48. Bölüm

48

tuğba fc
askilav

Yiğit'in benden bir başkasına sarılması o an belki buna hakkım olmasa da canımı sıkmıştı. Bir yandan da buna en çok benim hakkım varmış gibi hissediyordum. O beni eminim ki kendisinden başka birisinin yanında görse bozulur ve tepkisini belli ederdi ama ben bazen böyle konularda çok gururlu oluyordum ve kıskandığımı belli etmeyi hiç sevmiyordum.1

İçten içe, onun Asya'nın sırtına konmuş elini kıskansam da gözlerinin içine her şey normal gibi baktım. Belli edemedim. Aslında niyetim, arkadaşı da Asya'nın sahneye çıkmak istemediğini söylediği için görmemiş gibi yapıp buradan gitmekti ama o şansı elimden kaçırmıştım. Bir süre düşüncelerimi kendi içimde durdurmaya çalıştım, sonra da yanlarına yaklaştım. "Asya..." diye mırıldandığımda o da Yiğit'in göğsünden geriye çekildi ve gözlerini hızla silip bana baktı.

Soğuk bir hali vardı. Birbirimizi çok da sevmediğimiz için şimdi ağladığını görmemden hoşlanmamıştı sanki. "E-Efendim?" dedi hem titrek hem de ağlamaktan boğuk hale gelmiş bir sesle.

"Seni bekliyorlar." Bir süre kıpkırmızı kesilmiş yüzüne baktım. "Kötü bir şey yok değil mi?"

Bu sorumun ardından tekrar gözleri doldu, bir daha ağlayacak gibi duruyordu. Dudaklarını birbirine sıkıca bastırdığında birkaç adım daha yaklaştım yanına. Yiğit'e bakmamaya çalışıyordum çünkü ona bakınca üzüleceğimi biliyordum, onları çok yakın gördüğüm ilk andaki şaşkınlığı üstümden atamamıştım bir türlü.

"Asya, iyi misin?" Onu kolundan nazikçe tutup yere oturmasını sağladım. "Eğer istemiyorsan seni bulamadığımı söyleyeceğim, kimse bu halde zorla sahneye çıkaramaz ya."

"İstemiyorum," dedi sızlanırcasına. "...ama Yeliz getirdi işte."

"Nasıl getirdi ya?" Yanına oturduğumda boynuna yapışan saçları geriye ittim.

Burnunu çekti kuvvetle, gözyaşları sicim gibi akıyordu. Onun bu haline karşı gerçekten yüreğim titremişti, perişan duruyordu. Uzun zamandır yorgun ve bitkin bir hali vardı zaten ama hiç böylesine düşmemişti. Şimdiyse tanıdığım Asya'dan daha farklıydı.

Bana cevap vermeden uzun uzun ağladı, dayanamadığım için onu omzuma yatırıp saçlarını okşadım biraz. Sonra kaçamayacağımı bilerek bakışlarımı yukarı kaldırdım. Yiğit ayakta dikilerek bize bakıyordu, bilhassa da bana. Ona tepki vermedim, veremedim, o ise bir şeyler bekliyordu. Zamanı olmadığını bildiğim için bir daha Asya'ya döndüm mecburen. "Ne olduğunu anlatmak ister misin?" diye usulca mırıldandığım esnada koluma sarıldı sıkıca.1

"Canım çok yanıyor..." dedi acı içinde, sonra kalbini işaret etti. "Hazal, şuram çok acıyor!"

"Neyin var, hadi söyle bana..."

Başını kaldırıp ıslak gözlerinin ardından "Annem yok artık," dedi. Bir an beynimden vurulmuşa döndüm çünkü her şeyi beklerken, aslında bunu hiç beklemiyordum.1

İnsanı, bedeni birbirinden ayrılmışçasına ağlatan başka ne olabilirdi ki zaten? Onsuz olmaz dediğin birisinin yokluğu herhalde... Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarım aralık halde bekledim. O da ellerini yüzüne sürüp yine boğuk sesiyle konuşmaya devam etti. "Bir süredir hastaydı, doktor hazırlıklı olmamız gerektiğini söylüyordu... Ben de kendimi hazırlıyorum sanmıştım ama o gittiğinden beri, kalbimdeki acısı gitmiyor Hazal. Ne yapacağım ben? N-Nasıl baş edeceğim bununla?"

Düğümlenen boğazımdaki acıyı geçirebilmek için defalarca yutkundum ama olmadı. Annemle ve babamla eski hatıralarım sürekli zihnimi zorluyordu. Sonra son anımız düşüyordu gözümün önüne. Her şeyin paramparça olmasını izliyordum.

Sessizce dururken Asya omzumda ağlamaya devam etti. Arada bir saçlarını okşadım. Benim düşünemediğim bir şeyi başkasının yaşaması çok kötü geliyordu. Ben düşüncesine bile katlanamıyorum, o ise bununla gerçekten baş etmeye çalışıyordu. "Dayanamıyorum, çıldıracak gibi hissediyorum, annemi çok özlüyorum," diye dakikalarca mırıldandı yüzünü saklayıp. Ağlaması durulmasa da boğuk sesiyle "Burada olmak da istemiyorum," dedi mırıl mırıl.

"Seni zorla sahneye çıkaramaz," dedim kısık bir sesle. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ve duygularım yüzümde donup kalmıştı.

"Yeliz bunun bana iyi geleceğini söylemişti ama iyi hissetmiyorum..."

"Git o zaman Asya, ben söylerim seni bulamadığımı."

Geriye çekildi, gözyaşlarını temizlerken inanamaz gibi "Gerçekten mi?" diye sormuştu. Sanırım onun için yalan söyleyeceğime inanmıyordu ama bu durumda başka yapacak bir şey gelmiyordu aklıma.1

"Gerçekten," deyip kendimi usulca tebessüm etmeye zorladım. "Yeliz de seni bulunca kolundan tutup getireceğime inandığından yolladı beni herhalde."

Biraz durulacak sanmıştım ama tekrar ağlamaya başladı. Hali içler acısıydı, biraz daha sarılıp sırtını sıvazladım. Gösteri vakti yaklaşıyordu, çok az kalmıştı. "Hadi kalk, seni görmeden uzaklaşalım buradan."

"Çantam, telefonum, param, her şeyim yukarıda," dedi boğuk sesiyle.

Cebimdeki telefonu çıkarıp arka kısmından otobüs kartımı çıkarıp Asya'ya uzattım. "Al bununla git."1

Kartı elimden alırken tereddütlüydü, parmakları arasına iyice sıkıştırıp "Yukarıdaki arkadaşın güvenilir birisi mi?" diye sordum. "Çantanı ona emanet edeceğim bak?"

Başını aşağı yukarı salladı. "Güvenilir, verebilirsin."

"Tamam, sen şuradaki duraktan bin hadi."

Ayağa kalktığımızda bana sıkıca sarılıp "Teşekkür ederim," diye mırıldandı. "Desteğin için..."

Ona başka hiçbir teselli veremedim. Kendim düşünceler denizinde boğulurken üzülme demek saçma geliyordu. Üzülecekti çünkü, bu kolayca geçmezdi ki. Ayrıldığımızda yüzüne hiçbir tebessüm konduramadan dağınık suratıyla uzaklaşmaya başladı. Üstündeki gösteri kıyafeti bile normalde ona yakışacakken bugün eğreti duruyordu. Hüznü bir şeyler yapmasını engelliyordu.

Kolumu kendime sarıp arkamı döndüm ve ıssız duygular içinde kültür merkezinin girişine yöneldim. Kapıya varacağım esnada karşıma Yiğit çıkmıştı. "Hazal..." diye mırıldandı usulca. Ona ne diyeceğimi bilemiyordum, Asya'dan dinlediğim şeye rağmen içimdeki endişe gitmiyordu bir türlü. Tam olarak sarılmıyorlardı ama yine de bu kadar yakın olmalarına içim gitmişti.

"Gösteriye yetişmem lazım," dedim.

"İki dakika konuşalım."

"Geç kaldım."

"Beni dinlemeyecek misin?"

"Dinleyecek bir şey yok ki. Kızın derdi var besbelli." Dudaklarımı birbirine bastırıp son bir cümle kurdum. "O da sığınacak bir yer bulmuş."

Kaşlarını çattı Yiğit. "Telefonla konuşmak için çıkmıştım sen sahne arkasına geçince," dedi. Binanın içine girip merdivenlere yürürken dinlemiyor gibi görünüyordum ama kulağım ondaydı. Peşimden geliyor ve aynı zamanda kalabalıkta sesini duyurmaya çalışıyordu. "O sırada duvara yaslanmış sessiz sessiz ağlıyordu o da, ilk başta fark etmedim bile... Ama ağladığını görünce iyi misin diye sordum, sormamalı mıydım?"1

"Yoo sorabilirsin." Ama yine de dayanamıyorum.

Bencil olduğum düşüncesi beni kıskıvrak yakaladı. Gün gelecek, annesini kaybetmiş ve bunun acısıyla cebelleşen bir kızı sevdiğim çocukla çok yakın gördüğüm için kıskanacağım aklımın ucundan bile geçmezdi ama insan bazen en uzak dahi duyguları yaşıyordu işte.1

"Ben sorunca birden sarıldı Hazal, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Kendimden itmem mi gerekliydi?"1

İçimden bilmiyorum, sorma diye bağırsam da "Ben bir şey demiyorum ki Yiğit," diye çıkıştım. Benim hesap sormaya hakkım yok gibiydi, onunsa açıklamasına gerek yoktu.

"Tamam ama o an öyle bakman..."

"Bakmadım, şaşırdım sadece!" Sonuçta o Yiğit'ti ve o da Asya. Birisi aşık olduğum kişiydi, diğeri uzun zamandır birbirimizden haz etmediğimiz kurs arkadaşım. Bağdaştırmak ilk an zor olacaktı elbette. "Bu normal bir şey... Biz Asya'yla anlaşamazdık pek, seninle görünce anlamlandıramamam normal bence."

"Başka bir şey yok yani?"1

Sorusundan sonra sanki batağa batmışım gibi çaresizce yutkundum. Benden itiraf mı bekliyordu? Ne diyecektim şimdi? Telefonumu açıp saate baktım, aslında yetişebileceğim kadar vakit vardı ama yine de "Of gerçekten çok geç kaldım!" diye sızlanıp hemen merdivenlere koşturmaya başladım. Basamakları işgal eden insanları itekleyerek yukarı çıktım.

Sahne arkasına geri dönüğümde Yeliz bir o tarafa bir bu tarafa volta atıyordu, kocası Ahmet hoca da onu sakin tutmaya çalışıyordu. Az önce Yiğit'le aramızda geçen konuşmadan dolayı hızlanan kalbimi rahatlatmak için nefeslendim, sonra da yüzüme sert bir ifade yerleştirdim. Ben yanlarından geçip gidecekken Yeliz beni görünce durdu ve hızla yaklaştı. "Asya nerede?"

"Bulamadım."

"Ne demek bulamadım?" diye sızlandı hemen.

"Kızın derdi başından aşkın," dedim diğerleri de beni merakla dinlerken. Yaşadığı şeyi burada açık açık söylemesem de en azından Yeliz'in yaptığı şeyin yanlışlığını üstü kapalı anlamalarını istiyordum. "Sen de onca şeyin arasında kızı sahneye mi çıkarmaya çalışıyorsun?"

'Neyi var ki, ne derdi var' diye mırıltılar duyulmaya başladı içeride.

Yeliz önünde bağladığı kolları açıp sinirle iki yana kaldırdı. "Gelmeyi kabul etmişti!"

"Of zorlama lütfen." Kaşlarımı huysuzca çatıp "Sanki bana Black Swan yetiştiriyor ya! Ayrıca hırsının kurbanı olan hoca rolü sana hiç yakışmıyor..." diye konuştum. Sinirimi bozuyordu bu kadın, sabırlı kalayım diyordum ama zorluyordu beni. Sahneye çıkan herkesi "Gelin, nasıl yapacağımızı konuşalım," diye çevremde toplayıp Ahmet hocaya da ufak bir bakış attım. O da Yeliz'e bir şeyler mırıldanıp aceleyle yanımıza geldi.1

Asya'nın pozisyonunu, onun tek sergileyeceği kısımları konuşup doldurmaya çalıştık. Burada kimse yapılanı anlamayacak değildi, bu yüzden işimiz fazla uzun sürmeden ayarlamayı yaptık ve sahneye çıkmak üzere yerimizi aldık.

Heyecanlıydım. Yiğit yine orada mıydı bilmiyordum, acaba son tepkimden sonra gitmiş miydi? Hızla atan kalbime dokunup nefes aldım. Kendimi sakinleştirme çabamın ilk adımında, tüm salonu şarkının giriş kısmı doldurunca heyecanım daha da arttı tabi.

Koreografiye uygun şekilde sahneye çıkarken gözlerimi seyirciler arasına çeviremedim. Zaten yukarıdan yansıyan ışıktan dolayı bir şey görmek zordu ama fırsatını bulduğum ilk an, dikkatim dağılmayacak şekilde ön kısımlara bakındım. Yiğit yine aynı yerindeydi. Dirseğini kolçağa yaslamış, yüzünü da dalgınca avucuna koymuştu. Gözlerimiz birbirine değince ürperdiğimi hissettim. İlk kez bu kadar soğuk rüzgarlar estiğini hissettim aramızda.

Selman'la kavga ettiği gece ona sinirlendiğimde bile böyle mesafeli değildik birbirimize. Nasıl bir adım atacağımdan emin değildim. Aramızdaki şeyin bu kadar garip seyretmesi hayatımı da karmakarışık bir hale getiriyordu.

Dans ederken yine ara ara ona bakmaya devam ettim. O da dalgın suretini hiç bozmadan beni izlemeye devam etti.

Ben gururumdan dolayı belli etmek istemesem de onu kıskandığımı düşünmesi daha mı iyi olurdu acaba?

O kadar çok şey düşünüyordum ki kendimi dansa vermek çok zordu. Yeliz'e laf vermemek için bugün ekstra özen göstermeliydim ama bir ara hareketi karıştırmamla her yerimi telaş sardı. Kimseye çaktırmamaya çalışıp kendimi toparladım, yüzümde de ani bir irkilme olmuştu yanlışıma karşın.

Ön tarafa çıktığımda Yiğit'e değdi gözlerim bir daha. Artık suratı dalgın değildi, usulca tebessüm ediyordu. Hata yaptığımı görmüş olmalıydı. Bende de yaramaz bir gülüş belirdiğinde dudaklarımı yalayıp gizlemeye çalıştım bunu.

Benim sahnenin önünde dansa devam ettiğim sırada Rengin de koreografi gereği yanıma geldi. O sırada İlter'in ıslıkları başlamıştı. Ortam biraz daha canlanırken aklımdaki her şeyi bir kenara atıp kendimi hareketlerime odakladım.

Her şey bittiğinde, son pozisyonda durup derin derin nefeslenmeye başlamıştım. Yüzümü dışarıdan bakınca güzel ama benim için zor bir gülüş kaplamıştı. Birkaç saniye daha aynı şekilde durduktan sonra duruşumu bozup alkışlara ben de katıldım.1

Herkes birbirine sarılmaya başlamıştı. Ben de yan tarafımda duran Rengin'e yaklaşıp sarıldım. "Bitti şükürler olsun," derken aklımda çok fazla şey dönüp duruyordu. Asya'nın annesini kaybedişi, benim ailemle küs oluşum, Yiğit'le aramızdaki belirsizlik... Rengin'in omzunda istemsizce gözyaşı dökmeye başladığımda sırtımı sıvazlayıp "Ağlamasana!" dedi bana. "Bittiği için kutlama yapacağız, ağlama!"

"Ay tutamıyorum kendimi..."

"Gel hadi lavaboya gidelim."

Yavaşça sahneden inip salondan çıktık. Ağlayan tek kişi ben olmadığım için durum garip görünmüyordu. Kalabalık arasından sıyrılabildiğimizde koştur koştur ilerleyip sakin olan tuvalete girdik. Ben musluğu açıp makyaja rağmen yüzüme su çarparken Rengin de yanımda bekliyordu çaresizce. "Neyin var senin?" diye sordu. "Ne ağlamaklı haller bunlar?"

"Bir şeyim yok," dedim.

"Bir şey anlatmadan buradan çıkamazsın, Asya'ya bakmaya gittin geldin sadece ama dönüşün fena oldu. Ne oldu, çabuk söyle!"

Islak dudaklarım arasından nefes çekerken hangisini söylesem diye düşünüyordum. "Kıskançlık," dedim usulca. Rengin anlamamıştı tabi. "Bencillik," diye devam ettim. "Özlem, pişmanlık, kararsızlık... Bok gibiyim Rengin."1

"O belli canım ama hani daha açıklayıcı konuşursan belki ben de anlamış olurum seni." Kinayeyle konuşuyordu, hiçbir şey anlatmamama kızmış olmalıydı.

Sırtımı arkadaki koca aynaya yaslayıp başımı geriye attım. "Asya ve Yiğit'i sarılırlarken gördüm."

"Ne?" diye çığırdı. Elleri dudaklarına örtüldüğünde gözleri de irice açık haldeydi. "Ne demek sarılmak, böyle bir şey nasıl gerçekleşebilir?"

"Çok kıskandım Rengin..." derken epey sızlanmıştım. "Kıskançlıktan çatladım ve belli etmemek çok zordu."

"Niye belli etmedin?"

"Asya ağlıyordu çünkü. O sırada kıskançlık krizi çıkaramazdım ya..."

"Niye ağlıyordu ki?"

Dudaklarımı kemirirken "Çok fenaydı Rengin, halini görsen için parçalanırdı, o durumda siz nasıl sarılırsınız diye çirkeflik yapamadım," dedim.

"Yiğit'i nereden bulmuş sarılacak?"

"Telefonla konuşmak için çıktığını söyledi, o sırada Asya'yı ağlarken görmüş ve iyi misin diye sormuş. Asya da direkt ona yaslanıp ağlamaya başlamış."

"Eyvah, bu çocuk her ağlayan kıza omuz verecekse işin yaş aşkım."

"Ya ne diyorsun?"

Çıkışmamla beraber omuz silkti Rengin. "Objektif görüş... Hoşuna gitmiyor olabilir ama söyleyecek başka şey bulamıyorum."

"Ama Asya'nın ağlama sebebi ne biliyor musun?" Kendimce bir savunma çabasına girerken bunu gerçekten üzüldüğüm için mi yoksa o sırada umursamaz görünmek için mi yaptığımı bilemedim. İnsanın kendini bilememesi de çok garipti. Bu duyguları ben bilmeyeceksem kim bilecekti ki?

"Ne?"

Dudaklarım titrerken "Annesi vefat etmiş kısa zaman önce," dedim. Gözlerim tekrar ıslanmaya başlamıştı.

Tekrar elini dudaklarına örtüp "Hihhh!" diye şaşırdı. "Ciddi misin?"

Gözümden akan yaşı sildim hızlıca. "Maalesef... Bitik haldeydi kız, Yeliz cadısı da kendi hırsı uğruna gel bak çok iyi hissedeceksin deyip kızı buraya çağırmış."

"Ay sen o yüzden kızdın ona yukarıda."

"Ya tamam normalde de Yeliz'i hiç sevmiyorum ve kızıyorum ama hak etmiyor mu şimdi?"

"Çok acımasızca bu."

"Öyle..." Yüzüm yere eğilirken kendi annemi düşündüm. Uzunca bir süredir görüşmüyorduk, ablamın da haberi olmadığı için onlar hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Beni özlüyor muydu? Hasta mıydı? İyi miydi?

Peki ya böyle ansızın benden habersiz ölse bu küslüğe pişman olur muydum? Barışmak da çok zordu, o gün babamla bana karşı sergiledikleri tavır kalbimi feci derecede kırmıştı çünkü. Bunu hak ettiğimi düşünmüyordum ama bir yandan da bir gün sonsuza dek onları kaybedecek olmak aklımı karıştırıyordu.

"Ben ne yapacağım?" dedim.

"Nasıl ne yapacaksın?"

"Annemleri merak ediyorum Rengin. Ne yaptıklarını, beni özleyip özlemediklerini çok merak ediyorum. Ama arayamıyorum, eğer ararsam gururumu çiğneyecekmişim gibi geliyor. Sonra da diyorum ki aileye karşı gurur mu yapılır?" Omuzlarım havaya kalktı istemsizce. "Yapılıyor gerçekten, ben yapıyorum... Kararsız kalıyorum."

Rengin kollarını kaldırıp boynuma sardı ve bana sıkıca sarıldı. "Bu konu hakkında sana bir şey diyemiyorum."

"Sonsuza kadar küs mü olacağız biz?" Gözyaşlarım yine akmaya başlamıştı. "Bir gün onları kaybedersem diye ödüm kopuyor, o zaman şimdi için pişman olmak istemiyorum."

"Yüreğinden ne geliyorsa onu yap ama pişmanlığı kaldıramayacağını düşünüyorsan barışıp en azından onların da sana karşı tavırlarının değişip değişmediğine bakabilirsin."

Bir süre orada sarılarak durduktan sonra kalabalıklaşmaya başlayan tuvaletten çıktık. Kapıyı örtüp beni bekleyen Rengin'in yanına giderken gözlerim merdivenin başında bekleyen Yiğit'e kaydı. Kollarını önünde birleştirmiş duvara yaslanarak bekliyordu. Yorgun bir nefes verip sanki onu kıskanmamışım gibi yanına ilerlemeye başladım.

Son derece durgundum, Yiğit de bir tepki bekler gibi bakıyordu. Yanına vardığımda dudaklarımı birbirine bastırıp açtıktan sonra "Bir şey mi oldu?" diye sordum.

Birden şaşırdı. "Seni görmem için bir şey mi olması lazım Hazal?"

"Yok şey... Ondan demedim." Tamam, normal davran, normal davran. "İlter'le Oktay yok ya hani?"

Benim sorumla beraber Yiğit, Rengin'e baktı bu sefer. "İlter tebrik etmek için seni bekliyordu ama Oktay ısrar edince bahçeye çıkmışlardı, yanına uğra istersen."

"Tamam, ben gidip bakayım da beni tebrik etsin." Rengin imayla gülümseyip uzaklaşmaya başladı yanımızdan.

Normal davranmanın ilk aşaması olarak kendimi zorlayarak Yiğit'e tebessüm ettim. "Sen beni tebrik etmeyecek misin?"

"Tebrik ederim," dedi karşımda dikilirken, başını hafifçe önüne eğip kaldırdı. "Harikaydın."

"Sanırım çok da değildim... Hata yaptığımı sen de gördün."

Biraz şaşırıp "Öyle mi?" dedi. "Ben doğrusu seninki sanıyordum."

Gülerek ilerlemeye başladım. "Teselli olmuyorum."

"Ama en azından gülüyorsun." Gülmem onun da keyfini yerine getirmiş gibiydi, ilgiyle tepkimi ölçerken "Hazal, iyiyiz değil mi?" diye sordu bana.

Dudaklarımı yalayıp "Tabi," dedim. "Neden olmayalım?"

"Bilmem, bir an beni yanlış anlayacak olmandan korktum."1

"Yok, yanlış anlamam." Hayır, şu fazlasıyla kibar halimden bile ne kadar canımın sıkıldığı belliydi aslında. Yiğit de bunu fark etmiş gibi gözlerini kısarak yüzümü seyretti.

İfadesi ciddileştiğinde söyleyeceği şeye karşın kulaklarımı dört açmıştım. Aynı zamanda Renginlerin yanına ilerliyorduk. "İyiysek benimle mezuniyetime geliyorsun o zaman?" dedi.

Duyduğum şeyle gözlerimi hızla kırptım. "Ne mezuniyeti?"

"Son sınıfım ya ben, bitiyor okul haliyle."

"Onu biliyorum da, biraz erken değil mi mezuniyet için?"

"Mayıs sonunda yapılacak zaten ama ben senden şimdiden söz almak istedim."

"Şimdiden?"

Havaya kalkan kaşlarıma karşın usulca gülümsedi. "Ben işimi sağlama alayım da."

Mezuniyetten iki dakika önce çağırsa yine giderdim onunla ama neredeyse iki ay önceden sorması da ayrı bir hoşuma gitmişti. Aklım farklı düşüncelerle dolarken "Tamam," dedim başka diyecek bir şey bulamayıp. "Gelirim yani."

"Kabul ettiğin iyi oldu, sen reddetseydin annem üzülecekti."

"Niye üzülüyor ki?"

"Normalde gitmeyecektim mezuniyete ama annem çok heves etti, ısrar da etti."

"Peki benim bununla alakam ne?"

Sanki alakasız bir şeyden bahsediyormuşum gibi garip bir ifade kapladı suratını. "Ama benim de gitmek için güzel bir bahaneye ihtiyacım vardı."

"Şimdi... Burada takılmam gereken nokta bahane olmam mı yoksa güzel olmam mı?"

"Güzel bir bahane olman."

Tatlı bir şekilde başımı omzuma yatırıp dudaklarımı birbirine bastırdım yoksa deli gibi sırıtmaya başlardım. Kıskançlık ve bencillik bile aklımdan uçup gitmişti. "Çok kötüsün..." diye mırıldandım utanç içinde. Yiğit de benim halime bakıp hoş bir şekilde güldü ve sonra kolunu omzuma attı. Sanki aramızda bir şeyler gerçekten olacak gibiydi, kendimi tamamen buna hazırlamıştım.

Hatta belki de beni mezuniyetine, o gün bir şeyler itiraf etmek için çağırmıştı. Olabilirdi, mantıklı geliyordu nedense. O gün güzel bir gün olacaktı ve Yiğit karşıma geçip ben sana aşığım diyecekti. Aradaki iki ay kendine, güvenini toparlamak için ayırdığı bir vakit olabilirdi. Eğer sonunda elini tutacaksam bu iki ayı da güzel geçirebilirdim. Hem de hayaller içinde...8

-

Tatlı yorumlarınız için çokk teşekkür ederim 🥺💝

Bölüm : 07.01.2025 21:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...