41. Bölüm

*Farklı Kaderler

tuğba fc
askilav

Mutfağı saran portakal kokusunu derin derin içine çekip mide bulantısından kurtulmaya çalıştı. Alnına düşen saçlarını geri iterken bununla nasıl baş edeceğini bilmiyordu. "Of..." diye sızlandığında ağlamamak için kendisini zor tutmuştu. "Geç artık, ne olur geç..."

İlk başta iyi gelen portakal kokusu bir süre sonra mide bulantısına katkıda bulunmaya başlayınca elini dudaklarına kapatıp boğazına yükselen öğürme hissini sonlandırmaya çalıştı Naz. Bir türlü bitmiyordu, boğazı kasılıyor ve midesindekiler ağzına yükseliyordu.

En sonunda duvara tutunarak mutfaktan ayrıldı ve hole geçti. Elini şiş karnına bastırırken yaşadığı rahatsızlığa rağmen gülümsemişti. "Annecim, şimdi yapmasan olmaz mıydı?" diye mırın kırın konuştu. "Birazcık rahat kalamaz mıydım bebeğim? Hm? Lütfen..."2

Artık hiçbir kokunun bulunmadığı yerde nefeslenip kendine gelmeye çalıştı. Gözlerini etrafta gezdirerek başka şeyler düşünmeye çalışırken bunun bulantısına iyi gelmesini ummuştu. Birkaç dakika sonra biraz rahatlayabildiğinde aceleyle odasına geçip üstünü değiştirdi. Saçlarını da tekrar sıkıca toplarken aynadan haline göz atıyordu.

Yan dönüp karnını kontrol etti. Bebeği artık altı buçuk aylık olmuştu ve karnı eski halinden daha belirgindi. Ona dair bir belirti taşıdığı ve bunu rahatlıkla görebildiği için biraz daha mutluydu. İlk başlarda karnı küçük olduğu için acaba içimde gelişmiyor mu, ona iyi bakamıyor muyum diyerek duygusallığa kapıldığı çok olmuştu. Daha sonraları aldığı teselliler biraz yatıştırsa da karnının büyümesini hep heyecanla beklemişti Naz.

Yirmi sekiz yaşındaydı, annesinin öldüğü yaştaydı. Bunu kendisi için bir dönüm noktası hissederken aklına ölümü getirip de kendisini korkutmuyordu ancak bunun tuhaf duygular yaşattığı da bir gerçekti. Sadece bir sene sonra annesinden daha büyük olacaktı. Oysa bir zamanlar Naz, kendisinden hayli uzun, kendisinden çok daha güzel ve kendisinden çok daha güçlü bir kadının minik bebeğiydi. Onun kucağına uzanır, hikayeleri ondan dinlerdi.

Hala annesinin minik bebeği gibi hissetse de yakında hayatına başka bir bebek katılacaktı. Kendi bebeği... Kendi minik, sevilesi, tatlı bebeği. Onu hayal ettiğinde ve ona nasıl anne olacağını düşündüğünde hep Çiçek'i hatırlıyordu.

Kendisine tilkinin hikayesini anlatan, saçlarını ören ve beraber şarkı dinlediği annesini hatırlıyordu. Onun gibi olmak istiyordu, aslında bunu düşlerinde canlandırıyordu. Ben de kızıma kuyruğu kopan tilkinin hikayesini anlatacağım.

Düşünceler içinde saçlarını toplamayı bırakıp elbisesinin üzerinden karnına dokundu. "Acaba kime benzeyeceksin?" diye düşünürken aklında hiçbir surat belirmiyordu. Eşsiz bir şey olacaktı. Alt dudağını ısırıp iç geçirdi yine. "Biraz çabuk gelsen olmaz mı bebeğim? Gerçekten çok merak ediyorum seni."

Sonra bunun iyi bir dilek olmadığına kanaat getirip "Yok yok," dedi hızla. "Çabuk gelme, sağlıkla gel. O bana yeter bebeğim."

İşe ara vereli bir ay olmuştu, aslında biraz zorlasa sıkıntı yaşamadan çalışmaya devam edebilirdi fakat ilk kez yaşadığı bu süreci kendisine ayırmak istemişti. Vaktini çoğunlukla kitap okuyarak, öğrenerek ve rahatlamasına yardımcı olacak şeylerle geçiriyordu.

Baran'ın yanında olmadığı zamanlar kendisine ise Baran'ın annesi ya da Mine eşlik ediyordu. Bugün de alışverişten sonra Zeynep uğrayacaktı yanına.

Tam iki eliyle birden karnını sarıp sağa sola dönerek karnına bakmaya devam ederken kapı çaldı. Naz odadan ayrılıp oraya ilerledi, mutfaktan sızan portakal kokusu tekrar burnuna iliştiğinde yüzü buruşmuştu. Oysaki hamileliğine kadar portakalı çok severdi, bu yüzden bir portakallı kek yapmak istemişti ama bir daha yapacağını sanmıyordu.

Kapı deliğinden geleni kontrol ettikten sonra açtı, Zeynep gelmişti. Onu gülümseyerek karşılarken "Hoş geldin anne," dedi usulca. Evlendikten bir süre sonra bu konuşma aralarında geçmişti. Naz ilk başta tereddütle yaklaşsa en sonunda birisine anne diye seslenirken o güveni ve sıcaklığı hissetmeyi ne kadar özlediğini fark edince ona bu şekilde seslenmeye başlamıştı.

"Hoş buldum badem şekerim," diyerek içeri giren Zeynep bu konuda Naz'ın tanıyabileceği en iyi kişiydi. Direkt elini karnına yaslayıp "Sen de hoş geldin nine diyorsun değil mi? Sana da hoş buldum en küçük badem şekerim," dedi neşeli bir tonda.

"Adını bu şekilde koymama çok az kaldı, o kadar az kaldı ki anlatamam," diye mırıltıyla konuştu Naz. Kendi kendine gülüyordu fakat isim konusu kafasında büyük bir karmaşa yaşatmıştı.

Zeynep ceketini vestiyere bırakırken çabucak Naz'a döndü. "Kızım sen bunu mu dert ediyorsun kendine?"

"Evet ediyorum, hala bir ismi yok kızımın."

"E hani Ela koyacaktınız siz?"

"Bilmiyorum, Baran kararı sana bırakıyorum istemiyorsan Ela koymak zorunda değiliz dedi." Beraber içeri geçerlerken Naz başını onun omzuna koyup derince iç çekti. "Halbuki en başta beni bu yükten kurtardığı için sevinmiştim, şimdi aklımı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyor anne."

"Baran da iyice şaşırmış belli, sen arada bi' şöyle güzelce tartaklamıyor musun bu oğlanı?" Koltuğa oturup birbirlerine döndüklerinde Naz Zeynep annesinin yine pervasızca konuşmasına karşın güldü. O tanıdığı en rahat insanlardan birisiydi, böyle umursamaz öğütler verdiği oluyordu.

"Hayır ona kıyamıyorum ki," dedi gülüşleri arasında.

"Hiç işini bilmiyorsun yavrum." Koltukta daha rahat pozisyon alıp Naz'ı rahatlatacak bir şeyler söylemeye devam etti. "Bırak bunun derdini de Baran çeksin, zaten bebişi karnında taşırken yeterince yoruluyorsun. İsim için de mi sen yorulacaksın?"

"Ama zaten Ela ismini o söylemişti." Seneler önce Bodrum'a gittiklerinde dile getirdiği o hayalin gerçekleşmesine az kalmıştı, bir kızları olacaktı ama hala isimsiz haldeydi. "Şimdi de beni baskılamaktan korktuğu için vazgeçti." Başını sıkılgan halde iki yana salladı. "Bana kalsa ben tam dört tane isim koyacağım ya da bu çocuk isimsiz kalacak anne."

"Aklında neler var söyle, sana yardımcı olayım."

Naz bir an gelen bu soruyla dudaklarını yalayıp düşünceler içinde bekledi, saniyeler sonra herhangi bir cevap veremeyince "Hiçbir şey yok," demişti şaşkınlıkla. "Hiçbir fikir gelmedi şu an aklıma."

Aniden burnuna gelen kokuyla sözlerini yarıda kesip başını geriye çevirdi Naz, yüzü buruşturmuştu. "Bu ne?"

"Ne?" Zeynep de onun gibi dönüp kokuyu takip etti, sonra sorgulayan halde Naz'a baktı. "Yanık kokuyor sanki, fırında bir şey mi var yoksa?"

"Ay kek vardı..." Aceleyle kalkmak istediğinde kolundan tutulmuştu. "Sen dur ben bakayım."

Zeynep'in salondan ayrılmasıyla tek başına kalan Naz düşünceli halde başını koltuğa yasladı. Elini de yine alışkanlıkla karnına yaslamıştı. Elbisenin kumaşının altından göbeğini okşarken bir türlü karar veremediği isim konusunda kendi kendine uzlaşmaya çalışıyordu. "Ela," derken içine sinsin diye bir süre tekrar etti. "Ela Ulutaş?"

Bunu ifade ettikten sonra dudakları sabırsızlıkla iki yana kıvrılmıştı. "Ela... Bizim kızımız."

Dakikalar sonra Zeynep odaya geri dönmüştü, elinde eve girerken taşıdığı bir poşet vardı. "Kek biraz çok az yanmış yavrum, soğuyunca ayıklarım ben onu."

"Sen hiç dokunma ben yaparım."

"Olur mu öyle şey?"

"Olur olur, mutfakta vakit geçirirken hareket etmiş oluyorum. Oturmaktansa orada uğraşmak daha iyi geliyor."

"Sen bilirsin bebeğim." Koltuğa otururken "Ay bak ben ne aldım," demiş ve paketi açmaya koyulmuştu. "Gerçekten dayanamadım Naz o kadar güzel şeyler var ki."

"Hani bakayım."

Paketin içinden bir elbise çıkmıştı. Beyaz kumaşın üstüne kırmızı minik çiçeklerin bulunduğu şey bir bebek elbisesiydi. Onu tutup açarken "Anne çok güzel bu," dedi heyecanla.

"Değil mi? Ben de bayıldım." Elbiseye uyumlu olan bir saç bandını da çıkarmıştı poşetten. "Bir gün yorgun olmazsan beraber çıkalım alışverişe, hem yürüyüş yapmak iyi gelir."

"Haklısın annecim." Kırmızı çiçekli elbiseye son kez baktıktan sonra onu katlayıp aralarına koydu yine. İçindeki heyecanı, bu sabırsız bekleyişi nasıl dindireceğini bilmiyordu. Hiç görmediği birisini delicesine özlüyordu.

Onunla anı biriktirmek için kurduğu hayaller bir an önce gerçekleşse bile bu hislerin dineceğine dair bir inancı yoktu aslında. Aksine bu hisler katlanarak çoğalacak gibiydi.

-

Vakit akşama varırken evde yine tek başına kalmıştı. Mutfak oturuyordu, açık pencereden ılık bir hava girerken gözleri dalgınca satırlarda geziniyordu. Parmağını kitap sayfasının üstünde gezdirdi, bu esnada fazla kızarmış portakallı kekinden atıştırırken damağına yayılan tattan dolayı yüzünü buruşturmuştu. "Niye yanınca daha güzel oldun ki sen?"

Çatalıyla keki dağıtıp önünden itti Naz. "Güzelsin ama yemeyeceğim."

Yediğine içtiğine dikkat ediyordu, bebeğine bir şey olacak korkusuyla hayatı daha dikkatli yaşar hale gelmişti. Gözü yanık kekte dolaşırken alt dudağını ısırdı. Aslında biraz daha yemek istemişti ama eli uzandığı an geri çekiliyordu. "Yok yok... Tamam, çok zararlı yiyemem maalesef."

Kitabını biraz daha önüne çekip kendisini kelimelere odaklamaya çalışırken gözü sürekli yanık keke kayıyordu. Derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı. Ne yapacağını şaşırmıştı, yanık bir şey yemek istemiyordu ama canı çektiğinden dolayı kıvranır hale gelmişti. Kitabı kapatıp mutfaktan uzaklaşırken salona geçti ve canı sıkıldığında yaptığı gibi balıklarının karşısına oturdu.

Akvaryumda gezen balıklarının dikkatini çekmek için arada cama dokundu fakat hiçbiri kendisine dönmemişti. Yıllar önce Baran'ın yalnızlığını kırması için aldığı bu balıkların yerine yenileri gelmiş, sürekli değişmişlerdi ama onlarla paylaştığı şeyler hiç değişmiyordu. Suda süzülürlerken koca gözlerini kendisine çevirdiklerinde Naz da başını oraya yaklaştırdı. Kendi doğurduğu çocuğunu yiyen anne balığı hatırlatınca yüzü buruşmuştu. "Ben de mi ona dönüştüm yoksa? Yanık kek yedirdim çocuğuma ya... Allah beni bildiği gibi yapsın."

Bir süre dalgınca akvaryumu seyretti, sonra küçük balıklara karşı merhameti kabarınca içeri zarar vermeyecek kadar biraz daha yem atmıştı. "Aç kalmayın," dedi şefkatli bir tonda.

O sırada arka taraftan bir hareketlilik hissetti, başını geriye çevirdiğinde ceketini kolunda taşıyarak içeri giren Baran'la karşılaşmıştı. Bakışlarını üstünde dolaştırırken "Bebeğim," demişti usulca. "Ne yapıyorsun bakalım?"

Naz dudaklarını iki yana kıvırıp gözlerini kısacak kadar gülümsedi ona. "Hoş geldin aşkım, balıklarımızı besliyorum."

"Hmm..." Ceketini kenara bırakıp yorgunlukla yere Naz'ın yanına oturup karısını kendine çekti. Onun hamile olmasına rağmen kollarında ufalan bedenini sararken başını da omzuna yaslamıştı. Boynundan yayılan ferah kokuyu solurken "Balıklarımız doydu, peki anne-kız siz de doydunuz mu? Yemeğinizi yediniz mi?"

Bir an kendi kendine gülerken "Yanık kek yemedim," diye mırıldandı Naz. Hemen sonra yaptığı şeyi farkında olmadan ortaya çıkardığı için dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini irice açarak Baran'a döndü.

Evin içinde bir sessizlik sürüyordu. Baran da Naz'ın bu şaşkın haline baktı uzun uzun. "Yanık kek yedin demek?"

"Yemedim dedim ya Baran."

"Nasıl, güzel miydi tadı?"

Başını yana doğru eğip ince bir tonda mırıldandı. "Çok az tadına baktım. Yaklaşık iki çatal ucu ediyor bu miktar. Hatta hepsini bir araya toplasak bir tatlı kaşığı bile etmeyebilir. O kadar ufaktı ki hiç zararlı sayılmaz bence." Kaşlarını bir sorgulama hissiyle havaya kaldırdı, ellerini yine göbeğine sardığında bu sefer Baran'ın elleriyle karşılaşmıştı. Parmaklarını birbirine geçirdi sıkıca. "Aşkım bebeğimizi zehirlememişimdir değil mi?"

"O ne demek şimdi? Annesi beğendiyse bebeğimize şifa olur yedikleri." Burnunu boynuna kapatırken dudaklarını da değiştirmişti, gelir gelmez üstünü değiştirmeden buraya oturmak dinlenmek için en iyi fikirdi. Kalkası hatta Naz'ı da kucağından kaldırası yoktu. Onu biraz daha kendine çekip elini daha da belirgin olan karnında gezdirdi. Orada bir çocukları olduğunu bilmek çoğu zaman heyecanlanmasına ve bu heyecanın dışarı taşmasına sebep oluyordu. "Bir dahakine daha çok yak." Sanki bunu gerçekten yapmasını ister gibi ifade ettikten sonra muzip halde mırıldandı Baran. "Belki o zaman yemezsin... Ama bilemiyorum tabi. Benim karımın canı ne çeker hiç emin değilim şu an. Karışarak hadsizlik etmek de istemem."

"Komiksin." Gözlerini devirdi ve önüne döndü Naz. "Sen her kararı bana mı bırakacaksın böyle?"

"Elbette, hoşlanmıyor musun bundan?"

"Eh seviyorum tabi." Fikrinin sorulması hoşuna gidiyordu. "Ama yine de bir seferliğine bir hödük gibi davranıp kızımızın adı Ela olacak lan deseydin çok da kızmazdım sanırım."

"Bebeğim istiyorsan tabi ki olsun, ben olmasın demedim ki."

Naz yavaşça geri çekildiğinde artık karşı karşıya oturuyorlardı. "İstiyorum ama neden sonradan vazgeçtin?"

"Çünkü bu konuda seni baskılıyormuş gibi hissettim." Aklındaki fikri açmak için bir yol bulduğunda gömleğinin kollarını dalgınca kıvırmaya başladı Baran. "Beni onaylamak zorunda değilsin, bir isteğin varsa söylemeni istiyorum ben."

"Yok ki." Kaşları biraz çatıldığında omuzları da düşmüştü. "Var gibi ama yok gibi de."

Hamilelik onu iyice yormaya başlamıştı. Elini alnına yaslayıp bir süre orada tuttu. "Bebeğim isimsiz kalacak galiba. Ona ne diyeceğiz Baran? Herkes ona badem şekeri diye mi seslenecek? Ben badem sevmem bile."

"Annem sana verdiğinde yemiştin ama?"

"Çok tatlı bakıyordu, sevmiyorum diyemedim." Tüm hüzünlü anında gülerken başını iki yana salladı.

"Güzelim seni badem niyetine yerim ben." Onu kendisine çekip alnından öptükten sonra bu trajikomik haline karşın gülüşünü zapt etmek amaçlı alt dudağını dişledi. "Bak... Aslında benim aklımda bir fikir daha var ama normal tepki vereceksin tamam mı?"

"Söz veremiyorum şu an çok riskli bir durum içindeyim."

"Şştt... Sakin." Yanaklarını avuçları arasına aldı ve gözlerini birbirine sabitledi Baran. "Kızımızın adını istersen iki tane koyabiliriz."

"Gerçekten mi? İşte bu iki kat sorun demek. Ela'ya karar verdik, ikincisi ne olacak diye bir altı ay da onu düşünürüz artık. Ama farkındaysan bebeğimiz zaten altı buçuk aylık ve doğurmama yaklaşık iki buçuk ay kaldı. Bu zaman bize yetmez Baran. Biz çok kararsız insanlarız, bu yükü kaldıramayız. Biraz daha zamanımız olması için bebeğimizin geç doğması gerekir ama asla ona zarar verecek şekilde postmatüre falan doğurmayı aklımdan bile geçiremem, o riski yaşamak istemiyorum-..."

Baran, Naz'ın dudaklarına değerek susturduktan sonra usulca geri çekildi. "Bebeğim ne anlatıyorsun sen?"

Bu öpücükten sonra aklı karışan ve sakinleşen Naz, kısa bir iç çekişten sonra biraz daha kendince tuhaf bulduğu şeylerden anlatmaya devam etti. "Aklımızdan geçen her ihtimalin çok tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini... Bebeğimizin geç ya da erken doğmasını istemiyorum."

"Öyle bir şey olmasın diye dikkat ediyoruz, dua da ediyoruz." Kaşlarını ciddiyetle havaya kaldırıp onun bu gerçeği kavraması için bir süre bekledi Baran. "Ayrıca bebeğimizin ikinci ismini koymak bizi zorlamayacak, ben istediğin gibi yükü senden alıp buna bir son veriyorum hemen şimdi."

"Of hadi çok merak ettim söyle o zaman." Ellerini Baran'ın omuzlarına koyup biraz yükseldi Naz. Havadan ona bakıyor ve cevap vermesini bekliyordu.

"Kızımızın ismi Çiçek Ela olacak."

"Ne?" Anlık olarak duraksarken kaşları da idrak ihtiyacıyla çatılmıştı. "Çiçek mi? Çiçek Ela mı?"

Yanlış duyduğunu sanmıştı ama basbayağı bir gerçekten bahseden Baran'da herhangi bir tuhaflık göremiyordu. Annesinin bir hatıra olarak kalması için bu fikri öne süren hatta bunun gerçekleşeceğini söyleyen Baran gayet ciddiydi. Kalbi eski bir sızıyla titrediğinde gülmekle ağlamak arasında kalmıştı Naz çünkü bu fikir duygusal olduğu kadar da güzeldi. "Yani şey," dedi kısık bir sesle. "Bu..."

Sanki bir yarayı açmak gibiydi. Ya da o yarayı kanatmak. En nihayetinde tenini sızlatan, biraz da tüylerini ürperten bir histi. Annesinin hatırasını yaşatmak isterken bebeğine sirayet eden bir kaderin altında ezilmek gözünü korkutmuştu birden. Ancak buna inanarak olmayacak bir şeyi de alevlendirmek istemiyordu çünkü henüz doğmamış minik bebeğine annesinin ismini vermek, erkenden sona ermiş bir kadere rağmen güzeldi.

Nasıl konuşacağını o an bilemedi, kendisine kısa bir süre tanıdıktan sonra sözlerini tamamladı Naz. "Bu aslında güzel olurdu ama onu etkilemez mi? Ben korkarım Baran."

Onun korkusunu silmek üzere sarf ettiği kelimelerden sonra güven verircesine gülümsedi. "Kızımızın mis gibi kokan çiçeklerden bir farkı olduğunu mu düşünüyorsun yoksa? Benim niyetim bu yöndeydi çünkü. Başka hiçbir şey düşünmedim."

Bir destek bulduğunda dudaklarını içe doğru kıvırıp sıkıca bastırmıştı, bunu kabullenmenin zor olacağını düşündüğü zaman her şeye çare üretebilen Baran, sevdiği adam, buna da bir çare üretmişti demek ki. "O zaman iyi olur tabi," dedi ince bir tonda. "Kızımıza Çiçek diye seslenmeyi isterim."

"Ben Çiçeğim diyeceğim."

"Çiçeğim mi?" Elmacık kemiklerini ağrıtacak bir gülüş dudaklarında belirdiğinde başını öne eğip karnıyla konuşmaya başladı Naz. Elini oraya sürmüş ve bebeğiyle ufak bir iletişim kurmuştu. "Biz gerçekten yandık kızım... Sürekli böyle konuşursa bu adamla hiç baş edemeyiz, ona küs kalamayız."

*

Minik bir Çiçek aramıza katılıyor :')

Bölüm : 26.12.2024 20:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...