"Demek ki böyle aşk dedikleri şey," diye mırıldanarak şarkı söylerken ayna karşısında saçlarını şekillendirmeye devam ediyordu Rengin. Ben de yere oturmuş küçük aynama bakarak farımı sürmeye çalışıyordum. "Ne acılar çektim, hey gidi hey! Şimdi bana mutluluk yakışır..."
Fırçayı yere bırakıp ayağa kalktım ve ona eşlik etmeye başladım. "Gitme be daha dur akşamın sabahı var, gülün dikeni batar!" diye yükseldiğimde Rengin de maşayı bırakıp karşıma geçti ve dans etmeye başladı.
Ellerimizi çarparak ritim tuttururken kalçalarımızı birbirine sallıyorduk. "Temmuz'un soğutur, ellerin beni yakar, seninle çok işim var!"
Sanki sabahtan akşama kadar dans etmemişiz gibi bir de evde hazırlanırken hareketlenesimiz tutmuştu. Saçlarımı geriye ittirip Rengin dans etmeyi bırakmadığı için ben de onunla şarkının sözlerini söyleyip kıvırtmaya devam ettim.
Birkaç dakika sonra ikimiz de durduk. Rengin telefonunu çıkarıp "Yanıma gel, fotoğraf çekelim," dedi nefes nefese.
Küçük odamızdaki boy aynasının karşısına geçip birkaç fotoğraf çektik. Sabah bazı ufak olaylar keyfimi kaçırmış, yine akşam bazı ufak olaylar tüm enerjimi yerine geri getirmişti. Hayatımın bu inişli çıkışlı yönünü seviyordum, genç olmayı seviyordum.
Onlarca poz verip geç kalacağımız kadar oyalandıktan sonra "Çıkalım artık," diye sızlandım. "Geç kalmak istemiyorum, vakit geçtikçe güzelliğim azalıyor."
"Hayır vakit geçtikçe daha güzel olacaksın, şu an yapay güzelsin zaten!"
Aynada son kez suratıma bakıp hafif makyajımı kontrol ettim. "Öyle mi diyorsun?"
"Biraz dağılmış ama yine de özenli bir kadından daha güzel bir şey göremezsin hayatta."
Rengin koluma girip beni dış kapıya yürütürken "Toparlarız aşkım, endişe etme," diye teselli etti beni.
"Nedense çok heyecanlandım, bir aksilik olmasa bari." Ayakkabılarımı giyip Rengin'e yer açtım. O da dar apartmanın içinde botlarını ayağına geçirirken saçlarını bozmamaya çalışıyordu.
"Kötüyü çağırırsan hemen gelir ama..."
"İyiyi çağırdığımda hiç gelmiyor, kötüye kö desek anında gelesi tutuyor. Bunun kadar yüzsüz ve cıvık bir şey görmedim hayatta!"
Kol kola merdivenlerken aşağı inerken Rengin halime güldü. Ben de onunla gülüp apartmanın ağır kapısını açtım hemen. Dışarı çıktığımızda en azından havanın bugün bizim yanımızda olarak biraz ılık olduğunu fark etmiştik.
"Yiğit'in arkadaşları da olacak dedin ya, sen tanıyor musun onları?"
"Tanımıyorum ki..." dedim durağın kenarında dikilirken. Bank yaşlı teyzelerle doluydu, bu akşam vakti nereye gittiklerini merak etmiştim birden. Onlara göz atmayı bırakıp tekrar Rengin'e döndüm. "Tanışırız ama. Senin için sıkıntı olmaz değil mi?"
"Olmaz herhalde, fazla yılışık değillerse tabi."
"Sanmıyorum Yiğit'in öyle kişilerle arkadaşlık edeceğini..." Ellerimi cebime koyup birkaç saniye düşündüm. "Gerçi benimle arkadaş ama."
"Sen yılışık ve onun arkadaşı değilsin."
"Ciddi misin Rengin? Yüzüme söyledi iyi bir arkadaşsın diye. Gözlerimin içine baktı ve aynen bunu ifade etti."
"Aşkım salak olma, kendini frenlemeye çalışıyor işte, anlamıyor musun?"
"Bu çocuk aşk düşmanıydı, ayrıca güven problemleri yaşıyordu. Sen onun tüm dengelerini değiştirdin ve kendine yenilmemek için seninle arkadaş olduğunu ifade ederek asıl senin değil, kendi önünü kapatıyor."
Birkaç saniye durup düşündüm. Mantıklı mıydı şimdi bu? "Yok öyle değil ya..." dedim umutsuzca. Kendimi farklı bir şeye inandırıp hayal kırıklığına uğramak istemiyordum.
"Tabi seni boş hayallere inandırmak için söylemiyorum ama... Biz de bu yollardan geçtik, az çok bir şey biliyoruz."
"Rengin ben cidden hayal kırıklığına uğramak istemiyorum şu an kesin olmayan bir şey için, hem Melis'le ilişkileri yeni bitti sayılır. Ne ara benden hoşlanacak?"
"Melis'e karşı zaten duygusunun olmadığını sen söylemedin mi bana?"
"Tamam o zaman, yüzde elli ihtimal. Senden hoşlanabilir de hoşlanmayabilir de. Umutsuz olacak bir şey yok."
Konuyu uzatmak istemediğim başımı aşağı yukarı sallayıp sustum. Rengin de bir süre belki bir şey söylerim diye yüzüme bakıp bekledi ama bir cevabım yoktu, bunu şu anlık konuşulması gereken bir şey olarak görmüyordum. Zamana bırakmak en iyisi olacaktı.
Oturacağımız mekana geldiğimizde tüm vücudumu bir uyuşukluk sarmaya başladı. Heyecanlanmıştım. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtıktan sonra kalabalık kafenin içini taradım.
Bir masada Yiğit'in de arasında bulunduğu üç kişi oturuyordu, iki tane de boş sandalye vardı. Yanlarına yaklaşırken gülerek bir şey konuştuklarını görebiliyordum, bir tanesi uzanmış sanki çocuk başı okşar gibi Yiğit'in saçlarını okşuyordu. Onu bu halde görmek uzaktan gülmeme sebep olurken dudaklarımı birbirine bastırıp tepkimi gizledim.
Rengin'le yanlarına vardığımızda "Selam," diye mırıldandım, sesim gerginlikten dolayı titremişti. İlk buluşma mıydı bu şimdi? Niye bu kadar heyecanlanmıştım ya...
Üçünün de bakışları bize döndüğünde gözlerimi tanımadığım iki kişide kısaca gezdirip Yiğit'e baktım. Sanki az önce burada arkadaşı tarafında küçük çocuk muamelesi görmüş koca bir adam değilmiş gibi tavrını düzeltip ellerini saçlarına götürdü ve onları geriye yatırdı. Hemen ardından da ayağa kalkmıştı. Bir an sarılacağımızı sandım. Pardon sanmamışım, Yiğit gerçekten bana sarılmak için yaklaşıyordu şu an.
Belimdeki ani dokunuşla gülümseyip ben de bir elimi omzuma koydum ve hafifçe Yiğit'e sarıldım. Bu esnada kulağıma doğru "Hoş geldin," diyerek o hoşuma giden sesiyle beni karşılamıştı.
"Hoş buldum." Birbirine yakın olan boylarımızın ne kadar uyumlu olduklarını sarılınca fark ediyordum, Yiğit de beni heyecanlandırdığından habersizce elini belimde tutmaya devam ediyordu.
Geriye çekildiğimizde hemen gözlerimi diğerlerine çevirdim, şimdi Yiğit'e uzun uzun bakıp da ölmenin anlamı yoktu. Diğer iki arkadaşı da tebessümle bize bakıyorlardı. Onlarla kısaca selamlaşırken az önce Yiğit'in başını okşayan çocuğun "Meşhur Hazal'ı görmek nasip oldu sonunda," diye mırıldandığını duydum.
Kaşlarım durumu garipsercesine çatılırken "Öyle mi? Meşhur muyumdur?" diye sordum. Sonra da imalı bir tebessümle Yiğit'e bakmıştım. O ise bana hiç dönmeden masaya bakıyordu ama yere eğilmiş yüzündeki gülüşün bir anlamı olduğuna emindim.
Az önce konuşanın yanındaki kişi ise "Tuvaletteki Hazal değil misin?" demişti. Işığın arkasından gelmesi dolayısıyla karanlıkta kalan suratında ne alaylı ne de ciddi bir ifade vardı, bu yüzden ne tepki vereceğimi bilememiştim şaşkınlık her yerimi sararken. Yani tuvaletteki Hazal diye anılmak da pek hoş değildi şimdi.
Karşımdaki kişi "Ben bu şekilde ifade etmezdim tabi," deyip arkadaşının omzunu sıktıktan sonra elini Rengin'e uzattı. "Ben, yani İlter. Tanışamadık."
Konuyu birden bu tanışmaya bağlamasıyla şaşkınlığım yavaşça silindi ve gülmeye başladım. Rengin de bunu garipsediğini belli edercesine İlter'in elini sıktı ve tereddütle "Rengin," diye mırıldandı.
Adımı fazlasıyla lekeleyen çocuk da oturduğu yerden hiç kıpırdamadan "Oktay," dediğini duydum. "Memnun oldum."
Fazla ilgimi çekmediği için Yiğit'e döndüm tekrar. O da ona döndüğümü görünce masadaki bakışlarını kaldırmış ve "Danstan mı çıktınız?" diye sormuştu.
"Evet, gösteriye az kaldı, o yüzden provalar daha can sıkıcı."
Yiğit sızlanmama başını ağır ağır iki yana sallayıp gülünce ben de dudaklarımı birbirine bastırıp yaramazca tebessüm ettim.
"Dans mı ediyorsunuz?" diye merakla sordu İlter. Gözlerini Rengin'le aramızda dolaştırıyordu.
"Evet," derken saçlarımı dağınıkça geriye atıp bileğimdeki tokayla topladım. İçerisi fazlasıyla sıcaktı. "Üç senedir üniversitenin dans kursundayız." Saçlarımı toplamayı bitirince geriye yaslanıp Yiğit'e kaçamak bir bakış attım. Onun da gözleri saçlarımdan bana kaymış ve sonra da bakışlarını benden kaçırmıştı. Bir kaçma-kovalama oyununa dönüyor gibiydi durum, dudaklarıma konmak isteyen tebessümü güçlükle durdurup İlter'i dinlemeye devam ettim.
"Üç sene de iyiymiş," derken arkasına yaslandı ve bir kolunu geriye atıp yayvanca ensesine koydu. "Bir izleyip görmek istedim açıkçası, ne zamandı gösteriniz?"
"Bahar döneminin başında, vizelerden önce olur büyük ihtimalle," dediğimde emin olamadığım için Rengin'e soru dolu bir bakış attım. O benden daha iyi bilirdi. "Yedi Nisan," dedi hatta direkt.
Düşünceli halde başını aşağı yukarı salladığında İlter'in gerçekten direkt gelme fikrini aklına koyması garip gelmişti. Yiğit'i bile daha davet etmemiştim ki ben daha! Tereddütle ona döndüm, henüz zaman olsa da o sırada sormak gelmişti içimden, zaten İlter yüzünden bu mecburi de kılınmıştı biraz. "Sen de gelir misin?"
Yiğit üstündeki siyah tişörtün yakasını düzeltirken ben de rahat rahat onu izliyordum. Kirli sakalları bugün daha azdı, onda fark ettiğim ufak bir değişiklikti bu. "Davet mi ettin az önce?" diye sordu normal bir şeyden bahseder gibi.
"Zaten gelmeyecek miydim?" diye mırıldandığında, bir an ufak bir çocuk gibi küsecek sandım ama sadece sormamı garipsemiş gibi davranıyordu. Ona karşın tereddütle gülüp "Ö-özür dilerim," dedim. Kendimi çok tuhaf hissediyordum, Yiğit kendini çoktan gösterime gelmek için hazırlamıştı ve bu inanılmaz güzeldi, hayatımda şüphesiz bir kontenjana sahipti demek ki. "...aramızda konusu geçmediği için sordum."
Benim tutuşmuş halime bakıp gülüşünü keyifle arttırırken gözleri net bir şekilde gözlerimdeydi. Kahverengilerinin parıldadığını görmüyor, yoğun halde hissediyordum. Bence biz kesinlikle arkadaş değildik ama yine de Yiğit'in sözünü dinliyordum işte. "Aramızda pek çok şeyin konusu geçmiyor," diye mırıltıyla konuştu, bunu hemen yanında oturan İlter'e duyurmamaya mı çalıştığını anlamadığım için kıkır kıkır gülemiyordum da.
Dudaklarımı birbirine bastırıp at kuyruğundan sıyrılan saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Bir an önce deniz kenarına gitmemiz gerektiğini mi ima ediyorsun yani?" dedim biraz ona yaklaşıp.
"Beni bugün ekmeseydin zaten planımız bu değil miydi?" derken o da sandalyesinde yayılıp yönünü bana çevirdi.
"Ekmedim!" diye karşı çıktım. "Artık Rengin onu hatırlamam gerektiği konusunda sert bir konuşma gerçekleştirdi de."
Yiğit'in gür sesinden çıkan bir gülüş kalbimi hızlandırdı ansızın, bir de gözlerini kısarak gülüyordu ve buna bayılıyordum. "Yine de seni yanımda tutmakta iyiyim," derken kendinden emindi ve kahverengi bakışlarını hiç kaçırmıyordu.
Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı yalarken İlter "Ayıp," diye mırıldandı. Bir an girdiğim transtan çıkıp şaşkınca ona döndüm. "Efendim? Bir şey mi dedin?"
"Burada arkadaşça sohbet etmek için bulunduğumuzu sanıyordum, sizin fısır fısır konuşmanız çok ayıp şu an." İmalı bakışlarına tutunmuş gülüşüyle beraber Yiğit'e bakıyordu sadece. Arada bir bana da dönüyordu ama tek muhatabı Yiğit'ti.
"Burada ayıp olan şu ki, kimse beni gösteriye davet etmedi." Oktay'ın araya girmesiyle öfkeyle soluklandım. O konuştukça aklıma beni nitelendirdiği şey geliyordu. Önümdeki kahveden koca bir yudum alıp kaşlarımı çattım. Benden önce Yiğit "Biz gittiğimiz zaman sen de geleceksin ya oğlum," diye çıkışırken Rengin kulağıma eğilip "Bu mu senin arkadaşın Yiğit?" dedi, arkadaş kelimesini özellikle bastıra bastıra söylemişti.
Kahve fincanım hala dudaklarımda duruyorken gözlerimi yana doğru ona kaydırdım, epey yanımdaydı. "Ne diyorsun?" diye fısıldadım bardağın gerisinden.
"Yaktım kızım sizin çıranızı."
"Neyden bahsediyorsun Rengin?" Tekrarlayan, endişeli bir fısıltıydı.
"Bekle, bekle." Bir şey arıyor gibi bir süre etrafına bakındı, ben de kontrol edercesine onun gibi bakındım ama bu diğerlerinin ilgisini çekmekten başka şeye yaramamıştı bu, Rengin kadar temiz yapamıyordum şu işi.
Yiğit de merakla kaşlarını kaldırıp "Bir şey mi oldu Hazal?" diye sordu.
Başımı hızla iki yana sallayıp yutkundum. "Yoo, hiçbir şey yok."
Bu esnada Rengin kolumu alelacele dürtüp "Hazal, şuradaki çocuk sana bakıyor!" diye heyecanla konuşmuştu. Rol yaptığını sonradan anladığım için "Neredeki?" dediğim esnada aynı soruyu benimle beraber Yiğit'in de sorduğunu işittim. Bakışlarımız kesişirken rahatsız olduğu bir şey var gibi kaşları çatılmıştı.
Rengin tekrar kaşlarıyla başka bir yeri işaret edip "Of sen görmeyince döndü önüne," derken sızlanıyordu sanki arkadaşına birilerini ayarlamaya çalışan çöpçatanlar gibi. Rolünü de çok iyi yapıyordu, ona şok olmuş gibi bakarken inandırıcılığına karşın içten içe alkış tutuyordum tabi. "Ne var çevrendekilerin farkına varsan, çıldıracağım artık senin şu kör gözüne!"
Sus pus halde ona Rengin'e bakıyordum sadece. Kahve bardağı elime yapışmıştı adeta, sürekli biraz içmek istediğim esnada durduruluyor ve şaşkınlığa uğratılıyordum. Kolumu indirip bardağı masaya koyduktan sonra "Yok öyle bir şey," diye mırıldandım.
"Yok sayarsan olmaz tabi," derken bir eliyle saçlarını arkaya savurup başını iki yana salladı. O sırada İlter'in hayran hayran Rengin'e baktığını fark ettim. Belli ki kör gözü olan ya da bir şeyleri yok sayan tek ben değildim. Rengin illaki görmüş olmalıydı ve kesinlikle bilerek bakmıyordu. "Bu şanslar elinden kaçınca anlayacaksın," dedi gözlerini irice açıp. Bu sözü bana değildi.
Çaresizce yutkunup Yiğit'e döndüm. Masadaki telefonu düşünceli halde elleri arasında çeviriyordu. Uzun ve kemikli parmakları arasında kendi ellerimi düşünmek, şu an Rengin'in aklıma soktuğu tek düşünceydi ama gerçekleştiremezdim sanırım. Bu yüzden tekrar önüme dönmekle yetindim. O sırada telefonuma art arda birkaç bildirim düşmüştü. Ekranı açıp sınıf grubuna gelen mesajlara baktım. "Of final tarihleri açıklanmış..." diye mırıldandım aynı zamanda.
İlter ortamdaki gerginliği fark etmiş gibi "Siz ne okuyordunuz?" dedi. Ben sınavların tarihlerini kontrol ederken Rengin de benim yerime cevap vermişti. "Hazal İngilizce tercümanlık okuyor, ben de edebiyat."
"Öyle mi? Ben bayılırım kitap okumaya."
Gelen diğer mesaja bakarken kulağım onların konuştuklarındaydı. Öğütmen Ailesi Elit Üyeler (Hazal hariç) adlı gruba baktığım esnada Rengin'in çok da umurunda olmadan "Ben pek okumam," diye mırıldandığını işittim, bu içten içe gülmeme sebep olmuştu.
Aile grubumuz seneler önce Akın'ın açtığı bir gruptu. İlk başlarda beni eklemeyip Elit Üyeler diye bir isim verdiği için epey karmaşa çıkarmış, en sonunda ablamın Akın'ı ikna etmesiyle gruba dahil olmuştum ama seneler geçmesine rağmen o Hazal hariç ibaresini oradan kaldırmamıştı. Her zamanda ve her koşulda benimle uğraşabilirdi. Gruba da o mesaj atmıştı hatta, normalde hayırlı cumalar mesajı dışında bir şey yazılmayan sohbete göz attım.
Attığı bir videoydu. Kapağında da benim annemlerin giymemi çok tasvip etmeyeceği tarzda bir kıyafetle olan halim vardı, o günü hatırlıyordum. Dans kursunda sergilediğimiz ilk gösteriden kısa bir kesitti ve o gün inanılmaz heyecanlı olduğumu anımsıyordum, Akın da her ne kadar didişsek bile beni izlemeye gelmiş ve videoya kaydetmişti. Şimdi yana yakıla sakladığım bu videomun aile grubuna düşmesine karşın ne tepki vereceğimi bilememiştim.
İstemsizce suratım düştü, sinirlenemedim bile. Sadece yoğun bir hüzün vardı üstümde, ailemin ne tepki vereceğini bilemediğim için nefeslerim birden hızlandı, oturduğum yerde toplanıp ekrana bakmaya devam ettim. Acaba birileri çoktan görmüş müydü?
Babamdan gelen bir mesaj bildirimi panele düştüğünde hızlanan nefeslerimi tuttum bu sefer. Onun üstüne tıklayıp ne yazdığına baktım.
Sanırım değişen ifademden dolayı Yiğit de durumu fark etmişti. Kulağıma gelen iç gıdıklayıcı fısıltısı bir an irkilmeme sebep olduğunda nemlenen gözlerimi ona çevirdim. "Hazal iyi misin?" diye sordu endişeyle. Başımı aceleyle aşağı yukarı salladım, babamın bir cevap beklediğini biliyordum. Yiğit'in hala üstümde gezinen bakışlarına rağmen telefona dönüp babama yazabildiğim en mantıksız şeyi yazdım.
Hazal: Finallerim başlıyor baba, gelebileceğimi sanmıyorum
Babam: Yarın ilk otobüse atlayıp gel
Nefesler bir bir boğazıma dizildi. Videoyu gördüğü için böyle yapıyordu ve bu mesajların ardındaki halinin nasıl olduğunu biliyordum. Beni mahvetmemek için kendisini zor tutuyordu kesinlikle. Titrek parmaklarımı saçıma atıp durumu gizlemeye çalıştım ama üstümdeki gerginliği herkes kolaylıkla fark edebilirdi. Yiğit'in tekrardan "Hazal..." diye mırıldandığını duydum. Israrla gözlerini üstümde gezdiriyordu, ne olduğunu öğrenmek istediği belliydi ama bunun şu an söylenebilecek bir şey olduğunu sanmıyordum.
Zorlukla gülümseyip "İyiyim, bir sorun yok," desem de Rengin'in de sorgulayan bakışları bendeydi. Yerimde toparlanıp iyice güldükten sonra "Bu kadar ilgiden bunaltmayın beni ya," dedim, tabi bu çok basit bir numaraydı ve inanacaklarını sanmıyordum ama içten içe babamın yarın ben eve gelince vereceği tepki aklımı kurcaladığı için daha iyisini de yapamıyordum.
Bir süre diğerlerinin sohbetlerini dinledim. Aniden gelen bu durgunluğumun herkes farkındaydı artık çünkü az önce gelen mesaja, hemen sonra da Akın'ın yaptığına kayıyordu aklım, sadece bunları düşünüyordum. Konuyu takip etmek imkansız hale gelmişti. Dirseğimi sandalyenin yanına yaslayıp başımı da elimi koymuş dalgınca masayı seyrederken tenimde hissettiğim dokunuşla bakışlarım sol tarafa döndü. Yiğit nazikçe bileğimi kavramış ve ona bakmamı sağlamıştı. "Hazal," diye fısıldadı kulağıma yaklaşırken. "Neyin var söyler misin?" Bir süre sohbet eden Rengin, İlter ve Oktay'a baktıktan sonra "Ya da dışarı çıkalım, gel," demişti. Onu tutup gitmesini engelledim. Dışarı çıkıp yalnız kalırsak ağlar ve belki de bu durumu anlatırdım ama canım ne ağlamak istiyordu ne de konuşmak.
"İyiyim," dedim samimi görünmeye çalışarak. "...boş ver, çıkmaya gerek yok."
"Yalnız kalırız," diye fısıldadığında gerçekten endişeli bakıyordu.
"Burayı bırakıp gidersek ayıp olur," dedim bahane üretme çabasıyla.
Bu sefer kaşları çatıldı. "Nefes alırız Hazal, o sırada konuşursun."
Öğrenmeden bırakmayacak gibiydi. Tuttuğum kolunu hafifçe sıkıp "Lütfen..." dedim, sesim çatallaşıp titrediğinde Yiğit de bundan hoşnut olmamış gibiydi, ifadesindeki sertlik kırılıp giderken yerini şefkate bıraktı ve bu sayede ısrarı da sona ermişti. Sonra bileğimde olan elinin aşağıdan elime kaydığını, parmaklarımı sıkıca kavradığını hissettim. Hiçbir şey söylemedi, sadece koyu kahverengilerini gözlerimde gezdirerek elimi tutmaya devam etti. Hatta masadaki sohbeti dinlemeye döndüğünde bile, arkadaşım Yiğit, oradan ayrılana kadar bana kendini hissettirmek gayesiyle tenini tenimden hiç ayırmadı.
-
Selam, merhabalar. Nasılsınız, umarım iyisinizdir! Bölümü nasıl bulduğunuzu merak ediyorum, fikirlerinizi belirtirseniz çok mutlu olurum... Hoşça kalın! 🤍3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |