39. Bölüm

39

tuğba fc
askilav

Evin önüne geldiğimde beni kapı önünde bir ayakkabı kalabalığı karşılamıştı. Bir an kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı ve bugün evimizde kimin olabileceğini düşündüm. Annem ya da babam haber vermemişti çünkü, her zaman beni önceden uyarırlardı misafir geliyor düzgün dur diyerek.

Ne kadar kalacağımı bilemediğim için ufakça hazırladığım sırt çantamı yere sarkıtıp elimde tutmaya başladım. O sırada kapıyı çalmıştım. Gözlerimi ayakkabılarda biraz daha gezdirdim, bir tanesi halamın hep giydiği klasik ayakkabılarına benziyordu ama yine de tam emin değildim. Kapı açıldığında ise tam emin oldum, karşımdaki halamın ergen oğlu Melih'ti. Yüzünde de şeytani sırıtması vardı. Bizim ailenin neden bu kadar kötü bir itibara sahip olduğunu anlayamıyordum bir türlü, sanki gerçekten de ateş mayasından yoğrulmuştuk.

"Hoş geldin Hazzal," dedi Akın'ın herkese bıraktığı mirasla.

"Adımı düzgün söyle," derken botlarımı çıkardım ve agresif biçimde içeri geçtim. Gerçekten beni çağırıp sanki karşılama partisi yapar gibi tüm aileyi burada topladıklarına inanamıyordum. Bu kesinlikle hoş bir şey değildi, dans videolarımın güzel olduğunu düşünüyordum ben.

"Ne fark eder? Birazdan adın dahi olmayacak," diyerek güldü arkamdan.

Kaşlarım çatılırken Melih'e döndüm. "Ne diyorsun sen be?"

"İçeri geç de vaziyeti gör abla, bana bakma." Melih kollarını önünde kavuşturup içeri geçti. Böyle bir ergenin diline dahi pelesenk etmişlerdi beni. Ellerimi ağlama hissiyle saçlarıma geçirip kendime acı çektirdim. Bir de Rengin bana bundan Yiğit'e bahsetmemi söylemişti, böyle utanç verici bir aile nasıl açık edilirdi ki?

Montumu vestiyere bırakırken gözlerim aynadaki yansımama değdi. Buraya gelirken giydiklerime özellikle dikkat etmiştim, zaten göze battığım bir şey varken bir de annemle aramın gerilmesine sebep olan durumu burada ortaya çıkarmamam gerekiyordu. Ama fark edince, sadece bir dans videosu için buraya toplanan aile nasıl bir saygı hak eder diye düşündüm. Onlar zaten beni infaz edeceklerdi, ben oturduğum yerde bir genç kız olarak kararlarımın sorgulanarak gururumun nasıl kırıldığını seyredecektim. Ailemdi onlar, yani beni yargılayanlar.

Kısa saçlarımın bir kısmını bileğimdeki tokayla toplayıp derince nefeslendim. "Tamam, halledilir," diye kendi kendime mırıldanırken aynada annemin görüntüsü belirdi. Yüzü asık, biraz sırt çevirerek yanıma geliyordu.

"Ne bekliyorsun burada?" diye sordu soğuk bir sesle. "İçeri geçsene."

Yoldan gelişimin dahi onların gözünde bir değeri yoktu, böyle karşılanmak da hiç hoş değildi ama yine de en baştan haksız durumuna düşmemek için uslu olmaya karar verdim. "Geliyorum anne."

"Gel de gör," diye benim sözlerimin hemen ardından mırıldandı, sanki hücrede cezası kesilecek bir suçluyu çağırır gibi.

Sessiz bakışlarım gürültüye böyle boğuldu işte. Yavaşça anneme döndüm. "Ne?"

Hiç bir şey dememişim gibi beni umursamadı ve kolumdan ittirip "Hadi geç içeri," diye sızlandı. Beni ittirişi dahi sinirimi bozduğunda kolumu geriye çekip seslerin yükseldiği salona yürüdüm. Benim kapıdan girişimle Öğütmen Ağır Ceza Mahkemesinin tüm yargıçlarının gözleri üstüme döndü. Böylelikle kendi aralarındaki konuşmalar da kesilmiş, sadece beni gördüklerinde çıkardıkları garip mırıltılar kalmıştı geriye.

Bakışlarımı teker teker üstlerinde gezdirdim. Abim, yengem, yeğenim Büşra, amcam, diğer yengem, halam, eniştem ve Melih buradaydı ama en çok dikkati, kararmış yüzüyle babam çekiyordu. Bana hep uzak olan gözleri, yakaladığı ilk hatamda bana dönmüştü. Düşmemi ne kadar sabırsızlıkla beklediklerini fark ettim o an, demek işler bu şekilde ilerliyordu...

Kollarımı önümde birleştirip pervaza yaslandım. "Hayırdır İstiklal Mahkemelerini mi kurdunuz?"

Halam kaşlarını çatıp "Ne diyorsun?" diye seslendi oturduğu yerden.

"Beni yargılamak için mi toplandınız diyorum."

"Şaka mı yapıyorsun Hazal?" derken halam, tıpkı ona benzediğim gibi huysuzdu.

Başımı hafifçe yana eğip "Sence şaka mı yapıyorum hala?" dedim. Gayet ciddi duruyordum halbuki.

"Hazal!" Babam kızgınlıkla seslendi. "Terbiyesizlik etme."

"Bunun için çabalıyorum ben de," diye mırıldandım. Babama bakmasam bile en sonunda bakışlarım oraya döndü. Kaşları neredeyse gözlerine kadar inmiş, dişleri sıkılı haldeydi. Gerçekten kızgındı, gerçekten. Bir an yüreğim o küçük kızın korkusuyla sarmalandı. Babam kızacak mı, bana bağıracak mı, acaba tokat atar mı, şimdi şunu yapsam babam ne tepki verir ki, gelemem babam kızar, yapamam babam kızar, babam kötü bakıyor sanki, babam mahvedecek beni, babam kaşlarını çattı yandım... Tüm hepsi birer birer hissime uğradı ama bir tek yarım kalmışlık kırdı kalbimi; yarım kalmış bir heves, yarım kalmış bir sevgi, yarım kalmış bir insan.

Başıyla yan tarafı işaret edip boş yeri gösterdi. "Otur şuraya."

Yaslandığım yerden ayrılıp isteksizce oraya geçtim. Aile üyelerimin bakışları yine üstümdeydi. Oturduğum yer diken diken bana batarken istemsizce kıpırdandım. Sessizce bekliyorlardı şimdi, bari bir şey söyleselerdi susmaz da sinirimi atardım ama konuşmuyorlardı. Bu sefer o küçük kız olmak istemiyordum, hayatımı onların ellerine bırakmak istemiyordum.

Aradan geçen kısa zaman sonra abim "O videolar neydi?" diye sordu babamdan daha çok ayıplar gibi. Onun zaten bu dünyada en özendiği insan babamdı, tahakküm kurmakta onu geçmek isterdi ama gözümde hiç yükselemiyordu maalesef. "Kameranın önünde öyle hareketler ne oluyor Hazal?"

"Bir şey değil," dedim ilk andan haksız duruma düşmemek için.

"Bu bir şey olmamış hali mi? Kızım ne kadar ayıp günah olduğunun farkında değil misin?" derken halam elini bana doğru salladı.

Savunma mekanizması kurar gibi kollarımı önümde birleştirdim hemen, sonra onu işaret ettim. "Senin bu halin ayıp günah değil mi?"

"Ne diyorsun kız? Ben senin gibi kıçımı falan sallamıyorum insanlara!"

"Ben de sallamıyorum!"

"Hazal sus, haksızsın bir de üste çıkmaya çalışıyorsun!" diye babam öfkeyle bağırdı.

Ona dönüp "Haksız değilim," dedim ama sesim istemsizce azalmıştı, onun karşısında suskunlaşıyordum. Ona bağıramadığımı işte bu anda fark ettim. Gücüm herkese yeterdi de bir ona yetmezdi galiba.

"Seni biz oku diye yolluyoruz İstanbul'a, sen bu hallere mi düşüyorsun!"

"Bir hale düşmedim ben! Dans etmişsem ne olmuş?"

"Rezil ettirme şimdi beni komşulara!" derken koltuktan kalkıp üstüme gelecek gibi oldu. Oturduğum yerde arkaya doğru kaydığım esnada korktuğumu belli etmemek için bedenimi güçlükle tuttum. "Başlarım senin dansına! Kim izin verdi sana?"

"Kimseden izin almadım."

"Hazal valla zorla zıvanadan çıkaracaksın insanı..." Eliyle yüzünü sıvazlayıp öfkeli suratını tekrar bana çevirdi. "Bir de gıcık gıcık konuşuyorsun."

"Gıcık konuşmuyorum," derken boğazıma bir yumru oturdu, babam konuşmama bile tahammül edemez gibiydi. "Şu an fazla tepki veriyorsunuz."

"Neyi yumuşatmaya çalışıyorsun kızım sen?" dediğinde amcam ilk sessizliğini bozmuştu. Babamdan birkaç yaş küçük olduğu için onun yanındayken sözün kendisine düşmediğine inanırdı, halam da yaşı kaç olursa olsun her şeye fikri olduğu için de pek susmazdı. "Akın bize haber vermese sen öyle yerlerde garip garip hareketler yapmaya devam mı edecektin?"

"Akın kim oluyor da haber veriyor ya!" Amcam bir gerçeği hatırlatmıştı bana, bu hale düşmeme sebep olan kişi Akın'dı. Onca oyun çeviren Akın... "Siz kendi oğlunuza bakın asıl."

"Neyi varmış benim oğlumun!" diye yengem de yükseldi bu sefer. "Adam akıllı okuluna gidip geliyor, kendine mi benzettin onu?"

"Ya sen öyle san!"

"Ne yapıyormuş söyle?"

"Gel İstanbul'a da geceleri onu ayık bulabiliyor musun gör!"

"Ee içtiyse ne olmuş? Dansöz gibi kıvırmıyor ya!"

Elimi alnıma yaslayıp kendimi sakinleştirmek için gözlerimi kapattım. Ne anlatılır bu insana şimdi? "Beni niye burada topa tutuyorsunuz!" diye var gücümle bağırdım.

Babam da ayağa kalkıp elini hava kaldırdı ama bunu bana vurmak için yapıp yapmadığını bilememenin belirsizliği yüreğime ağır gelmişti. "Sen Akın'la bir misin!" diye az önceki bağırışımdan daha kuvvetlice bağırdı bir de. "Neyi karşılaştırıyorsun sen!"

"Akın benimle yan yana bile gelemez," derken ben de ayağa kalkıp babamın karşısına dikildim. "Hiçbir şey bilmediğinizden böyle konuşuyorsunuz!"

"O bir boklar yedi diye senin yediklerin masum mu oluyor?"

"Ne biçim konuşuyorsun benimle baba?" Ellerimi hüzünle yanaklarıma yaklaştırırken gözlerimden yaş akmaması için kendimi zorlukla tuttum. Hayatımda böyle aşağılandığım anlar olmuştu ama küçükken en azından bunlar biraz biraz göz ardı edilebiliyordu. Şimdiyse ağır geldiğini hissediyordum, sanki ben bir ruha sahip değilmişim gibi davranmaları üstüme yük bindiriyordu.

"Biz kızımıza güveniyoruz da uzak şehirlere yolluyoruz! Bunun için mi yolluyoruz seni?"

"Ya bunda bir şey yok! Herkesin yaptığı şey..."

"Herkes yapıyor diye sen de yapmak zorunda mısın?"

"Herkes yaptığı için değil sevdiğim için yapıyorum!"

Kolumdan geriye çekildiğimde abimi gördüm, hemen ardında kapının yanında da annem vardı. Gözleri ıslak ıslak bakıyordu bize, onu böyle üzen şeyler varken neden beni korumadığını merak ediyordum. Onun da babamdan korkuyor olma ihtimali o an umurumda değildi sanki. Benim yanımda olmalıydı.

"Hazal babama saygılı ol!"

Kolumu güçlükle de olsa kendime çektim. Tüm aile bir araya gelip bana yükleniyorlardı çünkü ancak bu şekilde alt edebilirlerdi beni ama ne kadar kırıcı olduklarını bilseler yine de yaparlar mıydı acaba? Yaparlardı muhtemelen.

"Saygılıyım ben zaten!"

"Ne bağırıyorsun hala, bağırmasana!"

Hemen yan tarafımdaki koltuğa sert bir tekme geçirdim. Ayağım acımıştı ama bunu o an kafaya takmadım. "Bağıracağım ya susturmaya çalışmayın beni!"

"İyice edepsiz olmuş bu..." diye bir mırıltı geldi evin içinden fakat kimin dediğini anlayamadım.

"Edepsiz değilim ben!" diyerek tekrar bağırdım. Kendimi delirmiş gibi hissediyordum, sürekli inip kalkan göğsüm sanki patlayacak bir balon gibiydi, yoğun nefesten ölecektim.

Babam tekrar elini bana doğru sallayıp "Kes o sesini!" diye kükredi. "Ben kesmeden o sesini sen kes!"

"Savunmayayım mı kendimi?" diye bir daha bağırdım ama bir yandan da içimde göreceğim tepkiye karşın tedirginlik ve endişe vardı. Buna rağmen kendimi tutamıyordum, hala babasından korkan o küçük kızdım ama daha az susanıydı bu halim.

"Defol git odana!" En karanlık suratını bana yansıtıp eliyle odamı işaret etti. "Gözüm görmesin seni, yıkıl karşımdan! Yoksa elimden bir kaza çıkacak!"

İstemsizce sessizleşirken babamın hala havada olan eline baktım, sadece odamı işaret ediyordu ama onun bana dans etmeyi sevdiğim için tokat olarak çarpacak olduğunu da biliyordum. Kırıcı olan buydu, birkaç saniye hiç konuşmadan babama ve eline baktım. O ise derin derin nefesleniyordu.

Arkamdaki koltukta kalan telefonumu alıp yere sertçe basarak odama geçtim. Aylar olmuştu buraya gelmeyeli, gelmemekte de haklıydım. Ama yine de burada olup, her ne olursa olsun aile evine dönememek canımı acıtıyordu. Saçlarımı öfkeyle geriye iterken dudaklarımı dişledim, bir ağlama hissi boğazımdan tırmanarak yükseliyordu. İçeride tuttuğum tüm gözyaşlarını rahatça akıtabileceğimi sandım ama kapatmak üzere olduğum kapı abim tarafından tutulunca bu da ertelenmişti.

Tekrar nükseden bir asabiyetle "Ne var?" dedim. "Ne oldu?"

"Telefonunu ver." Gözleriyle, elimde tuttuğum telefonumu işaret ettiğinde bir şaşkınlık belirtisi kaşlarımı yukarı kaldırmama sebep oldu. "Pardon?" diye sordum. "Telefonumu mu vereyim?"

"Lafımı niye tekrarlıyorsun? Ver diyorum ya!"

"Ne yapacaksın telefonumu?"

"İçine bakacağım Hazal," derken abim de sinirlenmeye başlıyordu ama onun hiçbir duygusu bana geçmiyordu işte. Hemen arkasında dikilmiş olan yengem kaşlarıyla telefonu vermemi işaret ederken beni düşündüğünü anlamıştım. Abimin bana zarar vermemesi için söz dinlemeliydim ona göre.

"Niyeymiş o?"

"Sen bizden gizli şüpheli şeylerle uğraştığın için olabilir mi? Ver şunu!"

Elini uzatmış üstüme yürürken başımı eğip parmaklarım arasında telefona baktım, sonra da abime. Uzanıp elimden alacağı esnada da kendimi tutamayıp sert bir şekilde hemen karşımdaki boş duvara fırlattım. Telefonum parçalanarak yere düştüğünde son derece sakin halde orayı işaret ettim abime. "Buyur bak."

O an telefonuma kaç para verdiğim, yenisini nasıl alacağım, içinde biriktirdiğim anıların hiçbirisi umurumda değildi. Gerekirse telefonsuz da kalırdım, bu muydu yani ödeyeceğim bedel? Umurumda bile değildi. Zaten sakladığım hiçbir şey de yoktu, baksa sıkıntı çıkacak bir şey bulamazdı ama önemli olan benim o tavizi vermememdi.

Abim yaptığıma karşın irice açan gözleri ve yanaklarına sardığı elleriyle bana Çığlık tablosunu andırırken kaçmak isteyerek birkaç adım geri çekildim. "Kızım deli misin sen?" diye haykırdı parçalanmış telefonuma bakıp. Bazen deli olmak değil, delireceğinizin ipuçlarını vermek gerekiyordu böyle. O zaman insanlar nerede duracaklarını anlamaya başlıyorlardı. "Sen niye böylesin lan!"

Suskun ama kaşlarım çatık halde abime bakarken o da şaşkın ifadesini bozmadan beni izlemeye devam etti. "Ne yaptım?" diye mırıldandım aradan geçen birkaç saniye sonrasında.

"Hazal valla dayak istiyorsun sen!" derken üstüme doğru yaklaştı.

O an tekrar patlayacak bir bomba olduğumu düşünmüştüm. "Sen benim kılıma dokun var ya gece uykunda seni boğazlamazsam Hazal değilim!" diye istemsizce bağırırken, elbette fazla konuşuyordum. İçimden geliyordu ama.

Abim olduğu yerde kızgınlıkla kıpırdandığı anda yengem abimi tuttu ve onu sakinleştirmeye çalıştı. "Hasan sakin ol bak ne dediğini bilmiyor o da..."

"Çıldıracağım valla!"

Tam o sırada odamın kapısının önü tekrar kalabalık olmaya başlamıştı. Hızla buraya gelen babamın yine neye yükseldiğini anlayamamıştım. Karmaşadan dolayı heyecanla atan göğsüm sürekli inip kalkıyordu, babamın karşısında da bir türlü dinmiyordu. Neden koştur koştur geldiğini de anlamamıştım, az önceki bağırışımı mı duymuştu acaba?

"Lan sen beni delirtecek misin?" Ellerini yumruk yapıp kendi kafasına vurdu babam. Dizlerini kırıp yakarış gösterir gibi kıvranıyordu. Arkamdaki duvara sinmiş, abime gösterdiğim agresif tepkileri ona gösteremezken babamın yine en kızgın hallerinden birisini seyrettim. Sanırım alışıyordum ya, eskisi kadar çok etkilemiyordu bunlar. Acısının sonradan çıkacağını o an idrak edebilsem belki biraz ağlardım tabi. "Sen ne biçim kız oldun başıma! Susmak bilmez, terbiyesiz bir şey oldun! Ne yapalım biz sana şimdi ha! Ne istiyorsun sen!"

Titrek kollarımı önümde birleştirip olduğum yerde küçülmeye çalıştım. Başkasının söyledikleri canımı yakmıyordu da en çok babamın söyledikleri üzüyordu beni, o ne söylese alınasım geliyordu. "Ben kötü bir kız değilim," diye kısıkça konuştum, bu esnada ne olursa olsun başımı dik tutmaya çalışıyordum.

Arkadan eniştem ve amcam babamı tutmaya çalışırken odama biraz biraz giren babam elini bu sefer bana sallayıp "Sus!" diye kükredi. "Sus, konuşup da bu saatten sonra evlat katili yapma beni Hazal!"

Böylelikle önümde birleştirdiğim kollarım artık son güçlerini de yitirdi ve usulca iki yana salındı. Artık kim toparlardı onları?

En azından onda birazcık sevgi kırıntısı var sanıyordum, aklına kızını öldürmenin bir zerresi düşen, kim olabilir de evladına sevgi besleyebilirdi ki? Sevmiyordu işte, sadece bir geleneği yerine getirip baba olmuştu o. Onun için biz, herhangi bir alışkanlıktan başka bir şey değildik, misyonunu yerine getirip kenara çekilmişti, şimdi de yaptığının ne kadar yanlış olduğunun farkına varıyordu belki de. Babam için de yanlışı düzeltmenin tek çaresi, o yanlışı ortadan kaldırmaktı sanırım.

Ağlamamak için dudaklarımı uzun uzun dişledim. Eğer karşılarında ağlarsam sanki güçsüz yönümü görecekler ve beni daha da yıkacaklarmış gibi geliyordu. Bu yüzden ağlamadan durdum. Sonra amcamlarım ve eniştemlerin "Aa deme öyle," mırıltıları arasında geriye çektikleri babama son bir kırgın bakış attım.

"Şu sözü kendine yakıştırıyorsun ya," diye kısıkça konuştum onun da azıcık sakinleştiği esnada. "Ben daha ne diyebilirim?"

Hemen yanındaki pervaza avucunun içiyle vurup dışarı çıktı. Geriye beni ayıplayan bakışlar kalmıştı. Amcam, eniştem ve abim hatamı yüzüme vururmuş gibi baktıktan sonra gittiler. Geriye halam, yengem, diğer yengem ve gözü yaşlı annem kaldı. Onlar da böyle davranmamalıymışım gibi başlarını iki yana salladılar ve kapımı örtüp sessizce uzaklaştılar oradan. Sonra yorgunca kendimi yatağa bıraktım.

Aile evim gerçekten benim için asla dönülmemesi gereken bir yer olarak gitgide değişiyordu. Yuvamın avuçlarımdan kayıp gitmesine üzülüyordum ben. Bir yenisi kolay kurulmuyordu sonuçta.

-

Bölüm : 05.12.2024 21:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş