36. Bölüm

*Senden sonra

tuğba fc
askilav

Keyifli okumalar. 🤍

-

Ön camdan gözüne yansıyan güneş ışıklarını eliyle hiç örtmeden başını geriye yasladı; yüzündeki aydınlık, uyku mahmurluğundan kapanan gözlerini açmasına yardımcı olmuştu. "Baran ne olur azıcık gülsen," derken sesi sızlanır gibiydi. "Söz bir dahaki hafta izin alacağım ve tamamen seninle olacağım, bak cidden söz verdim."1

Staj yaptığı şirkette işe başlayalı bir seneyi geçmişti ve o zamandan beri Baran'ın beraber tatile çıkmak üzere olan teklifini reddetmek zorunda kalıyordu. Buna sebep olan şeyse iş yerinde sürekli sorumluluk almaktan dolayı hiçbir şeye zaman ayıramamasıydı. Aslında bu duruma kendisi de üzülüyordu fakat henüz işlerden sıyrılamamıştı.

Baran direksiyonu dalgınlıkla çevirirken sıkışık trafikten dolayı alnını sıvazladı. Bakışlarını kendisine yalvarır gibi bakan Naz'a çevirdi kaçamak halde. Onu bu hale sürüklemediği müddet Naz sıkı sıkıya bağlandığı işinden başını hiçbir zaman kaldırmayacaktı, bu yüzden ilk defa tavrını en net haliyle koymuştu. "Aynı sözü geçen hafta da vermiştin, unutmadım."

"Ama o zaman şirkette bu kadar personel çıkışı yaşanacağını bilmiyordum, aniden her şey üzerimde birikti." Koltukta biraz yükselip her zaman kullanmayı tercih edemediği şekilde "Sevgilim," diye mırıldandı. "Lütfen..."

Hemen sonra buna kayıtsız kalamayan bir "Hmm?" sorusu duyunca kendisini gülmeye zorladı Naz. Bakışları hala ara sıra kendisine uğruyordu ve açılan trafikten sonra geldikleri şirketin önüne park edince Naz, Baran'ı çenesinden kavrayıp tamamen kendisine çevirdi. "Bu sefer kesin söz verdim, haftaya beni istediğin yere götürebilirsin."

Hala el freninde olan elini çekip direksiyona ufak ritimlerle vurdu Baran, birkaç haftadır yaptığı planı sürekli ertelemek durumunda kalmıştı ve bu durum keyfini kaçırıyordu. Yolda gezdirdiği bakışlarını Naz'a çevirdiğinde ona soğuk bakmak istemese de bu işkoliklik sorununu başka türlü çözemeyeceklerini bildiği için bir de bunu deniyordu. "Onu haftaya göreceğiz," diye kısık bir sesle konuştuktan sonra uzun uzun Naz'ın tereddüt dolu gözlerine baktı.

Naz birkaç saniye endişe içinde bekledikten sonra hafifçe kaşlarını çattı. "Haftaya bu koltukta sen oturacaksın," deyip eliyle kendi oturduğu koltuğu işaret ederken söyledikleri konusunda emindi. "Aklından neresi geçiyorsa oraya seni ben götüreceğim, göreceğin tek şey şoförlüğüm olacak."

Sorarcasına tek kaşını havaya kaldırdı Baran. "Uzun yol yapacaksın yani?"

Bu soru Naz'ı caydıracak gibi olsa da "Tabi," demişti usulca. "Uzun yol da yaparım... Ne var ki? Harika bir şoförüm ben."

"Onu biliyoruz güzelim," derken aklında en son Naz'ın direksiyona geçtiği an geldi. Boş yolu fırsat bilip aniden hız yapınca, Baran nasıl endişelendiğini hatırlıyordu. "Gaz pedalıyla resmen oyuncak gibi oynuyorsun."

Aynı günü kendisi de hatırlayınca tekrar araba sürmeye dair heyecanı pekişmişti. Keyifle gülüp "Ama çok eğlenceliydi," dedi. "Ve sakın inkâr etme, onu da mükemmel yaptım."

Baran az önceki konuyu unuturken "Neyi yapmıyorsun ki zaten?" diye mırıldanmıştı. Hemen sonra Naz'ın arkaya uzanıp çantasını almasıyla dikkati oraya kaydı. Artık arabadan inip işe gideceğini düşündüğü an Naz "O zaman gitmeden önce şunu da göstereyim," dedi.

"Neyi göstereceksin?"

Naz çantasının fermuarını açıp en üst kısımda duran kutuları çıkardı. Aynı markanın iki farklı renginde yemek kutularından almıştı. Lacivert olanı Baran'a uzattı hemen, kendisinde ise turuncusu vardı. Bir süre önce öğle yemeğini kendi yapmayı kafasına koymuştu ve bir tane de Baran için hazırlamıştı. "Bak bunları ikimize aldım, öğle arasında dışarıdan yeme diye atıştırmalık bir şeyler de yaptım. Alttaki kutuda meyve dilimleri var, üstte de siyez ekmeğiyle yaptığım ton balıklı sandviç ve yoğurtlu salata var."

"Ellerine sağlık güzelim," derken Naz'ı kendisine çekip kuvvetle öptü, yüzünde gördüğü şeyin hoşuna gittiğini belli eden şapşal bir gülüş vardı.

"Afiyet olsun..." Dalgınca etrafına bakındıktan sonra gözleri arabadaki saate değmişti. "Ay benim artık gitmem lazım, sen de geç kalma." Baran'ın omzuna tutundu ve yanağına ufak bir öpücük kondurduktan sonra el sallayarak aradan ayrılmıştı. "Hoşça kal!"

Şirkete girdikten sonra kendi katına gelince asansörden inip koridorda ilerlemeye başladı.

Mezun olduktan sonra kimseyi aleyhinde konuşturmamak için başka bir yerde çalışmayı daha uygun gördüğünü düzgünce açıklamıştı Naz. Her ne kadar Mine, Denizhan ve Nil'le görüşüyor olsa da iş ilişkisi kurup bazı şeyleri riske atmak istemiyordu. Kendisini alanında başarılı görüyordu ama yine de bir ihtimal, onlara rahatsız verecek bir şey yaparsa bu aralarındaki kısıtlı görüşmeleri de etkiler diye Müfit amcasının yanında işe başlama fikrini reddetmişti.

Masasına geçtikten sonra eşyalarını yerleştirip bilgisayarını önüne çekti. Bazen zorluğunu hissediyor olsa da artık kendi hayatına tamamen sahip olmanın ayrıcalığı bambaşkaydı.

Öğle arasına kadar gözleri acıyana dek çalışmanın ardından saçlarının ön kısmını rahatlama ihtiyacıyla geri yatırdı. Artık kalkıp bir şeyler atıştırmalıydı, o sırada yanına yaklaşan iş arkadaşını görünce doğrulup gülümsedi.

"Naz selam!"

Sandalyesini geri çevirip "Selam," diye mırıldandı Naz da.

"Nasılsın bakalım?"

"İyiyim işte, her zamanki gibi... Sen?"

"İyiyim ben de." Arkadaşının yüzünde bir şey soracak olmanın izleri belirdiğinde Naz da merak etmişti. Ancak "Akşam bizimkilerle vakit geçirelim diyoruz, sen de gelecek misin?" sorusunu duyduğunda "Maalesef," diyerek başını iki yana salladı. "Bugün hiç müsait değilim."

"Ay yine mi? Ne zaman sorsam hiç vaktin olmuyor!"

"Akşam üniversiteden bir arkadaşıma gideceğim ya, yoksa vakit ayırmaya çalışırdım."

"Ne çok arkadaşın var senin de," derken karşısındaki kızın tuhaf duyguların sardığı gözlerini üstünde hissedince rahatsızca kıpırdandı Naz. Bu imalı konuşmayı pek sevmemişti.

"Evet öyle," dediğinde bu tutuma karşın sert bir tavır göstermekten başka çaresi yoktu. "O yüzden kusura bakma."

"Yok ne bakacağım ya..." Bakışlarındaki tuhaflığı hiç silmeden Naz'a soğuk bir bakış atıp "İyi madem kolay gelsin sana," dedikten sonra oradan uzaklaşmıştı.

"Sağ ol." Gergin havadan kurtulduktan sonra bilgisayarını kapatırken huysuzca mırıldanmıştı Naz. "Arkadaşlarımın hesabını vermem lazım sanki."

-

Evden getirdiği öğle yemeğini yedikten sonra öğle sonrası mesaiyi de tamamlamak üzereydi. Ajandasına not alırken gözlerini sürekli ekranda gezdiriyordu ve biraz yorulmuştu. Çıkışına az kalmışken titreyen telefonuyla tüm odağını kaybetti.

Ters duran ekranı çevirip arayana baktı. Denizhan'ın ismi yazıyordu. Yeşil simgeyi kaydırıp aramayı cevapladı hemen. "Efendim?" derken yorgunluğunu sıyırıp keyifli bir sesle cevap vermişti Naz.

"Abla, ne yapıyorsun?"

"İşteyim, az sonra çıkacağım. Sen ne yapıyorsun bakalım?"

Denizhan geçen sene sınavı kazanamadığı için mezuna bırakmıştı ve tekrar hazırlanıyordu, Naz onun bu süreci sıkıntılı geçirdiğini biliyordu. Zaten "Nil'i dolaşmaya çıkarmıştım," derken konuşmasından da kötü zamanlar geçirdiği belli oluyordu.

Naz bu duruma istemsizce üzülürken "Anladım," diye mırıldandı.

Fakat hemen sonra Denizhan sanki buna çok ihtiyacı varmış gibi "Müsaitsen sen işten çıktığında görüşelim mi?" diye sormuştu. "Hem Nil de özledi seni."

Aslında işten çıktıktan sonra eve geçip arkadaşına gitmek üzere hazırlanmayı düşünüyordu, bu da kardeşinden gelen soruyu ilk başta yanıtlayamamasına sebep olmuştu. Sessizlikle beklerken Denizhan'ın "Abla lütfen..." diye mırıldandığını duyunca fazla beklemeden "Tamam," dedi Naz. "Nerede buluşalım?"

"Annemin arabasını aldım ben, seni almaya gelsem olur mu?"

"Buraya kadar uğraşmana gerek yok aslında."

"Hemen şimdi geliyorum, bekle sen."

Telefonu kapattıklarında Naz bir süre ekrana bakakaldı ve hemen ardından kısaca iç çekip işine devam etti. Gerçi aklını bulandıran bu durumdan dolayı ondan sonra mesai bitimine kalan süreyi dağınık halde geçirmişti.

Saçının toplu kısmını avucuyla geriye yatırdı birkaç defa, artık vakti azalınca da eşyalarını toparlayıp oradan ayrılmaya koyuldu. Asansöre ilerlerken Baran'ı arayıp ona Denizhan'la görüşeceğini açıklamıştı.

Şirketin önüne çıktığında tanıdık arabayı hemen gördü, yine de plakayı kontrol ederek ilerledi oraya. Zaten çok geçmeden cam açılmış ve şoför koltuğunda bekleyen Denizhan görünmüştü, kucağında da Nil'i tutuyordu. İkisi beraber açık camdan ona bakıp el sallarken Naz da yolcu tarafının kapısını açtı ve koltuğa oturdu. "Selam," derken dudaklarını kıvırıp tereddütle gülümsedi. Denizhan'ı daha kötü bulacağını sanmıştı ama yüzünden herhangi bir duygu okunmuyordu o an.

"Hoş geldin abla," derken Denizhan küçük kız kardeşini zapt etmek isteyerek kollarını daha sıkılaştırdı ama Nil'in duracağı yok gibiydi.

İnce ve çocuksu sesiyle "Abla!" diye bağırıp abisinin kucağından atlayıp Naz'ın boynuna sarıldı. "Seni çok özledim! Çok güzel olmuşsun, saçların aynı bebeğim gibi..." Ablasının kahverengi saçlarını okşayıp yeşil gözlerini irice açtı küçük kız. "Bebeğim gibisin abla."

Naz onun bu sözlerine hafifçe güldü. "Sen de benim bebeğimsin," derken eğilip Nil'in yanaklarından öpmüştü.4

İlk zamanlar kıskandığı ufak bebeğin büyüdükçe kendisine alışması ve sevgisini masumca sergilerken Naz'ın uzak durmaya çalışması bir süre sonra ona yorucu gelmeye başlamıştı. Eğer hayattan korkmuyorsa küçük kardeşinden de korkmasına gerek yoktu. Zaten yıllar babasıyla görüşmedikçe onu unutturur hale gelmişti, bu yüzden Nil'i de hiçbir zaman nefret ettiği babasının şanslı kızı olarak görmüyordu.

Onun örgülü sarı saçlarını parmaklarıyla tarayıp pembe tokalarını okşadı şefkatle. "Senin de saçların çok güzel olmuş! Kim yaptı bunları?"

"Anneannem yaptı, bugün okula beni o götürdü abla." Hızlıca konuşmak küçük kızı duraksatmıştı, kısaca yutkunduktan sonra Naz'ın omuzlarına daha sıkı tutunup aklına gelenleri anlatmaya devam etti. "Bana Elsalı suluk da almış, ben o zaman hiç ağlamadım ki zaten."

Naz onun hevesle bahsettiği şeylere gülerken "Elsalı suluğun yokken ağlıyor muydun yoksa?" diye sordu.

"Biraz ağladım, annemle babam çok kavga etti çünkü."

Duyduğu şeyden sonra ne diyeceğini bilemeyerek duraksadı Naz, bakışları Denizhan'a kayınca onun solgun suratında aynı hayretten bulamamıştı, sadece alışkanlıkla bakıyordu. Yine de Nil'i onun kucağından alıp çabucak arka tarafa yöneltti. "Küçük cadılara ön koltuk süresi doldu, otur bakalım bebe koltuğuna."

Nil "Abiş bana bebek deme," diye sızlanırken koltuğuna oturmuştu, Denizhan da eğilip onun kemerini bağladı. Ufak burnunu sıkarken kardeşinin şahit olduğu şeyleri aklına böyle kazımasının şaşkınlığı içindeydi ancak belli edemiyordu.

Gerçi bunu bazen kendisi bile kaldıramıyorken Nil'in etkilenmemesi tuhaf olurdu, sadece kardeşinin kolaylıkla unutmasını isterdi. Onu bu yüzden sıklıkla evden uzaklaştırıyordu, babasının haksızlık etmediği bir tek Nil'in çocukluğu kalmıştı ve Denizhan, kardeşini korumak için elinden geleni yapardı.

Geri çekildikten sonra bu sefer Naz'a sorarcasına bakıp "Sürüyorum bir yere?" dedi.

Naz başını iki yana sallayıp "Fark etmez," diye mırıldandıktan sonra parmaklarını birbirine geçirip sessizce oturmaya başlamıştı. Bu zamana kadar Denizhanlarla görüşürken tek bir şart koşmuştu, o da Tarık'la ilgili hiçbir şey duymamaktı. Şimdi Nil bu kavgadan bahsedince sanki kardeşinin yüzündeki sıkıntı orayı işaret ediyor gibi hissetmişti.

Birkaç dakika sonra fazla yol almadan Denizhan bir restoranın önüne park etti. İçeri geçerlerken Nil hiç kimseye bakmadan direkt Naz'ın elini tutmuştu, uçuşan sarı saçlarını sürekli geriye iterek yürürken bakışlarını sürekli ablasına çeviriyor ve onu taklit etmeye çalışıyordu.

Boş bir masaya oturup sipariş verdikten sonra Naz parmağını ensesine götürüp hafifçe kaşıdı. O sırada Denizhan telefonundan bir video açıp Nil'e uzatmıştı konuşacakları süre boyunca belki onu oyalar diye. En sonunda küçük kıza rağmen yalnız kalabildiklerinde Naz çaresizce tebessüm ederken "Nasıl gidiyor?" diye sordu. Ancak Denizhan'ın solgun suratından bir şeylerin iyi gitmediği belliydi. Her zaman neşeyle gülen suratı artık kendisini gülmeye zorlasa bile fazla hüzünlüydü.

"Götürmeye çalışıyorum işte," derken dirseklerini masaya yaslayıp saçlarını karıştırdı Denizhan. Konuşmakta zorlandığı için hafifçe yutkunmuştu. "Dedem dershaneye yazdırdı ama gitmedim son zamanlarda."

"Niye gitmedin?"

"Bilmem, keyfim yok pek."

Elini uzatıp kardeşinin titrek parmaklarına sardı Naz, ondaki hüzün ilk başta eğreti görünse de zaman geçtikçe gerçekliği artan durum ciddiyet kazanmıştı. "Sınav stresi falan mı yaşıyorsun?"

"Sınav kimin umurunda ya..." Hemen sonra yüzünü sıvazlarken art arda derince yutkundu. Sesi güçsüzleşince "Sen beni dinleyecek misin gerçekten?" diye sormuştu ablasına.

"Niye dinlemeyeyim?"

"Sunduğun şartı unuttun mu? Babamdan bahsetmeyecektik."

Naz'ın eli kolu bağlı haldeydi, yine de diretmeyeceği bir gerçek vardı ki o da kardeşinin gözlerindeki yorgunluktu. "Boş ver şimdi şartı falan, ben seni dinliyorum," derken yakındaki geleceğe dair bir korku hissetti ansızın. Hiçbir zaman koparıp atamayacağı bir şey vardı, o da kökleriydi. Tam beş yıldır görmediği babasının gün gelip de kendini hatırlatacağını çok erken unutmuştu ya da hiçbir zaman unutmaya çalışmamalıydı.

"Emin misin bundan?"

"Eminim Deniz, dinliyorum sorun ne?"

"Sorun sadece babam," dedi sert bir sesle. Kenardan aldığı peçeteyi avucu arasında buruştururken "Tahammül edemiyorum artık," diye eklemişti. "Aynı çocuk gibi hareket ediyor, hatalarını kabul etmiyor, yanlış bir şey yaptığı zaman bunu yine yanlış bir şeyle telafi etmeye kalkıyor! Bilmiyorum onu ne değiştirdi?" Son sorusunun ardından gözleri yavaşça Naz'ın suretine kaydı, orada gördüğü şey babasındaki değişimdi. Tarık'ı bu hale getiren şey Naz'ın onu hiç affetmemesiydi.

"Ben..."

Ablasının sözlerini çabucak kesip "Annemden boşanmak istediğini söyledi," diye mırıldandı Denizhan. O an Naz'da beliren şaşkınlığı en başta kendisi de yaşamıştı ve bunun saçmalığının herkes farkındaydı.2

"Ne?" Kaşları hızlıca çatılırken Denizhan'a uzattığı ellerini çekip tutunmak isteyerek masaya yasladı Naz. "Bu nereden çıktı?"

"Senden sonra hiç toparlanamadı ki... Sen duymadın, duymak istemedin ama yıllardır hepimize kök söktürüyor." Başını yavaşça iki yana salladı, senelerdir üst üste gelip biriken her şeyi şimdi böyle anlatıyor olması belki haksızlık olsa da artık kendisini tutamamıştı. "Annem çok kızdı, zaten kendin de görmüştün hep babamı suçluyordu. Yine aynı şekilde kızmaya devam etti ama babamın halini görünce ister istemez merhamet de etti, kaç senedir evliler sonuçta... Ama babam anlamadı bir türlü, nasıl olsa tutan var diye kendisini iyice bıraktı."

"Beş senedir değil de neden şimdi boşanmak istiyor peki?"

Denizhan kızgınlıkla gözlerini devirdi, bunu söylemekten bile utanıyordu aslında. "Nil, babama sen çok kötü birisin seni hiç sevmiyorum demiş," diye mırıldanırken hafifçe omuz silkmişti. "Babam da kalkmış ben sizi hak etmiyorum, ayrılalım diyor."

"Bunu ciddiye almalı mıyım?"

"Hem de fazlasıyla." Son zamanlarda sıklaşan kavgaları ve sinir krizlerini düşündü. Babaannesi ve dedesi de sürekli eve uğrayıp babasını hizaya sokmaya çalışsa da Tarık'ın sürüklendiği derin depresyon artık çıkılmaz bir hal almıştı. "Kafası çok farklı çalışıyor, Nil'in küçük olduğunu, bunu gerçekten hissederek söylemediğini defalarca anlattım ama anlamamakta ısrarcı."

"Sorun sadece bu değil belli ki... Geride daha büyük bir problem olmalı Deniz." Bakışlarını bir netlik alınca Naz, kardeşinin cevabını onun yeşil gözlerindeki buğudan anlamıştı. Yavaşça geri yaslanırken hızlıca dudaklarını yaladı. "Benimle alakasından bahsetmiyorum, başka bir şey..."

"Seninle alakalı abla, kötü algılamanı istemiyorum ama sen beş yıl önce onda geri dönülmez bir hasar bıraktın." Parmaklarını kütletip yine çaresizlik içinde yutkundu Denizhan. "Yapmasaydın demiyorum, haklıydın... Ama babam bunu atlatamadı, sana gerçekten değer veriyordu."

"Deniz beni sakın yanlış anlama, babanı sana kötülemeyeceğim ama gerçeklerden bahsedelim, o bana değer vermiyordu." Dudaklarının iç kısmını hırsla ısırırken Tarık'ın her seferinde onay bekler gibi başka yerlere çevrilen gözlerini, uyumsuz duran o ilgisini düşündü. "Sadece hatalarını örtbas etmeye çalışıyordu. Üzüldüğü şey de onu affetmemem değil, çevresindeki herkese başarısız görünmesiydi. Mine ablaya çok değer veriyordu mesela, resmen gözlerinin içine bakıyordu ama benden dolayı Mine ablanın gözünde de değişime uğradı, işte onun kaldıramadığı şey buydu."

"Haksızlık ediyorsun şu an."

"Sadece gerçekleri söylüyorum sana." Parmaklarını tekrar birbirine geçirirken gözlerini masaya indirdi Naz. "Sen onu sevdiğin için olanları göremedin, benim de ondan nefret ettiğimi düşündüğün için gerçekleri göremediğimi düşünüyorsun ama ben ondan sadece nefret etmedim, insan ne yaşanırsa yaşansın kimseyi kolayca silemiyor. Ben kendimle çok savaş verdim, ona sarılmak istedim ve hatta buna izin de verdim. Kaybettiğim bir insanı bulmanın zaferini mi yaşamalıyım yoksa kindar mı olmalıyım diye düşünürken nasıl yalpaladığımı bir ben biliyorum... Yani bir bakıma fazlasıyla berrak bir bakışa sahiptim çünkü nefretimle sevgim dengeliydi ve bu benim gerçekleri görmemi sağladı. Baban beni gerçekten sevmiyordu, sadece hatasını düzeltme derdindeydi."

"Ama sana değer vermeseydi, bunu da yapmazdı."

"Yapmadı ki zaten... Bana değer verseydi, zaten yıllar önce beni hiç bırakmaması gerekirdi." Sürekli aynı şeylerden bahsetmenin sıkıntısıyla nefeslenirken "Neyse," dedi mırıltıyla. "Zaten önemli olan bu değil, biz bu konuyu çoktan kapattık."

Denizhan artık hiçbir çare üretememenin endişesiyle "Kapatmasak," derken korkak bir cesaretle bakıyordu Naz'a. "Kapatmasan abla?"

"Nasıl yani?"

"Babamla bir kere konuşsan olmaz mı?"

İşittiği kelimeler kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Başını hızlıca iki yana sallayıp "Hayır," dedi Naz aceleyle. "Konuşmayacağım tabi ki de, niye konuşayım ki?"

"İkna et onu, böyle davranmasın... Vazgeçsin annemle boşanmaktan."

"Yapma Deniz, dediğin şeyi aklın alıyor mu senin? Benim konuşmamla vazgeçse ne olacak?"

"Eğer annemden ayrılırsa daha da kötüleşecek, ona yardım etmemize hiç izin vermeyecek çünkü."

"Benim böyle bir şey yapmamın saçmalığını geçiyorum, bu annene de saygısızlık olur Deniz."

"Abla rica ediyorum lütfen, bir kere konuş kendine getir onu..." Denizhan yalvarışlarını art arda dile getirirken çevresinin farkında değil gibiydi, hatta Nil'in ilgisini çektiğini ve onu korkuya sürüklediğini bile fark etmemişti.

Naz, abisinin bu histerik halini seyreden Nil'in başını okşayıp onu kendisine çevirdi. Bu esnada Denizhan'a seslenmişti. "Deniz bir git elini yüzünü yıka sen."

"Hayır-..."

"Sana git elini yüzünü yıka dedim!" derken tonu yüksek ve sert bir hal aldığında Denizhan ilk kez duraksayarak nefeslendi. Göğsü hızla inip kalktığı an her şeyin yeni yeni farkına varıyor gibiydi. "B-ben..."

"Lavaboya git, bi' kendine gel ve öyle dön masaya." Naz bu esnada gözleriyle Nil'i işaret etti. "Hadi Deniz."

Denizhan masadan ayrıldıktan sonra Nil tedirgin bakışlarını ablasına çevirmişti. Telefonu masaya bırakırken "Abla," diye mırıldandı neredeyse fısıltıya yakın bir tonda. "Abime ne oldu?"

Naz dudaklarını kıvırıp hafifçe tebessüm etti, ince telli sarı saçları okşarken "Bir şey olmadı," demişti onu rahatlatmak isteyerek.

"Ama aynı babam gibi yaptı, babam da böyle bağırıyor bazen."

Çocukça tavırla sarf ettiği şeyin altında yatan kırgınlığın farkındaydı Naz. Bir şey diyemediği için Nil'i yalnızca kendisine çekip onu sıvazlarken düşüncelere dalmıştı. Bir an için 'Acaba konuşsam, gerçekten her şey düzelir mi?' diye ihtimalleri düşünse de sadece kendisinin sözleriyle düzelecek bir şeyin sağlam olmayacağını geç olmadan fark etmişti.

Hiçbir şey böyle olmamalıydı ki böyle olan şeyin de iki kelimeyle düzelmesinin imkânı yoktu.

Dakikalar sonra Denizhan masaya kızarık gözler ama dinç bir tebessümle döndüğünde yemekleri de gelmişti. Başka şeylerden konuşarak yemek yedikten sonra sessizliğe büründüklerinde, bu hiçbir şey konuşamamanın değil üstünü kapattıklarının getirdiği suskunluktu.

Naz hafifçe yutkunup "Kalkalım mı?" diye sordu. Sanki onları yarı yolda bırakıyormuş gibi hissediyordu fakat bu saatten sonra yapabileceği tek şey destek olmaktı, daha fazlasına gücü yetmezdi.

"Tabi."

Restorandan ayrıldıklarında Naz bu sefer arabaya yönelmedi, arkadaşına gideceği için yalnız devam edecekti. Denizhan bunu fark ettiğinde "Nereye?" diye sordu ona.

"Ben bir arkadaşıma geçeceğim, siz devam edin."

"Bırakayım seni."

"Yok şimdi sana ters kalır, hiç uğraşma."

Israr ederek "Olur mu abla ya?" derken Nil de "Evet bizimle gel abla!" diye seslenmişti. "Lütfen lütfen lütfen... Bize gel, arkadaşına gitme."

"Ama arkadaşım beni bekliyor." Naz yere eğilip küçük kardeşinin boyuna eriştiğinde göz göze gelmişlerdi. "Gitmezsem çok üzülecek."

"Ben de üzülüyorum çünkü sen bize hiç gelmiyorsun."

"Sizin ev biraz uzak." Ufak yalanı yüzünden rahatsız hissetse de kendisinin anlatamayacağı, küçük kardeşinin ise anlamayacağı şeyler vardı. "Arkadaşım yakın, o yüzden ona gidebiliyorum."

"Of keşke biz de çok yakın olsaydık!"

"Keşke olsaydık ama ne yapalım, sen gelirsin artık?"

Nil başını aşağı yukarı salladı. "Hemen geleceğim abla, yanımda bebeklerimi de getireceğim senin yatağında hep beraber uyuyacağız!"

"Bayıldım ben bu plana." Eğilip kardeşini birkaç defa öptükten sonra ayağa kalkıp bu sefer Denizhan'a baktı Naz. "Artık gitsem iyi olacak, kendinize iyi bakın tamam mı?"

Denizhan kollarını uzatıp ona sarılmak istedi. Başını boynuna yasladığında "Nasıl bitecek bunlar?" diye mırıldanmıştı.

Kardeşinin sırtını sıvazladı şefkatle. "Lütfen yaşananları üstüne alınma Deniz, düzeltemeyeceğin şeyler için uğraşıp kendini mahvetme, sen sadece önüne bak."

"Ama babam önüme geçmiş gibi hissediyorum."

Naz elini sırtından alıp saçlarına getirdi ve sarı saçları yavaşça karıştırdı. "Geçemez," derken tecrübesinden bahsediyordu. "Geçmesine müsaade edemezsin."

Bir süre onun kırgın gözlerini seyretti, belki de yardım etmediği için kendisine küskündü... Bu kafasını karıştırırken "Yine canın sıkılırsa gel tamam mı?" diye mırıldandı.

Denizhan başını yavaşça aşağı yukarı sallayıp "Tamam," dedi, hemen sonra derince yutkunmuştu. "Görüşürüz sonra."

Naz oradan uzaklaşırken elini kaldırıp salladı. Yanına yük aldığı şey gizli düşüncelerdi, yol boyunca taşıdığı düşüncelerin altında ezilmeden arkadaşına varabilmişti ancak aklının bir köşesinde hayatı sadece kendine değil başkalarında zehreden babası vardı.

Daha önceleri de defalarca geldiği apartmana girip kapının önüne gelince birkaç kere nefeslenip gözlerini kapattı. Denizhan'ın yüreğine saldığı sıkıntı bugününü keyifsiz geçireceğine işaret ediyordu fakat öyle olmadı. Ev sahibi Rana'ydı ama kapı açılıp da karşısına çıkan İlay'ı görünce hiç farkında olmadan gülmeye başladı.

Senelerce aynı odayı paylaştığı arkadaşını uzun zaman sonra karşısında görünce düşünceler zihninden bir bir uzaklaşmıştı.

"Hoş geldin!" derken İlay, kollarını Naz'a sarıp heyecanlı bir şekilde seslendi. "Aşkım, seni çok özledim!"

"Ben de..." Kapı önünde sallanarak sarılırlarken Naz onun her zaman parfüm kokan saçlarına dayadı burnunu. "Saçının kokusunu bile özlemişim!"

"Ben de sana sarılmayı!" Ayrıldıktan sonra onu içeri çekiştirdi hızlıca. "Ay içeri gel hadi."

Salona geçtiklerinde diğer oda arkadaşı Rana'yı elinde bir tepsiyi taşırken görmüştü. Onun omzuna kolunu attıktan sonra birbirine çarparak ses çıkartan bardakları hiç umursamadı, yalnızca arkadaşını yanaklarından art arda öpmüştü. "Ben geldim!"

"Hoş geldin bebeğim!"

Geriye sadece koltukta oturan Füsun kalmıştı, o da bebeğiyle ilgilenirken Naz'ı çok sonra fark etmişti. Naz arkadaşının omuzlarına dokunup yanına eğildi hemen. "Selam anne," derken kollarını da boynuna doladı.

"Ay Naz, ödüm koptu!" Füsun başını geriye çekip arkadaşına dikkatle aldı. "Kız sen kilo almışsın, valla çok yakışmış."

Naz bunu duyunca çabucak yanaklarına dokundu. "Belli oluyor mu gerçekten?" derken bu yorumu aldığına üzülmemiş aksine sevinmişti.

"Evet, çok güzel olmuşsun!"

Getirdiği şeyleri sehpaya yerleştiren Rana imalı sözleriyle araya karıştı. "Kilo aldığından dolayı mı güzel göründün yoksa çok sevildiğinden mi güzelleştin ben karar veremedim açıkçası."

"İkisini de kabul ediyorum." Üstünde taşıdığı eşyaları bıraktıktan sonra "Bir dakika ellerimi yıkayıp gelmem lazım, bebek seveceğim!" diyerek oradan ayrıldı, banyoda işini hallettikten sonra geri döndüğünde hemen Füsun'un önünde uzanan minik bebeği kucağına almıştı. Onun yanağını okşarken "Bu ne ya?" diye mırıldandı şefkatle.

Rana başını iki yana sallayıp "Şimdiden en büyük düşmanım," dedi alaylı bir tonda. "Çünkü az önce evimin ortasına kustu!"

"Bebeğim iyi ki kustun bu teyzenin evine, daha çok sallayın da daha çok kussun."

"İstediği yere kusar, altına yapar, ağlar hiçbir derdini anlatamaz... Ne işe yarar ki bu bebekler?" Koltuktaki büyük yastıkları çekip Naz'a yer açarken onun kucağında bebeğe eğilip burnuna dokundu yavaşça. "Allah'tan tatlısın da bir şey demiyoruz."

"Allah'tan demedin Rana." Naz ona gülerek baktıktan sonra kucağında minik bebekle oturup onu hafifçe salladı. "Fotoğraflardan daha sevilesi bu, dayanamıyorum şu tombik ellere bak!"

"Hiç aldanma, hayatını kaydıracak Naz."

Kimseye kalmadan Füsun "Bence tereddüt etme yap bir tane," demişti Naz'a. "Yemin ediyorum hayatımda hiç böyle mutlu olduğumu hatırlamıyorum..."

Bunu garipseyen İlay da oturduğu kolçakta dalgınca sallanırken "Bu abartılı değil mi?" diye mırıldandı. "Götürdükleri getirdiklerinden daha fazla bence, ben olsam akşama kadar yorgunluktan bebeğimi sevmeye vakit bulamazdım."

"Kesinlikle değil." Henüz altı aylık bebeğinin, Naz'ın kucağında dururken her şeyden habersizce gülmesine Füsun da güldü. "Sadece tek bir kez bana bakınca tüm derdim sıkıntım siliniyor, ilk başta benim de inanasım gelmiyordu ama onun sayesinde yorgunluğumu unutuveriyorum."

"Bu olumlamalara inanmıyorum, yapma Naz, sakın doğurma."

Naz minik bebeğin karnına dokunup şaşkınlıkla yanında oturan arkadaşına baktı. "Tabi tavsiyeleriniz için teşekkür ederim kızlar ama zaten ben daha evli bile değilim."

"Yakında Baran'la evlenirsiniz," diyen İlay'dı. "Yani bu senin için çok büyük bir sorun değil aşkım."

Sanki hatırlanması gereken bir gerçek gibi ifade edilen sözden sonra Naz'ın kaşları seyrek bir şaşkınlıkla havaya kalktı. "Sanmıyorum, henüz öyle bir şey konuşmadık biz."

"Baran seninle hususi konuşur, merak etme."

"Bilmiyorum..." Henüz bununla ilgili ciddi bir düşüncesi olmamıştı, Baran bazen sözünü geçirse de henüz belirlenmiş bir plan değildi evlilik. Belki de Naz'ı bunu düşünmekten alıkoyan şey geçmişin hiç yaşanmamış tecrübeler olarak karşısına çıkmasıydı.

"Kabul edersin herhalde?"

"Niye ihtimalleri konuşuyoruz ki şu an?" Bu zamana kadar kendisini bir evliliğe dahil ya da anne olarak hayal etmediği için fikirlerini ifade etmekte zorlanıyordu. "Boş verelim bunu," dedikten sonra bebeğin seyrek saçlarına kısaca öpücük kondurdu, tüm kokusu burnuna dolmuştu. "Sen işlerinden bahsetsene İlay, o gıcık patronuna haddini bildirdin mi?"

Bu soruyla herkesin dikkati dağıldığında İlay "Hayır ama felaket bir şey öğrendim, kadın kocasını aldatıyormuş!" diye heyecanla konuştu. Hemen sonrasında olayı uzun uzun anlatırken Naz hem bebeği kucağında tutmaya devam etmiş hem de pek çok şey geçirmişti zihninden.

Babasının ikinci kez sahip olduğu aileyi mahvetmek uğruna tuhaf çabalar göstermesinin yanı sıra Baran'la bir evliliğin nasıl olacağını düşünürken iyi ve kötü duygular birbirine karıştı ansızın. Özellikle kucağında taşıdığı bebeğin mırıltıları kulağına doldukça, ilk kez anne olmayı hayal ettiğini de fark etmişti.

-

Oylar ve yorumlar için herrrkesee tekkrardan çook teşekkür ederimm :')2

Bölüm : 01.12.2024 18:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...