Bölüm atmayı unutmuşum, bir an aklıma gelince eyvah dedim... Hazır gelmişken de iki bölüm birden yüklemek istedim, beklettiğim için çok üzgünüm...1
-
Bir gün aşık olduğum çocuk için Hukuk fakültesinin mezuniyet balosuna gideceğimi söyleseler inanmazdım diyemeyeceğim, inanırdım çünkü bunda inanmayacak kadar absürt bir şey yoktu. Absürt olan Yiğit'in kendi mezuniyetine gitmek için bir sebep aramasıydı, o sebep de bendim. Bu gözüme o kadar hoş görünüyordu ki...
Onların fakültesinde finaller bizden önce başlayıp bitmişti, bense hala sınav vermeye çalışıyordum. Kitaplarıma her bakışımda o gün çok güzel oluşum ve Yiğit'in beni görünce bayılması ile ilgili hayaller kuruyordum ve bu da çalışmamı etkiliyordu tabi. Ellerimi tutup gözlerimin içine bakarak beni sevdiğini söyleyecekti, ben de yeni edindiğim kişiliğimle çok utanacak ve sonra aynı şeyi söyleyecektim. Seni seviyorum. Fazla pembe dizi gibiydi ama olsun, gerilim türüne benzemesinden daha iyiydi bence.1
Akşama doğru güzelce hazırlanmışken rujlu dudaklarımı ısırmamak için kendimi zor tuttum. Ben ayna karşısındayken Rengin de pijamalarıyla arkama geçti ve gururlu bir anne gibi bana baktı. "Allah'ım! Hazal senin yerin podyumlar olmalıydı... Bu güzellik ne? Bu harikalık ne? Parlıyorsun resmen! Yiğit'in dibi düşmezse hemen beni arıyorsun ve onu güzel bir dayaktan geçiriyorum, tamam mı?"
"Dikkat et ama... Yiğit'in yanında bayıl, seni tutacak halde olsun. O zaman daha romantik olur Hazal."
Rengin'in koluna hafifçe vururken sözlerine güldüm. Gergin olduğumu biliyordu ve aklımı dağıtmaya çalışıyordu. "Sonra ayılamazsam ne yapacağız?"
"Tamam o zaman bayılmayı plandan çıkardık."
"İlgi çekmek için bir şey yapmam lazım ama," derken kendi kendime gülüyordum. Rengin de kıkır kıkır gülmeye başlamıştı.
"Eğer sen dümdüz otururken bile Yiğit'in ilgisi sende olmazsa bu ilişki başlamadan bitsin zaten."
"Dur, bitmekten falan bahsetme..." Aynadan tekrar kendime baktım. Siyah kısa elbisem gerçekten çok yakışmıştı, hem sade görünüyordum hem de çok şık. Rengin'in şekillendirdiği saçlarım arasındaki karışık tutamları ayırıp "Bu gece çok güzel oldum, yani çok güzel şeyler olacak," diye mırıldandım. "Bitmek gibi kötü şeylerden bahsetmek istemiyorum."
"Tamam tamam, ağlama hemen. Aşık olduğun çocuk seni balosuna davet ettiğinde bile böyle yapacaksan ohoo... Ben ne yapayım? Benimkisi İngiltere'ye gitti be, gel bile demedi!"
"Kur farkından dememiştir belki de."
"İki sterlinlik değerim yok yani?" Bunu gerçekten alınıyor gibi söylememişti, Rengin'i tanıyordum. O da kendisiyle dalga geçiyordu. Aynada saçlarımla ilgilenmeyi bırakıp arkamı döndüm. Kollarımı uzatırken o da yanıma yaklaşmıştı.
"Keşke sen de gelseydin bugün."
"Yok ya, sonra İlter umutlanıp üzülür..."
"Kabul etmediğinde de çok üzüldü."
Telefonuma bir mesaj bildirimi geldiğinde koşa koşa yatağıma yaklaştım. Bu esnada Rengin'e "Senden başkasına yan gözle bile bakmıyor," diye cevap yetiştiriyordum. Ekranı açtığımda Yiğit'ten gelen bir mesaj çıktı karşıma.
Yiğit: Aşağıdayım Hazal Hanım.
Yavaşça pencereye yaklaştım, perdeyi çekip aşağı baktığımda karanlık sokağın ortasında siyah bir arabanın önünde bekleyen Yiğit'i görmüştüm. Üstüne ceketsiz giydiği beyaz gömlek ve altındaki siyah pantolonuyla o kadar iyi duruyordu ki kalbim heyecanla atmaya başladı.
Geriye çekilip "Çıkmam lazım," derken telefonu ufak çantamın içine sıkıştırıp dış kapıya yöneldim. Rengin de peşimden koşturuyordu.
"Çok eğlen tamam mı? Gereksizleri görürsen gerektiği gibi görmezden gel," diye beni uyardığında, Rengin'e havadan bir öpücük atıp evden çıktım.
Merdivenleri yavaşça inerken nefesim kesilecek gibiydi. Düşmemek için tırabzana tutunup biraz soluklandım. Apartmanın dış kapısının camından Yiğit rahatlıkla görünüyordu. Elleri pantolonunun cebindeydi, görünüşüne çok aldanmıyordum çünkü Yiğit'i tanıyarak sevmiştim ama yine de can alıcı bir yakışıklılığı vardı.
Kapıyı açıp çıktığımda yerde olan bakışları yavaşça bana kalktı. Bu sefer ondan kaçmayan gözlerimi direkt bakışlarına kilitledim. Beni görünce düz bir çizgi gibi duran dudaklarını ilk önce hafifçe yaladı, sonra da iki yana kıvırıp tebessüm etti. "Merhaba," dediğinde, bana uzanan ellerine daha cesur yaklaştım.
"Merhaba," diye mırıldandıktan sonra parmakları belime değmişti, ben de omzuna tutunup hafifçe ona sarıldım. Nefesi kulaklarımdaydı, o hisle beraber gözlerimi birkaç saniyeliğine kapattım.
"Çok güzelsin." Geri çekildiğimizde suratında, iltifat eder gibi değil de gerçeği dile getirir bir ifade görmüştüm.
Saçlarımı omzumdan geri ittirdim, aslında biraz utanmıştım. "Kendi mezuniyetim değil ama biraz hazırlanmış bulundum."
"Güzel olmuşsun demedim, güzelsin dedim. Yani bunun herhangi bir hazırlıkla ilgili olduğunu sanmıyorum." Elini hafifçe arkaya atıp arabanın kapısını açtı ve sonra kenara çekildi. Ben şaşkınlıkla ona bakıyordum. Suratındaki keyifli ifadeyi bozmadan "Buyurun bakalım," diye mırıldandı.
Tüm hayreti üstümden atıp "Teşekkürler," dedim, ardından elbiseme dikkat ederek arabaya oturdum. Kalbim deli gibi atarken Yiğit de ön taraftan dolanıp şoför koltuğuna geçmişti.
Yolda ilerlemeye başladığımızda "Seni mezun etmek biraz zor olacak," dedim şakayla karışık. "Gitmeni hiç istemiyorum."
"Zaten gitmiyorum." Derin bakışlarını yoldan çekip bana çevirdi. "Ben bu şehirde yaşıyorum Hazal, artık daha çok yaşıyorum hatta."
"Ne yapacaksın peki her şey bittikten sonra... bu şehirde?"
"Güzel şeyler," dedi karanlık yolu seyrederken. "Stajımı vereceğim ve ardından, avukatlık... Sen?" Sorusunun devamı ufak bir sessizlikti, sonra bu sessizliği bölüp güzel şeylerden bahsetmiyormuş gibi "Bu şehirde olacak mısın?" dedi.1
Yakında yaz tatili başlayacaktı, üniversitem ara verecekti ve ben bu zamanda ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Ablam maddi destek sağlasa da bunu kabul etmek istemiyordum artık. Dersler bitince iş bulup çalışmam lazımdı, sonuçta Rengin de ailesinin yanına dönerdi ve evle ben ilgilenecektim.
Bu sene güz ve bahar arasında annemlerin yanına gitmemiştim ama yazı Bolu'da geçirmediğim bir sene daha önce olmamıştı benim için. Ve ilk kez bir yaz, ailem olmadan geçecekti. Bu her ne kadar canımı acıtsa da alışmam gerektiğini bilerek konuyu kapattım. "Ben de buradayım," dedim Yiğit'e. "Biraz çalışırım, vakit geçiririm."
"Niye bunu sıkıntı gibi söyledin?" Kısa aralıkla çevirdiği gözlerini yüzümde gezdirdi bir şeyler anlamak ister gibi.
"Yo öyle söylemedim," dedikten sonra kendimi gülmeye zorladım. Aklıma ailem gelince böyle burukluk yaşamak kalbimi kırıyordu. Yumru oturan boğazım ağlayacağımın sinyallerini verdiğinde burnumun ucunu kaşıyıp biraz yüzümü sakladım. "Hem çalışmak sonuçta... İnsana ne kadar keyif verebilir ki?"
Konuyu bu kadar hızlı çevirişime karşın, bende sezdiği garipliğe ilk an kaşlarını çatarak baktı Yiğit. Birkaç saniye bekledi, sonra da başını aşağı yukarı sallayıp "Haklısın sanırım," dedi.
"Yalan söyleme, sen çalışmayı seviyorsun!"
Yiğit sanki suçüstü yakalanmış gibi haylazca güldü çıkışmama. "Sevecek başka hiçbir şey olmayınca insan bu tür meşguliyetlere tutuluyor."
"Şimdi başka sevecek şeyler mi var yani?" Dudaklarımı birbirine bastırıp yan gözle ne diyeceğini bekledim.
Başını ağır ağır aşağı yukarı salladı, suratındaki hafif sırıtmayla beraber yolu seyrederken bense bakışlarımı ondan çekemiyordum.
"Çalışmayı bile sevdirecek şeyler var diyebilirim."
"Çok şanslısın o zaman, bu hayatta hiçbir şey bana çalışmayı sevdiremez."
"Aslında tembel de değilsin Hazal, ne bu nefret?"
"Tembel olamadığım için sevmiyorum işte."
"Başladın yine üst düzey felsefene..."
Keyifle kıkırdadım. "Ama yine de bu felsefe sarıyor değil mi?"
"Fena sarıyor." Uzun zaman sonra ilk kez bakışlarını bana çevirdi, karşılıklı gülerken bir süre sonra gülüşüm utangaç bir tebessüme dönüştü, geri çekilip yolu seyretmeye başladım.
Bir süre daha yol gittikten sonra balonun yapılacağı yere gelmiştik. Kapımı açıp yine elbiseme dikkat ederek arabadan indim. Yoğun bir gürültü dışarı taşarken bizim gibi yeni yeni gelenler de görünüyordu çevrede.
Ben içeri girmek için beklerken Yiğit de yanıma geldi. Bir kolunu centilmence uzattığında ona tutunup yürümeye başladım. Heyecan içinde girdim salona, bugün ne kadar eğleneceğimi değil aksine günün nasıl biteceğini merak ediyordum.
Salonda ilerlerken bir masada dikilen İlter ve Oktay'ı seçti gözlerim. Yanlarında tanımadığım iki kız daha vardı, kendi aralarında sohbet ediyorlardı ama tek keyifsiz İlter gibiydi. Çok fazla katılmıyordu konuşmaya.
Bizi gördüklerinde İlter'in suratındaki bozuk ifade değişti, hafifçe gülümsedi. Diğerleri de geldiğimizi fark edince "Hoş geldiniz," diye mırıldanmışlardı.
"Selam..." dedim. "Nasılsınız?"
İlk önce kızlara baktım, onlar Yiğit'le selamlaşıyorlardı. Burada tek yabancı ben olduğum için sorun etmedim ama birisi Yiğit'ten sonra bana bakmayıp beni adeta yok sayınca istemsizce sorun etmeye başlamıştım. En azından samimi görünen kızla birbirimizi merhaba diye karşıladık. Diğerine ise son derece ters bir bakış attım. Her kimse defolup gitse iyi olurdu.
"İyi olmaya çalışmıyorum bile..." derken başını mahzunca omzuna doğru yatırdı İlter. İlk andan düşmanım olan kıza bakmaktan vazgeçip ona döndüm. "...çünkü çok yalnızım."
"Üzülme, senin gibi çok yalnız var," dedim alt dudağımı çocuk gibi büzüp. Bahsettiğim evde tek başına bekleyen Rengin'di.
"Hazal yeminim olsun terk ederim burayı, gider evinizi basarım."
"Hadi defol," derken başımla kapıyı işaret ettim, bir yandan da gülüyordum. İlter bir an gerçekten gidecek gibi oldu ama Rengin'in üzerinde bu şekilde baskı kurmasını istemediğimizi bildiği için bunu yapmadı. Onun haline hala gülerek göz devirdikten sonra isimlerini öğrenemediğim kızlara baktım.
"Sizinle tanışmadık bu arada, Hazal ben." Hemen yanımdaki daha sevecen olan kıza el uzatmıştım. O da tokalaşmamı kabul ettiğinde "Selin," dedi. O kadar tatlı tebessüm ediyordu ki bir an içindeki iyiliğin yüzüne vurduğunu hissettim.
Diğerine de mecburen el uzattım. Bana karşılık vermek istemediği her halinden belli oluyordu, bense sevimsizce gülüyordum. "Rüya," diye mırıldandı ve parmak ucuyla tokalaştı. Fazla uzatmadan elimi çektim, sanki ben çok meraklıydım kendisine.
"Hazal sen tanımazsın, Selin ve Rüya bizim bölümden." Açıklamayı Oktay yapıyordu, kokteyl masasına eğilirken yüzünde değişik bir gülüş vardı. Onu ilk tanıdığım gıcık haline benziyordu biraz. "Zaten buranın tek yabancısı da sensin."
"Ne olmuş yabancıysam? Bir tane ben mi fazla geldim mezuniyetinize?"
"Yok canım, aksine... Mekanın sahibi gibisin."
Benimle dalga geçiyordu, onu takmak istemediğim için tepki bile vermedim ama sonra "Fena göz alıcı olmuşsun," dedi. Pis pis sırıtıyordu hatta.
Huysuzca tebessüm edip "Teşekkür ederim," diye mırıldandığında Yiğit hafifçe öksürüp elini belime koydu ve beni yavaşça kendisine çekti. Bu yaptığı fark edilirken Oktay'ın bakışları Yiğit'e döndü. "Bir problem mi var kardeşim?"
Yiğit "Yok ama olması muhtemel gibi görünüyor," dediğinde istemsizce kaşlarım çatıldı. Ciddi suratına bakıyordum, Oktay'ı yanlış mı anlamıştı acaba? Arkadaşının bazen ne kadar itici birisine dönüştüğünü unutmuş olabilirdi belki de.
"Öyle mi?" derken Oktay eğildiği masadan kalkıp dikildi. "Arkadaşıma iltifat etmem seni rahatsız mı etti?"
Öfkeli bir nefes sesi duyuldu masada. Bakışlarımı Yiğit'te tutmaya devam ettim, o ise çatılı kaşlarının altından kilitlenmişçesine Oktay'a bakıyordu. "Sonra konuşalım," dedi homurdanarak. Sanki güzel geçirmemiz gereken bir gece olduğunu yeni yeni fark ediyordu. Hızlı hızlı nefeslerinin arasında bir de kaçamak bakışlarla beni kontrol etti.
İkisinin de ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım bir türlü. Yiğit'e sakin olmasını söyleyecekken Rüya, Oktay'ın diğer tarafından çıktı ve yanımıza geldi. Direkt Yiğit'in kolunu tuttuğunda ben de kızın cesaretine kaşlarımı hayretle kaldırarak bakıyordum.
"Yiğit iyisin değil mi? Oktay kötü bir şey söylemedi ki sana."
Kendimi sinirden gülmemek için zor tutuyordum. Yiğit değil, asıl ben sakinleşmek için salondaki başka yerlere baktım. Kalabalıkta yalnızca gürültü vardı, herhangi bir müzik bile çalmıyordu. İnsanların ettiği sohbetin uğultusu gergin başımı ağrıttığında dayanamayıp tekrar Rüya ve Yiğit'e döndüm.
"Oktay kendisini açıklar Rüya," derken Yiğit'in kendini geriye çektiğini görmüştüm. Rüya'ya bakmıyordu bile.
Onun Asya'yı sarılarak teselli ettiği andan sonra bu fazlasıyla hoşuma gitmişti. Ben Rüya'ya dik dik bakarken o da kendisine baktığımı fark etti ve konuşmaya devam etti. "Gerginlik olmasın diye dedim ben."
Sussa daha iyiydi bence. Ayrıca nereden çıkıyordu bunlar ya? Melis'ten sonra Asya ile şok olmuş şimdi de Rüya ile cila yapıyordum resmen. Kafayı yemesem iyiydi. Bugün çok güzel olmuştum, ayrıca Yiğit çabasız zaten güzel olduğumu söylemişti ve günüm de güzel geçecekti. Bu yüzden hiçbirini takmamaya çalıştım.
Salonda müzik sesi duyulmaya başladığında yüzüme her şeye rağmen bir tebessüm oturdu. Yine çok sevdiğim şarkılardan birisi çalıyordu. "Ama ben bu şarkıya bayılıyorum," dedim gerçekten bayılacakmış gibi hissederken. Hiçbir şeyi umursamayıp direkt müziğe odaklanmam bir an hepsinin yüzünde şaşkın bir ifade oluşturmuştu ama bunu da umursamadım. "Bu okulun doksanlar müziğine bağlılığı beni cidden çok etkiliyor."
Hepimize iyi kötü bir şeyler oldu
Biz hayat kavgasında, ha gayret
İnsanlar çoktan dans etmeye başlamıştı, hatta ilk andan çıldıranlar bile vardı. Onlar kadar abartı olmasa da ben de dans etmek istiyordum. Selin çevresine hevesli bakışlar atarken biraz çekingen kaldığını fark ettim.
Masadan uzaklaşıp hiç tanımadığım insanların arasında bağıra çağıra şarkıyı söylemeye başlamıştım ben de. Sanırım benim bunu rahatça yapışım Selin'i de etkilemiş olmalı ki istekli gözlerle bana bakıyordu. Kollarımı uzatıp onu da ellerinden tuttum ve karşıma çektim. Sonra o da şarkının sözlerini mırıldanmaya başladı.
Biz elimize yüzümüze bulaştırdık
Karşılıklı olarak dans ediyorduk. Arada bakışlarımı bizim masaya çeviriyordum. Oktay, Rüya'yı kalabalığa çekmeye çalışıyordu ama yapışkan kız Yiğit'in dibinden ayrılmak istemiyordu belli ki. Yiğit'in hiç ondan tarafa bakmamasına karşın yalnızca beni izleyişi keyfimi arttırmıştı.
Artık sadece Selin'le değil hiç tanımadığım kızlarla kaynaştığım için başkalarıyla da dans ediyordum. Fazla abartılı hareketlerde bulunmadığım için içim rahattı, en azından dışarıdan bakınca komik görünmediğimi biliyordum.
E bize de öğret, etme günahtır
Bizim de anamız babamız var da
Yiğit'in de yanıma gelmesini, ellerimden tutup gençlik anımızda yapabileceğimiz kadar benimle andan uzaklaşmasını çok istiyordum ama o da böyle birisiydi, bu yüzden zorlayamıyordum. Yapabileceğim tek şeyi yaptım ve geriye dönüp bir daha ona baktım.
Ben "Çalkala hadi adamım, devrine durumuna göre çalkala," diye sözleri mırıldanırken keyifli gözleri üstümdeydi. Bu hayatımız için bir rutin haline gelmişti sanki. Ben uzakta hayatın tadını çıkarırcasına dans ediyordum o da sanırım kendi hayatının keyfini çıkararak beni seyrediyordu. Kalbim kanatlanıp uçacak gibiydi. "Hadi kitabına uyduralım, ele aleme karşı zevahiri topla," derken ellerimi havaya kaldırıp farkında olmadan ona uzanmıştım ama aynı zamanda dansımın bir parçası gibi görünüyordu her şey.
Bununla beraber Yiğit'teki gülüş de arttı. Artık tatlı tatlı tebessüm etmek yerine iyice güldüm. Bu sanki yaşamımda erişebileceğim en büyülü anlardan birisiydi. Kalabalık vardı ama yokmuş gibiydi, dünyanın sahibi yalnızca bizdik...
Ona bakmaya daha fazla dayanamayıp arkamı döndüm. Utanmasam elimi göğsüme yaslar, uzun uzun nefeslenirdim. Kalbime ayar çekerdim bir de, dur ne olur öldürme beni diye... Selin ortama döndüğümü fark edince beraber dans ettiği insanların yanından ayrılıp benim yanıma geldi ve keyfince sallanmaya başladı. "Sen gazlamasaydın orada utanikli gibi kalırdım cidden," diye bağırdı sonra.
Sözlerine istemsizce güldüm. "Boş ver zaten kim bakıyor ki bize?"
"Bazen keşke baksalar diyorum," dedi, tekrar utangaç halde gülümsemişti.
"Özellikle istediğin birisi var mı?" Buradan da Yiğit çıkarsa düşüp bayılırdım artık.
Gözlerini sıkıca kapatıp açtı, sonra bakışları yan tarafa kaymıştı. Onun baktığı yere döndüm ben de ama kalabalıkta kimi anlamam gerek, bilememiştim.
"Siyah gömlekli, pantolon askıları olan..."
Selin'in tarif ettiği kişiyi bulmam zor olmamıştı. Çevresini kızların sardığı, tarzından epey salaş ve açıkça serseri gibi görünen çocuğa burun kıvırmamak için zor tuttum kendimi. Uzun boyundan dolayı sanki etrafında dans ettiği kızları kanatları altına almış gibi duruyordu. Selin'in hevesini kırmak istemedim, gerçekten gözleri parlayarak bakıyordu çünkü. "İyiymiş," diye mırıldandım. Neyse ki Selin memnuniyetsiz ifademi fark etmedi. Hala o tarafa bakıyordu.
O hala hoşlandığı çocuğu seyrederken farkında olmadan kaşlarım çatıldı, onu bu hayal aleminden çekip çıkarmak istedim ama karışamayacağımın da farkındaydım. O sırada Rüya yaklaştı yanımıza, pek keyfi yok gibi görünüyordu, daha doğrusu üzgündü. Selin'i kolundan tuttu. "Selin gel lavaboya gidelim!"
Bana hiç bakmıyordu bile, arkadaşını çekip götürdükten sonra kalabalıkta yalnız kalmıştım. Birkaç insan beni ittirince masaya geri dönmek de zor oldu o an çünkü ters tarafa sürüklenmiştim.
Değişen şarkıya ayak uydurasım yoktu, kalabalığı sıyırıp geri gitmek istiyordum ama müzik temposunu arttırdıkça dans eden insan sayısı da artıyordu. İyice duvar dibine yanaştığımda sıcaktan bunalmıştım. Ve tam bu şekilde karşılaştım Akın'la. Duvara yaslanmış, asık bir suratla içeriyi seyrediyordu. Çok yakındık birbirimize ama o bana bakmadı. Önünde birleştirdiği kolları ve çatık kaşlarıyla epey mutsuz duruyordu.
Ona çok kızgındım, kampüste Yiğit'le kavga ettiği andan sonra bir daha denk gelmemiştik ve uzun zaman sonra ilk kez görüyordum. Yavaşça yanına yaklaşırken kendime engel olamamıştım. Başını hiç çevirmedi, yalnızca gözlerini bana kaydırdı ve sonra yine dans edenleri izlemeye geri döndü. "Ne var?" diye huysuzca mırıldanmıştı bir de. "Ne dolanıp duruyorsun?"
"Sana ne," dedim ben de. "Yürürken sana mı soracağım?"
"Sana mı meraklıyım? Denk geldim işte!"
"Bana bak Hazal, zaten keyfim yok git başımdan."
"Kalırsam sinir mi olacaksın?" derken masumca sormuştum bu, sahte bir masumluk tabi.
İlk kez başını bana çevirdi, sonra dişlerinin arasından sertçe konuştu. "Evet!"
"İyi gitmiyorum o zaman, delir bana ne."
"Iyy ne isteyeceğim senden be?" dediğimde ters bir bakış attı bana. "Asıl sen benden ne istiyordun? Onca yaptığını yanına kar bıraktım, hala dikleniyorsun bana."
O kadar korkuyla sormuştu ki bunu bir an durakladım, geçen zamanı düşündüm. "Azıcık ettim."
"Senin azıcığını bilmiyorum sanki... Hepsi senin yüzünden oldu, yuvam dağıldı!"
"Ay Akın ciddi misin ya? Sence tüm sorun benim sana beddua etmem mi? Hiç düşünmüyor musun bu kız bana neden beddua etti diye?"
"Kaç yıllık kuzeniz biz, göz ardı edemez miydin olanları?"
"Oldu, başka?" Kaşlarım öfkeyle çatılmıştı, her şeyi şaka sanıyordu galiba. "Ben ailemle görüşmüyorum sen farkında mısın? Her yaz kürkçü dükkanı gibi döndüğüm evim bu yaz benim için kapısını kapattı, artık yanlarına gidebileceğim bir annem babam yok çünkü galiba beni sildiler! Senin için önem arz etmiyor mu bu?"
"Ah keşke bir özürle her şey düzelse değil mi?" Kollarımı hırsla iki yana açtım, güzel geçecek dediğim her an, gece mahvolmak için fırsat kolluyordu sanki. "Ben de beddua edip hayatını kaydırdığım için özür dilerim o zaman... Nasıl, oldu mu?"
"Kes ya! Büyüyememiş, hayatın farkına varamamış bir çocuksun sen hala!" Sinirden göğsüm hızla inip kalkıyordu. Yanından geçip gitmek istedim ama omuzlarımız birbirine çarptığında olduğum yerde kalmıştım. "Ama merak etme," dedim güven veren bir sesle. "Aşk öldürmüyor, o yüzden eminim ki bir gün atlatacaksın. Bense arkamda durmayan bir ailenin varlığıyla nasıl devam edebilirim bilmiyorum."
Belki de bencillik ediyordum acılarımızı kıyaslayarak. Ama Akın'ı ciddiye alasım yoktu. Hırsa kapılıp Melis'i elde etmeye çalışırken her şeyi kendisi batırmıştı, bu yüzden bencillik etmeye biraz hakkım olduğuna inanıyordum.
Onunla daha fazla konuşmamak için yanından geçip gittim, karşıma da hemen kadınlar tuvaleti çıkmıştı. Koridorun kuytu kısmında olduğu için müzik sesi buraya fazla ulaşmıyordu. Kapıyı aralayıp içeri girdim, çok kalabalıktı ama en azından en kenardaki muslukta ellerimi yıkayabilirdim. Önümdeki kızın çekilmesini bekledikten sonra yerini ben aldım. O sırada sohbet eden kızlar arasında tanıdık bir ses doldurdu kulaklarımı. "Geri dönesim yok ama Yiğit'i de görmeden duramıyorum Selin..." diye bir sızlanma. Rüya'ydı bu.
Benim burada olduğumdan haberi yok mu diye içeri bakındım, tuvaletin diğer köşesinde başka kızların arkasındaydı ve bedeninin sadece yarısını görebiliyordum, yani onun da beni görememesi normaldi. Sesi ise tüm sesleri bastırıyordu, sadece Selin'in ne cevap verdiğini duyamıyordum.
Sonra Rüya yine konuştu. "Of ne yapabilirim? İyiyse cennete gitsin! Hoşlandığım çocuğun yanında kim olursa olsun benim düşmanımdır."
Sinirle gözlerimi devirdim. Allah'ım tamam, bir daha büyük konuşmayacağım! Ne olur daha fazla sinirim bozulmasın şu gece...
Rüya'nın yanına varıp sen bana ne diyorsun diye bağırmak ve buradan çıkıp gitmek arasında bocalıyordum. Bir şeyler daha konuşup duruyordu, artık kulağım yalnızca tuvaletteki gürültüyü alırken musluğu sertçe kapattım. İşte bu tüm gürültüyü bastırmıştı. O an tuvaletteki kızların hepsi bana döndü, Rüya ve Selin de dahil olmak üzere.
Ona gerçekten öfkeli bir bakış attım, tüm vücudum sinirden alev almıştı, yüzümün de kızardığını hissediyordum. Aramızda onca insan olmasına rağmen Rüya ile gerçekleşen gergin bakışmamıza bir son verip tuvaletten çıktım.
Yiğit'in yanına dönmek istiyordum. Çünkü bu yabancı yerde benim sığınabileceğim tek kişi oydu. Kendime bile yabancıydım şu an, yalnız kalmak istemiyordum normalde öfkeliyken bunu tercih etsem bile... Kalabalığı ittire ittire yırtıp masamızın olduğu yere geldim.
İlter, Oktay ve Yiğit hala aynı yerdelerdi, bir yere ayrılmamışlardı. Ama onları aralarında hararetle bir şeyler konuşurken bulmuştum, Yiğit de benim gibi öfkeli duruyordu. Bu gece gerçekten de fazla uyumluyduk.
Biraz çekinerek yanlarına yaklaştım çünkü aralarındaki konuşma beni görünce sona ermişti. Yiğit bir iç çektikten sonra bana döndü. "Nereye kayboldun sen?"
"Her yerde seni aradım Hazal."
"Yani nereye gidebilirim ki en fazla?" Hafifçe masaya yaslandım, acilen birimizin sakinleşmesi gerekiyordu yoksa bu gece patlayacaktık.
"Tamam ama böyle uzaklaşma." Gerçekten varlığıma ihtiyacı varmış gibi konuşmuştu. Omzumu hafifçe onun omzuna dokundururken "Sakin ol," dedim.
"Bunun için seni etrafımda görmem lazım," diye mırıldandı, tam olarak gözlerimin içine bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsememi tutmaya çalıştım, az önceki öfkemi bile balon patlatır gibi söndürmüştü hemen.
"Senin de işin gücün bakmak, benden başka izleyeceğin bir şey yok mu?"
Kaşlarını havaya kaldırıp cıkladı. "Yok."
"Mezuniyete eğlenmek için geldik sanıyordum? Ama burada tek eğlenen benim."
"Ben de eğleniyorum, sadece eğlence anlayışlarımız farklı."
"Siz böyle sürekli kafa kafaya verip kendi aranızda mı konuşacaksınız?"
Yiğit'e dalan bakışlarımı İlter'e çevirdim. Bozuk atarak bakıyordu bize. "Ne oldu?" diye sordum ona.
"Gerçekten defolup gideceğim artık buradan... Ben hiçbir şeyden keyif alamazken sizin ufacık şeyle mutlu olmanız canımı sıkmaya başladı."
Geldiğimizden beri sinirimi bozan her şeyden bihaberdi İlter. Bu yüzden Yiğit'in yanında mutlu olmayı hak ediyordum. Dirseğimi masaya yaslayıp yüzümü de avucuma koyarken sessizdim.
"Gece paçacıya gideceğiz merak etme, o zaman mutlu olursun sen de," dedi Yiğit İlter'e teselli vermek isteyerek.
"Nasıl da rahatladım şu an..." derken İlter gözlerini devirmişti. Onların bu hallerine gülmeye başladım.
O sırada Oktay çevresine bakınmaya başladı. "Selin'le Rüya nerede kaldı ya?"
Geçirdiği isimle beraber suratım buruşmuştu. Yanımıza gelmelerini hiç istemesem de ses edemedim, sanki onlar da bu anı bekliyorlarmış gibi uzakta göründüler. Masaya dönüyorlardı, hem de yanlarına Selman'ı katarak. Daha ne kadar keyfimiz kaçacaktı acaba?
Onlara bakarken sırtımı Yiğit'e yaslamış gibi olmuştum. Nefesi saçlarıma çarpıp tenime ulaşırken "Ben sakin bir insanım," diye mırıldandığını işittim. "Hem de çok sakin bir insanım."
Masaya geldiklerinde yüzleri gülüyordu, neye bu kadar güldüklerini bilmiyordum ama sinirlerim bozulmuştu. "Geldik!" diye cıvıldadı Rüya. Sanki tuvalette söylediklerini duymamışım gibi davranıyordu, gözlerimi kısıp tehlikeli bir bakış attım ona ama bana hiç dönmüyordu bile. İlk tanıştığımız andaki soğukluğu yoktu, aksine birden sevgi pıtırcığına dönmüştü.
"Fazla geldiniz sanki?" diyen de İlter'di.
Selman buna hiç aldırmayıp bana baktı. "Selam Hazal, sen de mi buradaydın?"
"Evet, benimle geldi." Yiğit elini belime sarıp hızlıca bir sınır çizdiğinde istemsizce gerildim. Tamam, iyi hoş beni kıskanıyordu ama aramızda konuşulmamış şeyler varken çok da sevinemiyordum buna.
Bununla beraber Rüya bozulurken Selman da hiçbir değişim olmadı. O da Yiğit'i yok sayıyordu.
"Sen Selman'la tanışıyor musun Hazal?" dediğinde Selin'e döndüm bu sefer.
"Sevgili Akın Öğütmen benim kuzenim olduğu için Hukuk fakültesiyle iyice tanışığım."
Rüya'nın dik bakışları üstümdeydi. "Biraz fazla tanışıksın sanki?" diye usulca mırıldandı.
Ona sevimsizce güldüm, sonuçta ben sakin bir insandım. "Evet, maalesef fazlalıklar bugün girdi hayatıma."
"Çıkartırız o zaman fazlasıyla..."
Alt dudağımı dişlerken derin bir nefes verdim. Bir şeyler söyleyecektim ki Selman "Ben yerimden memnunum," deyip güldü. Komik olmadığı için buna sahte de olsa ben gülemedim.
Oktay ise "Ha ha ha ha," diyerek mahsus olduğu belli olan abartılı bir kahkaha attı. "İlahi Selman ya, gülmekten kırıyorsun insanı."
Yiğit'in eli kıpır kıpır belimde dolanırken gıdıklanıyordum ama çok gergin olduğum için buna da tepki veremiyordum. Bugün daha ne kadar mahvolabilir dedikçe işler daha da kötüye gidiyordu. Artık her şeyi boş verip başımı öne eğdim ve oyalanmak isteyerek saçımla oynamaya başladım.
"Ben bir hava alıp geleyim," derken Selman bana son bir bakış atıp masadan ayrıldı. Sigara içmeye gittiğinin farkındaydım ama yine de birden ayrılışı garip olmuştu. Onun yoksunluk kriziyle ilgilenmeyip tekrar masaya döndüm. O sırada Yiğit'in eli de belimden ayrıldı. "Geliyorum şimdi," dediğinde ona baktım.
"Bir arkadaşımı gördüm de onunla konuşup geleceğim."
Son kez gülümseyip uzaklaştı yanımdan. Ben de ifadesiz bir şekilde masadakileri kontrol ettim. İlter ve Oktay kendi aralarında bakıştıktan sonra gözlerini bana çevirip gülümsemişlerdi. Tek sığınağımın gitmesiyle ıssız kaldığım yerde çaresizce gülümsedim ben de.
Sonra değişik bir sohbet oldu aramızda. Rüya'nın birden büründüğü sevecen rol yüzünden başım ağrımaya başlamıştı, sürekli bağırarak tiz bir sesle konuşmasından dolayı gözlerimi kapayıp başımı ovaladım. Kolumda bir dokunuş hissettiğimdeyse Selin'le karşılaşmıştım. "İyi misin?" diye sordu bana.
"Ben de dışarıda biraz temiz hava alsam iyi olacak," dedim usulca. Boğmaya başlamıştı burası, zaten hiçbir şey ilk anki kadar güzel değildi.
Masadan ayrılıp çıkışa yöneldim hemen. Midemde iğrenç bir bulantı vardı, doğru düzgün bir şey yemediğim halde kusacak gibi hissediyordum kendimi. Ben kapıdan çıkarken arkamdan İlter'in bağırışı duyuldu. "Hazal! Hazal, dursana be kızım..."
Kapı önündeki insanların arasından sıyrılıp boş bir alana geçtim, o sırada İlter'in de gelmesini bekliyordum. Kalabalık salondan sonra temiz bir hava iyi gelmişti, uzun uzun soluklanıp en azından gecenin sonunu düşündüm. Ne olursa olsun iyi bitecekti, iyi bitmeliydi.
Sırtımı duvara verdiğimde İlter koşturmaktan nefes nefese kalmış halde karşıma geçti. "Arkadan atlı mı kovalıyor, ne kaçtın öyle?"
"Kaçmadım, nefes almaya ihtiyacım vardı."
"Benim de vardı da ben kimseyi kurtlar sofrasına atıp gitmedim."
Kurtlar sofrası derken Rüya'dan bahsediyordu. "Arkadaşınız değil mi onlar?"
"Of niye yanımızda olduklarını biliyorsun Hazal, yapma şimdi."
"Bir şey yapmadım." Kollarımı önümde bağlayıp başımı arkaya attım. "Hem biraz gergindim de..."
Nasıl söyleyebilirdim ki Yiğit'ten bir şeyler beklediğimi? Bu çok çocukça geliyordu gözüme, sanki şımarık bir bebek gibi onu istiyorum diye sızlanamazdım. "İşte-..." Sözümü tamamlayamadan boğazıma oturan bir şeyle yutkunmam gerekmişti. Gözlerim dolduğunda kendimi dövme ihtiyacıyla dolup taştım birden. Ağlamamam lazımdı, ağlamamam lazımdı...
"Hazal." İlter teselli vermek üzere dostane bir tavırla yanıma yaklaştı. Şimdi bana son derece güven veren Yiğit'in göğsüne yaslanıp onun kucağında, onun için ağlayabilirdim. Ama onun yerine İlter uzaktan koluma dokundu ve "Ağlama be," diye mırıldandı. "Yapma bu gece."
"Bu gece mi? Bu gece beklediğimden daha kötü olamazdı."
"Bilmiyorum..." Çaresizce omuz silktim, Yiğit varlığıyla her yeri güzelleştiriyordu ama bir yanımda eksiklik hissediyordum şu an, hiç dolmuyordu orası. Belki de çok acele ediyordum, Yiğit'le bizim zamanımız şimdi değil miydi yoksa? Akın'a aşk öldürmüyor diye büyük büyük laflar ederken bu kadar çabuk çarpılacağımı bilemezdim, aşk öldürmüyormuş ama sanırım biraz süründürüyormuş.
Tek bir gözyaşı döktüm, fazla uzun sürmedi. Bir yaş aktı sadece. Ve o an Yiğit'in "Kes sesini!" diye bağırdığını duydum. Kulaklarım anında o sese kulak kesilmişti. Şaşkınlıkla İlter'e baktım. "Yiğit değil mi o?"
İlter karşımda gerim gerim gerildi birden. "Değil ya," diye alelacele beni düşüncemden vazgeçirmeye çalıştı ama ben sırtımı yasladığım duvardan ayrılıp biraz ilerideki sokak arasına yürümeye başladım. Ses oradan gelmişti.
Topuklu ayakkabılarıma rağmen koşturup sokak arasına baktım. Bulacağım manzara ne olabilirdi ki? Gözden kaçırdığım ilk an Yiğit ve Selman tam olarak böyle birbirine girecekti. Zaten az önceki gerginliğimden dolayı patlayacak bir bomba gibiydim, patlamak da şimdiye nasip olmuştu.
"Ne oluyor burada?" diye mırıldandım, sakinliğim kesinlikle sakin olduğum için değildi, aksine kendimi zorlukla tutuyordum.
Yiğit yakasından kavradığı Selman'ı sanki hiçbir iş çevirmiyormuş gibi bıraktı ve geriye kaydı. Ellerini beline yasladığında birkaç adım daha yanlarına yaklaştım. "Hiçbir şey," dedi tekdüze.
"Bu mu hiçbir şey?" Bakışlarımı Selman'a çevirdim bu sefer. "Siz aptal mısınız ya?"
"Hazal..." diye mırıltıyla konuştu o da.
"Allah aşkına neyin kavgası bu?" Ben gece bozulmasın diye Rüya beni düşman görmesine rağmen kendimi tutmuşken onların burada rahatça kavgaya tutuşması haksızlıktı. "Neyin kavgası!"
Yiğit uzanıp kolumu tutmak istedi. Hıncımı çıkaracağım kişi o olmamalıydı ama belli ki o olacaktı. Kendimi hızla geri çekip "Bırak!" diye bağırdım. "Yoksa aptal olan ben miyim tüm gece kendimi frenlediğim için?"
Rüya ile girdiğim ufak laf dalaşını işin içine katmıyordum, o hiçbir şeydi. Burada birkaç yumruk sallamaktan farklıydı. Sonuçta zararsızdı.
"Bir şey yapmıyorduk," diye kendini inandırmak için yalvarırcasına seslendi Yiğit. Aslında bu biraz komikti, sanki onu beni aldatırken yakalamışım gibi davranıyordu. "Konuşuyorduk sadece."
Selman'ın yüzündeki kızarıklığı işaret ettim. "Yumruk atarak mı konuşuyorsunuz siz?"
"Evet, kavga ettik," diye tüm tartışmaya son noktayı Selman koydu. "Sebebini de çok iyi biliyorsun Hazal." Yüzünde bıkkın bir ifade vardı, bunu Yiğit'e yansıttıktan sonra o da yanıma yaklaştı. Bana döndüğünde sadece yorgunluk görmüştüm onda. Yoğun bir yorgunluk... Aynısından bende de vardı.
"Biz seninle bunu konuşmuştuk Selman," dedim boşlukta bekleyen ellerimi çaresizce sıkıp. Türkçe pop gecesinde de benzer bir durum yaşanmıştı ve bunun sürekli tekrar etmesi artık saçmaydı.
"Ne yapayım? Öylece vaz mı geçeyim?"
"Ben senin yolun sonunda elde edeceğin bir zafer değilim." Biraz kırıcı gibi görünse de elimden başka hiçbir şey gelmiyordu. "Sana karşı hislerimin olmadığını söyledim."
"Bana yok da bu korkağa mı var yani?" Kaşlarını çatıp çenesiyle Yiğit'i işaret ettiğinde o tarafa döndüm. Yiğit yumruklarını sıkıp bir şeyler homurdanırken "Sana ne!" diye yükselmem gerekmişti. "Defalarca mı tekrar edeyim bunu? Sana ne!"
"Ona gösterdiğin tahammülü bana göstermemen haksızlık Hazal," dedi kırgın halde.
"Tahammül mü?" Keyifsizce güldüm, bu tepkime karşın Yiğit olduğu yerde toparlanıp dikkatle baktı. "Kime tahammül gösteriyorum ben? Yiğit'e mi?"
"Evet, ona olduğun kadar sabırlı değilsin bana."
"Bence sen yaşanan şeyleri çok çabuk unuttun Selman..." Kollarımı önümde birleştirip büyük bir gard aldım ikisine karşı. "Ama ben onları tekrar hatırlatmakla uğraşmayacağım."
"Ben ne olacağım peki?" Hüzünle kaşları çatıldı, az kala ağlayacaktı. "Seni onunlayken izlemek zorunda mıyım?"
Dudaklarımı yalayıp ben de onun gibi ağlamamak için yutkundum. Bu gece bu kararı alacağımı hiç düşünmezdim ama daha fazlasını kalbim kaldırmıyordu. Hiçbir şeyi zorlayacak halim yoktu. Belki de anın sıcaklığıyla aptallık ediyordum, sonradan çok pişman olacaktım ama bir de böylesini denemek istiyordum. Yanlış bir karar olsa dahi...
"Bizi Yiğit'le yalnız bırakır mısınız?" diye sordum Selman'a ve arkada sessizce bizi bekleyen İlter'e seslenerek.
"Hazal..." diyerek diretti Selman.
Birkaç saniye sonra güçlükle de olsa Yiğit'le yalnız kaldığımızda onun suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi duran haline baktım. Belki birkaç saat önce çok sevimli görünecek duruşu şimdi kalbimi kırıyordu. Neden bilmiyorum, kendimi parçalanmış hissediyordum.
"Özür dilerim," dedi kısık bir sesle.
"Bana yalan söyleyip buraya Selman'la kavga etmeye mi geldin gerçekten?"
"Ne için kavga etmeye geldin Yiğit?" derken omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Açık olmayacaksın muhtemelen, o zaman ben söyleyeyim. Benim için mi kavga etmeye geldin?"
Çenesini öfkeyle hareket ettirdiğinde gözlerini benden kaçırmıştı. Birkaç adım daha atıp karşısına geçtim. "Ama bu anlamsız... Çünkü bizim aramızda hiçbir şey yok." İfade etmesi güçtü benim için çünkü bugün bir şeyler olacağına, bir şeylerin değişeceğine inanmıştım.
Yiğit başını yere eğip gözlerini kapattıktan sonra birkaç saniye öylece bekledi. Bana geri döndüğünde sözlerime devam ettim. "Olmayacak da."
"Ne demek bu?" diye zorlukla konuştu.
"Çünkü sen benimle bir şeyler konuşmak yerine burada Selman'la, olmayan bir durumun varlığı üzerine kavga etmeyi seçtiğin sürece olamaz." Bu beni kırıyordu çünkü bana söylesin istiyordum, bana beni sevdiğini söylemesini istiyordum. Ama o bunu yapmak yerine beni kıskanmayı, sonra benim üzerimden başkalarıyla kavga etmeyi daha kolay buluyordu. Bilmiyorum belki de yanlış yerden bakıyordum olaya... Ama şimdilik benim için doğrusu buydu.
Ilık meltemle beraber açık saçlarım savruldu ve yüzüme geldi, Yiğit'in kırgın bakışları kahverengi tutamlarımda gezindikten sonra gözlerimde durmuştu. "Yapma Hazal," diye yalvarırcasına mırıldandı. Hala diyemiyordu, hala bana beni sevdiğini söyleyemiyordu. Belki de sevmiyordu.
"Yaptım bile." Çaresizce gülümsedim, bir cevap yoksa ulaşılacak son da yoktu. Gözlerim dolduğunda bulanık bakışların ardından seyrettim Yiğit'i. "Ben şu an vazgeçtim, gerçekten senden çok hoşlanıyordum ama-..."
"Vazgeçemezsin!" dedi acele içinde.
Yanıma yaklaşıp ellerini yanaklarıma sardı, sıcak teninden kaçıp ondan uzaklaştım. Tüm bu tavrım Yiğit'ten nefret ettiğim için değildi. Sadece çok büyük umutlara kapılmıştım ve yıkım da haliyle büyük olmuştu.
Sadece kıskanılarak ilerlemiyordu hayat, elle tutulur bir şeyler istiyordum ben. Ve Yiğit'e deli gibi aşık olsam da ondan vazgeçebilecek kadar gücüm yerindeydi. Belki de tam tersi güzel olacaktı, yolumuz bir olmayabilirdi ki... Kaderimiz yalnızca bu kadar kesişmiş de olabilirdi.
Ağlamamak için dudaklarımı içten ısırırken Yiğit'in bozguna uğrayan suratına baktım. Gerçekten beni kaybettiği için mi üzgündü? "Hazal ben seni-..."
Sözünü tamamlamasına izin vermeden "Yok," deyip onu engelledim. "Yok, sağ ol."
Yiğit bir daha bana uzanmak istedi ama artık geriye dönüp buradan kaçmak istiyordum. Eve dönüp Rengin'in kucağında ağlayacak çok mesele vardı. Fakat birkaç gözyaşı artık dayanamayıp hızla döküldüler.
Topuklu ayakkabılarım bu sefer heyecanımı değil, hayal kırıklığımı yansıtarak sokakta tıkırtı çıkartırken gerisin geri yürüdüm. Yiğit de sağlam adımlar atıp karşıma geçti. "Hazal seni seviyorum!" dedi yüksek bir sesle. Bağırarak kimi inandırmaya çalışıyordu buna? Muhtemelen kendisini. "Benim kimseden korkum yok! Sandığından-... Hayal edebileceğinden daha fazlasısın benim için..."
"Bunu bu gece sonunda bana söyleyecek miydin?" Durup gözlerinin içine baktım, dürüst bir cevap vermeliydi bana. "Tamam, bu gece değil... Yakın bir zamanda bana bunu söylemeyi düşünüyor muydun?"
Beni daha da derin sulara batırırcasına sessiz kaldı. Sorumdan sonra onda beliren şaşkınlığı atlatabildiğinde aralık dudaklarını da örtmüştü. Hareket eden ademelmasından onun yutkunduğunu fark ettim. Hayır, söylemeyecekti.
"İşte ben de bundan bahsediyorum..." Kendini baskı altında hissettiği için de bu itirafı yapmış olabilirdi, bunu söylemek istediği için değil... Kafam o kadar karışmıştı ki artık ne düşüneceğimi bilmiyordum. Sadece hayatımın merkezine oturmuş Yiğit'ten uzak durmak istiyordum.
"Gerçekten vaz mı geçeceksin benden?" diye kısık ve korku dolu sesiyle mırıldandı.
Çaresizlik içinde "Hıhımm," dedim. Kendimi tebessüm etmek için zorluyordum artık, gözlerimden yaşlar birer birer aksa da. "Vazgeçeceğim. Bilmiyorum Yiğit... Belki de birbirimiz için yaratılmadı-..."
"Sus," dedi yine alelacele. "Hayır, ben buna inanmadım."
"Ama ben artık buna inanıyorum."
"Yapma, sadece ufak bir kavgaydı Hazal," deyip başka bir yoldan denemek istedi. Ama yoktu işte, aylardır hissettiğim o heyecan birden bıçak gibi kesilmişti.
"Yiğit gerçekten istemiyorum." Başımı iki yana salladım. O bana tutunurken benim ellerim boştu, Yiğit bunu fark edince sıkılı ellerimi tuttu bu sefer.
"Yarın tekrar konuşalım bunu olur mu? Çok yanlış zamana denk geldi, haklısın yaptığım eşeklikti ama kestirip atmayalım böyle, yarın-..."
"Bir süre görüşmesek daha iyi."
Tüm tutuşlarından kurtulup artık mıymıntı gibi davranmayı bırakıp uzaklaşmak istedim oradan. Yiğit peşimden geliyordu ama eşyalarımın yanımda olmasının rahatlığıyla yol kenarında durdum, birkaç kız çağırdıkları taksiye binerlerken yanlarına gittim hızla. "Kızlar acelem var ben de binebilir miyim?" diye sordum onlara.
Bir an istemeyecekler sanıp korkmuştum ama tüm gecenin ödülü müydü bilmiyorum, yüzümdeki berbat ifadeyi gördükleri an büyük bir şefkatle "Tabi, gel," deyip beni yanlarına aldılar.
Yiğit de camın ardından yapacak hiçbir şey kalmamış gibi bana bakıyordu. Araba uzaklaşırken bakışları görüş açımdan usulca silindi. Kalbimden de böyle kolayca silinecek miydi acaba?
İki kızın arasına otururken birisi ellerimi tutmuştu. "İyi misin canım?" diye sordu.
Islak gözlerimi kırpıştırıp "Biraz," dedim ama gözyaşları tekrar akmaya başlamıştı. "Biraz iyiyim."
-
Okur Yorumları | Yorum Ekle |