Hazal'a son bir mesaj daha atıp iletilmeyişine baktım. Dün akşamdan beri yolladığım hiçbir mesaj ulaşmıyordu. Kısa mesajdan da bir şeyler yazmıştım belki interneti olmadığı anda dönüp görebilir diye ama o da bir işe yaramıyordu.
Ailesinin yanında olduğu için arayıp rahatsız etmek istemiyordum ama içimi de yoğun bir endişe sarmıştı. Daha önce hiç böyle cevap vermemezlik yapmamıştı çünkü. "Lan beni dinleyecek misin artık?" diye sızlanan İlter'e "Bekle," diye cevap verip arama tuşuna bastım. Artık bundan başka yapacak bir şeyim kalmadığı noktadaydım, açmazsa bile müsait anında dönüş yapardı belki.
İlter ekranda büyüyen Hazal ismine bakıp kaşlarını çattı. "Sen sabahtan beri Hazal'a mı yazıyorsun?"
"Sıkıntı asıl sana var." Beni onaylamaz halde başını iki yana sallamıştı. Onun bu tavrına benim de sinirim bozulurken kaşlarımı çattım. Bu esnada İlter'in ifade gitgide bozuldu ve sırıtmaya başladı. Dudaklarını yavaşça aralarken ağır ağır bir şarkıyı mırıldanmaya başlamıştı. "Dün bütün gece seni düşündüm yanarak... Bir an geldi ki zannettim kalbim duracak..."
Kulağımdaki arama çalmadan operatördeki kadın uzun uzun konuşmaya başlayınca telefonu indirip öfkeyle kapatma tuşuna bastım. İlter hala aynı sinir bozucu tonunda şarkı mırıldanmaya devam ediyordu. "Gel, sarıl bana, sarıl, seni istiyorum, gel... Neden bilmem, özlüyorum, ellerini ver..."
"Hazal'sızlıktan komaya girdin iyice." Montunun cebinden telefonunu çıkarırken şarkıyı kesmesiyle ilk kez ona baktım. "Dur ben bir benim kıza sorayım," dedi keyifli bir sesle.
Yüzünde bundan hoşnutluk duyarmış gibi bir sırıtma tekrar var olduğunda bana hiç bakmadı bile. "O da olur inşallah, şimdilik sadece hayal."
"İyi güzel, ortalık yerde de böyle laflar edip kızı zora sokma ama."
"Ne zora sokacağım ya?" Kolunu omzuma atıp yanıma yaklaştı. Bu esnada telefonundan konuşma ekranını gösteriyordu. "Konuştuk biraz, o da anladı bence."
"Oğlum aşktan bu kadar kopuk yaşama lan!" Omzuma attığı kolunu çekip telefona odaklanmaya başladı tekrardan. "Sevmek diye bir duygu da var inanır mısın? Güzel hissettiren... Rengin de ondan hoşlandığımı anladı bence."
"Yani benim niyetim ciddiyse ne olmuş?"
Koluna hafifçe vurup "Tamam uzatma hadi sor Hazal'ı," diye asabiyetle mırıldandım. Sabah ayazında fakülteye yürürken aklımı dağıtmak için çevreye bakınıyordum. O gün yanımdan huzursuzca ayrılıp ertesi gün alelacele ailesinin yanına gitmesinden bir terslik olduğu belliydi ama bana hiçbir şey söylememesi de kafamı karıştırıyordu. Şimdi bu sessizliğinin altında iyi bir şey bulamıyordum bir türlü.
"Senin algılarında sorun var," dedi telefonuyla ilgilenirken.
Bakışlarını bana çevirdi, telefonunu da cebine sokmuştu. "Melis normalde senin sevgilindi ama hep arkadaş gibi yaklaşırdın kıza, Hazal arkadaşım diyorsun ona da tam tersi davranıyorsun."
Şüpheyle kaşlarım çatıldı. "Normal davranıyorum."
"Hadi lan oradan, dün gece elini tuttun kızın bir saniye bırakmadın."
Hatırlattığı şey tekrar Hazal'ın huzursuzluğunu gözlerimin önüne getirmişti, derdinin ne olduğu, yüzünü böyle hüzünle düşüren şey kafamı kurcalıyordu. Bir şey yapamadığım için daha sabırsız hale geliyordum. "Sen Rengin'e bak, kaçırma mesajını," dedim kısık bir sesle. Bu esnada fakülteden içeri giriyorduk. İlter sözümü dinlerken telefonunu cebinden çıkardı ve kontrol etti.
Aceleyle ona döndüm. "Ne dedi?"
"O da ulaşamıyormuş bir türlü."
Elimi yüzüme atıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama gerginliğim bir türlü azalmıyordu. "Ne olduğunu biliyor muymuş bir sor."
Birkaç dakika sonra "Söyleyemem diyor," diye mırıldandı İlter.
"Tamam ev adresini iste o zaman."
Binanın içinde yavaş yavaş iki yana yürürken derince nefeslendim. Sabah erkenden derse gelen bir sürü kişi arasında bunu yapmak zor olsa da beni sakinleştiren başka hiçbir şey yoktu. Başımı geriye yatırıp boynumu kütlettikten sonra gözlerimi yine etrafta gezdirdim. O sırada bakışlarım merdivenlerden çıkan ama yine de başını sürekli arkaya çevirip üzgünce bana bakan Melis'e değmişti. Yanında birkaç kız arkadaşı vardı ama onları dinlemiyordu, sadece buraya bakıyordu.
Kaşlarım daha da çatıldı. Montumun cebine soktuğum ellerimi yumruk yapıp arkama döndüm. İlter de yanıma yaklaşmıştı. "Yiğit söylemiyor adresini."
"Benim sorduğumu söylesene lan."
"Geri zekalı dedik herhalde, vermiyor işte."
Elimin tersini alnıma sertçe sürtüp merdivenlere yöneldim. İlter arkamdan "Nereye?" diye seslense de kalabalığı yararak ilerlemeye devam ettim. Birkaç ufak boylu kız "Ya ne yapıyorsun sen?" diyerek çığırmıştı bu hareketime karşın. Umursayacak kadar sabrım olmadığından hızla bir üst kata geçip dersin olduğu sınıfa ilerledim.
Koca amfide Akın'ı bulmak çok da zor olmamıştı. Çevresine topladığı kalabalık arkadaş grubuyla bir şeyler konuşuyordu ve epey de gürültü çıkarıyordu. Oraya yönelip yanına gidecekken Melis önümü kesti ve karşıma dikildi. "Yiğit bir sorun mu var?"
"Yok," diye kestirip attıktan sonra tekrar Akın'a doğru ilerlemek istedim ama Melis bu sefer kolumdan tuttu.
"Bana bu şekilde davranmandan hoşlanmıyorum."
Bakışlarımı sabırsızca sınıfta gezdirdim. Akın kaşları çatık ve meraklı halde bize bakıyordu. Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı yalarken öfkeyle alt dudağımı ısırdım. Akın'ın her ne hissediyorsa gizli saklı tutması sinirimi bozuyordu. En azından yaşadıklarına değseydi, o zaman belki içim daha rahat olurdu.
Gözlerimi sıkıca kapatıp açtıktan sonra Melis'e döndüm. "Şu an önemli mi sence bu?"
"Önemli tabi ki!" diyerek çıkıştı. "Yabancı değilim ben sana!"
Kolumu çekip elinin kıskacından kurtardım. Ona karşı bir saygısızlığım olmaması için uğraşıyordum ama şu an Hazal'a ulaşamamak beni gergin hale getiriyordu ve ben istemediğim bir şeyi yapabilirdim. Zaten herkesin bakışları üstümüzdeydi, bu daha da sinirimi bozuyordu. "Hemen birkaç adım ötede sevgilin seni kıskanırken bana bunları niye söylüyorsun?"
Sorumun ardından titrek bakışlarını Akın'a döndürdü o da. Sanki yaptığının farkına yeni yeni varıyordu. İfadesi biraz mahcup hale bürünürken "Akın'a değil, bunu kendine yapma Melis," dedim. Hiç kimse zarar görmez yine üzülen kendisi olurdu, biliyordum. Herkes onu hedef alırdı.
Hala Akın'a bakmaya devam ederken kısa merdivenleri çıkmaya devam ettim. Benim yanlarına gidişimle birlikte Akın'ın öfkeyle parlayan gözleri Melis'ten bana döndü. Hatta yanındaki arkadaşları da şaşkınlıkla bakıyordu. Masanın önündeki iki kişi yana çekilip bana yer açarken elimi usulca bir kez masaya vurup Akın'ın dikkatini çektim. "Hazal'ın ev adresini vermen lazım."
Sinirli ifadesine rağmen gülüp "Hadi lan siktir oradan," diye mırıldandı. Parmakları arasında tuttuğu kalemi hırsla çevirmeye devam ediyordu.
"Akın zorlama," derken ellerimi masaya yaslayıp yanına eğildim biraz. Bu sırada omzuma konan elin ve "Selam," diye mırıldananın da İlter olduğunu biliyordum.
Başımı hafifçe yan çevirip ona saniyelik bakış attıktan sonra yine öfkeyle Akın'a döndüm. "Hazal'a ulaşamıyorum," dedim ilk kez savunmasız şekilde, sesim bir an gücünü yitirecek gibi olduğunda gizliden gizliye boğazımı temizledim. Akın da ailedendi, ne olduğunu illaki biliyor olmalıydı.
"Ulaşma da zaten, sen kim oluyorsun da kuzenimin peşinde dolaşıyorsun şerefsiz?" Sesi son derece kısıktı, sanki kendisi eski sevgilimle aylarca benden saklı ilişki yaşamamış gibi konuşması alayla gülmeme sebep olduğunda eğildiğim yerden kalktım.
"Bolu'ya gittiğini biliyor muydun?"
İfadesi bir süre bozguna uğradı, demek ki bilmiyordu ama yine de sert biçimde "Biliyorum tabi," diye çıkışmıştı.
"Ya kes palavrayı Akın!" derken kendime engel olamayarak bağırmıştım, bu da herkesin bakışının bize dönmesine sebep olmuştu.
Huzursuzluk her yanımı sarıyordu, şu an Hazal'ın ne durumda olduğunu bilemediğim için çıldıracak hale geliyordum. Hemen sonra onun özelini burada kimseye yaymak istemediğim için sesimi alçaltmaya çabaladım, bu esnada ayaklanan Akın'a yaklaşmak zorunda kalmıştım. "Ailesinden kaynaklı bir şey var ve telefonuna ulaşamıyorum. Ya bana Hazal'ın adresini söylersin ya söylersin Akın, sabrımı sınama, zaten sana gereğinden fazla tahammül ettim."
Birkaç saniye çatılı kaşlarının altındaki sert gözleriyle bana baktı. Dişlerini sıkıyordu, bunu çenesinin hareket etmesinden anlayabiliyordum. Bakmayı kestiğinde eliyle omzumu itti ve ben kenara çekilince amfinin çıkışına ilerledi. İki yanda salık halde duran ellerimi yumruk halinde sıkıp İlter'e baktım. "Yemin ediyorum ben bunu dövmemek için kendimi zor tutuyorum."
Beraber Akın'ın peşinden ilerlerken "Melis için yapmamıştın," dedi.
Kaşlarımı garipsercesine çattım. "Ne alakası var oğlum?"
"Sevgilini elinden aldı çocuk, gidip de ağzını yüzünü dağıtmadın, onu diyorum. Şimdi Hazal için bunu yapacaksan bence sen aşka yavaş yavaş inanmaya başladın."
"Akın Melis'i elimden almadı!" dedim dişlerimin arasından. "Gitmek isteyen zaten Melis'ti, bunun için çaba mı harcayacağım? Ne halleri varsa görsünler... Ama şu an durum farklı."
Amfinin önüne geldiğimizde "Bak işine," diye mırıldanıp telefonla konuşan Akın'ın yanına ilerledim.
"Yenge, ne yaptınız? Hazal oraya mı geldi?" Bir süre karşı tarafı dinledi. "Ne zaman geldi? Dün mü? Niye çağırdınız... Ha ben mi? Ben... Unutmuşum yenge, evet haklısın ben attım. Doğru diyorsun, kusura bakma. Hadi rahatsız ettim seni de, görüşürüz sonra amcama selam söyle." Telefonu kapattıktan sonra elini saçlarının arasına atıp düşünceli halde kaşımıştı. "Ne videosu attım lan ben?"1
Telefonu tekrar açıp bir şeyleri kontrol etti. Bir şey söylemediği için ben de onu bekliyordum. Hala bir şeylere bakıyordu ancak bulamayınca yine birisini aramaya koyuldu. "Selman uyan. Lan uyansana! Başlatma şimdi uykuna. Cemal'in arabasını kap gel kampüse, şimdi. Acelesi olmasa istemem değil mi? Hadi bekliyorum, çabuk ol."
Hala onu bekliyordum, Selman'la konuşmasını bitirse de bir şey söylemeyip fakültenin içinde dolanması sabrımla oynaması gibi bir şeydi sanki. Sakinleşmek için derin bir nefes bıraktıktan sonra yanına yaklaştım yine. "Akın sabrımın sınırındayım artık."
"Ne için sınırdasın Yiğit? Hazal'ın adresini söylemeyeceğim sana, haber ettin Allah razı olsun, siktir git şimdi."
İlter'in "Abi sakin ol," uyarılarına rağmen Akın'ı yakasından tuttuğum gibi duvara çarptım. Fakültenin içinde gezinen birkaç kişinin şaşkın mırıltısı duyulduğunda, hemen arkadan bizi görebilecek güvenliği de umursamadım. "Sen benimle oyun mu oynuyorsun?"
Hala habersiz beklemek sinirimi bozuyordu. Şimdi yola çıkıp ne olduğunu öğrenebilirdim, Hazal'ı görebilirdim ama vakit boşa geçiyordu sanki. "Bana bak o yediğin bokları kimseye anlatmadım diye mi bu rahatlığın?"
Elimi yakasından çekmeye çalışsa da sıkı tutuşumu bozmadım. "Ne yapmışım lan?" diye mırıldandı agresif halde.
"Hazal'ın üstüne yıktığın o mesajların çoğunu Melis'ten ayrılayım diye senin yazdığını bilmiyor muyum oğlum ben? İlla herkes öğrensin mi senin şu aciz hareketlerini ha? Bunu mu istiyorsun Akın? Seninle beraber Melis de mi rezil olsun istiyorsun?"
En sonunda beni kendinden ayırabildiğinde "Melis'i karıştırma," dedi kesin bir şekilde. "Onun adını hiçbir yerde anmayacaksın."
Bunu zaten yapmazdım, beni aldatsa da Melis'in adı bir yerde duyulursa yaşayacağı şeyi bildiğim için elbette söylemeyecektim, hatta bu biraz da kendime yaşattığım haksızlık olurdu. Artık ne Akın ne de Melis'le ismimin yan yana gelmesini istemiyordum çünkü. Sadece bana lazım olan ufak bir blöftü. "Anlaşabiliyorsak eğer..." Ellerimi birbirine sürtüp silkeledim. "...Hazal'ın adresini de daha fazla zorlamadan söylüyorsundur o halde."
Eliyle çenesini tutup sıvazladıktan sonra birkaç saniye bekledi ve "Bizle gelirsin," dedi sakince.
"Takip ederim," deyip geriye çekildim ve arkamı döndüm. İlter'in gergin biçimde beni beklediği yerde Melis de vardı. Gözleri dolu halde bize bakıyordu ama baktığı kişinin Akın mı ben mi olduğunu çözemiyordum. Onlara karşı dik bir şekilde ilerlediğimde "O kız için beni mi rezil edeceksin?" diye mırıldanmıştı.
Başımı iki yana sallayıp "Karışma artık," dedim. Sesimi düz tutmaya çalışsam da üstüme bu kadar gelişi beni rahatsız ediyordu. Yeterince sakin karşılamıştım zaten olanları, yıkılacağımı sandığım an dimdik haldeydim ve Melis sanki tam tersi olsun diye uğraşıyordu.
"Ne değişti anlamıyorum?" diye yüksek sesle seslendi. Akın Melis'e doğru gidiyordu, sinirliydi ama kolunu gayet şefkatle tuttu. "Ben suçluyum belki evet ama sen değil misin Yiğit? Ne değişti de birden düşkün hale geldin şu kız için? Demek ki bunun öncesi de var, demek ki sen de suçlusun! Her şeyi bize yıkmaya çalışıyorsun ama senin bu yaptığın çok mu doğru?"
İlter "Ne yaptı Allah aşkına?" diye bundan hoşnut değilmiş gibi mırıldandığında Melis "Sen sus yancı!" diye çığırmıştı. Buna karşın İlter'in güldüğünü gördüm. "Yemin ediyorum hayatında sadece Yiğit varken bu kadar çirkef değildin, yanındaki insanın seni nasıl değiştirebileceğini on numara gösteriyorsun Melis," dedi eliyle Akın'ı işaret edip.
"Onun ruhsuzluğu geçmişti bana!" Saçlarını hırsla geriye ittirip yüzünü sıvazladı, bense aslında hiç tanıyamadığım bir insana bakıyordum. Tepki dahi veremiyordum. Ben kendimi çok suçlamıştım zaten, hatta beni aldattığı için Melis'e hak vermek bile geçmişti aklımdan... Şimdi yeltendiğim düşüncenin ne kadar yanlış olduğunun farkına varıyordum. "Yiğit nasıl ruhsuzun tekiyse beni de kendine benzetmişti!" diye bir daha bağırdı.
Hemen arkamdaki güvenlik kulübesinden adam "Kızım bağırmaz mısın? Okuldasın ya hani!" diye seslendiğinde gözlerimi rahatlamak isteyerek kapatıp açtım. Melis hala hınçla bana bakıyor, Akın da sanki onu kaçırmak istemezmiş gibi muhtaç halde kolundan tutuyordu. Onlara bakmayı kesip İlter'e döndüm. "Derse dön sen," dedim gitmesini isteyerek. Burada beklemesinin manası yoktu.
"Köpekbalıklarının arasında yalnız mı kalacaksın oğlum? Gitmiyorum tabi ki de."
Sözlerine karşın keyifsizce güldüm. Elimi kavraması için uzatırken İlter tuttu ve güreşir gibi sıktı. "Keyfim yok, git hadi," dedim usulca.
"Hazal'a aşık olduğunu..." diye mırıldandı.
"Niye dayak yemek için bu kadar uğraşıyorsun?"
Başını iki yana salladı. "O dayağı kaybettiğinde sen yiyeceksin," derken omuza pat pat geçirdi, sonra da merdivenlere yönelmişti. Arkamı dönüp İlter'in gidişine bakarken yorgunca nefeslendim. Öfkeyle sıkılan ellerim çaresizce ceplerime yöneldi ve onları gizledim. Hemen karşımda dikilip kendi aralarında konuşan Melis'le Akın'ı görmek istemediğim için cam kenarındaki koltuklara gittim. Birkaç kişi oturup ders çalışıyordu. Boşta kalan yere yerleştim, sırtımı duvara verince başım da yorgunca arkaya yaslanmıştı.
Yutkundum, yutkundum. Düşünmemek için çokça yutkundum ama sonra gözlerimin önüne, o gece benim için ağlayan Hazal düştü. Şimdi de ağlayıp ağlamadığını merak ediyordum. Ne yapıyordu? Acaba o da benim ona ulaşmak istediğim gibi bana ulaşmak için çırpınıyor muydu? Çünkü onunla konuşamamak, benim için koca bir yalnızlığa dönüşmeye başlamıştı...
Aradan geçen yarım saat-kırk beş dakika sonra fakülte binasının sensörlü kapısının arkasında bir araba göründü. Akın bahçedeki otomatın yanında kahve içerken arabayı görünce oraya ilerlemeye başlamıştı. Arabadan inen kişi Selman'dı, ben de düşüncelere daldığım koltuktan kalkıp yanlarına ilerlemeye başladım.
Binadan çıktığımda Selman "Akın ben gelmesem ya sunumum var bugün," diye sızlanıyordu. "Bütün gece ona çalıştım yine."
"Hazal'ın başı dertteymiş Selman, ondan gideceğiz."
"Ne demek dertteymiş?" derken Selman'ın ciddileştiğini gördüm. Daha sonra gözleri kapıdan çıkan bana çevrildi, yanlarına yaklaştığım için biraz gerilmişti. Hafif çiseleyen yağmurdan dolayı montumun şapkasını kafama geçirip Akın'ın yanında durdum.
"Gidip öğreneceğiz, anlamadım ben de tam."
"Bu?" diyerek beni işaret etti. Yorgun gözlerimi üstüne dikip ifadesizce baktım ona, bana bilenmesi için bir sebep vardı. Gerçi ben de ondan haz etmiyordum hem Akın'la ilgisi olduğu için hem de Hazal onu bu kadar ilgilendirdiği için. İsmi geçince bile duruşu değişiyordu, bu da benim fikirlerimin değişmesine neden oluyordu.
"O da gelecek," derken Akın başını yan çevirip bana baktı. "Bizle gelmeyeceğine emin misin?" diye sormuştu içerideki gibi düşmanca tavır sergilemek yerine.
"Takip edeceğim," dedim tekrardan.
"Tüm yolu motorla mı gideceksin?"
Ona daha fazla cevap vermeden fakülte bahçesinde duran motoruma ilerleyip kaskı kafama geçirdim. Akın ve Selman sessizliğime karşın kapıyı sertçe aralayıp arabaya binerken ben de motorun üzerine oturmuştum. İçimi garip bir his sarıyordu. İlk kez gösterilen bir uğraş kimseyi bu kadar heyecanlandırmamalıydı; bedende, o uğraşı göstermek için güç kalmalıydı. Ellerimin hafiften uyuştuğunu hissettim direksiyonu tutarken. Parmaklarımı iyice sıkıp kendime gelmeye çalıştım. Bolu'ya kadar Hazal'sız uzun bir yol vardı sonuçta.
-
Sabah erken saatte çıktığımız yolu Selman'ın fazla hız yapması benim de her ihtimale karşın peşlerinden hiç ayrılmamamdan dolayı beklediğimden kısa sürede tamamlamıştık. Şehir içinde geçen az bir zamandan sonra ara sokaktaki bir apartmanın önünde durduk. Araba yavaşça kenara yaklaştığında ben de motoru durdurup direksiyonu bıraktım. O kadar sıkmıştım ki avuç içlerim ağrır hale gelmişti.
Ellerimi ovuşturup arabadan inen Selman ve Akın'ı izledim. Bu esnada karşıdan yaklaşan bir kadın ve kucağında ufak bir oğlan çocuğu taşıyan adam tam olarak Akınlara doğru gidiyordu. Kaskımı çıkarıp motora taktıktan sonra yanlarına vardım.
Akın şaşkınca "Helin abla?" diye mırıldanmıştı. Bir an onun kim olduğunu düşündüm, suratına bakınca Hazal'ı andıran bu kadın belki de onun ablasıydı. İsimleri de benziyordu zaten.
Kadın Akın'a bakmadan önce onun arkasında kalan ben ve Selman'da gezdirdi bakışlarını. Kaşları o kadar çatıktı ki sinirli olduğunu kolaylıkla anlayabiliyordum. Sonra Akın'a dönüp tokat atacakmış gibi elini kaldırdı. Bu esnada Akın da arkaya doğru gelip bana çarptı, sanırım tokattan kaçmaya çalışmıştı.
"Oğlum seni döveyim mi öldüreyim mi ben? Ha ne yapayım söyle bir!"
Kucağında çocuk taşıyan adam kadının omzuna dokunup onu hafifçe geriye çektiğinde "Aşkım sakin ol bak Arın korkuyor," diye mırıldanmıştı.
"Bırak ya bu çocuk dayak yemedikten sonra hiçbir şeyden anlamıyor!" Tekrar Akın'a doğru yöneldi. "İlla şiddete mi başvurmamı istiyorsun Akın? Sen benden ne istiyorsun!"
"Helin abla ne olduğunu bilmiyorum bile!"
"Ya ne demek bilmiyorum! Hazal'ın dans ettiği videoları aile grubuna boy boy atmışsın işte! Ne yaptığını da mı unuttun?"
Bilseler beni mahvederler ama sıkıntı etmemeye çalışıyorum, bir dakika bile olsa hayatımı kendi isteğime göre yaşamak önemli. Hazal'ın sözleri işgal etti beynimi, sonra içimde bir şimşek çaktığını hissettim. Onu benden uzak tutan şey bu muydu? Akın yüzünden mi buradaydı? Üstelik sırrını mı ortaya dökmüştü? Dudaklarımı aralayıp soğuk havayı içime çekerken başım istemsizce arkaya doğru gitti, yine boynumu kırarcasına kütletme ihtiyacı gelmişti.
"Abla ben yapmadım öyle bir şey!" derken bedenini silkeleyip kendini anlatmaya çalıştı Akın. "Bunu kim attı ortaya ya? Açayım göstereyim istersen telefonumu!"
"Sen göstersen ne fayda be? Silmek zor sanki..."
Elimi alnıma atıp sıkıntıyla sıvazladım. "Artık Hazal'ın yanına gidebilir miyiz?" dedim sabırsızca. Bundan sonra Helin ablanın bakışları bana döndü, kaşları hala çatıktı ve epey sinirliydi.
"Pardon paşam, rahatsız mı ettik seni?"
Kocası tekrardan omzuna dokunup onu sakinleştirmeye çalıştı. Ablası ve Hazal gerçekten benziyorlardı, sinir konusunda.
"Helin sakin ol lütfen, Arın'ın da burada olduğunu daha hatırlatayım mı?"
Helin abla ardında dönüp oğluna şefkat dolu bir bakış attı ve yanaklarını okşadı. "Sizin yüzünüzden oğluma kötü örnek oluyorum," diye sızlanmıştı bir de. Bir süre küçük çocuğun mahzun suratına bakıp sakinleştikten sonra döndü ve tekrar bana karşı konuştu ama agresif halde. "Sen kimsin?"
Dilimi ağzımın içinde çevirip saniyelik bekledim. Akın ve Selman'ın da bakışları bana dönmüştü. Yağmurdan nemlenen saçlarımı geriye doğru yatırıp "Hazal'ın arkadaşıyım," diye mırıldandım.
Başını salladı ve sonra Selman'a baktı. "Sen de bu burun akıntısının ekürisi herhalde?" Selman'ın bundan hoşnut değilmiş gibi kaşlarını çattığını gördüm. "Hazal'ın da arka-..." diyeceği esnada "Kim çıkardı bu burun akıntısı lafını ya!" diye bağırdı Akın.
"Sus, senin konuşmaya hakkın mı var pislik! Kız kardeşimi ne hallere düşürdün zaten!"
"Yapmadım diye kaç defa söyleyeyim?"
"İstersen bin defa söyle Akın, gerçekler değişmiyor."
Aralarındaki tartışma bunaltırken arkada benim gibi yorgunca bekleyen adama baktım. O da bana bakıp anlayışla gülümsemişti. Sonra elini uzatıp omzuma koydu. "Gel biz yukarı çıkalım, Hazal'ı daha fazla bekletmeyelim."
Başımı sallayıp peşinden ilerlemeye başladım. En azından derdimi bilen biri vardı. Biz apartman kapısından girerken Helin ablanın "Beni de bekleyin!" diye bağırdığını duydum. Çok bağırıyordu ama bağırmakta haklıydı da. Akın'a karşı kimse sabırlı kalamazdı. Gerçi onun yalan söyleyip söylemediği konusunda da emin değildim, ifadesi belki samimiydi ama mevzu Akın olunca her şey yalan çıkabiliyordu çünkü kişiliği pek çok şeyi değiştiriyordu.
Merdivenlerden çıkarken babasının boynuna sarılmış küçük çocuğun meraklı bakışları üstümdeydi. Normalde pek huyum değildi ama yine de istemsizce ona göz kırptım, benim bu hareketimle küçük çocuk da rahatlayınca başını kaldırıp "Sen teyzemin arkadaşı mısın?" diye sordu.
Başımı sallayıp "Evet," diye cevapladım onu.
"Ben teyzemi çok seviyorum!" derken babasının montunu sıkıca kavradı. Sanki güç gösterisi yapıyordu ama fazla ufak haliyle bu biraz komikti.
Elimi enseme atıp saçlarımı karıştırırken "Ben de," dedim sonra. Kelimeler ağzımdan birden çıkıvermişti.
Sonra arkadan gelen Selman'ın "Sabır Allah'ım," diye nefeslendiğini duydum ama dönüp de bakmadım.
Adam bir kapının önünde durduğunda kalbim hızlanmaya başlamıştı. Kuruyan boğazımı düzeltmek için yutkundum, kapının önündeki ayakkabılığa doluşmuş ayakkabılardan içerisinin kalabalık olduğu belli oluyordu. Hazal'ın ablası yanıma geçip kapıyı çalarken "Doluşmuşlar eve," diye öfkeyle mırıldandı.
Birkaç dakika sonra kapı aralandı ve orta yaşlı bir kadının şaşkın yüzü belirdi, hemen sonra hevesle gülümsemişti. "Helin! Kızım... Hoş geldin."
O zaman onun Hazal'ın annesi olduğunu anladım, kapıyı ardına kadar açıp bu sefer küçük çocuğa baktı. "Oy Arın'ım, anneanneye mi geldin sen? Geçin içeri, geçin!" Eliyle işaret verirken biraz geriye çekilip Helin ablaya müsaade ettim. Ayakkabılarını çıkarıp içeri girerken "Hazal nerede?" diye mırıldandı sadece. Ve o sırada kadının yüzü biraz bozuldu ama yine de belli etmemeye çalıştığı belli oluyordu. "Odasında kızım."
Hazal'ın eniştesi de Arın'la beraber içeri girince onları arkadan ben takip ettim. Birkaç kişi koridora toplaşmıştı, hepsi bize bakıyordu. En öndeki duran adamın ise bakışları daha sertti. "Hoş geldiniz..." diye mırıldandıktan hemen sonra sanki bunu garipsemiş gibi "...bu saatte?" diye sormuştu.
"Habersiz geldik tabi kusura bakmayın, kardeşimi habersizce eve hapsetmeseniz hiç uğramazdık da!"
"Kimi hapsetmişiz biz?" derken adam da agresifçe yaklaştı. Gergince nefeslendim, Hazal muhtemelen odasındaydı ama saat öğlene gelmişken herkesin ortalıkta olup onun olmaması saçmaydı. Etrafa bakınıp odasını aradım, hepsine girip onu bulabilirdim.
"Hazal'ı!" Helin abla babaları olduğunu düşündüğüm adama biraz daha yaklaştı. "Siz utanmıyor musunuz koskoca insanlar burada toplanıp genç bir kızı bu hale düşürmeye?"
"Biz hiçbir şeye düşürmedik," dedi başka bir adam, diğerlerine göre daha genç duruyordu. "O düşürdü kendisini bu hale!"
"Hadi be ne anlatıyorsun sen? Altı üstü dans etti diye te İstanbullardan çağırıp bağıra çağıra üstüne gittiğinizi ben bilmiyorum sanki!"
"Helin sen aile grubunda yoksun bile, dün de burada değildin! Nereden öğreniyorsun bunları?"
"O kadar aşağılık ki bu yaptığınız!" Helin ablanın konuyu çevirmeye çalıştığını anlamıştım, demek ki burada olanları kendisine haber veren birisi vardı ve onu ele vermemeye çalışıyordu. "Yirmi bir yaşında koskoca kız Hazal!" Çıldırmış gibi bağırmaya başladı birden, kocasının kendisini tutması da işe yaramıyordu. Ben de yanına yaklaşıp karşısındaki adamlara saldırmasın diye kolundan hafifçe kavradım. "Ayıp ya cidden ayıp! Ne demek odasına hapsetmek ya? Siz kim oluyorsunuz da böyle toplanıp tek başında bir kızın üstüne gidiyorsunuz?"
"O da belli ki sana çekti," diye Helin abla gibi bağırdı babası da. İkisi de karşı karşıyaydı ve sadece öfkeyle birbirlerine bakıyorlardı. "İkinizi de yetiştiremedim ben, terbiyesiz bir şey oldunuz çıktınız başıma!"
"Bize ne kızıyorsun o zaman? Yetiştiremeyen sensen, suçlu da sensin!"
"Helin!" Öfkeli bir bağırışın ardından bir el havaya kalkmıştı. Sol tarafta ben olduğum için adamın kalkan kolunu aceleyle tuttum. Arın arkada içli içli ağlıyordu, karşımızda duran diğer aile üyeleri durumu garipsediklerini belli eden mırıltılar çıkarıyordu. Bense Hazal'ın babasının gözlerinin içine bakıyordum çünkü o da bu cüretime karşın öfkesini bana yöneltmişti. Kolunu sıkıca tutmaya devam ettiğim esnada kendini hırsla geriye çekti, dudaklarını açıp kapıyor ama bir şey söylemiyordu.
"Benim gibi oldu işte kardeşim de," dedi ağladı ağlayacak sesle. "...bir daha asla evine dönmeyecek, siz de sürekli bizi suçlayarak gururunuzu dik tutmaya çalışacaksınız." Sonra bitkince bana döndü. Az kalsın yanağına inecek tokattan dolayı epey kırılmış görünüyordu. "Hazal'ı çağırır mısın?" diye mırıldandı kısık sesiyle. "Odası şurası."
İşaret ettiği yere döndüm. Ve o sırada Hazal'ın uykulu fakat şaşkınca açılmış bakışları bana değdi. Kısa saçları yine dağınık haldeydi, az önceki gergin ortama rağmen onu görmek yüzümde ufak bir gülüşe sebep olurken oraya adımladım fakat hala kim olduğunu bilmediğim birisi önümü kesti. "Bu kim ya!" diye kızarak sormuştu.
Akın bağırdı birden. "Hasan abi benim arkadaşım o!" Bununla beraber önümü kesen kişiden sıyrılıp Hazal'ın yanına ilerledim. Açık kapıdan geriye çekilip manasızca bakmaya devam etti. O içeriye geçtiği için ben de kapıyı azıcık aralık kalacak ama kimse bizi görmeyecek şekilde örttüm.
Birbirimize yaklaşırken bir boşluğu tamamlar gibi yavaşça kollarıma çektim onu. Hazal da alışkanlıkla göğsüme sığındı, başını tam hızla atan kalbimin üstüne yasladı. Dudaklarımı yine bana öğretilmiş bir davranış misali saçlarına yasladım, nefeslendim. "İyi misin?" fısıltımı duyduğunu biliyordum.
"Hiç olmadığım kadar," diye mırıldandı, sonra da beni görmek için geri çekildi. Bu perdeleri çekik karanlık odaya rağmen gözlerinin içinin parladığını görüyordum. Kollarıma tutunmayı bırakmadan biraz daha geriye kaydı. "Nasıl geldin buraya?"
"İnatçı arkadaşın asla adresini söylemedi," dedim alaylı bir sırıtmayla. İçeride bir fırtına yeni durulmuşken biz burada gülerek başka şeyler konuşuyorduk.
Hazal da bunu komik bulmuş gibi kıkırdadı hemen. "Rengin'i öldürsen adresimi ya da telefonumu kimseye söylemez, onu çok önceden tembih etmiştim."
"İyi yapmışsın, bu sayede Akın'la fazla yüz göz olmak zorunda kaldım ben de."
"Onu dövdün mü yoksa?" derken heyecanlanmış görünüyordu. Hayal kırıklığına uğratacağımı bilsem de başımı yavaşça iki yana salladım. "Bunu yapmam için çok uğraştı ama ben yine de kendimi tuttum, prensese ulaşabilmek için uslu durmam gerekiyordu."
Hep yaptığı gibi heyecanla gözlerimin içine bakarak saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı, bir süredir göremediğim bir görüntüye tekrar şahit olmak sanırım gülüşümü biraz daha arttırmıştı. Vaktimizin kısıtlı olduğunu bildiğim için kıpırdandım. "Alacak eşyan varsa topla, çıkalım artık çünkü abinin gözüne battım da biraz."
Bu sözüme yine keyifle gülerken odanın içinde dolanmaya başladı. Dolabın yanındaki tekli koltukta olan sırt çantasını almış sonra da çekmeceden çıkarttığı bir bilgisayarı çantaya tıkıştırmıştı.
Onu beklemeden montunu ve yeşil atkısını alıp "Hadi," dedim.
"Bir dakika, elimi yüzümü yıkamam lazım."
Odadan çıkıp yangın yerine dönmüş koridordaki kimseyi umursamadı ve banyoya koşturdu. Peşinden ilerlerlerken elime tutuşturduğu sırt çantasının tek kolunu da takmıştım. Helin abla yorgun ve hüzünlü bir şekilde bize bakıyordu ama yine de kırgınca tebessüm etti.
Ona karşılık verdim. Babasının omzuna başını yaslamış Arın da ağlamayı bırakmış, teyzesini görünce benim gibi keyfi yerine gelmişçesine gülmeye başlamıştı. Yoğun sessizliğin içinde duyulan tek şey onun "Teyzem teyzem," diye kendi kendine tutturduğu bir şarkıydı.
Hazal banyodan çıkıp yanıma gelirken sanki yapmam gereken şey buymuş gibi eline uzandım. O da parmaklarını bana geçirdiğinde tamamlanmış bir yapboz gibiydik. Hasan abinin dikkati hiç başka şeye yönelmiyormuş gibi yine direkt bize baktı "Bırak lan Hazal'ın elini!" diye bağırdı.
Söylediği şeyi umursamayıp çıkışa yöneldim. Akın ise kendince durumu kurtarmaya çalışarak "Ya Hasan abi bi' dur, kardeş sayılır onlar!" diye bir şeyler zırvaladı. Kaşlarımı çatıp ona döndüm, o da sıkıntılı bir ifadeyle bana bakıyordu. Eliyle dışarıyı işaret etti ve dudaklarını 'git git' diye kıpırdattı. Akın'ın bu kadar iyilik merakına düşmesi gerçekten kafamı kurcalıyordu.
-
Okur Yorumları | Yorum Ekle |