39. Bölüm

*Ilık rüzgar

tuğba fc
askilav

Hayatın ona vadettikleriyle kendi elde ettikleri aynı değildi. Ve insan kendi değerini ancak kendi biçebilirdi.

Gergin geçen bir geceden sonra eve girdiklerinde, Naz biraz utanarak başını öne eğdi. Babası bitmeyen bir sorun gibi davrandıkça bundan etkilenen bir tek o olmuyordu. Naz da yanında olan Baran ve Yağmur'a karşı mahcup hissediyordu. Özellikle onların imrenilecek bir hayat sürdüğünü bildiği zaman, bir haksızlık gibi atfediyordu kendisini.

Her beraber küçük evin ortasında dikilirken ikisinin de meraklı gözlerinden kaçırdı bakışlarını. Ensesini ovalayıp "Şey, odamda biraz işim vardı," dedi titrek bir mırıltıyla. "Siz oturun, ben az sonra geleceğim."

Oysaki konuşulması gereken şeylerin farkındaydı, iyi gibi görünmeliydi ama çaba sarf edemiyordu. Bu yüzden aceleyle odasına geçip kapıyı sıkıca örttü. İçeri girdiği an gözleri yerdeki açık bavula değmişti.

Naz'ı belki babası ağlatmazdı ama toplaması yarım bırakılmış bir bavul ağlatabilirdi. Tıpkı farklı bir hayatın hayallerini kuran annesinin gün gelip tüm düşlerini gerçekleştiremeden yarım bırakışı gibi Naz da sürekli babası yüzünden hayatına mola vermek zorunda kalıyordu. Bir tatil planı yapmasının bile onun nazarında suç olduğunu hissedince, bu tekrarlanan sürecin ne kadar ilerleyebileceğini düşünmüştü. Hep en iyi anlarımı mahvolacak korkusuyla mı geçireceğim?

Yavaşça yere oturdu ve dolaptan aldığı kıyafetleri hiç ağlamadan fakat içi sızlayarak tekrardan yerleştirmeye başladı Naz. Her kıyafeti koyuşunda "İyilik ettim sana," şeklinde bir şeyler mırıldanıyordu. "Ama şimdi bakınca sana ettiğim iyilik kendime yaptığım bir kötülük gibi..."

Yıllardır insanların gözünde iyileşmesi gereken bir yaradan farksızdı. Kendisi için uğraşanlar vardı.

Baran. Onun elini tutmasa, yine bir yol alır fakat bu kadar ileri gidemezdi. Yolun sonunu göremezdi. Şimdi ise tekrar kendisini bulma uğraşı gösteren babasından dolayı onun gözünde hiç kapanmayacak bir yaraya dönüşmekten korkuyordu.

Özellikle halini kontrol eder gibi gözlerini üzerinde dolaştırdığı an yaşadığı utancı düşündü. "Ye benim dertlerimle uğraşmaktan bıkarsa?" derken bir felaket senaryosu canlandırdı zihninde, bu babasına daha çok kızmasına sebep olmuştu.

"Of of..." Tekrar babasından bahsetmeye başladı daha sonra. "Tek bir şeyi hak edemez misin sen? Niye bu kadar pervasız bir adamsın? Kendi içimde bile haklı çıkaramıyorum seni, düşüncelerimde bile seni savunmak sessiz bir ihanet gibi. Kimseye söylemesem de beni suçlayacak bir şeyler var..."

Uzun saçlarını geri ittirip sıkıntıyla derin bir nefes çekti içine. Ağlama arzusu boğazına ağ gibi takılmıştı, yine de herhangi bir gözyaşı akıtamıyordu. Aklına düşen farkındalık hissiyle alt dudağını dişledi. Babam duygularımı katletmiş.

Her yarını hummalı bir korku sarmıştı. Oturan bedeni iyice yere çökerken ellerini yere yasladı yavaşça. Geçmiş zamanları düşünürken beş yılın sorunsuzca geçtiğine karar vermek zor değildi, hayatlarında büyük problemler olmamıştı. Yine de sadece bir tek gece yaşanan bu olayla kendisini suçlu bellemişti Naz. Baran beni taşımaktan yorulduysa diye düşünmekten kafayı yiyecekti.

Artık babasının bu geceki vukuatı için değil, âşık olduğu adama karşı hissettiği suçluluktan dolayı boğazı düğümlenirken biraz daha sorunsuz bir hayata sahip olamadığı için kendisine kızmıştı.

Başını kaldırıp duvarındaki anı köşesine baktı. Orayı beraber kurmuşlardı, yıkılacak olmasının endişesiyle bavulunu sertçe kapattı, fermuarını çekti ve acele içinde fotoğrafların karşısına geçti. Oraya astığı bir fotoğrafı çekip aldı.

Yakın kadrajdan bir anıydı bu. Fotoğrafın tamamı neredeyse kendi suratı ve saçlarıyla kaplıyken yüzünü Naz'ın saçlarına kapatmış yalnızca gülen gözleri görünen Baran için kalbi hızla atmaya başladı. Odanın içinde elinde bir fotoğrafla dört dönerken dudakları sürekli kıpırdıyor, kendisini kaptırdığı bir korkuyu büsbütün kuşanıyordu.

Dakikalar sonra kapı çalındığında kapattığı gözlerini araladı Naz. Tam da korkularının sahibi gelmişti. Gözaltları çökük halde duran, kumral saçları başında aceleden dolayı dağınık halde bekleyen kişi Baran'dı. "Gelebilir miyim?" dedi yumuşak bir tonda.

Naz ansızın "Hayır," dedi, sesi fazla aceleci çıkmıştı. Göğsüne yasladığı fotoğrafı biraz daha bastırıp dudaklarını birbirine bastırırken geri geri gitti birkaç adımla. Sonrasında bacakları yatağına çarpınca duraksamıştı.

Bu itirazla beraber Baran da kaşlarını çattı, odanın içinde telaşla dolaşırken bulmayı beklememişti onu. "Naz?" derken az önce gelme demesine rağmen içeri girdi.

"Ben-..."

Genç kızın sözlerini tamamlamasına izin vermeyip onu belinden tuttu, gerginlikle kasılmış bedeni kolları arasına çekti. "Sen bana gelme demezsin," dedi net bir sesle. "Yani uzun bir süredir öyle demezdin. Yalnız kalmak istediğini tatlı tatlı açıklar öyle uzaklaştırırdın beni kendinden."

"Şimdi tatlı değil miyim?" diye ince bir mırıltıyla sordu Naz. Farkında olmadan kendisini saran kucağa doğru sokulmuştu, başka yerlerde dolaştırdığı bakışlarını korkak halde Baran'a kaldırdı.

Sıcak bir el çenesini sardı, yanağına alışık olduğu öpücüklerden birisi değdiğinde "Çok tatlısın," sözlerini duymuştu Naz. "Ama çok mu üzdü o seni? Bu yüzden mi beni istemediğini bu şekilde belli ediyorsun?"

"Nasıl şekilde?"

"Seni ilk tanıdığım gibi." Baran geri çekilip kısık ve şüpheli gözlerini Naz'ın yüzünde gezdirdi, çenesini tuttuğu elini yavaşça yanağına kaydırmıştı. Baş parmağı teninde dolaşırken kelimelerini özenli seçmeye çalıştı. "Güzel şeyleri yaşamaktan korkar gibi."

Ağlamamak için kastığı yüzü en sonunda dağıldı, duyguları parçalandı. Herhangi bir yaş akmasa da gözleri çoktan ıslanmıştı. Dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp açtıktan sonra başını, kendisini herkesten daha çok tanıyan Baran'ın göğsüne yasladı Naz. "Her şeyi mahvetti," dedi sızılı bir sesle. "Kaç yıllık çabamı tek bir gecede mahvetti!"

"Naz..." Diğer kolunu sırtına geçirip daha fazla bastırdı onu göğsüne. Kahverengi saçları parmaklarına değiyordu. "Hiçbir çaba tek gecede mahvolacak kadar kırılgan değildir, özellikle bunun gerçekleşmesini istemezsen." Bedenini kaldırıp kucağına aldı ve sonra yatağa oturup Naz'ı kendisine çekti. "Bir de ben varsam, senin çaban hiçbir gecede mahvolabilir mi sence?"

Sırtlarını başlığa dayamışlardı, Naz az önce hissettiği endişeye rağmen ondan uzaklaşamadığı için gözlerini kapattı tekrardan. "Benden hiç bıkmıyor musun?"

"Bebeğim senden niye bıkayım?"

"Çünkü..." dedikten sonra sustu. Devamını getirmek istemedi, ona bir sebep sunmak istemiyordu. "Çünkü," dedi bir daha, yine sessizliğe büründü.

"Çünkü sen yine kuruntulara kapılmışsın." Baran başını aşağı eğip Naz'ın sıkılı çenesine baktı. "Ağlamak mı istiyorsun? Ağla hadi."

"Ağlayamam... Korkuyorum. Ağlarsam ona yenik düşerim diye korkuyorum."

"Ağlamanın sana yenilmek olduğunu kim söyledi?"

"Bilmiyorum, kimse söylemedi Baran," derken burnunu çekti Naz hafifçe. "Ama kolay toparlamadım ben kendimi, zamanında onun yüzünden çok ağladım ve artık bunu hak etmiyor... Tek bir gözyaşıma değmiyor."

"Eğer ağlarsan kimse sana kızmayacak, kimse seni yargılamayacak."

"İnsan bazen sadece canı istediği için de ağlayabilir mi?" diye gerçek bir merakla sordu. Birkaç gözyaşı akıtırsam ve sonra rahatlarsam, hala ağlamanın kötü bir şey olduğunu düşünür müyüm acaba? Yoksa hayat bana iyi ki ağlamışım dedirtir mi?

"Başkalarını bilmem," dedi Baran kesin bir sesle. "Ama sen benim yanımdayken canın ne istiyorsa onu yapabilirsin."

Ve o andan sonra sıcak bir gözyaşı yavaşça aşağı düştü, Naz elini yasladığı tişörtü sıkıca tutarken gerçekten ağladığına inanmıyordu. Bu ilk başta kendisine fazla utanç verici görünmüştü ancak sonradan dayanamayıp daha hisli ağlamaya başladı. "Birazcık ağlayacağım," dedi kekeleyen kelimelerle. "...buna hakkım var."

"Ağlamakla mutluluğunu kenara bırakmış olmuyorsun," derken onu daha çok çekti kendine, bazı zamanlar sarılmanın yetmediğine inanıyordu Baran. "Bazen daha çok gülebilmek için biraz ağlamak gerektiğine inan, kimse sana güçsüz demeyecek... Kimse sana girdiğin savaşı kaybettiğini söylemeyecek."

"Zaten," dedi Naz, elini kaldırıp ıslak yanaklarına dokundu. Sonra da başını kaldırıp Baran'ın güven dolu gözlerine baktı. "Onunla olan savaşım bitti, sadece arada bir hatırlıyorum işte."

"Peki o anlarda ne yapmak istiyorsun?" Gözlerini gölgeleyen saç tutamlarını geri ittirip tereddüde bulanan bakışları açığa çıkardı.

"Bilmiyorum," derken dudaklarını dişlemişti yavaşça. "Önceden alıp başımı gitmek istiyordum, yapayalnız kalmak istiyordum çünkü beni çok kırıyordu." Babasının boş gözlerini hatırladığında göğsü titrekçe hareket etti Naz'ın. "O beni çok kırdı ve bunu hiç fark etmedi Baran..."

"Artık buna gücünün yetmediğini biliyorsun," diye bir fısıltı işitti sonra kulağında, gıdıklanma hissiyle kafasını onun geniş göğsüne yasladı.

"Evet, yetmez... Ama bu gece beni sana dair ürküttü."

"Nasıl? Ne demek sana dair?"

"Ben... Sen beni başı beladan kurtulmayan birisi olarak görürsün diye çok korktum."

Baran yorgunca nefeslendi. Naz'ın saçlarına öpücükler kondururken ona unuttuğu bir şeyi hatırlatıyordu. "Göze alamayacağım şeyler olduğunu sanıyorsan boşuna korkuyorsun, ben seninle çıkamayacağım belalara da batarım."

Ağlamaktan dolayı tıkanan burnunu çekerken "Biliyorum," diye mırıldanmıştı Naz. "Ama bazen bilmek yetmiyor, o beni buna alıştırdı... Bir gün herkesin bırakabileceğini alıştırdı beni."

Yıllar boyu içine gömdüğü şeyleri şimdi özgür kalabilmek için konuşurken bu korkuyla ne kadar baş ettiğini düşündü. Zamanı kimse kendisini terk etmesin diye geçirirken duygularını ötelediğini fark etmemişti. Oysaki Baran'ı seviyordu, yaptığı her şey sevgisinden ileri geliyordu ancak şimdi babası onu habersizce ziyaret edince içine gömdüğü duyguları hatırlamıştı.

İnanması lazımdı, gerçek sevginin insana mecburiyet kılmadığını, bu yüzden Baran'ın her şeye rağmen yanında olacağını hatırlaması lazımdı.

Bu çabayı gösterdiğinde yine Tarık'a kızıyordu. Birisini terk ettiğin zaman ona bıraktığı tek şey yalnızlık değildi en nihayetinde, ondan geleceğini de çalıyordun. Lisede kendisine âşık olduğunu itiraf eden Baran'ı ilk reddettiğinde mutluluğunu ertelemişti çünkü korkaktı ve şimdi, babasından miras kalan bir korkuyla tekrar terk edileceğine inanmıştı.

"Bunu yapmasına izin verme," derken yaslandığı yerden doğrulup Naz'ı da doğrulttu Baran. Ondaki korkunun kendisi olduğunu bilince ne yapacağını şaşırmıştı. Hala göğsünde sakladığı fotoğrafı alıp ne olduğuna baktı. Orada ikisini gördüğünde, Naz'ın gideceğini düşünmesiyle içinde bir şeyler kırılmıştı ansızın. "Güzelim..." dedi kısık bir sesle. Sonra bakışlarını onun ıslak ve kırmızı lekelerle dolmuş kahverengi gözlerine kaldırdı. "Bu öyle bir şey değil, ben hiçbir zaman sevmekten korkan bir adam olmadım." Baran iddialı bir söz vermediğini biliyordu, sadece onu inandırmak istiyordu. "Bana inan Naz, ben gitmem."

Aşağı inen sıcak damlayı çabucak temizledi. Bu esnada alt dudağını içe kıvırıp bir süre bekledi. "Sinir oluyorum, bana bunu açıklamak zorunda kalmayabilirdin..."

Baran daha fazla uzak duramadı, bedenlerinin yakın olduğu esnada Naz'ı ufak öpücüklerle rahatlatmaya çalıştı. "En azından artık inanıyorsun, değil mi? Beş yıl öncesini düşün, o zaman dinlemek bile istememiştin."

"Değiştim ben." Naz elini kendisine yakın duran Baran'ın yanağına yasladı, avuç içine batan sakallar gıdıklanmasına sebep olmuştu. "Artık hiç kimse için kendimi ertelemiyorum."

"Evet, tam olarak böyle," diye onu destekledi hemen. Fakat bir yandan da ağlamaya dair korkusu olduğunu hatırlayınca az önceki sözlerini tekrarladı. "Sadece şu yanlışı göz ardı etmeni istiyorum, kimseye iyi olduğunu kanıtlamak için zorla gülmek zorunda değilsin... Ağlamak istersen ağla, tamam mı?" Herhangi bir cevap alamadığında bir daha sordu. "Tamam mı güzelim benim?"

Başını tereddütle aşağı yukarı sallarken "Tamam," demişti. Birkaç dakika boyunca sarılarak sessizliği üstlerine örttüler. Bu iyi gelmişti, gerçekleri duymayı seviyordu.

Dakikaların ardından geri çekilip biraz çekinerek de olsa merak ettiği şeyi sordu Naz. "...şey, bu tatile gideceğiz değil mi?"

Baran aklından çıkan bu konuya karşın bir süre bekledi, daha sonra temkinli kalarak cevapladı. "Yorgunsan hemen gitmek zorunda değiliz, başka zaman da olur."

"Hayır!" Bunu kabul etmek istemiyordu Naz. "Lütfen gidelim..." Yalvarır gibi yüzünü kastı hüzünle. "Bunu bir şey kanıtlamak için istemiyorum, gerçekten istediğim için söylüyorum."

Baran'ı hala düşünceli halde bulunca ıslak yüzünü elleriyle silip "Ben bu yolculuk için çok heyecanlanmıştım," dedi heves içinde. "Yolda yeriz diye bir sürü şey hazırladım, bütün gece sen yiyince ne yorum yapacaksın diye düşünüp durdum ama..."

Dudakları keyifle kıvrılırken az önceki hüznünü unutup kendisini tekrardan hayatına odaklayan Naz'ı seyretti bir süre. "Ne yaptın bakalım?"

"Gidiyor muyuz yani?"

"Bugünlük şoför sen olacaktın ama vazgeçtim," dedi omuz silkip, onu böyle yıpranmışken direksiyona geçirmek istemiyordu. "Eğer bir itirazın yoksa bu şekilde gidebiliriz tatilimize."

Naz şimdilik bu isteğini göz ardı etti. "Peki, öyle olsun," dedikten sonra Baran'ın boynuna sıkıca sarılıp onu iki yana salladı. "Hadi kalk artık, geç bile kaldık... Çabuk çıkalım çabuk!"

Yataktan aceleyle kalkıp elindeki fotoğrafı öptükten sonra anı köşesine asan sevgilisinin ardından onu seyretmeye koyuldu, en sonunda yerdeki bavula takılmasına rağmen odadan koşarak ayrıldığı için "Koşma artık!" diye seslenmişti ona fakat kendisini duymadığını biliyordu.

Küçük evinin salonuna geçince koltukta oturmuş telefona bakan Yağmur'la karşılaştı Naz, biraz yavaşlayıp yanına ilerledi. Hiçbir şey söylemesine izin vermeden boynuna sarıldığında "Yanımda olduğun için çok teşekkür ederim," demişti.

Yağmur tüm şaşkınlığı arasında arkadaşının sırtını sıvazlayıp "Ay sorun değil ki," diye mırıldandı.

"Biraz yoruldun biliyorum ama," derken geri çekildi Naz. "...bunu telafi edeceğim, gelsene benimle mutfağa."

"Geleyim bakayım."

Yanlarına gelen Baran'la beraber mutfağa geçtiklerinde Naz buzdolabının dondurucu kısmını açıp oradan iki saklama kutusu çıkardı. Onları masaya koyduğunda Yağmur da heyecanla kıpırdanmıştı. "Ne çıkacak içinden? Lütfen tahmin ettiğim şey çıksın, şu an o kadar ihtiyacım var ki çıldırırım Naz!"

"Galiba tahmin ettiğin şeyi yaptım," dedikten sonra sert kapağı açıp içindeki donmuş içli köfteleri gösterdi heyecanla.

"İnanamıyorum! İçli köfte... Hepsi benim değil mi? Ne olur hepsi senin de!"

"Değil tabi ki de," diyerek araya karışan Baran'dı, kendinden emin şekilde gülüyordu. Naz'a döndüğünde ise onun mahcup suratıyla karşılaşınca "Değildir ya..." dedi umutsuzca. "Nasıl? Hepsini Yağmur'a mı yaptın?"

"Bir seferlik affedemez misin?" Aceleyle diğer kutuyu açtı Naz. "Bak bize de börek yapmıştım," derken böreklerin yarısını Yağmur'a ayırdığını söylemedi bu sefer. "Börek de yeterli bence..." Kaşlarını tereddütle havaya kaldırdı. "Yeterlidir herhalde?"

"Neyse, hesabını başka türlü keseriz artık."

Baran'ın imalı bakışları altında dudaklarını birbirine bastırıp "Bunu yalnızken konuşalım," diye fısıldadı Naz. Tekrar eski heyecanına büründüğünde ellerini birbirine çarpmıştı. "Ay tamam o zaman... Baran, sen börekleri mikrodalgada ısıt, ben de kahve yapayım."

Daha sonra dolaptaki sandviçleri çıkarıp masaya koydu. "Yağmur bunlardan ye aç kalma."

"Siz yemeyecek misiniz?" derken strece sarılmış bir ekmeği hemen açmaya başladı Yağmur.

"Biz yolda atıştırırız, sen otur ye hadi." Sıcak su ayarlarken "Süt mü içersin? Kahve mi yoksa çay mı?" diye sordu.

"Nar suyu var mı?"

Bu soruyu duyunca mikrodalganın önünde bekleyen Baran kardeşinin yanağını sıkıp "Uslu dur yemeğini ye," dedi mahsus bir kızgınlıkla.

"Tamam o zaman süt alabilirim..."

Tüm işlerini hallettikten sonra hem Yağmur'u bırakmak hem de Baran'ın çantasını almak üzere yola koyulmuşlardı. Onların evlerine uğradıkları kısa andan sonra otoyola çıkan Baran derin bir nefes bıraktı dışarı. Güneş az önce doğmuştu, Naz'ın kendisine uzattığı sandviçten ısırık alırken keyfi biraz daha arttı.

Hiçbir zaman büyük hayaller kurmamıştı, gözü yükseklerde değildi. Zaten yüreğinin onu götürdüğü yönde gidince, sevdiği kadınla güneşin doğuşunu seyretmenin ya da onun elinden bir şeyler yemenin bile büyük bir hayale dönüştüğünü fark etmişti.

"Ben hala nereye gittiğimizi bilmiyorum," diye sızlanan Naz'a kaçamak bir bakış attı Baran. Yüzündeki gülüş onun merakıyla daha da artmıştı.

Başka bir konuya giriş yaparak "En sevdiğin şarkı neydi?" diye sordu ona, bir elini de radyonun düğmesinde dolaştırıyordu.

Naz sandviçini çiğnerken "Ama çok var," dedi serzenişle. "Hangisini söyleyeyim?"

"Şu son zamanlarda kulağımın dibinde dinleyip benim delirmeme sebep olduğun en sevdiğin şarkıyı soruyorum."

Onu delirten çok şarkı vardı, parmağını dudağına yaslayıp bir süre hangisi olabileceğini düşündü Naz. "Benim için öldün artık olabilir mi?"

"Ona ayrı sinir oluyorum da..." Başını yan çevirip Naz'a kaçamak bir bakış attı, bu esnada gözlerini kısıp kızgınlığını belirtmişti. Naz'ın bazen şarkıları yaşar gibi dinlemesi kendisinde huysuzluğa neden oluyordu. "Diğerinden bahsediyorum, üstüne iddiaya girmiştik hani."

Naz tek kaşını kaldırıp tereddütle mırıldandı. "Bodrum mu?"

"Ta kendisi... Başımın belası, Bodrum."

Onun bir düşmandan bahseder gibi bahsettiği şarkıya karşın güldü Naz, bedenini yan çevirip tamamen Baran'a dönmüştü. "Nesi varmış benim şarkımın? Onu çok seviyorum ve her sözüne inanıyorum."

"Nesine inanıyorsun, söyle bir daha."

"Bodrum'a gidersen Bodrum'dan başka bir şey düşünmezsin, bu kadar basit."

"Hadi ya, gidip denedin mi daha önce?" Trafiğe karıştığı esnada denk gelen kırmızı ışıkla Baran da tamamen Naz'a döndü. Meydan okuyan gözlerini onun parıldayan suratında dolaştırdı, elini kaldırıp yanağını sıkarken Naz alışkanlıkla parmaklarını tuttu. Hem yanağını sıkması için müsaade edip hem de parmaklarını tutarken dalgındı.

"Gitmedim," dedi mırıltıyla.

Yıllar önce kendisine yaz tatili için bir isteği olup olmadığını sormuştu Denizhan. Naz ise ona yaz aylarını pek sevmediğini söylemişti. Oysaki seviyordu, sadece hiçbir planının olmaması ona yaz mevsimini yaşıyormuş gibi hissettirmiyordu.

O zaman denize gitmek istiyorum diyememişti. Bunu ifade etmekten utanmıştı çünkü Denizhan'ın ailesiyle sıklıkla yaptığı bir şeye hiç erişememiş olması, her zamanki gibi Naz'da mahcubiyet uyandırıyordu.

Bodrum'u sevmesi ise annesinden kalan ufak bir hatıraydı. Aklına gelen anı ile hafifçe tebessüm etti.

Radyoda güç bela denk getirebildiği kanalda çalan Ellerimde Çiçekler şarkısını dinliyordu Çiçek. Bu esnada Naz da yattığı kucakta yuvarlanıp "Anne ben duyamıyorum," diye sızlandı. Aslında şarkıyı duyuyordu ama sözlerini anlayamıyordu. Başını aşağı sarkıtıp tersten baktı annesine. "Anne ne diyor şarkıda? Bana da söyle!"

Çiçek kızının yüzüne değen ayağını tutup hafifçe öptü. Sadece Seymen'in olmadığı zamanlar dinleyebiliyordu bu şarkıyı. Hatta sadece o yokken şarkı dinleyebiliyordu. Eskiden özgürce yaptığı bir şeyin şimdi kendisine gıdım gıdım veriliyor olması gururunu kırıyordu. Neredeyse yaşamak için yalvaracaktı ona, hem de henüz nefesi kesilmediği halde... Oysa yaşamak için yalvarmaktan daha yaralayıcı bir şey yoktu hayatta, özellikle de diz çökmekten nefret edenler için.

Başını yine salonun kapısına çevirip nefeslendi. "Seni sevmiyorum dedim yalandı," diye mırıldandı kızına açıklamak isteyerek. Bu esnada yıllar önce kendisini yarı yolda bırakan Tarık'ı düşündü. Şimdi kendisini merak edip etmediğine dair bir sorgu içini sızlattığında, merakını çabucak giderdi Çiçek.

Eğer merak etseydi gelmez miydi?

Beni bulabilirdi... O kadar da kaybolmadım, diye geçirdi içinden.

Sonra derin bir nefes verip "Başka ne diyor?" diye konuşan kızına döndü. Onun boynunu gıdıklarken "İstemiyorum artık palavra," dedi yavaşça. "Ellerimde çiçekler," derken ise boğazı düğümlendi. Bu fazlasıyla kendisi gibi hissediyordu. "...kapında sırılsıklam görürsen bir gün şaşırma."

Onu artık sevmemeyi tercih etmiş Tarık, bir gün ellerinde çiçeklerle gelip pişman olduğunu söylemeyecekti fakat bu şarkıyı seviyordu, sanki hiç yarı yolda bırakılmamış gibi... Her şey taze bir kabusmuş gibi... Az sonra uyanacakmış gibi

"Yaaa?" diye şaşırma tepkisi gösterdi küçük Naz, sonra yaptığı bu harekete kendisi güldü. Çiçek de gülmüştü, son zamanlarda onu güldüren tek şey küçük kızıydı zaten.

"Beni böyle çaresiz, beni böyle derbeder, beni böyle ortalarda bırakma."

Duyduklarına fazla anlam yükleyemese de "Çok güzelmiş," dedi Naz hayranlık içinde. "Kim söylüyor anne bunu? Ellerim tombik tombiği söyleyen abla mı söylüyor yoksa?"

"Yok, bunu amcalar söylüyor."

"Hangi amcalar?"

"Dinlesene..." Eliyle radyoyu işaret edip dikkatini oraya yöneltti kızının. "Bak, amca sesi bunlar. Adları Gündoğarken. İşte ben en çok onların şarkılarını seviyorum."

Yattığı ters pozisyondan annesinin yardımıyla doğrulup karşısındaki kadının boynuna doladı kısa kollarını, ortak bir şey paylaşmanın heyecanıyla kıkırdarken "Ben de en çok onları seveyim o zaman," demişti çocuksu bir mırıltıyla.

O zamandan beri, annesinden kalan bir anıyı yaşatır gibi Gündoğarken'in şarkılarını çok seviyordu Naz. Ve onların şarkılarını dinlediği zamanlardan beri Bodrum'u da çok merak ediyordu. Hiçbir zaman layıkıyla gerçekleşmemiş bir yaz mevsiminin hayalini kurdurduğu için ayrı sevgisi vardı bu şarkıya.

Yarım kalan sözlerine devam etti daha sonra. "Gitmedim ama doğru söylüyorlar bence... Bodrum'da iki aşık birbirini unutabilir, çok güzel bir yer orası."

"Ben unutmaz diyorum," diye karşı çıktı Baran, ondaki dalgınlığı fark ettiği zaman elini avuçları arasına alıp hiç bırakmadan kendi dizine koymuştu.

"Unutur unutur..." Başını koltuğa yaslayıp hülyalı halde konuştu Naz. "Gökyüzüyle denizi ayırt edemediğin bir manzarayı düşünsene Baran, ona bakarken insan bırak aşığı kendisini bile unutur."

"Şu an beni kışkırtıyorsun, biraz daha zorlarsan sana Bodrum'u bile unuttururum."

Şüpheli gözlerini sevgilisinin üstünde gezdirdi birkaç saniye. "Sen şu an Bodrum'a gittiğimizi mi ima ediyorsun?"

Radyonun düğmesine basıp Naz için hazırladığı şarkının arkada çalmasına müsaade etti.

Bir şişe şarap ve bir ılık rüzgâr mutluluğum...

Elini havaya kaldırıp iki yana sallarken sandviçini yemeyi bırakmış ve şarkıya eşlik etmişti. "Bodrum'da bir akşam yakınındayız sonsuzluğun..."

Yavaş seyreden, arada ritmi değişen müziğin rahatlatıcı bir hissi vardı. Sözler ve ezgi ona çocukluğunu, hayallerini ve annesini hatırlatıyordu. "İki aşık bile birbirini unutur," derken başını yan çevirdi, saçını usulca kulağının arkasına sıkıştırırken gülüşleri arasında Baran'a imalı bir bakış atmıştı. "Bodrum'dan başka bir şey düşünülmez Bodrum'da..."

"Göreceğiz onu."

-

Saatler süren yolculukta kısa molalar vererek gelmişlerdi Bodrum'a. Arabayı kenara çekip bir şeyler atıştırırken hayatında ilk kez bu kadar güzel bir yolculuk yaptığını düşündü Naz. Arkada çalan sessiz ve usul bir şarkı eşliğinde atıştırmalıklardan yemek bile çok güzeldi.

En sonunda arkası maviyle aydınlanmış bir taş evin bahçesine giriş yaptıklarında "Bayılabilirim," diye mırıldandı Naz. "Beni bu kadar güzel bir yere getirmiş olamazsın."

Tek katlı evin iki yanından yemyeşil ağaçlar uzanıyordu ama gökyüzünü gölgeleyecek kadar büyük değillerdi. Üstelik tam yaza kavuşmayı bekleyen ilkbaharın son demlerine yakışık canlılıktaydı, hava kararmadan son kez kendisini belli eden deniz ve gökyüzü de tıpkı hayal ettiği gibi birbirine karışmış halde görünüyordu arkadan. "Burası hayallerimden bile güzel Baran..."

İki tarafı yeşillikle kaplı yolu yürürken açık bıraktığı kahverengi saçları esen rüzgarla savruluyordu. Tıpkı bir masalı yaşıyormuş hissi veren yere bakındı, içine çektiği nefes bile huzuru daha çok hissettiriyordu ona.

On yedi yıl boyunca yaşadığı köhne mahalle, hemen ardından içine hapsolduğu babasının evi ve iş hayatının ona mecbur kıldığı dar apartmanlardan sonra ilk böyle bir deniz kenarında bulunmakla neler kaçırdığını fark etmişti.

Öğle vaktini geçmişlerdi, akşamüstü gelirken on saatlik yolculuğun yorgunluğu bile silinip gitti üstünden. Geriye dönüp arabanın kenarında bekleyen Baran'a baktı daha sonra. Arka koltuktan çıkardığı eşyaları taşıyordu iki elinde. Yanına koşup hafif olan çantayı zorlukla çekip aldı. "Ben de taşıyayım."

"Hallediyorum güzelim."

"Olsun," derken eşya taşımaya bile heves etmesi Baran'ı güldürmüştü. İnat etmeden bir tanesini ona verdi.

"Al bakalım." Hemen sonra elini tutup dikkatini çekmek üzere hafifçe sıktı. "Şimdiden itiraz yok, biraz uyuyorsun tamam mı?"

"Nasıl? Şimdi sahile inip denizde yuvarlanmayacak mıyım?"

"Yuvarlanmayacaksın hanımefendi, dinlendikten sonra ben seni istediğin kadar yuvarlarım."

Başını mahsus bir küskünlükle yana yatırıp "Peki," diye mırıldandı. "Biraz uyurum ama ondan sonra beni asla çıkaramayacaksın denizden."

Kısa yolu artık zıplayarak ilerlerken diline dolanan şarkıyı mırıldanmaya başladı keyifle. "İki aşık bile birbirini unutur, Bodrum'dan başka bir şey düşünülmez Bodrum'da."

Ve sonra uyarırcasına bir ses duydu. "Naz..."

-

Birkaç saat kestirdiği uykudan sonra topladığı enerjisiyle yataktan kalkmış, kısaca duş aldıktan sonra batan güneş eşliğinde hazırlanmaya başlamıştı. Giymeyi düşünmese bile yanında getirdiği mavi çiçekli beyaz elbisesini üstüne geçirmiş haldeydi, açık bıraktığı saçlarını arkasında gevşekçe toplamışken makyajla uğraşıyordu.

Yüzünü boğmayacak kadar bir şeyler sürdükten sonra önüne düşen saçlarını geri ittirip aynada kendisine baktı biraz. Bileğindeki takıları hareket ettikçe dışarıda öten kuşlar gibi hoş bir ses çıkarıyordu. Yaşamayı sevdiğin zaman böyle ufak şeylerden bile keyif alabildiğini görünce yüzündeki gülüş daha da artmıştı.

Odadan çıkıp salondaki koltuğa yaslanmış halde kendisini bekleyen Baran'ın önüne geçti. Onun bakışlarını kendisine kaldırdığı görünce elbisesini uçurarak bir tur etrafında dönüp "Nasılım?" diye sordu. "Nasıl olmuşum?"

"Çiçek gibi olmuşsun."

Ufak bir "Hmm..." sesiyle ilk şapşal tepkisini verdikten sonra "Teşekkür ederim," diye mırıldandı.

Beraber evden çıktıklarında evin arka yolundan sarp merdivenleri inip sahile gelmişlerdi. Naz sandaletinden içeri sızıp tenini gıdıklayan kumlara bakınırken burnuna dolan kokuyu çekti derin derin. Dalgaların gel gitleri ve bu esnada kulağına ulaşan hışırtılı ses gülümsemesine sebep olmuştu. "Bazı insanlar çok şanslı," diye mırıldandı usulca. "Yani böyle bir yerde yaşayanlardan bahsediyorum, gözüme çok şanslı görünüyorlar."

"Artık istersen sen de böyle bir yerde yaşayabilirsin."

Baran'ın önüne dünyayı serebilirmiş gibi konuşmasından sonra kıkırdadı Naz. "Burada yaşamak maaşımın yeteceğini sanmıyorum ama böyle birkaç gün kaçamak yapabilirim tabi, neden olmasın?"

Tuttukları elini bıraktıktan sonra kolunu omzuna atıp onu tamamen yanına çekti Baran. "Belki alırız ileride," derken o da sakin bir hayatın hayalini kurmuştu. "Bizden sonra da çocuklarımız yaşar."

"Bizim çocuğumuz yok ki."

"Ela gelip baba arkadaşlarla Bodrum'daki eve tatil yapmaya gideceğiz dediğinde ilk başta izin vermeyip sinirlendiririm onu hatta."

"Baran..." Kaşlarını iyice çatıp şaşkınlıkla sordu ona. "Ela kim?"

"Kızımız işte."

Naz gülüşü arasında "Allah'ım ya..." diye mırıldandı. Bir süre önce arkadaşının bebeğini kucağına almıştı, işte o zaman da zihnini sarmıştı annelik düşünceleri. Baran'ın da bu konudan apaçık bahsetmesiyle kendisini yabancı bir gidişata hazırlamaya başladı yavaş yavaş... Anne olmanın ne anlama geldiğini bilmiyordu, üstelik hayatı mahvolmuş bir kadının kızıyken buna dair bir korkusunun olmadığını da iddia edemezdi.

Yine de ona korkusunu sona erdirecek sebeplere sahipti. Baran'ı tanımıştı, ailesiyle anlaşıyordu, sahip olduğu ayakta kalma güdüsü de küçümsenemezdi. Yani bir çocukla taçlandırılabilecek evlilik ona külfet olmazdı.

Olmayan bir şeyin varmış gibi davranamam diye düşündükten sonra başını iki yana salladı. Daha bir teklif bile almamıştı. Ana odaklanarak tekrar deniz manzarasına takıldı, esen meltemden dolayı kısılan gözlerini ufukta gezdirdi. Ay ışığının suya yansıyan parıltısı hiç kaybolmuyordu.

Bir süre sohbet ederek yürüdükten sonra yine deniz kenarında kalan bir restorana giriş yapmışlardı. Teras kısmına geçip boş bir masaya oturdular. Hemen arkalarında canlı müzik çalıyordu, yavaş seyreden gitar sesiyle beraber hem yemek gelene kadar hem de yemekten sonra uzun uzun sohbet etmişlerdi.

Sabah vaktine doğru yaşanan şeyi göz ardı edebildiği için mutluyu Naz. Hayatına yine kaldığı yerden devam ediyor, acısını bu sefer üstüne basarak ötelemiyordu. Onu Baran sayesinde dışa vurup tüm korkusunu dile getirmişti zaten.

Suyundan yavaş yavaş içerken tekrar "O kadar güzel ki," diye mırıldandı. Aralıklı olarak bunu dile getiriyordu. "Bir de bana şarkıya inandığım için kızıyorsun Baran! Çok haklılarmış cidden, insanın burada unutamayacağı bir şey yok."

"Sana beni kışkırtma demiştim," derken kollarını yasladığı masaya biraz daha eğildi Baran. Şarkının sözlerine alındığı yoktu, Naz'ı böyle huzurlu ve tüm kötü hislerden arınmış görmeyi zaten seviyordu. Sadece biraz zamana yaydığı şeyi yapmak konusunda kamçılandığını hissediyordu.

Bir elini indirip pantolonun cebindeki kutuya dokunurken vazgeçti. Daha geleli birkaç saat olmuştu, en azından yarını bekleyeyim diye düşündü. Ancak Naz tekrar karanlık denizi seyrederek ve üstelik kendi kendine ufak dans hareketleri sergileyerek "İki aşık bile birbirini unutur," diye şarkı söyleyince alt dudağını dişleyip yüzük kutusunu çıkardı, yavaşça masaya koydu.

"Hadi güzelim şimdi unut," dedi müstehzi bir tonda. Gülmemek için az önce ısırdığı dudaklarını birbirine bastırmıştı çünkü Naz'ın suratında duraksamış, şaşkın bir ifade vardı.

Elleri çenesinin altında hareketsizce beklerken gözlerini birkaç defa kırpıp "Ne?" diye mırıldandı. Açılan kırmızı kadife kutunun altından zarif bir yüzük çıkmıştı, artık denizin parıltısı yerine Baran'ın apaçık teklifine bakıyordu. Gerçi dikkatini çeken şey yüzük de değildi. Daha birkaç saat önce kumsalda yürürken kafasını karıştıran bir ihtimalin ansızın gerçekleşmesiydi.

Hala çenesinin altında duran eli Baran bileğinden kavrayıp nazikçe aşağı indirdi, elini tuttuğunda ise Naz da hafifçe tebessüm etmeye başlamıştı. Dudakları tereddütle kıvrılmıştı. "Ben..."

"Tedirgin olduğunu biliyorum," diye ihtiyatla konuştu Baran. "...ama ben sana korktuğunu yaşatmam." Birkaç saniye bekledikten sonra dudaklarını iki yana kıvırıp daha keyifli çıkardığı bir sesle devam etti bu sefer. "Sorayım mı o soruyu? İster misin?"

Boğazı kuruduğu için sessizce yutkundu, bu esnada sadece başını aşağı yukarı sallayabilmişti Naz.

"Tamam." Parmakları arasında tuttuğu eli daha sıkı kavradı. "Ben... Seninle aynı evi paylaşmak istiyorum. İşten beraber dönelim, aynı kapıdan girelim, bütün yorgunluğumuzu beraber atalım istiyorum." Gözlerini sakince kendisini dinleyen Naz'ın çehresinde dolaştırdı. Biraz daha devam ederse iki yana kıvrılan dudakları kulaklarına varacak gibiydi. Baran da ansızın üstüne çöken heyecanla dudaklarını yaladı acele içinde. "Hayatıma her konuda ortak olmalısın Naz, benimle evlenir misin?"

Sızlayan gözlerini ovalayıp tekrar başını aşağı yukarı salladı. "Evet," derken sesi epey titrek çıkmıştı. Sonra daha yüksek sesle "Evlenirim Baran..." diye ekledi.

Parmağına geçirilen yüzükle ağlamamak için kendisini zor tuttu, hiç bu kadar başını dumanlar sarmamıştı. Sanki bir duygunun sarhoşuydu. Elde ettiği başarılar, sarf edilen efor, iyi olabilmek için çabaladığı işi... O kazanabilmek için çok şey yapmıştı ve hepsini kenara bıraktığında artık bir aile kurmaması için sebep bulamıyordu. Gücünü kendisinden çekip alan işinden sonra evine yapayalnız çekilmek yerine sevdiği adamla bir koltuğa yığılmak daha heyecanlı görünüyordu gözüne.

Dakikalar sonra "Şimdi itiraf et bakalım," diye bir şey duydu. Baran önündeki peçeteyi dalgınca kenara kaydırıp Naz'ın gözlerinin içine baktı keyifle. "Bodrum mu ben mi?"

Naz bu soruya hiçbir cevap vermeden dirseklerini masaya yasladı, biraz yükselip Baran'ın yüzüne yaklaştı. Hiç beklemediği bir an onun yüzüne art arda birkaç öpücük kondurmuş sonra da "Sensin tabi ki de," demişti kıpır kıpır bir sesle. Geri çekildiğinde ellerini utanç içinde yanaklarına bastırdı ve sonra gizli bir şey söylermiş gibi öne eğildi. "Bir de hatırlat, eve gidince daha çok öpeceğim..."

"Tamam hadi kalk o zaman."

"Ya ama biraz daha kalalım!"

"Onu vaatler vermeden önce düşünecektin yavrum." Nasıl olsa daha uzun süre burada olmalarına dayanarak tuttuğu eli nazikçe çekiştirirken Naz'ı kaldırmaya çalıştı Baran. "Hadi, ben anlamam öyle Bodrum unutturur falan..."

İnsanların dikkatini çekmemek için gülüşünü azaltmaya çalıştı, bir yandan da masadaki telefonunu ve çantasını toparlıyordu. "Ay tamam bekle." Sonra kaşlarını havaya kaldırarak Baran'a döndü tekrardan. "Ee hesap?" diye sorarken onun yüzüne düşen şaşkınlığı seyretmişti.

Baran hemen elini cebine atıp cüzdanını almaya koyuldu, bu esnada gülerek derin bir nefes bıraktı dışarı. "Ah be güzelim... Valla bana seni unutturan bir şey yok da sen hesabı bile unutturuyorsun."

-

Okuyan oylayan herkese teker teker çoook teşekkür ederim, bundan sonra geriye son 4 bölüm kaldığını şimdiden haber vermek istedim... Naz, yaşayamadıklarını yaşadıktan sonra hikayemiz gerektiği noktada son bulacak 💝

Bölüm : 19.12.2024 11:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...