42. Bölüm

*Sona doğru

tuğba fc
askilav

Bazen ağacından kopan yapraklar savrulurdu, çoğu zaman ise insan.

Seçtiği tek zaman sonbahar değildi. Mevsimler ayırt etmiyor, günleri hiç saymıyordu. Bu onun için alışagelmişten de öte bir şeydi. Belli zamana kadar hep sevdiklerinden öteye savrulsa da artık bir noktaya ayak basmıştı. O nokta, yolunu tersine çeviren bir andı.

Bir histi.

Yorgun ve titrek parmaklarını hareket ettirdi ve sonrasında kaldırdı, alnındaki saç diplerini gevşekçe tutup geriye çekerken gözlerini açmakta biraz zorlanmıştı. Elinin ayasını tenine değdirdi, biraz soğuğa mı ihtiyacı vardı yoksa üşüyor muydu pek emin değildi aslında. Kuruyan boğazını rahatlatmak için yutkunmaya çabaladı fakat bu boğulduğunu hissettirdi ansızın.

Baygın gözlerini iyice aralayıp başında bekleyen suratı seçmeye çalıştı. Açık tondaki saçlar, tanıdık gözler ve endişeli surat, Baran'dan başkasına ait değildi. Onun dikkatini çekmek isteyerek "Baran," diye mırıldandı kısık bir sesle.

Bu kısa seslenişinin ardından Baran da öne eğilip karısının yüzüne daha yakından baktı. Az önce doğumdan çıkmıştı ve böyle baygın geçerken zaman, endişelenmeye engel olamamıştı bir türlü. Her ne kadar annesi ve babası bunun normal bir süreç olduğunu söyleyerek rahatlatmaya çalışsa da Baran telaşlıydı. "Bebeğim iyi misin?"

Bebeğim kelimesi Naz'ın zihninde sadece tek bir çağrışıma sebep oldu. Kendi bebeği, kendi kızı. Onu hiç unutmamış fakat yorgunluk yüzünden farkına henüz o an varabilmişti. Dokuz ay karnında taşıdığı bebeği artık dünyadaydı, birbirlerine olan bağlılıkları daha soyut bir hal almıştı. Yanında olmalıydı. "Ela nerede?"

Kollarını açıp bakındı ama bebeğini bulamadı. Bu esnada bilekleri kavranmıştı, sıcak bir dokunuş hissederken yatışan kalbi duruldu ve geriye sakin bir tedirginlik kaldı. "Bebeğimiz nerede Baran?"

"Az sonra getirecekler yavrum, sen iyi hissediyor musun?"

"Hıhı..." Başını diğer yana yatırıp odanın duvarına bakındı. "Ela iyi mi?"

"Çok iyi," derken hemşirelerin söylediklerini tekrar etti hevesle. Gözlerinin içi gülmeye başlamıştı onun da. "Çok güçlü olduğunu söylediler."

Naz alnında tuttuğu elini aşağı indirip gözlerini ovalarken kısaca iç çekti. Hiç sahip olmadığı bir şeyin özlemini çeker gibiydi. Kollarındaki yoğun bir boşluk hissi gitgide büyüdü, artık o ufak bedeni sarmak istiyordu. "Ne zaman gelecek peki?"

Bu masum sorudan sonra Baran öne eğilip karısının alnından öptü nazikçe, canının yakmaktan endişe etmişti. Eliyle yanağını okşadı, tek isteği duygusal geçecek bu sürecin sancısını törpülemekti. "Hemşireler birazdan getirecekler kızımızı, sen şimdi dinlenmene bak."

"Onu beklerken nasıl dinlenebilirim?" Vücudunda seyrek bir ağrı vardı, hareket edebilirdi ama yine de yorgunluktan dolayı buna yeltenemedi. Başını yastıkta yana yatırıp Baran'ın suratına baktı merakla. "Nasıldı Baran? Gördün mü hiç? Kime benziyordu?"

"Fazla göremedim," derken dudaklarını hızlıca ıslatıp usulca nefeslendi Baran. Naz'ın yanına gelmek istediğinde hemşireler onu çabucak götürmüştü ve bu esnada geride kalmış, aileden diğerleri Ela'yı görebilirken Baran yalnızca uzaktan seyretmişti kızını. Yine de beyaz tulumu içinde ufak kıpırtılarla hareket ederken onu artık kollarına alabileceği için heyecanlandığını hissetmişti. Sonra hayranlığını belli edercesine ekledi sözlerine. "Ama uzaktan bile çok güzeldi."

"Yaa..." Dingin bir tebessüm yüzüne yayıldığında gözleri kısıldı Naz'ın. "Keşke hemen gelse."

Baran onun yüzüne düşen saçlarını yavaş yavaş geriye taradı. "Biraz bekleyelim güzelim, gelecek merak etme."

"Peki diğerleri nerede? Zeynep annemler..." Yorgunlukla yutkundu Naz. "Mine abla... Kızlar, onlar bekliyorlar mı?"

"Hepsi dışarıda, seni yormak istemediler o yüzden sadece ben geldim yanına."

Yüzünde ele yaslanıp gözlerini kapattı birkaç saniyeliğine, bu dokunuşlar iyi gelmişti. "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. "Biraz su içebilir miyim?"

"Gel bakalım." Naz'ın doğrulmasına yardımcı olduktan sonra kahverengi saçlarını sıkmadan toparlayıp omzuna aldı Baran. Masadaki şişeden bardağa su doldururken dışarıdaki gürültüyü duyabiliyordu, herkes merakla bekliyor olmalıydı. Hemen ardından bardağı karısının dudaklarına yaklaştırdı. Naz kendisi yapmak istese de Baran onun titrek parmaklarını kavrayıp nazikçe engel olmuştu. "İç hadi, yorma kendini."

"Daha ne kadar yorulabilirim ki?" diye mırıldandı Naz yayvan bir sesle, su içerken öne eğdiği başına rağmen gözlerini yukarı kaldırmıştı. "İçimden minik bir insan çıktı benim, suyumu da kendim içebilirim."

"Sen zaten her şeyi yapabilirsin." Eğilip onu başının üstünden öptü, doğumda yanında bulunmuştu, gerçi o anı görmese bile dokuz aylık sürecin ne kadar zorlayıcı geçtiğini biliyordu. Bu zorluğu elinden geldiğince hafifletse de hala Naz için yapmak istediği şeyler vardı. "Ama benim içimden minik bir insan çıkmadığı için suyunu da ben içirsem diyorum."

"Tamam o zaman," diye mırın kırın konuştu Naz, hemen ardından yorgunca tebessüm etti. "Çok iyi diyorsun aşkım."

Suyunu içtikten sonra başını tekrar geriye yasladı, bacaklarını hafif kaldırdığında onlarda da biraz sızı hissetmişti. "Acaba annenler dışarıda beklemese mi? Merak ediyorlardır Baran, çağır da gelsinler."

"Buna emin misin? Gözlerin hala çok yorgun bakıyor."

Naz gözlerini irice açtı, kahverengi hareleri daha belirgindi artık. "Şimdi?"

Baran onun çabasına güldükten sonra eğilip alnından öptü. "Tamam sen kazandın, çağırıyorum."

Dakikalar sonra içerisi daha kalabalık haldeydi, yatağın bir kenarında Zeynep ve Mine otururken diğer tarafında Denizhan ablasının elini sıkıca tutmuş haldeydi. "Canın çok acımadı değil mi?" diye sordu hassasiyetle. Yüzünde hüzünlü bir ifade vardı, Naz'ın saçlarını okşarken annesinin uyarıcı bakışlarına rağmen kendini geri çekemiyordu.

"Acımadı Deniz, iyiyim ama hala aynı şeyi sormaya devam ediyorsun." Yüzünde onu anlayan bir ifade vardı, bu ilgi hoşuna gitmiş olsa bile kendisi üzülmezken kardeşinin üzülmesini istemiyordu Naz.

"Korkunç bir şey çünkü, sakın bir daha yapma bunu."

"Tamam Denizhan, sağ ol tavsiyen için." Baran onun omzuna birkaç defa vurup dikkatini üstüne çekti. "Hadi çekil artık ablan nefes alsın biraz."

Onun çekilmesinin ardından arkadaşları da gelmiş, Naz'ı tebrik etmişlerdi. İlk an bu kalabalığın kendisini yoracağını düşünse de mutlu olmuştu Naz, bebeğinin gelmesini beklerken içindeki boşluğun çoğu kesilmiş gibiydi.

Fakat az sonra kapı çalındı ve açılan aralıktan, kucağında ufak battaniyesine sarılı halde Ela'yı taşıyan hemşire girdi. "Biz geldik," diye sevecen halde ilerlerken herkes geri çekilmiş, ortada yalnızca yatakta yatan Naz ve onun elini tutan Baran kalmıştı.

"Bebeğim," diye mırıldandı titrek bir sesle. Duygusallığı çabuk başlamıştı, dolan gözlerini kırpıştırıp usul usul nefeslendi. Hemşire kollarını ufak hareketlerle kıpırdatan bebeği bırakıp geri çekilmişti. "Tebrik ederim tekrardan. Siz biraz alışın ben az sonra yine uğrayacağım."

"Çok teşekkürler."

Naz başını öne eğip gözleri yumuk halde duran bebeğine baktı. Onu kucağında tuttuğuna ilk an inanamamıştı. Bir gün öncesine kadar, sıkı bir bağla tutunduğu bebeğini göremiyordu çünkü... Şimdi gözlerinin tam önünde olması onu gerçekçi kılıyor olsa da hala her şey bir hayal gibiydi.

Boştaki elini kaldırıp işaret parmağının tersini onun pürüzsüz yanağına sürttü, o kadar ufaktı ki yüzü zaten fazla ilerlemeye kalmadan elini geri çekti. "Ela'm, çiçek kızım benim."

Gizlenmiş saçlarını görmek için neredeyse yumulu gözlerine kadar düşen şapkayı biraz geri çekti. "Baran baksana kafası o kadar küçük ki şapka büyük gelmiş."

Bir burun çekme sesi ilişti kulağına, sonra başını kaldırıp Baran'a baktı Naz. O da ıslak gözlere sahipti, bu esnada eliyle yanaklarını gelişigüzel siliyor, sessiz duygusallığını belli etmemeye çalışıyordu. "Görüyorum," dedi öksürerek düzelttiği sesiyle. Hemen ardından eğilip yaklaşmaya korktuğu ama uzak da duramadığı kızının başına ufak bir öpücük kondurdu. "Ama gerçek değil gibi geliyor şu an."

Minik bebek dudaklarını büzüp uykusu arasında huysuz bir ifadeye büründü. Naz ıslanmış gözleriyle bu anı seyrederken hafifçe güldü, kalbinde engel olamadığı bir hız vardı. Az önce dumanlarla kaplı başı şimdi bulutsuz bir gökyüzü kadar berraktı, bu hissin hamilelikten sonra kendisini daha yoğun saracağını hiç düşünmemişti.

Kucağında ufalan bebeğe dalgınca baktı. Gözleri ıslandığı için seçemiyordu, bu esnada dudaklarını birbirine bastırıp bu duygusallığın geçmesini bekledi.

"Çok gerçek," diye fısıldarken gözlerini kızı ve kocası arasında gezdirmekte ufak bir afallama yaşadı. Hangisine bakacağını şaşırmıştı.

Kalbi patlayacak gibiydi, hiçbir zaman eksikliğini hissetmediği birisi gelmiş ve onu tamamlamış gibi hissediyordu. Başını öne eğip parmağının ucuyla kızının dudağına dokundu, kulağından silinen sesler gibi bebeği dışındaki görüntüler de çoktan silinmişti. "Dokunmak istiyorum sürekli," dedikten sonra yatak başlığına tutunarak bekleyen Mine ve Zeynep'e baktı. "Canını acıtır mıyım ki?"

Mine Naz'ın saçlarına geriye doğru yatırdıktan sonra onun bu tedirginliğine tebessüm etti. "Elini tut bak, seni hemen hissedecek."

Onun dediğini yapıp baş parmağı ve işaret parmağı arasına Ela'nın ufak elini aldı Naz, uykusunda bile bunu fark eden bebek annesinin parmağını yavaşça sarmıştı. "Tuttu beni," dedi pürüzlü sesiyle, birden heyecanlanmıştı. Başı yorgunca yastığa düşse bile heyecanla Baran'a baktı. "Gördün mü?"

"Gördüm güzelim." Baran daha yakından bakmak için öne doğru eğildi, bitmenin aksine sürekli çoğalan heyecandan dolayı boğazı düğümlenmişti. Hemen sonra Naz'ın "Sen de gel," dediğini duyunca onlara nazaran daha büyük olan avucunu karısı ve kızının tutuşan ellerinin üstüne örttü. Tenini saran sıcaklık bu zamana kadar yaşadığını düşündüğü duyguların hepsinden çok daha farklıydı.

"Ben de görmek istiyorum!" Arka tarafta kalan Nil, abisinin kollarından sıyrılıp yatağa yaklaştı. Dirseklerini oraya yaslamış öne doğru eğilirken küskünce ablasına bakıyordu. "Teyze olacaktım ama bebeği bile göstermediniz. Böyle teyze mi olunur?"

"Kızım yeni geldi ya bebek," derken elini kızının kollarına koyup ona sözünü duyurmaya çalıştı Mine ama Nil duyacak gibi değildi. Merakla bebeği kontrol ediyordu.

Baran elini küçük kıza uzattı. Bu merakı yaşayan sadece kendisi değildi. "Buraya gel, yanıma," dedikten sonra koşarak kollarına giren kızı kucaklayıp havaya kaldırdı. Ela'yı gösterirken aynı heyecanı yaşadıkları için Baran da gözlerini çabucak kızına çevirmişti. "Bak gördün mü yeğenini?"

"Ay çok tatliş bu..." Kollarına tutunduğu Baran'a baktı küçük kız, yüzünde soru dolu bir ifade vardı. "Ben de dokunabilir miyim?"

Duyduğu bu soru kendisine yöneltilmemiş olsa bile Naz çabucak geçmişte gitti kelimelerin tanıdıklığından. O da aynı tereddüdü yaşamıştı Nil ilk doğduğunda. Canını acıtmak ve bu konuda suçlanmak, sevginin yanındaki fazlalık duygulardı. Aynı şeyi kardeşinin hissetmesini istemediği için kimseye bırakmadan kendisi cevapladı bu soruyu. "Tabi ki dokunabilirsin bebeğim."

Nil, parmağının tersini yavaşça Ela'nın yanağına sürttü. Yüzündeki heyecanlı ifade gitgide büyüyordu, teyze olmayı hala çok anlamlandıramasa da kendisini minik bebeğe fazla yakın hissetmişti. "Yumuşacık," diye mırıldandı dikkatinin Ela'da olduğunu belli eden bir dalgınlıkla. "Biraz daha yaklaştırsana Baran abi."

Mine yine araya girdi. "Annecim o kadar sert yapma öyle."

Mine'nin uyarısına karşın Naz gülümseyerek durdurdu onu. "Bir şey olmaz Mine abla, bırak tanışsınlar."

"Fark edemez Naz, canını yakar birden."

Yakınında duran kız kardeşinin bozulan suratına gülümseyerek göz kırptı. "Nil o kadar küçük değil, yeğenine dikkatli davranır hiç canını yakmaz, değil mi bebeğim?"

"Evet küçük değilim, teyze oldum anne ben." Geriye dönüp kendisini tutan Baran'ın kollarını sıktı dikkatini çekmek için. "Baran abi artık bırakır mısın? Yere ineceğim."

Ayakları zemine bastığı an hiç beklemeden annesine doğru koşturdu. "Anne telefonunu verir misin?"

"Kızım ne oldu şimdi?"

"Anne ver hadi lütfen!"

Mine sabırlı kalmaya çalıştığı an kısaca nefeslendi ve telefonu Nil'e uzattı. Kollarını önüne bağlayıp onun telefonla ne yapacağını beklemeye başlamıştı fakat küçük kız hiçbir şey söylemeden odadan ayrıldı.

Girdiği rehberde babasının ismini ararken koridora çıkmıştı Nil. Sağ tarafta dedesi, aileden birkaç kişiyle oturup sohbet ediyordu. Onları göz ardı ederek diğer taraftaki boş koltuğa oturdu, biraz uzakta olduğu için rahatça konuşabilirdi. Kısa boyundan dolayı ayaklarını salladığı esnada Tarık isminin üstüne tıklayıp gözlerini heyecanla etrafta gezdirdi. "Hadi aç baba, aç..."

Bekleyişle geçen birkaç saniyenin ardından onun sesini duydu. "Efendim Mine?"

"Baba!" Nil ayaklarını sallamayı kesip heyecanla ayağa kalktı. "Baba ne oldu biliyor musun?"

Kızının selamsız halde direkt konuya girmesiyle güldü Tarık. Uzandığı koltukta dönüp pozisyon değiştirirken "Ne oldu bakalım güzel kızım?" diye sormuştu ona.

"Ben teyze oldum!"

Bir titreme ansızın içini sardığında, yüzündeki gülüş duraksadı. Geriye yalnızca durgun ve manasını yitirmiş bir tebessüm kaldı. Bunu duymayı beklememişti. Çünkü Nil'in teyze olmasının hangi sebebe dayandığını biliyordu ama zamanının o ana denk geldiğinden haberi yoktu.

Naz... Kızı sonunda bebeğini kucağına almıştı demek ki. O ana şahitlik edemediği için ne söyleyeceğini şaşırırken yavaşça nefesini dışarı bıraktı. "Öyle mi?" diye titrek bir şekilde mırıldandı. "Ne güzel." Dudaklarını yaladı, söylemek istedikleri dilini düğümlemişti. "Senin adına çok sevindim meleğim."

Kendisini duymayan Naz'a dair duyguları da vardı. Mesela bir zamanlar terk edilmiş bir bebek olmaya mahkûm ettiği kızının şimdi kucağında kendi bebeğini taşıyor olmasından dolayı tuhaf ve bir o kadar da mutluydu. Onda açtığı yaranın hala yerli yerinde bekleyip beklemediğinden emin değildi. Kapanmasını hep dilemişti. Fakat eğer hala açıksa, lütfen, bu yaşadıkları ondaki tüm açık yaraları sonsuza dek kapatsın.

"Ve abim de dayı oldu, Yağmur abla hala oldu, Melek ablayla ikimiz de teyze olduğumuz için biraz kavga ettik," derken o kadar hızlı konuşmuştu ki nefeslenmek zorunda kaldı Nil. Gülerek anlatmaya devam etti daha sonra. "Ablam da anne olmuş Baran abiyle beraber." Tırnağını koltuğun deri kısmına batırırken söylediği şeyin yanlışlığını fark edince kıkırdadı. "Ay baba ne dedim duydun mu? Baran abi de anne olmuş dedim!" Gülüşlerinin babasına nasıl aksettiğinin farkında değildi. İnce bir tonda seyreden gülüşüne son vermeden konuştu yine. "Baran abi baba oldu, anne değil!"

"Hmm..."

"Anneme de nine deyip güldüler baba, hatta Minene diye isim taktılar bence çok komik oldu. Sence de komik oldu mu?"

"Evet, çok komik olmuş meleğim."

"Ee sen peki?"

Kızının birden hevessizce sarf ettiği sorudan dolayı Tarık yattığı koltukta doğruldu. Tek başınaydı, evin içinde herhangi bir ses yoktu ve duyabildiği tek şey telefonun ardından kulağına ulaşan Nil'in anlattıklarıydı. Oturuşu gergin bir hal aldığında dağınık saçlarını karıştırdı usulca. "Ben?" diye tereddütle mırıldandı. Boğazında yediği bozuk yemekten dolayı acı bir tat vardı, yalnızlığını hatırlatan bir şeyler duyunca o acı tadı duyumsamak daha belirgin bir hal almıştı.

Nil babasının aralarında olmamasından dolayı bir süredir içinde hissettiği mutsuzluğun artmasına engel olamadı. Başı öne eğildi, bu anı onun da görmesini istiyordu çünkü o da Ela'nın dedesiydi. "Ben sen de bir şey olmadın mı?" diye sorarken hatırlatmak istediği cevabı Tarık'tan duymak istemişti.

Tarık çaresizce yutkundu. "Kızım, ben..." Ben hiçbir şey olamadım.

"Dede oldun baba, bence gelip görmelisin onu."

"Kimi?" diye tereddütle sordu kızına. Az önce bir çocuk gibi heyecanla konuşan kızının şimdi böyle olgun kelimeler ifade etmesi onu şaşkınlığa uğratmıştı. Eğildiği yerden kalkıp sırtını koltuğa verdi. Bu evdeki sessizlik onu öldürecekti ama dayanmak zorundaydı, Nil'i yanına almak için iki günü kalmıştı. Bir zamanlar özgürce yaptığı şeyin şimdi zamana sıkıştırılmış olması fazla esir hissettirse de kimseye baskın yapmayacaktı.

"Ablamı baba! Ve Ela'yı?"

"Şimdi gelemeyeceğim." Fısıltısının hemen ardından boğazını temizledi daha net konuşmak için. "Yani şimdi gelebileceğimi sanmıyorum meleğim."

Onu ikna edemeyeceğini anlayınca omuzlarını düşürdü küçük kız. Sessizce ayaklarını sallarken aralarında sadece soluklarının duyulduğu bir sessizlik kalmıştı. Saniyeler sonra Tarık tereddütle kızına seslendi. "Nil?"

"Peki tamam şimdi gelme," diye cevapladı babasını. "Ama beni unutma olur mu? Yarından sonra sana geleceğim."

"Seni hiç unutur muyum meleğim? Sabah erkenden gelip alacağım."

"Çok erken gel, özledim ben baba."

"Sözüm söz, bir dakika bile geç kalmayacağım."

En azından morali düzelmişti. Yüzünü tekrar keyifli bir gülüş kaplarken başını omzuna yatırıp tatlı sözlerinden etti son kez. "O zaman sonra görüşürüz babacım, şimdi ablamların yanına gideyim. Ela'ya bakmam lazım, teyzesiyim ben onun."

"Dön meleğim." Elini boynuna atıp sıkıntı içinde ovaladı. Tarık da orada olmak istiyordu. Ama artık sözlerini tutan bir adamdı o. Belki de bu verdiği sözlerden tutması en kolay olanıydı.

Naz ondan, kendisinden uzak durmasını istemişti. Tarık ise bunu kolaylıkla yerine getirmişti.

"Hoşça kal babacım!"

"Hoşça kal güzel kızım."

-

Yarın sabah artık tamamen sonuncu bölümü yayınlayıp Af'a veda etme vakti... Hepinize eşlik ettiğiniz için, güzel yorumlarınız için çok teşekkür ederim. 💝

Bölüm : 04.01.2025 23:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...