43. Bölüm

*SON

tuğba fc
askilav

Kucağına, yaşamın diğer yarısını sığdırdığından beri iki ay boyunca çok hızlı akmıştı zaman. Düşünceler ikiye katlanmış, yorgunluk biraz daha artmış, vakit kısaldıkça kısalmıştı. Bu yüzden sızlanmasa da bitkin düşmeye engel olamıyordu

Ama buna hayatımın en iyi yorgunluğu diyordu çoğunlukla.

Yine bir yatağından yorgunca kalktığında, etrafında kızını göremedi. Saçları dağılmıştı, kıyafetinin yakası kaymıştı. Uyuduğu belliydi fakat en son Ela'yı da yatırmıştı yanına. Canını acıtmamak için sürekli kontrol ettiğinde yanında olduğunu gördüğü halde şimdi bebeğinin yatakta olmayışıyla kaşları çatıldı. "Ela? Kızım?"

Minik ayaklarından çıkartılan küçük çoraplar bile kenarda duruyordu. Onları tutup bakındıktan sonra yataktan kalktı, kapıdan çıktığı an kulağına ilişen sesler duraksamasına sebep olmuştu. "Seni de götürürüz Uludağ'a," diyen kişi Baran'dı. Hatta sesini de farklı bir tona ayarlamıştı, demek ki Ela'yla konuşuyordu. "Annenle karla oynamayı çok sever, sen de bayılırsın, değil mi kızım?"

Yüzünü şapşal bir gülümseme alırken korkusu çabucak geçti, endişeleneceği bir durum olmadığından dolayı derince nefeslenmişti. Banyoda elini yüzünü yıkayıp saçlarını güzelce toparladıktan sonra yanlarına geçti. Salonun duvarına tutunup onları seyrederken bu anı bozmak istemiyordu, bu yüzden sessizdi Naz.

Gözlerinden bir şey anlayıp anlamadığı belli olmadığı halde duvardaki fotoğrafları ona işaret etmeye devam etti Baran. "Bak o bizim ilk fotoğrafımız," dedi mırıltıyla. Hemen yanında, Ela'nın aynı isme sahip olduğu anneannesiyle olan montajlı hali de vardı mezuniyet fotoğrafının.

"Güzel çıkmış mı anneyle baba?" Fotoğraf çerçevesini eline alıp yaklaştırdı. Ela kahverengi gözlerini iki yana çevirmiş, ufak seslerinden birisini çıkararak anlaşılmayacak bir tepki vermişti. Yine de Baran bunların hepsini kendisine bir cevap sayıyordu. "Tabi ki de anne çok güzel," dedi sanki bunu Ela söylemiş gibi. "Babanın da gideri var mı bari?"

Tek koluna değen bedene eğildi usulca. Ela dilini dışarı çıkarmıştı, gözleri dikkatle babasında geziniyordu. Baran kızını her kucağına alışında dayanamadığı için eğilip boynuna değdirdi burnunu. Oradaki koku daha önce duyumsamadığı kadar güzeldi, bağımlılık yapıyordu. "Senin de mezuniyetine gelir miyiz böyle?" diye sorduğu an geri çekilip çerçeveyi biraz daha kaldırdı. Kızının dikkati bu sefer de fotoğrafa kaymıştı. "Benim kızım da annesi gibi okul birincisi olur belki. Senin de fotoğraflarını çeker asarız buraya."

Duvarın çoğu Naz'la biriktirdikleri anılarla kaplıydı, yılların bu kadar çabuk ve hızına rağmen bu kadar dolu geçtiğini daha önce fark etmemişti. Ela da böyle fark edilmediği an büyüyecekti. Bunun için, saklanması gerekiyordu tüm hatıraların.

Şimdi içerideki yatak odasında uyuyan Naz'ın peşine lisede düştüğünü, onu bırakmamak suretiyle elinden tuttuğunu hatırlayınca kaşlarını şapşal bir tavırla havaya kaldırdı Baran. "Ama öyle herkesi peşine takarsan bozuşuruz güzelim, ben kızımı paylaşacak değilim."

Ela yine kollarını kıpırdatırken anlamsız bir ses çıkardı.

Daha sonra huysuzlanır gibi kaşlarını çatta minik bebek, ağlayacak gibi duruyordu. Baran, karısının uyanmasından endişe ederek çerçeveyi koltuğa bıraktı ve kızını daha sıkı sarıp odanın içinde yürümeye başladı. "Yok yok bir şey demedim. Tamam bebeğim... Ağlama. Bak, hadi buraya bak. Annenin balıkları doğurdu yine gördün mü?"

Sanki evde hiç kimse yalnız kalmasın diye sürekli çoğalıyorlardı. Baran eliyle cama vurup hem balıkların hem de Ela'nın ilgisini çekmeye çalıştı. "Çöpçü balığı aldırmadım annene, akvaryumu ben temizliyorum. Baban çok çalışkan kızım, bir balığa yenilmedi."

Ancak camın kenarında bir yosun lekesi görünce tedirginlikle gözlerini kıstı. "Bunu unutmuşum, olabilir. Annen kızacak değil ya, öperiz hemen affeder."

Ela sessizleşmişti, parmaklarını birbirine dolamış kendince oynarken hala masum bakışlarını babasında gezdiriyordu.

Baran onun küçük burnuna parmağının ucuyla dokundu. "Ama sen daha öpmeyi bile bilmiyorsun... Tamam üzülme, senin yerine de ben öperim."

Kızına fısıldadığı şeylerden sonra Ela'yı doğrultup sırtını göğsüne yasladı ve minik başını öptü. Kolları arasında bu kadar küçük kaldığında onu korumakta zorluk çekecekmiş gibi hissediyordu bazen... Bazen de Naz'ı hatırlıyordu. Onun nasıl hassas ve kırılgan olduğunu, düştüğü yerden kalkmak istediğinde uzanan elleri tutmaktan imtina ettiğini hatırlıyordu.

Bakışlarını iyice aşağı eğip alt dudağı sarkmış kızına baktı. "Üzüldüğünü hissettiğinde ilk bize geleceksin," dedi, anlamadığını bilse bile ona anlatmak istemişti. "Annen de ben de senin elinden tutacağız güzel kızım."

Fısıltısına karışan bir ses belirdi salonda. Baran geriye dönüp mahmur halde odaya Naz'a çevirdi gözlerini. Uykudan yeni uyanmış haline rağmen yüzünde dingin bir gülüş taşıyordu. Kararan havayı umursamadan "Günaydın güzel anne," diye seslendi ona. Naz ise kollarını uzatıp Baran'a tutundu.

"Günaydın..." Başını kocasının geniş omzuna yaslayıp uykudan dolayı uzak kaldığı kızına baktı. Elini kaldırıp parmaklarını kavrarken "Ne yapıyordunuz bensiz?" diye merakla sordu. "Uyandığımda sizi göremedim, aklım çıktı gerçekten."

"Ela seni uyutmuş, kendisi tek başına keyif yapıyordu yatakta."

"Ciddi misin?" Şaşkınlıkla doğruldu, gözleri irice açılmıştı. "Uyumuyor muydu? Ama o kadar uğraşmıştım ben..." Kızının göbeğine dokunup dikkatini üstüne çekti. "Sen anneyi uyutup babanın kollarına mı koştun hemen?"

"Özlüyoruz birbirimizi, biraz baba kız sohbet etmeye ihtiyacımız vardı."

"Hmm? Ne hakkında sohbet ettiniz peki?"

"Gelecekten bahsettik biraz."

Naz kaşlarını usulca havaya kaldırdı. "Bunun için biraz erken sanki?"

"Güzelim geç bile kalmışız." Geriye gidip koltuğa oturduktan sonra kızını da göğsüne yasladı. Naz, Baran'ın geniş göğsünde ufalan kızından dolayı belirsizce tebessüm etti, bu görüntüyü seviyordu. Kendisi de yanlarına oturduğunda bacaklarını Baran'ın bacaklarının üstüne uzatmıştı. Son zamanlarda sürekli böyle yapışık halde duruyorlardı.

"Erkek arkadaş yok dedim diye bizim prenses ağladı hemen."

Naz onun bu söylediğine gülerken gözleri, sessiz ve masum haliyle bekleyen kızına değdi. "İyi yapmış," dedi. "Benim küçük çiçeğim hiç âşık olmayacak değil ya? Sevecek, sonra da çok sevilecek."

"Tamam bu şaka bir yana." Yavaşça kuruyan dudaklarını yaladı Baran. Gülümsemesi yüzünde dingin bir tepkiye bürünmüştü. "Ama ileride nasıl olacağını merak ediyorum, onu büyümüş halde görmeyi çok istiyorum."

"Göreceğiz." Bu sefer bir çemberin etrafında döner gibi tekrar eden kaderi aşacağına dair büyük bir inancı vardı Naz'ın. Döngüden kurtulacaklardı. Kızıyla beraber o da büyüyecekti. Ellerinin bu sefer ayrılmayacağını biliyordu çünkü bunu istiyordu. Ve istediğini elde etmek konusunda inatçı davranmaktan başka çaresi yoktu.

Beş yıl sonra

"Bana bundan sürer misin?" Parmağıyla işaret ettiği pembe ojeyi almak için masaya yeltendiğinde Nil, küçük yeğeninin elini tutup ona engel oldu.

"Hayır dedim Ela, baban ojeye izin vermedi! Niye sözümü dinlemiyorsun sen?"

"Ama onu beğendim teyze..." Masaya tutunup öne eğildi, gözlerini kırparken küçük kız fazla masum görünüyordu. Beş yaşındaydı, bazı kelimeleri yanlış telaffuz edemiyordu ve çok ince bir sese sahipti. Nil ise onun aksine yakında on beş yaşına basacaktı, bu yüzden onun çocuksu haline kanmadan başını iki yana salladı.

Beğendiğin ojeleri yiyormuşsun, o yüzden sana yok oje falan." Eşyalarını çantasına fırlatırken babasına gitmek için hazırlanıyordu. Masasına bakınıp unuttuğu bir şey var mı diye kontrol etti. Saçlarını tepesinde topladığından dolayı başı ağrıyordu. Tokasını sıyırıp onu da çantasına koydu. "Haydi sen de kalk bakalım, birazdan annenler gelecek."

Başını geriye attığında açılan boynunda parlayan kehribar kolyesiyle şirin bir görüntü sunan yeğenini yanağından ufak bir makas aldı Nil. Onun "Sen de bizimle mi geleceksin teyze?" dediğini duyunca başını iki yana sallamıştı. "Hayır, ben babama gideceğim."

Çantasını sırtına geçirdikten sonra Ela'nın elini tutup onu odanın çıkışına yönlendirdi. Koridoru ilerlerken mutfakta telefonla konuşan annesinin sesini duymuştu. Az sonra arama sonlanıp Mine de salona geldiğinde Ela teyzesinin elini tutup hızlıca ona koşturdu. "Minene..." dediğinde karşıdan kollarını açan kadının yüzünde de keyifli bir gülüş belirdi.

"Efendim benim küçük kelebeğim? Bu surat ne böyle? Yine neye üzüldün bakayım sen?"

"Teyzem bana pembe ojeden sürmedi çünkü." Başını geriye çevirip Nil'e küskün bir bakış attı, kollarını önünde bağlamıştı ve dudakları da aynı histen dolayı büzüşmüş haldeydi.

Mine, Ela'nın tıpkı Naz'a benzeyen kahverengi saçlarını geriye tarayıp yüzünü açığa çıkardı. "Ama en son sürdüğümüzde yemişsin ojelerini."

Kısa parmaklarını Mine'nin sarı saçlarının üstünden yanaklarına bastırdığında utangaç haldeydi. "Çok tatlı sürmüşsün," dedi ince bir sesle. "Tatlıydı, pembeydi, ben çok sevdim."

Tıpkı annesi gibi nazlanan küçük kızın burnunu bir kere sıkıp bırakmanın ardından dudaklarını büzüp Ela'nın tavrını taklit etti Mine. "Ne güzel savunuyorsun sen kendini ya? Sana hiç kıyamayalım istiyorsun değil mi?"

Gerçekten de içten içe ona hiç kıyamıyordu. Naz'ı bu zamana kadar yürekten sevdiği için Ela da tıpkı canındanmış birisiymiş gibi hissediyordu. Onu kollarına çekip kucağına aldığında "Bilmiyorum," diye mırıldandı küçük kız, Mine'nin söylediklerini pek anlamamıştı. "Ben pembe oje istiyorum."

"Tamam, şöyle yapalım. Bir dahakine babandan izin al öyle gel buraya. O zaman belki teyzen sürer."

"Babam zaten izin verdi bana." Hızlıca anlatmak istediklerinden dolayı yutkunup dağınık örgülü saçlarını geriye ittirdi. "Bu saçlarımı da babam örmüştü, annem hiç yapamıyor biliyor musun?"

"Yaa öyle mi?"

"Hıhıı... Biz bugün bir yere gideceğiz."

Onun yine konuyu değiştirmesine güldü Mine. "Nereye?"

Ela bildiği kadarını söylerken omuzlarını silkti. "Bir yere," dedikten hemen sonra istediği şeyi hatırladığı için yüzünü mahcup bir ifade almıştı. "Pembe oje..." dedi ince sesiyle kelimeleri uzatırken.

Telefonu yine çalarken konuşmak üzere Ela'yı yere indirdi Mine. "Şimdilik sürmeyelim olur mu canım? Bir dahakine süreriz, o zamana kadar bekleyebilir misin?"

"Ama şimdi olsun..." Tek omzunu kaldırıp üzgün bir ifade bürünerek onu ikna etmeye çalışsa da becerememişti. Elini kaldırıp ufak bir miktar belirtti. "Azıcık bekleyeyim o zaman. Çok azıcık, bu kadarcık. Tamam mı?"

"Tamamdır çiçeğim, anlaştığımıza sevindim." Kapanmak üzere olan aramayı açarken Ela'nın yanağını son kez öptü ve arka odalardan birisine geçti.

Ela ise duvara yaslanmış, telefonuyla ilgilenen teyzesinin bacaklarına tutunmuştu hemen. "Teyze şu kadarcık zaman sonra bana pembe oje sürecekmişsin!"

"Bir de babana sorman lazımdı ama, unutma."

Ardından gelen uyarıyla başını teyzesinin pantolonuna kapattı küçük. "Off..." diye sızlanırken sonra "Tamam," demek zorunda kalmıştı.

Az sonra kapı tıklatıldığında Nil telefonunu aceleyle cebine sıkıştırdı. "Babam geldi sanırım."

Hızlıca kapıya ilerledi, kulpu indirip açtığında gerçekten babasıyla karşılaşmıştı. Ellerini iki yana bırakmış, öylesine dikilirken yüzünde aynı solgun ifadelerinden birisi vardı. Mahcup gülümsemesini sunup "Meleğim," dedi mırıltıyla. "Hazır mısın?"

"Hazırım baba, gidebiliriz."

Arkada kalan küçük kız, çekingen birkaç adımla kapıya yaklaştı. "Teyze?"

Tarık'ın gözleri ise orada görmeyi beklemediği Ela'ya kaymıştı. Onunla, fotoğraflar dışında ilk kez karşılaşıyordu. Birden duraksadığında gözlerini kırptı birkaç kez. Anlayabilmek için ilk önce görmeye ihtiyacı vardı.

Kısa bir boy, utançla birleştirilen eller ve yabancı birisini görmenin merakıyla açılmış gözler... O son kez bebekken gördüğü kızının çocuğuydu. Bunun gerçekliği, henüz zamanı kavrayamadığı için Tarık'a göre hala tartışmalıydı. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemediği için çaresizce yutkunduğunda ellerini istemsizce hareket ettirip üstünü başını düzeltti. Ceketinin yakasıyla oynarken Nil'in bakışlarını üstüne çektiğinin de farkında değildi.

Saniyeler sonra "Onunla tanışmak ister misin?" diye bir soru duyduğunda irkildi Tarık.

Nil artık her şeyi biliyordu. Küçükken anlamlandıramadığı durumların babasının geçmiş hatalarından kaynaklanan eksiklikler olduğunu öğrendiğinde herkes gibi vazgeçmemişti Tarık'tan. Onu seviyordu, diğerleri gibi uzak durmak istemiyordu. Bu yüzden yardım etmeye hevesi vardı. "Ela'yı diyorum baba," derken kolunu dürttü. "Daha önce denk gelmemiştiniz. Görmek ister misin?"

"Kızarlar sonra." Bunu çok istese bile hızlıca bir bahane üretti, halbuki içten içe evet istiyorum diyordu. "Şimdi sorun olmasın."

"Kimse bir şey demez, torunun o senin."

Kapıyı biraz daha aralayıp Ela'nın yanlarına gelmesine müsaade etti. Annesi başka odada olduğu için burada değildi ve vakitleri vardı. Nil, yeğeninin elini tutup onu yanına çekti. Onun boyuna eğildiğinde eliyle babasını işaret etmişti. "Ela, sen onunla tanıştın mı daha önce?"

Küçük kız tanımadığı adamdan dolayı ellerini önünde birleştirip utangaç bir bakış attı. "Yok," derken sesi duyulması zor haldeydi.

"Bak o senin deden." Küçük kızın omuzlarını okşayıp ürkütmemek adına sarıldı bir de. "Adı Tarık, senin annenin babası oluyor."

"Yaa..." Önünde bağladığı ellerinden birisin kaldırıp ufak bir hareketle salladı. Yüzü gülmese bile bu selamlaşma Tarık'ta heyecana sebep olmuştu. Yere eğilip Ela'nın boyuna eğildiğinde sırtı ağrıdı biraz. Eskisinden daha yaşlı ve daha yorgundu fakat torunuyla ilk kez karşılaşmak çocuksu bir kıpırtı doğurmuştu içinde.

"Merhaba Ela." Tutmak üzere elini uzattı. Gözlerini sürekli yüzünde gezdiriyordu, kahverengi gözleri ve kahverengi saçlarıyla birisini andırıyordu ama bunu dile getirememişti. Bir de öylesine büyümüştü ki... Tıpkı bir zamanlar her şeyden habersiz olan Naz'ın gerçekleri öğrenmesi gibi, küçükken hiçbir şeyi anlayamayan Nil'in şimdi yaşananları bilmesi gibi o da zaman geçecek Tarık'la ilgili şeyleri öğrenecekti. Yanaklarını bir sıcaklık sardığında bu utancı yıllar geçse de üstünden silemediği için dişlerini sıktı seyrek bir öfkeyle.

Yine de dudaklarını iki yana kıvırıp ilk kez karşılaştığı torununu korkutmamak için hafifçe gülümsedi.

"Merhaba." Küçük kız dudaklarını birbirine bastırıp gülümsemesini saklamaya çalıştı. İlk kez gördüğü bu adama karşı hem utanmış hem de heyecanlanmıştı. Kıkırtısını saklayamadığı bir an bu tanışmayı oyun sandığı için "Susadım ben," dedi ve sonra koşturarak mutfağa kaçtı.

Tanışma kısa sürdüğü için Tarık'ın hevesi ise yarıda kalmıştı, mahcup parıltılar taşıyan gözlerini kızına çevirdi. "Gitti hemen.

Nil onun heyecanlı sesine tebessüm etti, babasına karşı engel olamadığı bir merhameti vardı. "Utanıyor hep, seninle alakalı değil yani."

"Çok güzel ama... Çok sevimli." Artık beyazların düştüğü saçlarını karıştırırken "Çok sevilesi," diye ekledi bir de.

"Öyle, bana her teyze dediğinde yanaklarını sıkmak istiyorum ama yanlışlıkla fazla sıkınca ağlıyor." Hırkasının kollarını aşağı sündürüp söylediklerinin babasında yara açmamasını dileyerek seyretti suratını. "Öyle işte..."

Bir zamanlar fazla ayrıntı verdiği için Naz'a karşı o da böyle hissederdi. Kelimeler yanlış zamanda diline denk gelir, sonra susmak zorunda hissederdi kendisini. Tıpkı şimdi, küçük kızının kendisine davrandığı çekingenlikte seyrederdi zaman.

Nil çabucak toparlanıp babasının koluna girdi. Kimseye gülmediği kadar ona güleç yüzünü gösteriyordu. "Neyse, çıkalım mı artık?"

Tarık aklı içeride kalmış olsa bile her zaman fazlasına yeltendiğinde bir şeyleri berbat ettiğini düşündüğünden başını aşağı yukarı salladı bir cevap manasında. "Çıkalım bakalım."

Kapıyı tutup içeri seslendi Nil. "Anne ben çıkıyorum!"

"Tamam kızım, hoşça kal!"

Onlar ayrıldıktan sonra tek başına Ela'nın eşyalarını toparlayan Mine, kapının tekrar çalmasıyla o tarafa ilerledi. Minik Ela da "Annemler geldi!" diye koşarak önden gitmişti. Boyu yetmediği için kulpa uzanamadığında Mine ona yardımcı oldu ve kapıyı açtı.

Naz işten çıktığını belli eden sade elbisenin eteklerini tutup öne doğru eğildi. Kızı kucağına atladığında onu hızlıca yakalamıştı. "Annecim!" diyen sesin her defasında böyle kulağına ulaşmasını çok seviyordu. "Seni çok özledim ben."

"Ben de seni özledim çiçeğim." Geri çekildiğinde kızının saçlarını okşayıp yüzünü açığa çıkardı. "Kimseyi üzmedin değil mi?"

Küçük kız "Hayır," derken omuzlarını silkip gülümsedi. "Uslu durdum anne, hiç ağlamadım."

"Aferin sana." Hemen sonra kızının arkasında kalan Mine'ye baktı. "Bunların hepsinin doğru olduğunu düşünüyorum Mine ablacım?"

"Küçük kelebek yalan söyleyecek değil ya..." Ela'nın sırtını sıvazladı usulca. "Sadece pembe oje konusunda biraz anlaşamadık ama sonra onu da hallettik sayılır."

"Demek yine başladık aynı konuya." Naz başını sıkılgan halde iki yana salladı. "Kusura bakma lütfen."

"Hiç kusur olur mu canım?" Merakla kaşlarını havaya kaldırdı. "Gidiyor musunuz şimdi?"

"Evet, geç bile kaldık." Hala kucağında taşıdığı kızını yere bıraktıktan sonra kapı kenarındaki çantayı aldı hemen. Baran aşağıda bekliyordu ve bir an önce inmeleri gerekiyordu.

"Tamam o zaman, ben sizi tutmayayım."

Öne eğildi ve kısaca eğildi. "Çok teşekkür ederim Ela'yla ilgilendiğin için."

"Rica ederim bebeğim," dedikten sonra gözlerini küçük kıza çevirdi Mine, ona el sallamıştı. "Hoşça kal çiçeğim, yine gel tamam mı?"

"Tamam." Ufak dudaklarını büzüp öpücük yollarken o da elini sallayarak selam vermişti. Hemen ardından ellerini hiç ayırmayan annesinin peşinden ilerlemeye başladı. Nereye gideceklerini bilmiyordu ama heyecanlıydı. "Anne biz nereye gideceğiz?" dedi adımları arasında birkaç defa zıplayıp.

"Gidince göreceksin dedim ya bebeğim."

"Ama çok merak ettim ben..."

"Az kaldı merak etme, oraya gidince birisiyle tanışacaksın."

Dışarı çıktıklarında yüzüne yansıyan güneşten dolayı elini alnına koydu Ela. Hatırladığı kişiyle yüzünü hevesli bir ifade sarmıştı. "Tanıştım ben bugün birisiyle," dedi bir daha zıplayıp. "Teyzem gösterdi bana, deden dedi."

"Nasıl?" Karşıda bekleyen arabaya varamadan duraksadı Naz. "Deden mi?"

"Evet." Kendisine dönen annesinin iki elini birden tutup kendince dans etmeye başlamıştı. Tarık'ın karşısında sergilediği utanç ondan bahsederken sevimli bir anlatıya dönüşmüştü. "Adını bilmiyorum anne, senin babanmış aynı benim babam gibi!"

Bu tanışma, özellikle ertelediği bir şey değildi. Kaçınmamıştı ya da kimseyi kaçırmamıştı fakat yaşanacağına dair bir ihtimal de hiç olmamıştı zihninde. Çünkü onu görmediği zamanlar artık hatıraları sildiğinde, unutmuş bile sayılırdı. Babası artık eskide kalan bir acıydı. Ancak bu canını yakmanın ötesinde Naz'ı heyecanlandırmıştı.

Kuruyan dudaklarını ıslatırken geç kaldıklarını bilmesine rağmen kızının boyuna eğildi. "Tarık mıydı adı?"

"Bilmiyorum ki anne."

"Nasıl birisiydi?"

"Yaşlı." Komik bir şey söylediğini düşündüğü için sözlerine güldü küçük kız. Başını yana eğip sevimli haliyle düşünürken ufak dudaklarını da birbirine bastırdı. "Merhaba dedi bana, ben de dedim."

"Çok konuşmadınız mı?"

"Hayır."

Avuçları arasında tuttuğu ufak elleri nazikçe sıktı Naz. Çok geç kalınmış hatta ihmal edilmiş bu anı apansız yaşamak ona unuttuğu birkaç şeyi hatırlatmıştı. Bu yüzden merak ettiği şeyi sordu kızına. "Onu sevdin mi peki?"

Bu sorunun ardından dedesiyle tanıştığı an hissettiği utancı tekrar yaşamıştı. Gözlerini kaçırıp "Biraz," dedi. Sonra annesine baktı, tıpkı onun gibi Ela da meraklıydı. "Sen sevdin mi?"

Naz yavaşça yutkundu. Bu sefer yalan söylemeyecekti, dürüst olacaktı. Dudakları iki yana usulca kıvrıldığında bunu söylemekle içi rahatlamamıştı... Fakat söylemenin ondan bir huzursuzluğu silip attığını da biliyordu. "Biraz," dedi mırıltıyla. "Ben de senin gibi biraz sevdim."

Ama ikimiz de 'biraz' derken ne kadar sevdiğimizi kastettiğimizi bilmiyoruz, hatta hiç bilemeyeceğiz, hep bir çocuk gibi 'biraz' seveceğiz.

-

Bir boşluktan ibaret kaldığında hayat, daha sonrasında yerine koyduklarıyla bir şeyler doluyor fakat yine de insan sızlansın ve her şeyin değerini daha iyi anlasın diye biraz eksik bırakıyordu.

Elini dalgınca kalbine götürdü. Orada gümleyen yüreğinin bir gün durmasını diledi ama çabucak olmasını istedi. "Bit artık," dedi yanağını iyice yastığa gömüp. Aralık kalan dudaklarına değen kumaştaki rutubet kokusu burnundan içeri dolmuştu. Kirpiklerini aşağı eğdi ve gözlerini yavaşça örttü. "Beni de bitir," diye kısık bir sesle mırıldandı. "...bu cezayı da."

Elindeki ufak çantası sürekli bacağına çarpıyordu, taşlı yolu yürürken gözlerini huzursuzca etrafta gezdirdi. Güneş üstüne çökmüştü kendini hatırlatır gibi. İçeride güneşle dışarıdaki bir değildi sonuçta. O daha parlaktı, böylelikle gerçekleri daha berrak gösteriyordu. Ama iyilik olsun diye değil, can yakmak için.

Boştaki eliyle ensesini kaşıyıp birkaç pervasız adım daha attı. Onu karşılamaya geleceklerini biliyordu fakat sonradan bunun öylesine verilmiş bir söz olduğuna kanaat getirdiği için kendisini unutmaya zorlamıştı. Sözler o kadar da tutulası değildi ve onu görmeye kimse gelmeyecekti.

Ama fazla ilerleyemeden karşıda, uzun zamandır görmediği bir hayali görür gibi hissettiğinde durmak zorunda kalmıştı Hilmi. Elindeki çantanın sapı avuçları arasında sıklaştı, tıpkı kalbi gibi. Nefes almak da fuzuliydi.

Ufak bir kız çocuğu vardı karşısında. Örgülü kahverengi saçların ortasında kalan ufak yüzü de nedense fazla tanıdıktı. Keşke bir nedeni olsaydı. İstemsizce dudakları aralandı ve "Çiçek," diye mırıldandı. Çünkü karşısında dikilen bu küçük kız, ona pişmanlığı hiç bitmeden yaşatan kendi kızıydı.

Hapse girmenin ona yaptıkları için bir ceza olduğunu biliyordu, oysa asıl ceza özgürlüğe kavuştuğunda dikilmişti karşısına. Hem de böyle ansızın, savunmasız bir zamanda.

Bakışlarını, kendisini ölmediğine inandırmak üzere çevrede gezdirdi. Her şey yerli yerinde diyebileceği kadar da şahit olmamıştı bu dünyaya. Gökyüzünü uzun bir süre duvarların ardından seyretmek ona pek çok şeyi unutturmuştu.

Sonra bakışları uzağında kalan genç kadına değdi. O affetse bile kendisini hiçbir zaman affettirmeyeceği Naz da karşısındaydı. Kendisine bir rüya gördüren o küçük kız, bir zamanlar onun kadar küçük olan ama şimdi epey büyümüş görünen torununun elinden tutuyordu.

Hilmi gözlerini ne kadar kırpsa da bu düşü bitiremedi.

Öyle ki küçük kız, sürüncemede ilerleyen bir ceza gibi elini kaldırıp kendisine salladığında her şeyin daha katlanılamaz hale geldiğini düşündü... çünkü çok özlemişti.

Hatta yaşanan cezanın bitmeyesi varmış gibi Naz, küçük kızını sırtından hafifçe itekledi. Bu esnada bir şeyler mırıldanmış olsa da Hilmi hiçbirisini duymamıştı. Gözleri sadece kendisine koşan küçük kızının üstündeydi. İlk doğduğu zaman kızına giydirdiklerine benzer güpürlü bir elbise vardı onda da. Her şeyin aynı seyrettiği an, bir farklılık gösteren tek şey "Dede!" diye kulağına ilişen sesleniş oldu.

Fakat bu söz de Hilm'nin kulağına farklı yansıdı. "Baba!" gibi duydu on... çünkü bir daha söylenmeyeceğini biliyordu.

Dayanamayıp yere çöktü yaşlı adam. Bir başkasını kucaklar gibi kollarını açtı. Henüz tanıştığı küçük kız hiç çekinmeden, sanki hep tanışırlarmış gibi kucağına sığınmıştı. Eğer yaşasaydı, kendi Çiçek'inin buna cesaret edemeyeceğini biliyordu. Bu yüzden yaşlı adam da ilk kez gördüğü bu Çiçek'in cesaretine sığındı. "Kızım," dedi buğulu sesiyle. "Çiçeğim..."5

-

🥳👀💝

askilav 🌞

 

Bölüm : 05.01.2025 12:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...