37. Bölüm

*Gecenin ortası

tuğba fc
askilav

-

Ufak bavuluna eşyalarını doldururken kulağına yasladığı telefonu omzuyla sabit tutmaya çalışıyordu. Mevsime uygun eteğini katlayarak çantasına ekledikten sonra omzundan düşmekte olan telefonu eline aldı. "Hiç mi bir şey bahsetmedi sana?"

Aramanın diğer tarafında Yağmur vardı, onun hayır anlamında cıkladığını işitti Naz. "Sana söylemediğini bana mı söyleyecek Allah aşkına? Tabi ki de bahsetmedi."

"Ne bileyim? Sen kız kardeşi değil misin Yağmur? Muhakkak söylemiştir laf arasında."

"Ben dış kapının dış mandalı bile olmadığım için Baran laf arasında bile söylemez, boşuna sorup da yorma kendini."

"Sormamam için bu kadar direttiğine göre sen kesin biliyorsun."

"Yok artık! Bilsem hemen söylerim, maksat Baran'ı sinir etmek değil mi sonuçta?"

Naz hafifçe gülerken dalgın bir bakışla saati kontrol etti. Saatler sonra, yani gün doğarken Baran'la ufak bir tatil için yola çıkacaklardı ve hala nereye gideceklerini öğrenememişti. Bilgi alamayacağı bilse bile Yağmur'a bu konuyla ilgili bir şeyler sorarken içindeki heyecan daha da arttı. "Ama çok merak ettim..."

"Ay zaten sabah öğrenmeyecek misin?"

Bavulunu hazırlamayı yarıda bırakıp salona geçti, odada dalgınca turlarken ilk kez çıkacağı tatilin heyecanıyla salınarak attı adımlarını. Sonra da akvaryumunun önünde durdu, camın ardından balıklara dokunuyor ve onları kendinden kaçırmaya çalışıyordu. "Bu saate kadar uyuyamadığıma göre bayağı merak etmiş olmalıyım ama. Hem kalbim cidden çok fena atmaya başladı. Kimse bana acımıyor, hele Baran hiç... O hiç acımıyor. İnsan sevgilisini böyle kıvrandırır mı?"

"Sen daha fenasın Naz, Baran'a sürpriz yapacağını bile hiç söylemedin ki."

"Çünkü benim sürprizim küçük." Halının tüylerini çekiştirirken tatlı bir kıpırtıyla dudaklarını dişledi. "Hem sürpriz yapacağım dersem sürprizin ne olduğunu da söylemek zorunda kalırım, kendimi asla tutamam."

"Neydi sürprizin söylesene." Yağmur'un ansızın yükselen gülüşleri arasında başka bir ses duydu, sanki yalnız değil gibiydi. O kalın ses kendisine tanıdık gelirken "Kim var yanında?" diye merakla sordu Naz.

Yağmur hala güldüğü esnada "Kimse yok," dedi.

O sırada bir zil sesi duyulmuştu evde. Bir an yanlış duyduğunu hissettiğinden dolayı umursamasa da hemen ardından tekrarlanan bu sesle ayaklandı. Bu saatte evine kimin geldiğini bilmezken telefonun ardına "Bir dakika," diye mırıldanıp kapıya doğru gitti. Sabaha az kalmışken zilin böyle apansız çalması kalbinin hızlanmasına sebep olmuştu.

Yine de bir ihtimal Baran'ın erken gelmiş olabileceği ihtimali aklını doldurduğunda kendisini rahatlatmaya çalıştı Naz. "Baran geldi galiba," dediğinde de bu sefer telefonun ardından Baran'ın sesini duymuştu.

"Ben buradayım Naz, açma kapıyı."

Ciddiyetle sarf edilen kelimelerden sonra Naz olduğu yerde duraksadı, deliğe yansımaması için holün ışığını kapattığında "Baran?" diye şaşkınlıkla fısıldadı. "Gelen sen değil misin?"

"Hayır daha evden çıkmadım," derken oturduğu yerden ayaklanıp arabasının anahtarını aramaya koyuldu Baran. "Açma kapıyı sakın."

"Dur, delikten bakayım." Parmak ucunda kapıya yaklaştı, sessiz olmaya özen gösteriyordu.

"Açma Naz, ben geliyorum şimdi."

Baran'ın uyarısına rağmen gözünü deliğe yaklaştırdı, minik yuvarlıktan görünen yüz, bitkin halde bekleyen babasına aitti. Az sonra kapanacakmış gibi duran gözleri ve iki yana sallanan başıyla pek sağlıklı görünmüyordu. Naz ne yapacağını bilemezken çaresizce yutkundu, kulağında tekrar eden "Kim? Baktın mı? Naz, kimmiş?" sorularına cevap verememişti.

Saniyeler sonra kendine gelebildiğinde, zaten tek bir seçeneğinin olduğunu biliyordu. Kapıyı açamazdı. Bu yüzden "Baran tamam bir sorun yok sakin ol," diye mırıldanmanın hemen ardından "Ama yine de gelsen iyi olur," demekle yetindi.

"Hemen geliyorum, beni bekle ve sakın kapıyı açma."

Başını sessizce aşağı yukarı salladı. Aslında Tarık'ı gördüğünden beri ne yaptığı ve ne söylediğinin pek de farkında değildi. Kapanan aramadan sonra telefonunu vestiyere bırakıp kapıya yaklaştı.

Yalnızca delikten babasını seyrediyordu. Fazla zaman geçmeden sesini de duymuştu. Sarhoş olduğunu kanıtlayacak nitelikte yayvan konuşmasıyla "Naz!" diye bağırmıştı apartmanın içinde. "Kapıyı açar mısın kızım?"

Naz elini çelik kapıya yaslayıp deliğe daha yakından bakındı ama bu babasını daha net görmesini sağlamıyordu. "Git buradan," diye fısıldarken söylediklerini sadece kendisinin duyduğunun farkında bile değildi.

Babası hala sallanarak dikilmeye devam ediyordu, az sonra düşecek gibi yalpaladığında Naz hızlanan kalbini tuttu hemen. Neden burada olduğunu, niçin yıllar sonra kapısına dayandığını bilmiyordu ancak bu kendisinde ıssızlıktan öte fırtınalı hislere sebep olmuştu.

Yaşlanan suratı, artık beyazların düştüğü saçları ve güçsüzleşen duruşuyla hiç de tanıdığı kişiye benzemiyordu. Sanki bu beş yıl ondan tüm hevesini alıp götürmüş gibi görünüyordu ufak bir kapı deliğinden bile. Dolgun dudaklarını sıklıkla açıp kapatırken sesi çıkmıyor olsa da Naz onun bir şeyler söylediğini biliyordu.

Dudaklarını çaresizce ısırırken kapıyı açmak istemedi, bir karşılık bulamadığında gidecekti ne de olsa. Ancak dakikalar geçip de tekrar bağırmaya başladığında Naz sürgülü kilidi geçirip kapıyı yavaşça araladı. Açtığı aralıktan Tarık'a bakarken korku dolu gözüktüğüne emindi. "Ne var?" diye soğuk bir sesle sordu ona. "Ne oluyor gecenin saatinde?"

Tarık yıllar sonra kendisini karşılayan sureti görünce susmuş ve kapıya yaslanmıştı. Naz'ın mutlu olduğunu, kendisini hiçbir zaman görmek istemediğini, hatta konusunu bile açtırmadığını biliyordu. Dudaklarını bayık bir gülüş sardığında "Merhaba," dedi mırıltıyla. "...kızım."

"Çabuk git buradan, zaten niye geldiysen!"

"Uyumadın mı sende benim gibi?" Sabit tutamadığı gözlerini sürekli kızının üstünde dolaştırıyordu.

Naz huzursuz hissederken kapıyı tamamen örtmek istese de buna engel olan bir dürtü vardı içinde. "Git diyorum sana!"

"Ben de uyuyamadım." Dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp bir süre öyle bekledi ve sonra uzattığı kelimelerle konuşmaya devam etti. "Uyutmadı bir şey, böyle sıktı beni... Boğdu, bunalttı." Kaldırdığı elini tiz bir ses çıkartarak duvara vurdu. "Eh dedim! Yeter, yeter dedim. Seni mi dinleyeceğim?" İşaret parmağını kafasına yaslayıp zihnini işaret ederken "Oraya dedim," diye mırıldanmıştı gizemli bir tonda. "Başka kime diyeceğim? Başka kim konuşuyor benimle zaten?"

Yavaşça yiten bir aklın son izleriydi belki de bunlar. Bir daha yaşanmayacak anların ve tekrarlanmayacak duyguların son hatırasıydı.

Onun hiç görmediği günlerde kaybediyor olması acıydı fakat artık çoktan yaşanmıştı. Kapıyı açıp evine kabul ederek, onu dinleyerek hiçbir şeyi düzeltemezdi. "Git," diye uyarırken Tarık'ın "Ne olur bir kere kabul etsen," dediğini duyunca elini kapıya yaslayıp tüm kuvvetiyle tutundu Naz.

Fazla yalvarır bir tonda sarf ettiği cümleden sonra dolu gözlerini kırpıştırıp birden üstünü saran ağlama arzusuyla haykırırcasına mırıldandı Tarık. "Yalvarıyorum, sana çok ihtiyacım var..."

"İstemiyorum." Boğazı düğümlendiği için sesi bir noktada kırılmış ve çatallaşmıştı, yine de Naz gardını topladı ve babasını buradan göndermeye çalıştı. Belki de en başta kapıyı açması hataydı. "Git çabuk."

Tarık elini kaldırıp baş ve işaret parmağıyla ona küçük bir miktar belirtti. "Azıcık konuşalım Naz, bu sefer yemin ederim üzmeyeceğim seni..."

"Dalga mı geçiyorsun sen benimle?" Kaşlarını kızgınlıkla çatıp öfkeli bir bakışla karşılık verdi babasına. Ses yapıp bu vakitte apartmandaki kimseye rahatsız etmek istemiyordu fakat bir yandan da bağırası vardı. Eğer şu an uyuyor ve telefonla konuşmuyor olsaydı, uykusundan bir kapı sesiyle uyanmaktan daha çok korkardı. Babasının yıllar sonra ilk kez böyle düşüncesizce kapısına dayanmasına karşın tepkilerini kontrol edemiyordu bu yüzden.

Oysaki hayalini kurduğu şey çok eskide kalmıştı. Bu kapıya değil, küçük kızının kapısına gelecekti. O kapı ne olursa olsun açılırdı çünkü zaten Tarık'a karşın hiç kapanmamıştı.

Tarık yalvarır mırıltısıyla konuşmaya devam etti. "Yalvarıyorum biraz izin ver de konuşalım..."

"Ne konuşacaksın ki benimle?" Burnuna ulaşan alkol kokusu Naz'ın yüzünü buruşturmasına sebep olmuştu.

O an, bir zamanlar babası yüzünden kendisini seven insanlardan nasıl kaçtığını düşündü. Sevgiye bile inanmadığı zamanlardı... Artık hayatını kötü alışkanlıklar ve kaçınmalar içinde geçiren kişi babası olduğu için intikamının iyi gittiğini düşünebilirdi Naz fakat bir yandan da üzülüyordu, hala ikircikli duyguların hapsindeydi demek ki.

Babasından nefret ediyor, aynı zamanda ona karşı kalbinde karşı koyulamaz bir hüzün hissediyordu.

Yayvan kelimelerini kullanmaya devam ederek "Bilmem," dedi Tarık. Kolunu kapıya yasladı ve yorgunca oraya dayanırken derince ofladı. Ağzından sızan kokunun kızına ulaştığının hala farkında değildi. Sonrasında beyazlaşmaya başlayan saçlarını karıştırıp "Bilmiyorum..." diye kısık sesiyle mırıldandı. "Gidecek başka yer gelmedi aklıma, ben de seninle konuşmak istedim."

"Bir evin var senin." Naz elini kapıya koyup biraz daha yaklaştı aralığa. Midesini bulandıran kokuya rağmen babasının yorgun yüzünü daha berrak görmek istemişti. Bu yakınlığın bir faydası yoktu fakat bazen hareketlerine engel olamıyordu. "Mine abla, Denizhan, Nil... Hepsi gözünün içine bakıyor, onların yanına gidip düzgünce davransana. Nil belki farkında değil ama Denizhan üzülüyor görmüyor musun?"

"Hmm?" Anlamsızca mırıldandığı şeyden sonra kirpiklerini aralayabilmek için uğraşsa da bunu beceremedi Tarık. Dilini damağına vurup hafifçe şaklatmıştı. "Ne?"

O an söylediği hiçbir şeyin faydasının olmadığını anlamıştı Naz. Yorgunca nefeslendi ve ne yapacağını düşündü. Kapıyı kapatsa babasının tekrardan bağırarak herkesi rahatsız etmesinden korkuyordu, içeri almak gibi bir hataya zaten düşemezdi.

Sessiz geçen dakikalardan sonra "Bir şey soracağım sana," diye uzatılan bir konuşma işitti Tarık'tan. Başını kapıya yasladı ve "Sor," diye onayladı babasını.

Tarık başını sarhoş gülüşüyle iki yana salladı. "Mutlu musun? Şimdi... Çok mutlu musun?"

Keyifsiz bir kıvrılmayla dudağı hareketlenmişti. Aslında bu tam olarak ağlamak ve gülmek arası bir noktaydı. Bu soruyu, artık tarafların değişmiş olmasına bağlıyordu Naz. Mutlu olan benim, canı yanansa o... Bunu istemiyor. "Sen korkak bir adamsın diye kendimi mutluluktan mahrum edemem," dedi geçen beş yıl düşünerek. "Evet, çok mutluyum-..."

"Ben- korkak mıyım?" Kızının böldüğü sözlerini duymazdan gelip başka bir şey sordu bu sefer. Aralayamadığı gözleri yüzünden başını havaya kaldırmıştı ve bakışlarına gölge düşüren kirpiklerinin altından seyrediyordu Naz'ı. Dilini iki yana hareket ettirip dalgın bir tavır sergiledi. "Değilim, sevmedim mi kızım ben seni?"

Bayat, buruk bir tat vardı bu konuşmalarda. Eskimiş kelimelerin tekrarı haz vermiyordu, inceden bir sızı bırakıyordu vücuduna. "Lütfen git artık," diye yalvarırcasına söylendi Naz. "Konuşmak istemiyorum seninle!"

Tarık kapanmak üzere olan kapıyı tuttu ve Naz'a engel oldu, ne var ki buna çok da gücü yoktu. "Bir dakika... Dur, dinle beni!"

"Dinlemek istemiyorum..." Artık ağlayacaktı, sabah güzel bir yolculuğa çıkacağını düşünürken gecesinin babası tarafından basılacağını hiç tahmin etmemişti ünkü. "Lütfen rahat bırak beni, ne istiyorsun anlamıyorum ki? Yıllar önce ayırdık yollarımızı, seni istediğin gibi rahat bıraktım daha ne istiyorsun benden?"

Tarık gevşek yumruğunu yaslandığı duvara geçirdi. "Bilmiyorum," diye hırsla fısıldarken içini saran huzursuzluktan kurtulmak istiyordu sadece. Bir şeyleri batırmış olmanın dikenli hissini yıllardır içinden atamamıştı ve buna bir çare üretememek aldığı her nefesi zehirli bir hale getiriyordu. "Bilmiyorum! Bilmiyorum! Bilmiyorum!"

"Yapma şunu, sakin ol!"

Bir an kapının sürgüsünü açmak istese de o hınç dolu anda başına bela almak istemediği için evin içinde kalmaya devam etti Naz. Müdahale etmediği süreçte Tarık sesini daha da yükseltmiş, duvarlara daha sert vurmaya başlamıştı. Dakikalarca onun sakinleşmesini bekledi fakat hiçbir şey istediği yönde seyretmiyordu. "Sus insanları rahatsız ediyorsun," diye uyarsa da henüz çare olamamıştı. "Lütfen sus... Rezil edeceksin beni!"

Artık yapabileceği son şeyi yapıp vestiyere bıraktığı telefonu aldı ve aceleyle Mine'yi aradı. Dakikalarca çalan telefon artık kapanmak üzereyken açılmıştı. Sonrasında Mine'nin uykulu sesini duydu Naz.

"Efendim?"

"Mine abla!"

Kulağına ilişen endişeli sesin ardından Mine yattığı yatakta aceleyle doğruldu. Normalde Tarık'ın olduğu kısımda o gece mışıl mışıl uyuyan Nil vardı. Onu hızlıca kontrol ettikten sonra "Naz sen iyi misin?" diye sordu. "Ne oldu?"

"Abla o geldi, kapıma geldi," dedi Naz telaş içinde. Babam bile diyememişti ancak bu soğuk bir hitapla bahsettiğinde kimi kastettiği zaten anlaşılacaktı.

Mine de mahmur haline rağmen çabucak anlamıştı. Akşam edilen bir kavgadan sonra Tarık'ın evden ayrıldığını biliyordu, yine de onun Naz'ın kapısına dayanacağını tahmin etmezdi. Artık çocuklarından çok kocasına bakıcılık yaptığı için yorgunlukla nefeslendi. "Sana bir şey mi yaptı yoksa?"

"Hayır, içeri almadım ama bağırıp duruyor, durduramıyorum bir türlü!"

"Allah'ım sen sabırlar ver." Dağınık saçlarını yüzünü sıvazladıktan sonra yavaşça geri itti. Artık Tarık'la uğraşamayacak kadar yorulmuştu ama Naz'ın bu telaşına da yüreği dayanmıyordu. "Tamam şimdi halledeceğim," dedikten sonra telefonu kapatıp rehberinden Tarık'ın annesini buldu. Onu ararken ayağa kalkmış ve odada volta atmaya başlamıştı. Bir türlü açılmayan telefonun ardından bir de kayın babasını aradı. En sonunda yine uykulu bir sesle karşılaşmıştı.

"Efendim Mine kızım?"

"Alo, iyi geceler." Aceleyle yutkunup bir cevap bekledi karşıdan.

"İyi geceler, gece gece bir şey mi oldu kızım?"

"Oldu..." Neredeyse fısıltıya yakın bir konuşmaydı bu, hızlıca boğazını temizleyip az önce öğrendiği şeyden bahsetmeye devam etti Mine. "Tarık Naz'ın evindeymiş şu an, rahatsız ediyormuş kendisini."

"Ne?" Yaşlı adam kendisine merakla bakan karısını dalgınlıkla dürterken aceleyle yataktan kalkmıştı. "Hay Allah, nasıl olur?" diye mırıldansa da içten içe dişlerini sıktı.

"Lütfen kendisine sahip çıkar mısınız? Genç bir kızı bu şekilde rahatsız edemez."

Büyük bir utanç dalgası yüzüne yayılıp onu ateşe boğarken yaşlı adam, karısına dokundu ve "Kalk kalk," diye seslendi, daha sonrasında tekrar telefona dönmüştü. "Tamam Mine kızım, sen adresi at ben hemen yanına gideyim."

"Atacağım şimdi." Mine'nin içindeki hırs bir türlü sönmüyordu. "Tarık artık ne yaptığını şaşırdı," dedi kızgınlıkla. "Bu şekilde hareket edemez!"

Kısık bir sesle konuşmaya çalışsa da öbür odaya ulaşan sesinden dolayı kapısı tıklatılmış ve içeri, hiç uyumadığını belli eden açık gözleriyle Denizhan girmişti. "Anne ne oluyor bu saatte ya? Kiminle konuşuyorsun sen?"

Mine ona eliyle işaret verip telefondaki kayınbabasıyla konuşmaya devam etti. "Ayrıca bir daha da eve dönmesin lütfen, daha doğrusu ben gidene kadar."

Yaşlı adam üstünü giymeye çalışırken duyduğu şeyle afallamıştı. "N-nasıl? Ne demek o şimdi?"

"Tarık benden boşanmak istemişti, bundan haberiniz yok mu?"

"O ne dediğini bilmez ki kızım, boşanmak falan istememiştir! Sen yanlış anlamışsındır!"

Görünmeyeceğini bile bile başını iki yana salladı Mine. "Bir yanlış anlaşılma yok, ben Tarık için epey uğraştım ama daha fazla çabalamak istemiyorum. Boşanmayı kabul edeceğim."

"Mine kızım yapma Allah aşkına!"

"Sağ olun, teşekkürler ama ne yapılacaksa Tarık hepimize yaptı zaten, artık yeterli." Titrek bir nefesi dışarı bıraktı ve tuşa basıp aramayı sonlandırdı. Telefonu kapattıktan sonra tutamadığı gözyaşları hızla akmaya başlamıştı. Konuşma boyunca gösterdiği metanete rağmen yaşların beklemeksizin aşağı süzülmesi Mine'nin de şaşırdığı bir durum oldu. Her şeyi daha soğukkanlı karşıladığını sanıyordu ama içinde bir yer, hala acıyordu demek ki. Tarık hala bir şekilde kendisine dokunabiliyordu ya da bu, yıllardır ona gösterdiği merhametin parçalanıp sona erdiği andı.

Omuzları sarsılarak ağlarken kendisine uzanan Denizhan'a tutundu ve ona yaslandı. "Bitti," dedi hıçkırıkları arasında. "Bitti artık, bu sondu..."

Neredeyse yirmi bir yıl süren bu evlilik son zamanlarını tükenmiş geçirse de bir yerde hemen pes eden kişi olmak istememişti Mine, bunun içindi bütün çırpınışları. Kızını uyandırma riskine rağmen artık sona gelmiş olmanın hüznüyle ağlarken Denizhan annesinin saçlarını okşadı. "Tamam, ağlama... Yapma bunu."

"Ona el uzatmadım mı ben? Ne olursa olsun yardım etmek istemedim mi? Niye yaptı bunu bana?" Oğlunun sıkıca kavradığı tişörtü avuçları arasında buruşmuştu, boştaki eliyle gözaltlarına dokunup ıslaklığı silmeye çalıştı ama her kuruladığında yerini yeni yaşlar alıyordu. "Gerçekten o adammış... Ölsen, umursamazmış. Görememişim... Beni görür sanmıştım, asıl ben görememişim onu!"

"Anne deme öyle..." Buruşan yüzünü zorlukla düzeltip güçsüz bir sesle sordu Denizhan. "Ne yapmış yine babam? Bu sefer ne oldu?"

Mine burnunu çekip hıçkırıkları arasında "Naz'ın evine gidip onu rahatsız etmiş," dedi, tıkanmış burnundan dolayı sesi boğuk çıkıyordu.

"Dedeme mi haber verdin peki?"

"Başka ne yapacaktım?" Ablan korkmuş, ne diyeceğini bilemedi." Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve geriye döndü, mırıldanarak yön değiştiren kızına bakınırken hala burnunu çekiyordu Mine. "Ben artık çok yoruldum, uğraşamayacağım onun için."

"Ben gideyim bari, dedem şimdi mahveder babamı."

"Hayır!" Denizhan'ın kolunu tuttu ve onu çabucak durdurdu. "Hiçbir yere gitmeyeceksin, babana babalık yapmayacaksın sen! Bırak deden nasıl zapt edecekse etsin kendi oğlunu."

"Anne yazık değil mi?"

"Asıl bize yazık değil mi? Hm?" Kollarını hırsla iki yana açtı, bir eliyle Nil'i işaret ederken "Babasını görmek için bekleyen şu kıza yazık değil mi? Sana yazık değil mi? Bana değil mi?" Uykudan dolayı zaten şiş olan gözleri ağlamaktan dolayı biraz daha şişmişti, sarı saçlarını geriye itip acı içinde konuşmaya devam etti Mine. "Gecenin bir vakti, tek başına yaşadığı evde korkmak zorunda mı ablan? Bu nasıl bir sorumsuzluk? Genç bir kızın evi gecenin ortasında basılır mı hiç?"

"Off..." Sıkıntıyla ensesini ovalayıp başını geriye yatırdı Denizhan. Gitmek istiyor, babasını durdurmak ve onu kendine getirmek istiyordu ama annesi haklıydı, babasına daha fazla babalık edemezdi. "Allah kahretsin!"

-

Hala kapısında debelenen babası yüzünden karşı komşusu da uyanıp kapıya çıkınca Naz'ı büyük bir mahcupluk sarmıştı. Kapının sürgüsünü iyice açıp "Kusura bakmayın," dedi komşusuna. "Lütfen... Az sonra gidecek."

"Naz polisi ara istersen."

Elinde tuttuğu telefonu göğsüne yasladı ve başını iki yana salladı. "Arayamam, birazdan gelip alacaklar ama."

Artık yerde oturup bağırmaya ve ağlamaya devam eden babasının yanına geçti, hala uzak görünse de bu kendisi için tehlikeli bir yakınlıktı. "Bağırma, insanları rahatsız ediyorsun!"

Tarık başını defalarca geriye vurduğunda gözlerinden akan yaşlar da dudaklarından içeri sızmıştı. Canının acıdığının farkında değildi, onun yerine kendisini izleyen Naz'da büyük bir sızı bırakırken "Beceremedim!" dedi büyük bir pişmanlıkla. "Yapamadım... Olmadı! Olmadı..."

Güçsüzlükle yere çöktü Naz. Bir zamanlar kendisini her şeyden koruyacağını düşündüğü, dünyanın en güçlü adamı olarak gördüğü babasını tanıyınca onun aklına mukayyet olmaktan bile aciz olduğunu fark etmekle büyük bir hayal kırıklığına uğramamış, yalnızca canı acımıştı. Beklentilerle sınanıyordu insan.

Az sonra merdivenlerden gelen gürültüyle Naz başını aşağı çevirdi. Nefes nefese kalmış halde Baran ve arkasından Yağmur basamakları tırmanarak karşısına çıkmıştı.

Naz ayağa kalkıp Baran'ın güvenle açılan kollarına tutundu hemen. Isırdığı dudaklarını serbest bırakıp rahat bir nefes verdi, ağlamadığı için şanslıydı yoksa o zaman her şey daha çıkılmaz bir hal alacaktı.

"Sen iyi misin? Naz, iyisin değil mi?" Ellerini göğsüne dökülen kahverengi saçlarda dolaştırıp oraya alelacele bir öpücük kondurdu Baran, gözlerini yerde oturan adamda gezdiriyor olsa da aklı hala kolları arasında titrekçe bekleyen sevgilisindeydi.

Yaslandığı göğüste başını aşağı yukarı salladı Naz. Hemen ardından kulağına Yağmur'un "Bir şeyin yok değil mi?" sorusu ilişince bakışlarını kaldırdı ve onun kendisine uzanan eline tutundu.

"İyiyim, bir şeyim yok," dedi güç bir mırıltıyla.

Baran, Naz'ı arkada bekleyen Yağmur'a doğru yönlendirip duvar dibine eğildi. Yıllar önce birkaç kez gördüğü Tarık'ın şimdi bu bitkin haliyle ilk kez karşılaşıyordu. Onu savurduğu kolundan tutup yerden kaldırmak istediğinde Tarık sarhoş aklıyla tanıyamadığı Baran'ın suratına bakakaldı. "Sen kimsin lan bırak beni!"

"Abi zorluk çıkarma kalk şuradan." Sakin olmaya çalışan bir hali vardı Baran'ın. Zaten üst katlardan orayı izleyen komşularla her şey daha tepetaklak duruma bürünmüşken bir de kendisi asabileşerek Naz'ı korkutmak istememişti. Tüm gücünü kullanıp sarhoş adamı yerden kaldırdı ve peşinden sürüklemeye başladı.

Naz merdiven kenarından çabucak çekildi. Baran'ın aşağı indirdiği babasına kısaca baktıktan sonra o da peşlerinde ilerledi aceleyle. O sırada telefonu çalmıştı. Denizhan arıyordu.

"Efendim?"

"Abla ne yaptın?" Temkinli sorunun ardında korkak bir merak vardı.

Buna rağmen Naz metanetini koruyamamıştı. "Ne yapabilirim Deniz? Baran yardım ediyor şu an, götürüyor işte!"

"Nasıl götürüyor?"

"Ne demek nasıl götürüyor? Of, şu an konuşamayacağım-..."

Sözünü tamamlamasına kalmadan Denizhan üzgün bir tonda böldü Naz'ı. "Tamam tamam, sadece dedemlerin geleceğini söylemek istemiştim. Az sonra orada olacaklar."

"Peki..." Can sıkıntısıyla aramayı kapatıp önüne bakındı. Sokağa çıkmışlardı, yalnızca bir kuş uğultusunun olduğu yerde artık Tarık'ın histerik konuşmaları da vardı. Bir şeyler söylüyordu ama uzakta bekledikleri için pek anlaşılmıyordu.

Yağmur, Naz'ı omuzlarından kavrayıp kendisine çevirdi. "Naz sana bir şey yapmadı değil mi, doğruyu söyle."

Bu sorudan artık yorulduğunu hissediyordu, her ne kadar babasının yaptıkları bu soruya haklı bir sebep çıkarsa da duyası kalmamıştı. Başını iki yana sallayıp "Hayır," dedi. "Hayır ama kendisine yapıyor işte, ne yapıyorsa kendisine yapıyor ve bu bir şekilde bana da zarar veriyor!"

"Tamam... Tamam kıyamam ben sana, gel." Yağmur arkadaşını kendisine çekip sıkıca sarıldı, bu esnada sırtını da diğerlerine çevirmesine yardımcı olmuştu. Tarık'ı kaldırıma oturtan Baran'a bakıp durumu kontrol etti, hala durulmamış gibilerdi.

Tarık kendisini tutan kolların altında hareketlenirken ne yaptığının, neye sebep olduğunun henüz farkında değildi henüz. "Kızım nerede?" derken başını çevirmek istedi ama buna müsaade bulamamıştı.

"Yok kızın falan," dedi Baran sert bir tonda. Kuruyan dudaklarını yalayıp elini Tarık'ın boynunda tutmaya devam etti. Çöküp gitmiş bir adama hor davranmak istemiyor olsa da başka çaresi kalmamıştı.

"Naz?" Gözleri çevrede dolaştığında bedenini de ayağa kaldırmaya çalıştı Tarık, sarsak adımlarını sağlamca yere basmasını sağlayan Baran'dı fakat ona öfkeyle karşı çıktı. "Naz nerede? Sen çek şu ellerini üstümden! Naz? Kızım!"

Baran geriye dönüp sevgilisine baktı. Naz yaslandığı omuzdan geri çekilmiş ve soğuk bakışlarını Tarık'a dikmişti. Ağlamıyor, sadece içindeki nefreti ve yorgunluğu yansıtıyordu. "Sizi de yordum, özür dilerim," dedi mırıltıyla, yanındaki Yağmur'a konuşuyordu. "Ama cidden bilemezdim, birden geliverdi kapıma."

"Anlıyorum bebeğim, dert etme." Naz'ın kolunu daha sıkı sardı Yağmur. "Hem iyi ki haberimiz var, ya geç kalsaydık?"

"Bilmiyorum..." Gözleri şımarık bir çocuk gibi debelenen babasındayken belirsizlikle sarf etmişti bu sözlerini. "Bilmiyorum, ne yapardı acaba geç kalsaydınız?"

"Şştt, tamam düşünme bunu," derken elinin altındaki teni biraz daha sıvazladı. "Korkmuşsun zaten, titriyorsun."

Naz başını öne eğip ellerini kontrol etti, gerçekten hafiften titriyordu. Parmaklarını sıkıca yumruk yapıp kendisine sardı. Başını yana eğerken artık Tarık'ı çabucak buradan götürmeleri için dua ediyordu.

O sırada yine kendini kaybeden Tarık'a karşı tahammülü azalan Baran sıkıntıyla bir nefes bıraktı dışarı. Sadece apartmanı değil sokağı uyandıracak bu adamı yalnızca tutarak nasıl durduracağını bilmiyordu, artık kuvvetini de kullanıp kolları arasından taşmaya başladığında "Abi dur gözünü seveyim," dedi bıkkınlıkla. Bu yetmemişti. Dişlerini sıkıp öfkesine hâkim olmaya çalıştı fakat hala yetmiyordu. En sonunda başını yan tarafa çevirdi Baran. Kendilerini seyreden Naz'a "Şimdiden özür dilerim, tamam mı?" diye seslendikten sonra sert bir yumruğu Tarık'ın suratına geçirmiş ve onun sarsılan bedenini yavaşça kaldırıma doğru sermişti. Bu kısa bir süre sakin kalmalarına yetecekti.

-

Bölüm : 05.12.2024 21:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...