Selman'ın bana karşı hisleriyle ne yapmalıyım?
Eğer benden gerçekten bir şey yapmamı bekliyorsa, bunu da Yiğit'in karşısında yapamam ki.
Öyle pervasızca gelip yanımıza oturması yüzünden az önce kaşlarım çatılmamıştı ama şimdi Selman'ın da Yiğit'e rağmen sarf ettiği sözlere karşın biraz sinirim bozuldu. "Dışarı çıkalım mı?" diye mırıldandım usulca. Sonra gözlerim arkada hala rahatça oturup dik dik bana bakan Yiğit'e kaydı.
Selman önden ilerleyip giderken ben de yavaş yavaş arkasından ilerledim. Yiğit'in tam önünden geçerken durmam gerekmişti. İşaret parmağımı göğsüne bastırıp "Sakın gelme," dedim hiç yumuşamadan. Hala yaptığından rahatsız değilmiş gibi ifadesizce bakıyordu. Bir cevap vermeyeceğini düşündüğüm için geri çekildim ama gitmeme izin vermeden kolumu tuttu ve "Ne diyeceksin ona?" diye sordu.
Sadece kolumu tuttuğunu eline baktım, sonra da gözlerimi yüzüne kaldırdım. "Elini çek lütfen."
Taviz vermez sesimden sonra koluma sardığı parmaklarını sadece açtı, geri çekilmemişti. "Ne diyeceksin Hazal?"
"Sana ne Yiğit, ne yapacaksın ki?"
"Bir şey yapmayacağım," dedi onun da suratına bir ciddiyet gelirken. "Merak ettim, hem onun Akın'ın arkadaşı olduğunu biliyorsun."1
"Bildiğimi biliyorsan sorma... Bu onun özel duyguları." Kapıda durup gelmemi bekleyen Selman'a kısa bir bakış attım, artık o da ne konuştuğumuzu merak ediyor olmalıydı. "O yüzden senin yanında konuşamayız."
"Kendisi açtı konuyu, çekinmedi yani." Omuzlarını kaldırıp indirdiğini gördüm. "Sen niye çekiniyorsun?"
"Hoşlanıyor musun ondan?" derken üstüme geliyordu.
Dudaklarımı yalayıp gözlerimi devirdim. Normalde Yiğit'in kalbini kırmak istemiyordum ama beni böyle köşeye sıkıştırır gibi davranması sinirlerimi bozuyordu. "İşine bak Yiğit," diye yorgunca mırıldandıktan sonra dışarı, Selman'ın yanına çıktım. Ellerini cebine sokmuş, kaldırımdaki bir taşı itelerken beni bekliyordu. Geldiğimi görünce gergin bakışlarını bana kaldırdı. Az önce Yiğit'in yanında yaptığı itirafın ardındaki rahatlık yok olmuştu galiba.
"Geldim," deyip yanına yaklaştım. Sanırım bir aşk itirafı almak bana da garip hissettirmişti. Açık saçlarımı kulaklarımın arkasına itip dudaklarımı içe doğru kıvırdım. Selman bir başkası değildi, evet biz çok yakın değildik ama o Akın'ın dostuydu ve önceden olsa üzmek istemeyeceğim birisiydi. Şimdiyse, gerçekleri Yiğit'ten saklamamı istediği andan beri ona karşı biraz soğukluk hissediyordum ama bu soğukluk, onun duygularını küçümseyeceğim kadar değildi elbette. Kırmaktan endişe duyuyordum.
"Yiğit'le çok önemli şeyler mi konuştunuz?" Alayla güldü.
"Az önce itiraf ettiklerimle ilgili falan?" diye devam ettirdi gülüşünü. Üstümde, ona karşı hissettiğim merhameti biraz arkaya atıp nefeslendim.
"Selman, benden ne istiyorsun?"
"Benimle olmanı istiyorum." Omuzlarını kaldırıp indirirken tüm gerginliğine rağmen açıkça konuşuyordu. "Benim seni sevdiğim gibi senin de beni sevmeni... Elimi tutmanı, yanımda kalmanı..."
Parmaklarını birbirine geçirdim. Açık sözlü olması güzel bir şeydi, en azından gizli saklı şeyler yoktu ama yine de insanı tedirginliğe düşürüyordu. Parlak gözleri soğuk havanın altında bana döndüğünde biraz gülümsedi. "Seni ilk gördüğüm andan beri bu duygularla yaşıyorum Hazal, artık nasıl baş edeceğimi bilmiyorum."
Susmaya devam ediyordum. Bazen bunu hissettirse de hiç oturup düşündüğüm bir şey olmamıştı Selman'ın bana olan duyguları. Belki de görmek istememiştim. Gözlerimi kırpıp bakışlarımı ondan kaçırırken aramızdaki mesafeyi kısaltmak için yanıma yaklaştı, ellerini ceplerinden çıkarmamıştı. Kumral saçları esintinin altında savrulurken ilk kez korkmadan baktım ona. "Ben aynı şeyleri sana karşı hissetmiyorum," dedim.
Gülüşü biraz daha arttı. Elini cebinden çıkarıp uçuşan saçlarını geriye yatırmıştı. "Biliyorum," dedi. "Acıtan da bu zaten."
"Yapabileceğim bir şey yok Selman."
"Bir şans veremez misin?" diye mırıldandığında az önceki dişlerini göstererek gülüşü dingin bir tebessüme dönüştü.
Başımı çaresizce iki yana salladım. "Sana haksızlık olur, sen de biliyorsun. Riskli bir şey bu ve duygular konusunda risk olmaz. Ayrıca... Şans verdikten sonra eğer duygularım değişmezse ben de ağır bir yükün altında kalırım."
"Yine de yanımda olduğunu bilmek güzel olurdu."
"Olmazdı," dedim ne düşüneceğini umursamadan. Hiç güzel olmazdı.
"Ondan mı hoşlanıyorsun?" Başını hareket ettirip işaret ettiği yer içerisiydi, Yiğit'ten bahsediyordu yani.
Bunu sormasını tuhaf karşıladığım için kaşlarımı çattım. "Bu sana söyleyebileceğim bir şey değil."
"Ondan hoşlanıyorsun," derken kafasını usul usul aşağı yukarı sallamıştı. Konunun benim duygularıma kaymasıyla gergince hareketlendim. Ağırlığımı tek bacağıma verirken ellerimi de arkamda birleştirmiştim ne yapacağımı bilemeyerek. "...ama onun seni asla sevmeyeceğini bilmiyorsun Hazal."
"Hala konuşmaman gereken bir şey hakkında konuşuyorsun."
"Sen de kaçıyorsun, farkındayım."
"Farkındaysan bu konuyu kapatalım o zaman." Derin bir nefes alıp dikleştim. "Senin bana karşı hissettiğin gibi hislerim yok sana Selman, elimden gelen bir şey de yok, üzgünüm."
Sözünü kesmek zorunda kaldığımda sinirlenmeye başlamıştım artık. "Şans verecek bir şey yok! Allah aşkına deneme tahtası mıyız biz, istediğin şeyi mantığın alıyor mu senin?"
"Sakin ol, kötü bir şey demedim."
"Sakin falan olamam!" Derin derin nefesler çektim içime, soğuk hava biraz olsun ferahlamamı sağlarken gözlerimi karanlık gökyüzüne kaldırdım. Geri döndüğümde Selman da daha hüzünlü bir hal almıştı. Kalbini kırıp kırmadığım fikri bir süre gözlerine bakarak düşünmeme sebep olduğunda, bunu da yanlış anlamasın diye hızla arkama dönüp içeri geçtim.
Ben kısa koridorda ilerlerken Yiğit de hala aynı yerde oturuyordu. Kollarımı önümde birleştirip gözleri bana kayan Yiğit'e ters bir bakış attım ve Rengin'i bulmak üzere kalabalığın arasına karıştım. Fazla ilerlememe gerek kalmadan onu İlter'le sohbet ederken bulmuştum, hem müzikle kıpırdanıyorlar hem de bir şeyler konuşuyorlardı. Yanlarına gitmeden önce bir süre durup bekledim.
Benim dans eden insanların arasında durduğum sırada arkamda bir gürültü belirdi. Pek fazla ilerleyemeden geriye dönüp baktım ama bir şey görünmüyordu. Şaşkınlık nidaları atan insanları seyrettim bir süre. Ne oluyordu ki? Ben onu bulamadan yanıma gelen Rengin "Ne oluyor? Neye bakıyorlar?" diye merakla sordu.
Hemen yanındaki İlter uzun boyundan faydalanarak ileriye bakarken "Yiğit kavga ediyor," diye mırıldandı. Sonra söylediği şeyi kendisi de yeni idrak ediyormuş gibi gözleri irice açılmıştı. "Lan Yiğit kavga ediyor!"
Hep beraber oraya ilerlediğimizde Selman'ı Yiğit'in yakasını kavramışken bulduk. İki dakikada bu hale nasıl geldiklerini anlamak mümkün olmasa da endişelenmiştim. İlter hepimizin önüne geçip oraya vardı ve Selman'ı geriye ittirdi. "Uzak dur lan, bir o burun akıntısı bir sen! Bela mısınız oğlum siz?"
"Hazal'la da oynayamayacaksın!" diye bağırdı Selman Yiğit'in yüzüne, İlter'e dönüp bakmamıştım bile. Başımı sinirle yukarı kaldırıp derin bir nefes aldım. Çocuğum çünkü ben, kararlarımı kendim veremiyorum... Sözün bana düştüğünü hissederek yanlarına yaklaştım. "Selman, ne yapıyorsun sen?"
İkisinin de bakışları bana döndü bu sefer. Yiğit'in sessizliğine ne diyeceğimi bilemiyordum. Ağzını açıp da kendisini savunmuyordu. Gözlerimi kırpıp bir şey söylemesini bekledim ama sadece sustu. Selman bana dönüp soruma cevap verdiğinde dahi Yiğit'le birbirimize bakmaya devam ediyorduk.
"Sen bu çocuğun seni kullandığını görmüyor musun?" dedi yüzüme yüzüme. Etrafımızda onca insan toplaşmışken hem de.
"Düzgün konuş," diye dişlerimin arasından mırıldandım. "Herkes bize bakıyor, sen niye rezil olmamı ister gibi davranıyorsun?"
Ellerimi iki yana açtım, artık ben de bağırmaya başlamıştım. "Ya mümkünse beni düşünmeyin tamam mı? Beni lütfen, yalvarıyorum ve rica ediyorum, düşünmeyin!"
Yiğit oturduğu yerden kalkıp kolumu tutmaya yeltendi. "Gel gidelim," dediği esnada kendimi geriye çektim.
Güzel geçecek bir gecenin sonunda kavgaya sebep olduğumu bilmek utandırıyordu. Saçlarımı hırsla kulaklarımın arkasına ittirirken nefesleniyordum. O sırada arkadan beni kavrayan kişinin Rengin olduğunu biliyordum, sanki bu telkini defalarca duymamışım gibi "Sakin ol aşkım," dedi o da.
"Sakinim zaten!" diye bir daha bağırdım. "Şu an bu en sakin halim benim!" Geriye dönüp yan yana dikilip az önce kavga etmiyorlarmış gibi sakince beni seyreden Selman ve Yiğit'e baktım son kez, sonra da ertesi gün bunu yaptığımı hatırlayınca bir daha utançtan bayılacağım kadar bağırdım. "Dua edin sizin o saçlarınızı yoluk yoluk etmiyorum ben! Çünkü sakinim!"
Rengin beni çekiştirmeye başlamıştı. Eşyalarımızı tutarken peşinden ona yardım eden kişinin Oktay olduğunu görebiliyordum, İlter Yiğit'in yanında kalmıştı çünkü. Kendimizi salondan dışarı atabildiğimizde çantamı boşluğa savurdum öfkeyle. "Böyle bitmek zorunda mıydı bu gece?"
"Ben ne olduğunu anlamadım ki..." derken Rengin masumca mırıldanmıştı.
"Sorun da bu!" Ellerimi açıklama ihtiyacıyla iki yana açtım. "Ben de ne olduğunu anlamadım Rengin!"
Yanımızdan geçen birkaç kişi garipseyerek bize bakmışlardı. Oktay buna karşın ikimizi tutup yürütmeye başladı. "Hiçbir şey olmadı," dedi bize nazaran sakin bir sesle. "Evinize dönün, yarın da tüm bunları unutun."
"Ne bileyim ben? Hem unutmayıp da ne yapacaksınız? Başka bir seçeneğiniz mi var?"
Kollarımı önümde birleştirdim. Yiğit'in yanımıza gelip Selman'ı farkında olmadan kışkırtması ve kavga esnasındaki sessizliği sinirimi bozmuştu. Bir de kaçtır benim yüzümden kavgaya karışıyor olmasından dolayı yüzüne bakasım gelmiyordu artık. Acaba arkadaşlığımızı mı bitirmek gerekiyordu ki?
Biz nereye gittiğimizi bilmeden yürürken "Hazal!" diye seslendiğini duydum Yiğit'in. Arkamı dönüp baktığımda hızlı adımlarla bize doğru geldiğini görmüştüm. Olduğum yerde durup yaklaşmasını bekledim, Yiğit karşıma geçtiğindeyse Oktay'la Rengin'e kısa bir bakış atıp sanki gitmelerini ister gibi kaşlarını havaya kaldırdı. Sabırsızca "Ne oldu?" dedim. "Bir şey mi diyecektin?"
Yalnız kaldığımızda bir nefes verdi, sonra elime uzanmak istedi ama geriye çekip kollarımı önümde birleştirdim. Ciddi şekilde küs değildim ona ama şu an canım yakın olmak da istemiyordu. Yiğit tepkime karşın şaşırdı birden. "Özür dilerim," dedi dumura uğramış sesiyle.
"Yok, affetmiyorum," derken fazla hızlı davranmıştım, hatta Yiğit'e de bakmamaya çalışıyordum ama gözlerim istemsizce kayıp duruyordu.
"Ne demek affetmiyorum?" Bana doğru eğildi. "Kızım ben ne yapacağım o zaman?"
"Sence dalga mı geçiyorum Yiğit?" Ellerimi kavga modunda belime yasladım ben de. Karşılıklı iki inatçı keçi gibi boynuzlarımızı çarpıştıracaktık neredeyse. "Niye hiçbir şey söylemedim orada? Selman bir ton zırvaladı yok seni kullanıyor diye, açıp da ağzını tek kelime etmedin. Niye?"
"Çünkü..." Devamını getirmeden sustu. "İşte..."
Parmaklarını saçlarından geçirip rüzgara rağmen düzene sokmaya çalışsa da işe yaramamıştı. Gözlerini iki yanda çevirip tekrar "Özür dilerim," diye mırıldandı. Çaresiz gibi konuşuyordu ama ben sinirimi üzerimden daha atamadığım için pek de barışmaya niyetli değildim.
"Sen dile dur, ben gidiyorum," dedim özrünü yok sayıp. Belki yaptığım biraz kırıcıydı ama ben de içeride tek kelime etmemesine kırılmıştım. Bir sözüyle kanıp gitmek istemiyorum Yiğit'e. Eğer şimdi bunu yaparsam kendimi aptal gibi hissederdim.
Çok da ciddi olduğumu düşünmesin diye öylesine omuz silkip "Hayır," dedim. Tüm güzel hislerim silinip gitmişti üstümden, geldiğim anki heyecanı yaşamıyordum. Yiğit'i de kendimle bunaltmak istemiyordum ama ellerime kadar ulaşan uyuşma, bana o an çok da sağlıklı olmadığımı gösteriyordu. Eve gidip biraz dinlenip sakinleştikten sonra konuşmak daha iyi olacaktı belli ki.
"Hazal..." diye sızlandı, inadımı fark etmişti.
Yüz vermeden yan dönüp Rengin'e baktım. "Hadi gidelim artık!"
"Geldim aşkım!" diye seslendi o da, İlter ve Oktay'la konuşuyordu. Sonra yanıma geldiğinde en yakın arkadaşım olmasından mütevellit Yiğit'e ters bir bakış attı ve son derece düşman şekilde "İyi geceler sana da Kızıldağ, soyadını öğrendim haberin olsun," dedi.
Yiğit ellerini belinin arkasına koyup fazla ciddi olmayan bir ifadeyle bize bakıyordu. Başını hafifçe öne eğip kaldırdı. "Öyle olsun bakalım madem, iyi geceler."
-
Okur Yorumları | Yorum Ekle |