tam o anda kapı aralandı. Ahşap menteşelerin çıkardığı gıcırtı atölyeye ağır bir yankıyla yayıldı. Sessizliğin içine bir adım sesi karıştı. Kalbim yerinden oynadı. Basıldım hissi... Belki de fazla abartıyordum. Nereden bilebilirlerdi ne yaptığımı? Gözlerimi on üçüncü kırmızı pencereden çekmek zorunda kaldım. Gelen kişiye istemsizce döndüm. Beni fark etmiş miydi acaba?
Kapıda duran çocuğun yüzü gölgede kalmıştı bir an ama sonra, bir adım attı. Işık yüzüne vurunca ince yüz hatları ortaya çıktı. Çenesinin kenarındaki çizgiler sertti ama yüzünde bir yumuşaklık da vardı. Boyu uzun, duruşu dikti. Saçları dağınıktı; sanki sabah alelacele çıkmış, aynaya bile bakmamıştı. Özensizliği anlamsız bir şekilde dikkat çekiciydi, öyle ki bu bile bir tavır gibiydi. Gömleğinin kolu biraz yukarı sıyrılmıştı. Henüz göz göze gelmemiştik ama bakışlarını merak ettim. Belki selam verecek kadar kibar biridir diye geçirdim içimden. Belki de görmezden gelir, çoğu insanın yaptığı gibi.
Beni fark etti mi bilmiyorum. Bakışları sınıfı taradı, sonra arka köşeye doğru yürüdü. Sessizce bir tabureye oturdu. Eliyle saçlarını geriye attı. Hâlâ konuşmamıştı. Sanki bu boş sınıfa kendiyle birlikte bir şey daha getirmişti. Bir ağırlık mıydı bu yoksa sadece yalnızlığın getirdiği o tanıdık sessizlik mi? Gözlerim kapıya kaydı. Yavaş yavaş doluyordu.
Atölye çok genişti. Duvarda asılı öğrencilerin önceki çalışmaları, renk cümbüşü… Bazıları yalnızca karalama, bazılarıysa gerçek bir fırtına. Sol tarafta büyük bir boyama masası, köşede kavanozlara batırılmış fırçalar. Cam kenarında bir vazoda solmaya yüz tutmuş bir buket lavanta ve sınıfın tam ortasında bir tabure. Etrafında çember oluşturan onlarca şövale. Vay be. Zenginler nasıl hayatlar yaşıyordu? Biz de işte devlet okulunda su kesildiği için susuz sulu boya yapmaya çalışırdık.
Sınıf, dakika dakika kalabalıklaşırken, dışarıda kalan serinlik yerini içerdeki sıcaklığa bırakıyordu. Zil çaldığında gürültüler yavaşça yerleşti, konuşmalar azaldı, fısıltılar yerini beklentili sessizliğe bıraktı. Derken, kapı hızla açıldı. Sınıfın her köşesinden bir kıpırdanma yayıldı.
Sert adımlarla içeri giren, kısa boylu ama ciddi duruşlu bir kadındı. Üzerindeki uzun lacivert yelek, omuzlarındaki kumaş dökümüyle birlikte sert bir gövde çizmiş, saçları ensesinde sıkı sıkıya toplanmıştı.
“İçinizde cesareti olan varsa çıkıp kendini çizmeye gidebilir. Ben bu sınıfta sadece gerçeği görmek isteyenleri istiyorum,” dedi, sesi derin ve netti. Kimse sesini çıkaramadı. Hoca sınıfı hızlıca süzdü, gözleri birkaç sıraya takıldı. Sonra arkalarda bir yerde oturan çocuğa döndü, benden sonra sınıfa giren çocuktu.
“Sen,” dedi, hiç tereddütsüz. “Ortaya geç. Diğerleri, şövaleleri alın. İki dakika içinde çizime başlanmış olacak.”
Sınıf birden homurdanmaya başladı. Ön sıralarda oturan birkaç çocuk başlarını eğdi, arkada bir kız fısıldadı: “Neden Timur? Beyazıd’ı çizelim!”
“Bu sınıf iyice siyahlara ait oldu!”
“Adam şimdi de manken oldu.”
‘’Uff! Bu yakışıklılığı çizmek benim için büyük bir zevk.’’
Uğultu yayıldı. Dalgalar gibi, yavaşça ama belirgin şekilde. Hoca sınıf defterini sertçe kapattı.
“Yeter!” diye haykırdı. “Bu seslerin devamı gelirse, dersi iptal ederim. Notlarınızı sıfır girmekle beraber tabii.”
Kısa bir sessizlik oldu. Herkes birden susmuştu. Timur, başını kaldırmadan ayağa kalktı. Bir saniye! Timur?.. Siyahların lideri Timur! Bu o muydu? Gülle olan fotoğraftaki diğer çocuk! Gözlerimi ayırmadan onu izledim. Ne homurtulara karşılık verdi ne bakışlara. Sadece yürüdü. Elleri cebinde, umursamaz bir ifadeyle sınıfın ortasında yer alan tabureye ilerledi ve duraksamadan oturdu. Omuzları dikti, elleri hala cebindeydi. Bir ayağını taburenin altındaki tahtaya yerleştirdi. Ama gözleri yerdeydi. İtiraz yoktu, gösteriş de.
Şövaleler kuruldu, kağıtlar yerleştirildi. Kara kalem kutuları açıldı. Sınıfta sadece kurşun uçlarının kâğıda sürtünme sesi vardı artık. Ben de önümdeki kağıda göz gezdirdim. Kalemimi elime aldım ama başlamadan önce gözlerim yine ona kaydı. Timur'a. İlk kez görüyor ve bu kadar uzun süre dikkatlice bakıyordum ona. Oysa bu okulda herkes onun adını fısıldayarak söylüyordu. Siyahların lideri. Kuralları bozan, saygı duyan ama boyun eğmeyen o çocuk. Şimdi, tam karşımdaydı.
Kahverengi gözleri, hafif çekikti. O çekiklikte bir uykusuzluk yoktu. Gözleri uyanıktı. Hatta sanki hep bir şeyleri analiz ediyordu. Kirpikleri uzundu ama yoğun değildi. Göz kapaklarının hemen altındaki belirgin kemik çizgisi, ona neredeyse asi bir ifade katıyordu.
Burnu düzdü, ne sivriydi ne yayvandı. Denge gibi bir şey vardı yüzünde. Çenesiyse hafif çıkıktı, ama sivri değildi. Tenine takıldı gözlerim sonra, pürüzsüzdü. Erkeklerde alışkın olduğum o belirsiz, gözenekli görüntü yoktu. Cildi neredeyse cam gibi duruyordu. Omuzları genişti. Oturuşunda bir özgüven vardı ama kasılma yoktu. Bir eli dizinin üzerinde duruyor diğer eliyse cebinden çıkmıyordu. Parmakları uzundu. Kalem tutmak için değil de yumruk sıkmak için yaratılmış gibiydi. Gömleğinin yakası açıktı, okul formasını biraz dağınık giymişti. Lakin bu dağınıklık bile düzenli duruyordu onda. Kasıtlı değildi, rastgele değildi.
Bakarken elimdeki kalemi unuttum. Gözüm, gözüne takıldı. Bir an için. Sanki o da bana bakıyordu. Hayır… Evet! Gözleri gözlerimle buluştu. Yüzünde bir ifade yoktu ama bakışlarındaki keskinlikten içim titredi. Neden sadece gözlerine bakıyordum? Bir anda bakışlarımı çektim. Çizmek istedim onu. Göründüğü gibi değil, göründüğünün altındaki şeyleri dahi. Parmaklarım, kaleme geri döndü. İlk çizgiyi kâğıda bıraktım. Çizgilerim zamanla netleşmeye başlamıştı. Elim, burnunun düzlüğünü, kaşlarının arasındaki mesafeyi, gözlerinin hafif yukarı kıvrılan şeklini yakalamaya çalışıyordu. Ama kalem bir an durdu. Gözüm, alnının kenarındaki o belirgin damar izine kaydı ve aniden bir şey oldu.
Zihnimde bir ses, bir anı fısıldadı. Kütüphane. Kitaplar. Üzerime devrilecekmiş gibi yükselen raflar. Gözlerimi sımsıkı kapatışım. O aptalca korku. Sonra… O el. İri, güçlü ama sakince tutan bir el. Tüm ağırlığı tek başına taşımıştı. Ben gözlerimi araladığımda kitaplar düşmemişti. Düşememişti. O el sayesinde. O anda gözlerini görmemiştim. Yüzünü de tam seçememiştim. Ama şimdi… Kalem elimden kayar gibi oldu. Sınıfta çizim sesleri devam ediyordu ama ben duymaz olmuştum. Sadece o görüntü vardı zihnimde: Kütüphane raflarının arasındaki o an ve şimdi karşımda oturan çocuk.
‘Hayır,’ dedim içimden. ‘O olamaz.’
Zihnim inatla karşılaştırmalar yapıyordu: Parmaklarının uzunluğu, o elin sertliği ama nazikliği. O sakin ama meydan okuyan hâl. Ama hayır… O kadar da olamazdı. Yoksa o muydu? O yüzden mi bana bakmıştı? Tanıdığı için. Yutkundum.
‘’Bir tesadüf. Sadece bir tesadüf,” diye fısıldadım bu kez. Gözlerim yeniden yüzüne takıldı. Bu kez daha dikkatli baktım ama içimde bir direnç belirdi. “Hayır, o çocuk bu olamaz,” dedim kendime tekrar. “Bu, sadece siyahların lideri Timur. Kütüphanedeki yabancı değil. O başkaydı… O…”
Ama kendimi inandırmaya çalıştıkça, içimde bir şey daha da inatla bağırıyordu: “Gördün. Biliyorsun. O'ydu.”
İki liderle de bu karşılaşmalarım fazla ironikti. Gül’ün iki yakın arkadaşıyla. Bunlar da mı tesadüftü? Gözlerim onun yüzünde oyalanırken, sanki bir yerden tanıdığım bir yabancıyı izliyormuşum hissi yakama yapışmıştı Tam o sırada, hiç beklemediğim bir şey oldu. Timur başını hafifçe kaldırdı. Gözleri, sanki bir ağırlığı yavaşça çevirdiği gibi bana döndü. Baktı. Yine. Ne uzun sürdü ne de anlık bir tesadüftü ama o bakış… Düz ve durağandı. Ne şaşkınlık ne tanıma ne de yabancılık. Her şeyden biraz, hiçbir şeyden tam. Onun gözlerinde bir anlam seçmek istedim ama ifadesi taş gibiydi. Düz, dingin, ölçülü. Beni tanıyıp tanımadığını anlayamıyordum. Bu tarafsızlık, nedense ürküttü beni. Kendimi sırtımdan itiliyormuş gibi hissettim, ona doğru. Kalemim elimdeydi ama elimin altında ağırlığını kaybetmişti. Gözlerimi kaçırmak istedim ama bu sefer ben bakakaldım. O başını yeniden çizim yapan öğrencilere çevirdiğinde, içimde bir gevşeme olmadı. Tam aksine, bir şey düğümlenmişti. Neden bu kadar gergindim ki? Sonuçta sadece bir bakıştı.
Ya da değil miydi?
Siz tarafınızı seçtiniz mi?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 41.3k Okunma |
3.22k Oy |
0 Takip |
80 Bölümlü Kitap |