Hem varlığımı hatırlatmak hem de arkadaşlarla görüşmeye bahane olsun diye geldiğim yayınevinde bizimkilerin odasına geçtim. En son bir hafta önce kurum dışında görüşmüştük ve onları özlemiştim. Koridorda ilerleyip Serhat ve Demet'in ortak kullandığı odaya geldim. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğimde onları yine bilgisayarın başında kafa kafaya vermiş halde bulmuştum tabi.
İkisi de gözlerini ekrandan kaldırmadan "Selam..." diye mırıldandılar. Sanırım bugün de onların işkoliklikleriyle baş edecektim. Çantamı genelde benim oturduğum sandalyeye bırakıp yanlarına ilerledim.
"Sizden nefret ediyorum artık." Arkalarına eğilip ben de ekrana bakmaya başladım. "Neden her geldiğimde çeviri üzerine çalışıyorsunuz?"
"İşimiz ya hani Hazoş," derken dalgınca konuşmuştu Serhat. Elimi onun omzuna koyup hafifçe sıktım, bu bir uyarıydı. Sonra bana döndü ve "Ne oldu?" diye sordu.
"Hadi ben gelmişken mola verin, eminim ki hiç vermemişsinizdir."
Demet boynunu geriye yatırıp kütletti. "Sen gelirsin de öyle bırakırız diye geçirmiştim aklımdan zaten."
Onların tekerlekli sandalyelerini salladıktan sonra ellerimi birbirine vurdum. "Hadi o zaman, çerezlerinizi çıkarın da beraber mola verelim."
Serhat "Bir kere de sen yiyecek bir şey getirsen olmaz mı?" derken huysuz bir bakış attı bana.
"Benim yemek becerim yok," dedim aceleyle. Bir yandan da Demet'in çantasından saklama kaplarını çıkarmasını izliyordum. Artık hayatımdaki tek heyecanlı şey, onun çantasından ne çıkacak olduğuydu.
"Zaten bunları da Demet hazırlamıyor, alıyor!"
"Kendin bile getirmiyorsun ama bana çatıyorsun Serhat!"
"Benimle ne alakası var? Konu sensin!"
"Kesin artık..." Demet saklama kaplarını açıp ortamıza koyduğunda gördüğüm çıtır leblebilerle hafif bir çığlık attım, bir diğer kapta da Serhat'ın istediği kajulardan vardı. "Sizin ikinizin de kendisine faydası yok, o yüzden tartışmaya da gerek yok."
Leblebi kutusunu elime alıp tek başıma yemeye başladım. Serhat da beni taklit edip diğer kutuyu önüne çekmişti.
"Ee ne var ne yok buralarda?" diye mırıldandım. Sonra onların odalarından pek çıkmadığı aklıma gelince duraksamıştım. "Gerçi hiçbir şey görmüyorsunuzdur şu odanın içinde çürüyüp gittiğinizden."
"Dedikodu bizim ayağımıza geliyor canım," deyip sandalyeme hafifçe tekme attı Serhat. Ben de onu ittirip "Yapma!" diye sızlandım.
"Sus da dinle... Şu yeni grafiker geldi."
"Ee? İşi bu, elbette gelecek."
"Ama nedense her geldiğinde bizim odamıza uğruyor, şöyle bir göz atıyor..." Serhat'ın anlatırken sanki yaşıyormuş gibi yerinde salınmasına güldüm ama sonra söylediğiyle gülüşüm sönmüştü. "...ve seni soruyor."
Demet telefonundan saatine kontrol ederken gülmüştü. "Hatta hep bu saatlerde geliyor değil mi Serhat?"
"Tam olarak bu saatte! Hazır ol... Kısmetin birazdan kapıyı çalacak."
Leblebi kutusunu hızlıca ortadaki masaya bıraktım. "Dalga geçmeyin benimle!"
"Ne dalga geçeceğiz? Adam nereden gördüyse hemen gözüne kestirmiş seni işte." İkisinin de gözleri üstümdeydi, gergince kıpırdandım çünkü böyle bir şeye şaka dahi olsa hazır değildim.
"Gerçi beğenilmeyecek gibi de değilsin ki." Demet'in bana alıcı gözle bakması üstümdeki rahatsızlığı daha da arttırıyordu.
"Kesin şunu, cidden böyle şeylerin şakasından bile hoşlanmam."
"Sen birazdan şakayı gerçeği göreceksin Hazoş!"1
Serhat'ın birazdan deyişinin üstünden bir dakika geçmedi ki kapı iki defa tıklatıldı. Ellerim titremeye başlamıştı, çaresiz gözlerimi onların üstünde gezdirdim fakat iki arkadaşım da gevrek gevrek gülerek bana bakıyordu.
"Divane grafikerimiz de geldi, uyan güzel aç gözünü..." Bu alaylı sözlerin hemen ardından Demet kapıya döndü ve gayet keyifli bir sesle "Gel!" diye seslendi.
-
Okur Yorumları | Yorum Ekle |