35. Bölüm

*Anılarla dolu bir köşe

tuğba fc
askilav

-

2.KISIM: KENDİNİ AFFETMEK

Açılan kapının ardında bekleyen annesine hiç bakmadan içeri girip ayakkabılarını çıkardı ve tek koluna taktığı çantasını az sonra fırlatmak hevesiyle odasına ilerledi. Aslında oradan çabucak uzaklaşmak istemişti fakat yine de adımları yavaştı. Arkasından annesinin "Hoş geldin oğlum," diye imayla seslendiğini duydu yorgunca ilerlerken.

"Anne Baran bugün senin benim için hazırladığın kuruyemişlerimi çaldı," derken Yağmur'un sızlanır sesi de araya karışmıştı.

"Öyle mi? Niye acaba?"

Baran ikisini de dinlemeden odasının kapısını hızlıca açtı ve gevşekçe tuttuğu çantasını yere fırlattı. Gözlerini içeride gezdirirken ne yapacağını bile unutmuştu, sonradan aklına bir şeyler gelince hala açık duran kapıyı örttü ve üstündeki kıyafetleri çıkarmaya koyuldu.

Okul tişörtünü sandalyesinin üstüne fırlattığı an odasının kapısı açılmıştı. Baran çatık kaşlarıyla geri döndü, açılan kapının kenarında kollarını bağlamış halde annesi ve ona benzemeye çalışarak ikizi Yağmur bekliyordu.

Kaşlarını daha da çattı öfkeyle. "Ne oluyor ya? Üstümü değiştiriyorum çıksanıza dışarı!"

"Bize bağırma Baran!"

"Oğlum ne bu mecnun haller? Suratın asık bir de? Birisiyle mi kavga ettin yoksa?"

Baran dolaptan bir tişört çekip alırken gözlerini bıkkınlıkla devirmişti. Aklına Naz'ın ona bugün söylediği sözler geldikçe yutkunmakta zorlanmaya başlıyordu Gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp bekledikten sonra "Soyunacağım diyorum hala aynı yerde dikiliyorsunuz," diye mırıldandı. "Artık çıkar mısınız odamdan?"

"Cevap alamadım ama?" derken annesi tek kaşını merakla havaya kaldırmıştı.

"Cevaplayacağımı söylemedim," dedikten sonra derince oflayarak başını dolaba yasladı Baran. "Anne beni lütfen rahat bırakın, okuldan geldim yorgunum siz niye benimle uğraşıyorsunuz?"

"Sen deli olunca daha çok mutlu oluyoruz çünkü." Yağmur'un yüzünde hala aynı huysuz ifade vardı. Başını annesinin omzuna yaslayınca ise ufacık tebessüm etmişti. "İnşallah uzun bir süre aynı duyguları yaşamaya devam edersin biz de daha çok mutlu oluruz."

Baran başını dayadığı dolaptan geri çekilip öfkeyle baktı kardeşine. "Kızım bana bak geri al çabuk o sözlerini!"

Zeynep aceleyle iki çocuğunun arasına geçerken "Hop hey şştt sakin!" diye seslenmişti. "Buna izin vermiyorum, yasak! Kavga yok!"

"Anne bu kız bana beddua ediyor duymadın mı?"

"Ay onun bedduası nereden tutsun? Bırak şimdi..." Geri geri gidip kızını odadan çıkardıktan sonra kapıyı kapatmaya koyuldu ancak son kez başını aralıktan uzatmıştı. "Hadi sen giyin üstünü biz çıktık odandan baaayyy!" Kapı kapandıktan sonra annesinin kızgın sesini duymuştu Baran. "Kızım sinirli insana öyle şey söylenir mi?"

Onları da huzursuz ettiğini fark edince parmaklarını saçlarına daldırıp sıkıntıyla bekledi. Yarım kalan üstünü değiştirme işini devam ettirmeliydi, belki de sonra kendini sakinleştirmeliydi.

Okul kıyafetlerinden tamamen kurtulunca bedenini yorgunca yüzüstü yatağına bıraktı. Gözlerinin önüne gelen görüntü, bazen kulaklarını çınlatan ses sürekli alnını sıvazlayarak dikkatini başka yerlere yöneltme çabasına girmesine sebep oluyordu fakat işin ucunda düşünceler tek noktaya kaydığında gösterdiği tüm uğraşın nafile olduğunu anlıyordu.

En sonunda yüzüstü uzanmaktan vazgeçip sırtını yatak başlığına yasladı ve tek bacağını kendine çekti. Bir elini ensesine koyup boştaki eliyle telefonunu çevirirken aklında Naz'a bir mesaj yazma fikri vardı fakat cevap alıp alamayacağını da bilmiyordu.

"Ayak bağıymış," dedi sinirle. "Sen benim aklımı dağıttın ben tek kelime etmedim. Suçlu oldum bir de. Sevdiysem ne olmuş? Canını istedim sanki."

Sinirine rağmen telefonu açtı ve mesajlara girdi. Bir süredir hiçbir şey yazmadıkları için altlarda kalmış sohbetin kenarına bakmıştı onun fotoğrafını görmek için... Ancak orada bir fotoğraf olmadığını unutmuştu, sadece boştu. O boşluğa birkaç saniye baktıktan sonra telefonu da yatağın üstüne fırlattı.

Aklından bir türlü çıkmıyordu, bu da sürekli harekete geçmesine sebep oluyordu. Ellerini ceplerine sokup odasında birkaç defa turladı. Hala duvar dibinde ağlayan Naz'ı düşünüyordu, canını yakan ve onu böyle hüzne boğan şeyi öğrenmeyi çok istemişti fakat hislerini bile reddeden birisinin tüm yarasını kendisine açmayacağından emindi.

Her şeyden habersiz olmak da Naz'ın sınırları dışında hissettiriyordu.

Onun hayatına dahil olmaya ihtiyacı vardı.

Yorgunca masasının önündeki sandalyesine oturdu. Oraya dağınıkça bıraktığı kıyafetler sırtına batarken umurunda olan şey bu değildi.

Aslında onun hakkında hiçbir şey bilmediğini fark edince kendisine de kızmıştı. Tanıştıklarından beri aradan geçen ayları böyle hor kullanması zamana haksızlıktı. Gün gelip de okul bitince hala görüşebilmeleri için bir sebebe ihtiyacı vardı ve bugün olanlardan sonra o sebebi bulmak zor olacaktı.

Dakikaların ardından kapısı bu sefer aniden açılmamış, tıklatılmıştı. Baran başını yasladığı yerden çekip o tarafa döndü. "Gel," derken gözleri epey baygın bakıyordu. Bu da içeri giren annesinin şüphelenmesine sebep olmuştu.

"Badem şekerim," diye seslendi, en yumuşak tavrındaydı. "Müsait misin?"

"Müsaidim, bir şey mi oldu?"

"Bunu asıl benim sana sormam gerekli sanki, bir şey mi oldu?"

"Ne olabilir ki?"

"Değil mi?" İmayla kaşlarını havaya kaldırdı kadın. "Durup dururken böyle mutsuz, huysuz ve uyuz olmanın sebebi ne olabilir ki?"

Annesinin kendisini çok iyi tanıdığını biliyordu, bir süre tedirgince saçlarını kaşıyıp bekledikten sonra Baran oturduğu yerden huysuzca ayaklanıp yatağa oturdu. İlk başta ne söyleyeceğini bilememişti. "Birisi seni hayatında istemediğinde ne yaparsın?"

Zeynep ani gelen bu soruyla bir süre düşündü. "Onu bırakırım," dediğinde ise Baran'ın kızgın bakışlarıyla karşılaşmıştı. "Bırakmamalı mıyım?" derken kelimeler titrek halde döküldü dilinden. "İyi tamam, bırakmam."

"Hayatına nasıl dahil olursun peki?"

"Bilmem, sevdiği şeylerden konuşurdum herhalde."

"Sevdiği şeylerden konuşmak da bir halta yaramıyorsa?"

Artık genç bir delikanlı olan oğlunun suratında artık amansız bir aşkın belirtilerini görmekle, kendi yüzünde de dingin bir tebessüm oluşmuştu. Onun kısa saçlarını yavaşça okşadı ve "O zaman sessizliğimi sevdirirdim," dedi. "Seninle sessizliği de seven kişi, bir süre sonra eminim ki sevmediği şeylerden bile bahsetmek isteyecektir."

Sıkıca tuttuğu çarşafı buruşturup bırakırken gözlerini oradan annesine çevirdi Baran. Hafifçe boğazını temizledi ve "Öyle de güzel," diye mırıldandı kısık bir sesle. Az önce bıraktığı çarşafla tekrar dalgınca oynamaya başlamıştı. "Yani... Konuşmazken de güzel. O güzel değil, aslında o da güzel tabi ama ben şeyden bahsediyorum, sessizlikten." Göğsünü şişirerek derin bir nefes aldı ve bıraktı, sonra kendisini heyecanla takip eden annesine baktı. "Ben şimdi tam olarak ne anlattım sana?" derken manasız kelimeleri bir araya getirmesinden dolayı kendisine kızmıştı Baran.

"Kör kütük âşık oldum dedin herhalde? Doğru muyum?"

"O konuda bir sıkıntım yok zaten." Bir kolunu ensesinin arkasına koyup yatağına boylu boyunca uzandı, artık sadece beyaz tavanı seyrediyordu. "Ben bu kıza basbayağı tutuldum; asıl sorun, onun bunu istememesi."

"Aşkın sihri de budur zaten, her şeyi apansız zamanda ters yüz edebilir. Bakalım Baran efendi, sen bu inatçı kızı-..."

Baran annesinin sözlerini çabucak böldü. "İnatçı değil o, nazlı," demenin ardından kendi kendine fısıldadı. "Nazlı kız."

4 yıl sonra

Ertesi sabah uyanmak için sebep arayışında bulunduğu gecelerin hepsi artık birer gündüz kadar rahat değildi kendisi için. Hala karanlıkta kalıyor, bazen gözyaşı döküyor fakat bir gerçekle yüzleşiyordu. İnsan istediği hayatta yaşadığı müddet, üzüntüsünü de sevebiliyordu demek ki.

İstediği hayata kavuştuktan sonra hüzünlerin son bulacağını düşünmek sanrısına kapılmamıştı Naz. Bu yüzden yaşların yanaklarını ıslattığı günler büyük eziyetler değildi ve her şey, çoğunlukla her şey katlanılabilir düzeydeydi. Dayanamayacağı kadar yük taşıdığını hissettiğinde ise acılarını paylaşabileceği birilerinin çok uzağında olmadığını biliyordu.

Karşısında dikkatini sadece konuştuklarına yoğunlaştırmış halde hala gün için olanları anlatan Naz'ı seyretmeye devam etti Baran. Çenesini avucuna yaslamıştı, gözleri başka yerde geziniyordu ve bazen eliyle uzun dalgalı saçlarını düzeltiyordu. Aradan geçen yılların, Naz'ın çehresinde değiştiremediği çok şey vardı; değişen tek şey ise oraya gömülmüş hüzündü.

Artık gözleri de gülüyordu, her anlamda gülüyordu. Etrafına saçtığı ışığın farkına varamadığı bir gülüşe sahipti. Eskisinden daha az düşünmenin bir etkisiydi belki de, bu yüzden daha çok konuşuyordu.

"Kadın geldi ve bana yapamayacağımı söyledi, bana dedi!" derken eliyle kendisini işaret etti Naz, şaşkın gülüşünü sürdürmekteyken gözlerini de hayretle irileştirdi. "

Dudağının tek tarafını kıvırıp onun bu heyecanına tebessümle karşılık vermişti Baran. "Sen de hemen hallettin tabi?"

Naz'ın yüzü daha da aydınlandı. "Yalan değil ilk başta beceremedim," dedikten sonra bir elini dudaklarına örtüp hafifçe kıkırdadı. Baran onun parmaklarını çekip sıcak avcunun arasına hapsetti. Naz ise onun her zaman yaptığı bu harekete çoktan alıştığı için olanları anlatmaya devam etmişti. "Ama sakladım, göstermedim yapamadığımı. Sonra biraz araştırarak öğrendim ve bir çırpıda hallediverdim. Kadının yüzünü görmeliydin Baran, çok bozuldu! Kem küm etti ama asla teşekkür etmedi. Ben de bir şey olursa lütfen sormaktan çekinmeyin dedim, iyi demiş miyim sence?"

"Çok iyi demişsin güzelim," dedikten sonra yanağından ufak bir makas aldı ve hemen ardından hala tabakta bekleyen tatlıyı işaret etti. Konuşmaya kapılınca hevesle beklediği tatlıyı bile unutmuştu. "Onu artık yiyorsun."

"Tamam dur yiyeceğim bir dakika." Göstermelik bir hareket olarak çatalını eline aldı ama hala anlattıklarına odaklıydı. "Veeee ne oldu? Ne oldu sence?"

"Ne oldu bakalım?"

"Mezuniyet dilekçemi verdim, artık yarı mezun sayılırım!" Çatalını havada birkaç kere sallayıp kendi kendine dans etti. "Hem de yüksek onur öğrencisi olarak. Artık ne vize ne final ne de büt... Hiçbiri yok hayatımda, harika değil mi?"

"Harika tabi ki de," derken avucu arasında bekleyen ele parmaklarını geçirip sıkıca kavradı. Bu esnada Naz da çatalıyla aldığı bir parça tatlıyı Baran'a uzatmıştı yemesi için. "Artık bahanen kalmadı bana gelmemek için," dedikten sonra önünde duran tatlıyı ısırdı.

"Sana gelmek mi? Sen direkt sana taşınmamı istiyorsun!"

"Senden duyunca daha güzel geldi kulağa." Tüm isteğini gözlerindeki parıltıyla belli ederken biraz daha öne eğilmişti Baran. "Evet taşın işte, zaten ben artık işinde gücünde bir adamım öğrenci gibi takılmayı bırakalı çok oldu."

"Okulu bir dönem erken bitirdin, on yıldır öğrencilikten uzak gibi davranıyorsun." Kendi dokunmadığı tatlıdan Baran'a yedirirken onun bu gururlu haline güldü Naz. "Birkaç ay önce sen de proje yetiştireceğim diye uğraşıyordun ne oldu o günlere?"

"Artık başka şeylere öncelik vermeye başladım." Sözleri arasında dudaklarını kıvırıp göz kırptı Naz'a. Onun utangaç bakışlarını üstüne çektiğinde ise dudaklarına tekrar tatlıyla dolu bir çatal uzanmıştı. Baran aniden tıkıştırılan lokmayı çiğnerken "Kızım sen de şunun hepsini bana yedirdin," dedi huysuz halde.

"Ama ne yapayım sen de yediğin zaman hoşuma gidiyor." Neredeyse çoğu biten tabağı biraz öne ittikten sonra dirseklerini tekrardan masaya yasladı ve gözlerini Baran'ın yanında tuttuğu poşette gezdirdi. "Onu boş ver de sen şu hediyeyi ne zaman vereceksin bana?" Geldiklerinden beri 'ufak bir hediye' diye bahsedilen şey aynı yerdeydi, Baran çıkarıp göstermemişti ve Naz'ın merakı gitgide artıyordu. "Çok merak ettim hadi ver artık."

Baran önündeki sert kahveden yudum alırken onu sanki hiç duymamış ve hatta görmemiş gibi yaptı. "Baran..." diye bir sızlanma işitince bu ufak oyuna devam etmeye kalmadan Naz çoktan yerinden kalkıp aralarındaki boş sandalyeye oturmuştu bile. "N'olur bak çok merak ettim."

Bu sefer sandalyeden yükselip Baran'ın diğer tarafına eğildi, poşeti almak istediğinde Baran Naz'ı engellemek için usulca belinden kavramıştı. Bu esnada yakınlıklarından istifade edip yanağını öptü usulca. Yüzlerine dökülüp tenini huylandıran saçları geri iterken bu yakın mesafeden biraz daha faydalanmıştı.

Naz en sonunda geri çekildiğinde Baran "Bu sefer beğenecek misin bilmiyorum," dedi tuhaf bir ifadeyle. Gözleri, bir şeyi kontrol edercesine Naz'ın suratında geziniyordu.

Öne düşen saçlarını arkaya ittirirken kızgın bir bakış attı Naz. "Ne zaman beğenmedim ki senin hediyelerini? Hepsi benim için çok özel Baran, sen bana bir kağıt parçası versen bile hiç şikayet etmem."

"Güzelim sen yine de çıtayı o kadar düşürme tamam mı?" dediği esnada karton poşeti Naz'ın kucağına bıraktı Baran. "Benden gerekirse canımı da iste."

"Abart." Naz gülerek gözlerini devirmişti bu sözlere, sonra da poşeti açmaya koyuldu.

"Valla iste bak, vermezsem-..."

Konuşmaları arasında araladığı poşetin içindeki hediyeyi görünce "Ne?" diye mırıldandı Naz, sonra da şaşkınlıkla titreyen bakışlarını Baran'a çevirdi. Onda da korku dolu bir ifade vardı sanki az sonra bir dehşet yaşayacaklarını hissediyormuş gibi.

Yine de metanetini korumak isterken ağlama isteğiyle daha da incelen sesini düzgünce kullanmaya çalıştı Naz. "Sen ciddi misin şu an?"

Sonra da bir cevap beklemeden Baran'ın boynuna uzandı, kollarını sıkıca ona sararken hediye masanın üzerinde kalmıştı.

Baran kollarını kucağında ince bedene sarıp kısık bir sesle mırıldandı. "Ben ciddiyim de lütfen beni korkutmayacak bir tepki ver Naz."

Naz saklandığı omuzda akan gözyaşlarını silmek için kendine kısa bir süre tanımıştı, elinin tersiyle yanaklarına düşen ıslaklığı silip burnunu çekti hızlıca. Bu kadar çabuk dağılacağını düşünmezdi fakat hem Baran'ın hem de ince fikirlerinin insanı kolay etkileyen bir tarafı vardı. Geri çekildiğinde "O kadar beğendim ki," dedi fısıltıyla. "Yani keşke sadece beğendim demekle anlatabilseydim, bu çok farklı hissettiriyor Baran..."

Her şeyin çok geçici olacağını, her zaman bir rüzgâr esintisinde savrulacak kadar çelimsiz yaşayacağını inandığı zamanlardan sonra kendisi için, kendisinin bile düşünemediği şeyleri düşünen birisiyle olmak; çoğunlukla şok etkisi yapsa da artık buna alışmıştı.

Yine de bir çerçevenin ortasında kendisini annesiyle yan yana görmek alışılabileceği bir durum değildi henüz. Üstelik fotoğrafın sanki dün çekilmiş kadar yeni olmasına ağlamaktan başka bir tepki göstermenin imkânı yoktu. Yanında annesinin de olmasını istediği mezuniyet gününde, gerçekten o gün yan yanalarmış gibi düzenlenmiş bir çalışmaydı Baran'ın hediyesi. Gerçekleri bilmeseydi, onun hiç ölmediğine bile inanabilirdi. Gerçi buna gerçekleri bilse bile inanmayı çok isterdi Naz.

Baran onun gözlerindeki yaşlara uzanıp geride kalan ıslaklığı temizledi özenle. "Beğenmenden çok korktuğum da buydu, hemen döktün yaşlarını nazlı kız."

Biraz rahatlamak isteyerek burnunu çekti Naz. Masaya bıraktığı fotoğrafa bakarken "Buna da ağlarım ama," diye mırıldanmıştı. "Asıl anı köşeme asarsam ne yapacağım? Ya her gün bakarak ağlarsam?"

Öne düşen dalgalı kahverengi saçları geri itip "İzin vermem," dedi Baran net bir sesle.

Naz kendi ellerinin tersini hızlıca yanaklarına sürdü, kendisini her şeye rağmen gülmek için zorlarken "O zaman deneyelim mi bunu?" diye sordu.

"Beni eve mi atıyorsun şimdi?"

"Sadece fotoğrafı anı köşeme yerleştireceğiz, başka anlamlar arama."

"Yok sen şu an beni bayağı eve atıyorsun."

Onun inadıyla beraber artık zorlayarak değil, içten gelen bir gülüşle karşılık verdi Naz. Diğer koltukta duran ceketine uzanırken başını yana eğip Baran'a baktı uzun uzun. Sonra da onu ansız bir hayrete düşürecek kadar ansızın mırıldandı. "Seni çok seviyorum."

-

Eve geçtiklerinde Naz uzanıp girişteki düğmeye bastı. İki odalı evinde içeri girince ilk önce salonunu görüyordu ve hatta tam karşıda kalan akvaryumlarını. Üstünü bile çıkarmadan oraya ilerledi, bir balığını ayırdığı akvaryuma baktı. Normalde cama dokunup dikkatini çektiği balığı bu sefer rahatsız etmemişti. Suda gezinen turuncu balıktaki ufak yumru hala gitmemişti, yakında doğuracağını biliyordu Naz.

"Baran baksana balığımın doğurmasına çok az kaldı," dedi fısıltıyla.

Baran da onun yanına eğilip pek anlamayarak akvaryuma bakındı. Yalnız başına dolaşan bu balığı ve diğer akvaryumda yaşayan diğer balıkları, Naz bu evde kalmaya başladığı ilk zaman almıştı. Kedi, köpek hatta kuş korkusundan dolayı yanına hiçbir hayvanı yaklaştıramadığını görünce dost canlısı olan bu balıkları hediye etmek daha güzel görünmüştü gözüne. "Hani?" dedi pek anlamayarak, bir farklılık göremiyordu.

"Baksana karnı şiş!" Naz parmağını kaldırıp balığı işaret etti, ansızın heyecanlanmıştı. "Sen yirmi beş otuz günde doğuruyorlar demiştin, karnı şişeli neredeyse bir ay oldu artık doğurması lazım... Hem rengi de bayağı siyah olmuş, ay kesin doğuracak!"

Üstündeki ceketi çıkarmayı bile unuttuğu için Baran onu üstünden sıyırıp rahatlamasını sağladı. "Güzelim sen ondan daha mı çok stres oldun sanki?" derken eğilip gerçekten parlak gözlerle akvaryumu seyreden ela bakışları kontrol etmişti bir de.

"Off evet..." Ellerini yanaklarına kapatıp diğer balıklarını seyretti biraz da. Birden fazlaydılar ve evdeki yalnızlığı kırıyorlardı, bazen onlarla sohbet ettiği de oluyordu tıpkı Baran'ın annesinin kendisine yolladığı çiçeklerle konuştuğu gibi. "Üstünü örtelim Baran, doğurursa eğer öyle yapmamız gerekiyormuş biraz araştırmıştım ben."

Baran'ın üstünden çıkardığı ceketi alıp özenle akvaryumun üstüne örttü ama sürekli açıp baktığından dolayı neredeyse hiç örtmemiş sayılırdı. Cama biraz daha yaklaşıp suyun içine göz gezdirdi. "Çok fazla olacaklar... Kaç tane doğuracak acaba? Ay hepsine nasıl bakacağım ben? Daha çok yem lazım, sık sık akvaryumu temizlemem lazım..." Başını geriye çevirdi ve sevgilisini kontrol etti bu sefer. "Baran, bir tane de çöpçü balığı mı alsak acaba? Belki bana yardımcı olur, ne dersin?"

"Evlenelim de akvaryumu kocam temizlesin demen gerekirken," diye huysuzlukla mırıldandı Baran. "...çöpçü balığı mı istiyorsun gerçekten? Ben niye bi' çöpçü balığına tercih ediliyorum şu an?"

"Aşkım sen yorulma diye öyle dedim," derken gözleri sürekli artık kaldırdığı ceketin altından akvaryumda dolaşıyordu. O sırada suya karışan çok ufak bir balık gördüğünde "Ayy doğurdu doğurdu!" dedi heyecanla.

İlk yavrudan sonra birkaç tane daha art arda gelmişti, doğan yavruları beraber seyrederlerken Baran ceketi tamamen kaldırıp attı. "Hayırlı olsun balığın anne oldu."

Küçük balıklar suyun içinde kendilerine yer ararken yumrusu giden balık da etrafta dolaşmaya başlamıştı. Parmağını cama yaslarken başını geriye çevirip artık kendisi gibi dikkatle yavru balıkları seyreden Baran'a baktı Naz. "Gerçekten inanamıyorum, bugünleri göreceğimi hiç düşünmezdim... Balık torunlarım oldu resmen."

"Yedi."

"Efendim?" Hiçbir şey anlamayarak saf bir tavırla başını iki yana salladı. "Ne yedi?"

Baran parmağıyla akvaryumu işaret etti ona. "Yavrusunu yedi."

"Ne?" Naz büyük bir hayretle balıklara yaklaştı hemen, gözleri dikkatle onları kontrol ediyordu fakat sayılarını tahmin edemediği ve çok hızlı hareket ettikleri için tam anlayamıyordu. Tam o anda başka bir yavrusunu daha kapan dişi balığı fark edince "Ama..." diye hüzünle konuştu. "Bir tane daha yedi, nasıl ya? Baran... Yiyor bu balık çocuklarını."

"Bebeğim araştırırken görmedin mi hiç? Bazen yiyebiliyorlarmış."

"Gördüm de... Benim balığım daha merhametli olur sanmıştım." Ayağa kalkıp kenarda bekleyen bitkilere uzandı. "Şunu koyalım, belki daha fazla yemesini engeller."

Bir süre balıkla ilgilendikten sonra Naz içinde annesiyle fotoğrafının bulunduğu fotoğrafı alıp odasına geçti. Baran da anılarla süslediği yerin önündeydi.

Çalışma masasının önünde duvara yaslı duran bir panosu vardı, panonun üstü çeşitli fotoğrafla doluydu. O evden ayrıldıktan sonra geç kaldığı hayatına başlamış gibi çok fazla şey yaşamıştı Naz. Bazen bunca hızla kapılıp gittiği zamanların kötü şeylerin tekrar onu bulacağına işaret ettiğini düşündüğü anlar oluyordu, sonrasında bu ürkütücü inançtan vazgeçiyordu. Hayatı artık yarının ne getireceğini düşünemeyeceği kadar dibe batmıştı zaten.

Tüm üniversite yıllarını panoya sığdırmak zor olsa da bir şekilde başarmıştı, bazen geceleri uyumadan önce oraya bakarak dalıp gittiği oluyordu ve hemen ardından anlamsızca gülümsüyordu çünkü artık hatırlayınca kendi kendine gülecek kadar çok şey yaşamıştı.

Fotoğrafların çoğunda Baran vardı, onunla düştüğü yerde çekilen en şapşal anını bile panoya asmıştı. Eğer Naz aşkın da yaşanabilecek bir şey olduğunu hiçbir zaman kabullenemeseydi bir şeyi çabucak yok saymış olacaktı: kendisini.

İnsan bazen tüm reddedişlerine rağmen başkasıyla da tamamlanabiliyordu. Bazen bir çocuk gibi didiştiği, bazen bir çocuk gibi eğlendiği, gençliğini geçirdiği, ilk aşkı tattığı, beraber aklına bile gelmeyen her şeyi yapabileceği kişinin şimdi hayatında olmaması düşüncesi bile tüylerini ürpertebilirdi.

Oraya yaklaşık başını Baran'ın omzuna yatırdı ve fotoğraflara bakmaya başladı. "Artık doldu sanki anı köşem."

Baran hemen "Yenisini yaparız," diye mırıldandı.

"O zaman ne asacağız?" Elinde tuttuğu hediyesini kaldırıp annesiyle olan fotoğrafa baktı. Hiç de daha sonradan oluşturulmuş gibi durmuyordu, belli ki büyük bir özenle hazırlanmıştı. O fotoğrafı panosunun tam ortasına tutturdu ve geri çekildi, böylelikle sanki eksik kalan bir şey tamamlanmış gibi hissetmişti Naz.

"Benim aklımda güzel şeyler var." Önünde durduğu masaya biraz daha eğilip bakışlarını Naz'a çevirdi Baran. Ona bir şeyler anlatmak istercesine gülerken Naz ise yavaşça tek kaşını havaya kaldırdı.

"Ne o aklındaki güzel şeyler?"

Baran'ın Naz'ın merakla kaplanmış suratını kavrayıp yüzüne eğilirken "Zamanı geldiğinde görürsün," diye mırıldandı çünkü fotoğraflar duvarı boydan boya kaplasa da yaşanacak şeyler henüz bitmiş sayılmazdı.

-

Güzel yorumlarınız için hepinize teşekkür ederim :')

Bölüm : 28.11.2024 20:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...