53. Bölüm

53

tuğba fc
askilav

Denemedi. Allah kahretsin ki başka yol denemedi. Selman salağı bana gerçekten dava açtı.

Mahkeme celbi eve geldiğinde bir süre bayılmak üzere girişimler oldu üzerimde ama her şeye rağmen dik durmalıydım. Üstelik beni yıkan bir başka şeyse vekil kısmında yazan isimdi: Av Akın Öğütmen

Resmen kuzenimle bir olup benim üstüme oynuyorlardı. Sinirden evdeki çoğu eşyayı dağıtıp kendimi yatağıma bıraktım. Oysaki kendimi daha sakinleşmiş birisi sanıyordum... Azıcık olgunlaşmıştım ve bu beni değiştirmişti... Ama hayır, bu sakinlik yalnızca kötü patlamak içinmiş. Yani ortaya çıkmadan önce içimde biraz büyümüş ve gizlenmiş.

Komodinimdeki kitabı alıp biraz okumaya çalıştım ama son sayfaya geldiğimde bile hiçbir şey okumamış sayılırdım. Bir çıkış yolu düşünmem lazımdı. Benim avukat tutabilecek kadar çok param yoktu, yayınevinden kazandığım para zaten zar zor geçinmeme yetiyordu. Bu yüzden utana sıkıla da olsa ablamı arayıp ona haber verdim.

"Ne demek davalık oldum?" diye çığırdı kulağımda. "Hazal ne yaptın sen? Ne yapmış olabilirsin de dava açarlar sana?"

"Birisi beni taciz etmeye kalktı abla..."

Bu duyduğu şeyden sonra çok kısa bir bekleyişten sonra adeta haykırdı ablam. Kulağımda yabancı bir ses vardı. "O zaman bir dava da bana açsınlar çünkü her kimse onu öldüreceğim! Kim oluyor o? Kim oluyor de taciz ediyor? Söyle çabuk!"

"Eski bir arkadaşım... Uzun zaman sonra ilk kez karşılaştık, hatta beni iş yerimde görmeye gelmiş yani tesadüfi değildi hiçbir şey."

"Tesadüfen öldürürüm ben onu be! Kasten de öldürürüm! Ayy çok sinirlendim şu an! Cidden kafayı yiyeceğim!"

"Abla tamam dur..."

Sürekli alıp verdiği soluklardan kendisini zor tuttuğu belli oluyordu. Eğer yanımda olsaydı tüm evi beraber dağıtırdık hatta.

"Nasıl durayım ya? Yaptığından utanmıyor bir de gidip dava mı ediyor seni?"

"Çünkü ben de biraz vurdum."

"Nasıl vurdun? Kaç kere vurdun? Neresine vurdun?"

"Sert vurdum abla," dedim kendimden emin şekilde. Gücüm kuvvettim yerindeydi şükür ki. "İki kere vurdum, bir defa yüzüne bir defa da şeyine işte..."

"Aferin sana! Keşke koparana kadar vursaydın."

"Yanında duracak tahammülüm yoktu. Vurduktan sonra mahkemede görüşürüz deyip ayrıldım oradan, neyime güveniyorsam..."

"Ne demek neyime güveniyorsam Hazal? Arkanda dağ gibi ablan var senin, avukat bulamazsak bile en azından gider bir tur daha döveriz."

"Of şu avukat meselesine gelecek olursam, benim bu dövdüğüm kişi yani Selman, kendini savunsun diye kimi tutmuş biliyor musun abla?"

"Kimi?"

"Bizim burun akıntısını!" dedim bir daha bağırarak. Aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyordum. Akın nasıl olur da böyle bir şeyi kabul ederdi? Yatakta çıldırırcasına kıpırdandıktan sonra başımı başlığa çarpınca biraz duruldum.

Ablam da tabi şaşırarak "Ne!" diye çığırdı. "Hazal bırak avukatı mavukatı ya! Biz cidden bu ikisini dövelim, enişten de bize yardım eder!"

"Görünce kriz geçirdim abla, nasıl yüz buluyor da yapıyor bunu?"

"Yüz bulmuyor ki! Yüzsüzün teki pislik Akın! Ailenin yüz karası! Bir de bizi silsin bunlar... Etraflarındaki paraziti hiç görmüyorlar!"

"Of... Ne yapacağız?"

"Yok bu artık cidden ölüm kalım meselesi oldu Hazal, ben bunları mahvederim! Parçalar parçalar bir daha mahvederim anladın mı? Bir güzel bellerim onları... Öyle böyle bellemem ama... Fena bellerim... Neyse cinsiyetçi küfürlerde bulunabilirim şimdi yanlışlıkla, o yüzden susacağım." Ablam arada derin derin nefesler alıp verdiğince aramada biraz cızırdama olmuştu. Telefonu kendimden uzaklaştırıp onun sakinleşmesini bekledim. "Tamam, sakinim," dediğinde gerçekten düzgünce konuşmaya başladı. "Şimdi ben Yusuf eniştenle konuşacağım, o bu avukat piyasasını iyi bilir. Sana İstanbul'dan en iyisini bulacak, anladın mı?"1

"Abla en iyisine gerek yok, Akın'ın zaten çapı ne ki? Onu alt edecek birisi olsun yeter. Hem ben suçsuz değilim... Kamera kayıtları var, onun beni sıkıştırdığı görüntüleri versek olmaz mı?"

"Hazal yani bu anlattığına Arın bile inanmaz. Canım benim adalet öyle işlemiyor. Bizim gerçekten savaşmamız lazım onlarla."

"Ya altı üstü bir yumruk be!" diye çıkıştım en sonunda. Ne abartmışlardı... Sokak aralarında bin beterini atıyorlardı bunların. "Bir tane de tekme yani, bu kadar uzatacak ne vardı?"

Uzatacak şeyler vardı tabi... Selman aklı sıra beni oyuna getirmeye çalışıyordu ama buna pabuç bırakamazdım. Ne mahkemede eline fırsat geçirirdim onun ne de davayı geri çeksin diye ayağına gider istediklerini yapardım. Böyle bir şeyin ihtimali bile konuşulamazdı.

"Sen merak etme biz onları uzatacağız ablam..." Ablam uzun zaman sonra ilk kez bir anne gibi davranıp tüm şefkatini gösterdi bana. Kıyafetimin ucuyla oynarken uslanmış bir çocuk gibi yatağa çöktüm. "Sen hiç korkma tamam mı? Aklına getirme bile... Düşünme."

"Öyle de işte... Uğraşmak, vakit ayırmak bile bir kayıp. Hadi ben yine kazansam karşılarında, o uğraşıma yazık abla ya."

"Ama uğraşarak bildireceğiz hadlerini ablam."

"Off!"

"Oflama sen, bekle. Ben eniştenle konuşacağım, o halledecek."

"Çok teşekkür ederim abla... Yanımda olduğun için gerçekten çok teşekkür ederim."

"Buna rica bile etmem, tabi yanında olacağım."

Telefonu kapattıktan sonra yataktan kalkıp kitaplığımın karşısına geçtim. Az önce bitirdiğim kitabı her ne kadar anlamasam bile rafa geri koyarken parmaklarımı okumadığım kısımda gezdirdim biraz. Aslında bir sürü kitabım vardı ama aklım Mavi Bulut ve Tatar Çölü'ndeydi. Yiğit'e kafasını dağıtsın diye verdiğim gençlik kitabım ve sonra aklını toparlasın diye verdiğim diğer kitabım... Acaba görmemek için nereye saklamıştı onları? Çünkü ben Yiğit'le ortak okuduğumuz bazı kitapları ortadan kaldırmıştım. Gördükçe içim acıyordu çünkü paylaştığımız o kitaplara, en az paylaştığımız duygular kadar önem veriyordum.

Sonra aklıma Tatar Çölü'nde geçen, Yiğit'in de bir ara bağlandığı o söz geldi. Hadi biraz cesaret Drogo... Biz cümlelere kendi anlamlarımızı yüklüyorduk, bu yüzden o cümlenin kitapta hangi kurguyla bağlı olduğu hiç umurumda değildi. Gerçi Drogo'da kalenin arkasına saklanıp güzel günlerin onu bulmasını beklemekten solmamış mıydı? Bir gün güzel günler ona gelecek diye hiçbir yere gitmemişti.

Ben de aynı şeyi yaşıyordum sanırım. Hiçbir şey yapmadan ya da yapmaktan korkarak hareket ediyordum. Yiğit'le ortak okuduğumuz kitapları niye kaldırmıştım mesela? Onun ismini bile hatırlatacak birkaç satırdan mı korkuyordum? Oysa o kitaplar güzellerdi ve yine kendileri gibi güzel anıları barındırıyordu, bense güzellikleri yok ediyordum.

Bedenimi yere bıraktıktan sonra derin bir iç çektim. İş saçma bir yere gitmemeliydi. Benim şimdi odaklanmam gereken bir davam vardı. Ama yine de umutsuzlukla omuzlarım çöktü. Hayatım hep iyi bir yere gidecek sanıyordum, radikal kararların ardında radikal değişimler yatmıyor muydu yani? Çünkü ben aynı kalmıştım da... Hatta beni değişimden soğutacak kötülükler olmuştu hayatımda.

"Hadi biraz cesaret Drogo," diye mırıldandım kendi kendime. Bunu biraz erken dile getirmeliydim çünkü Drogo sandığımdan da geç kalmıştı. Onun gibi geç kalmak istemiyordum. "...gerçekten hadi biraz cesaret Hazal."

-

Ablamın yolladığı adrese giderken tedirgindim. Yusuf eniştem çok iyi oldukları söylenen bir avukatlık ofisinden randevu ayarlamıştı ve konuşacaktık. Üstelik ablam tüm masrafları da üstlenmişti. Arın biraz daha büyüdüğü için çalışma hayatına geri dönmüştü ve kazancı vardı. Gerçi benim de vardı ama onun kadar değildi. Yine de onlara yük olduğum için utanıyordum. Bir yandan da içim rahattı. Ablam olmasaydı ne yapardım acaba?

Ofise girdikten sonra danışmaya gidip "Merhaba," diye mırıldandım.

Danışmadaki genç çocuk bilgisayardaki bakışlarını kaldırıp hafifçe gülümsedi. "Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?"

"Benim Gülben Ertekin'le randevum vardı saat bir buçukta."1

"İsminiz neydi? Hemen kontrol edeyim."

"Hazal Öğütmen."

Bir süre ekrana bakındı, gözlerini kısıp inceledi. Fareye basıp çıkardığı tık tık sesleri gerginliği arttırırken başımı yana çevirip gizlice nefeslendim. Ofisin içinde kapalı kapılar vardı, bazılarının önünde birileri bekliyordu. Bazılarından resmi kıyafetler giyen insanlar çıkıp koridor boyunca ellerinde dosyalarla ilerliyordu.

Ben onları incelerken danışmadaki genç "Doğru, burada bir randevunuz görünüyor," dedi. "Hatta ben haber vereyim Gülben Hanım'a, siz de sonra geçin."

Telefonu kaldırıp kısa bir arama yaptıktan sonra eliyle hemen karşıdaki kapıyı işaret etmişti. "Girebilirsiniz, Gülben Hanım sizi bekliyor."

"Teşekkürler, kolay gelsin..." Karşıdaki kapının önüne geldikten sonra kucağımda tuttuğum ceketimi iyice sıkıp kapıyı tıklattım. Gir sesinin ardından içeri girdiğimde kırklı yaşlarda bir kadın karşıladı beni. Uzun boylu birisiydi, omuzlarından biraz aşağıda olan saçlarında güzel bir sarı tonu vardı. Yüzündeki katı ifade ise ona korkunç bir görünüm katmıyordu, aksine çekici gösteriyordu. Etek ceket takımıyla da bu görüntüsünü tamamlamıştı.

Masasının ardından kalkıp bana elini uzattığın da ben de titrek parmaklarımı ona sardım. "Hoş geldiniz... Şöyle buyurun."

"Hoş buldum."

"Nasılsınız Hazal Hanım?"

"İyiyim, teşekkürler. Siz?"

"Ben çok iyiyim, kendimi herkesi alt etmek üzere feci güzel hissediyorum," derken ağırbaşlı bir gülüş sunmuştu bana. Bu tavrıyla ürktüm diyemem, aksine bana bile özgüven ve heyecan gelmişti.

"Sizin adınıza sevindim," deyip alt dudağımı içe doğru kıvırdım.

"Emin olun sizin adınıza da sevineceğiniz..." deyip elini baş ve işaret parmağını kaldırıp silah yapar gibi bana doğrulttu ama bunu olumlu manada yapmıştı. "Ertekin Avukatlıktasınız, buradan kimse mutsuz çıkmaz."

"Öyle mi?" Hevesle olduğum yerde dikelirken boş umutlara kapılmak istemiyordum. "Bunu gerçekten çok istiyorum!"

"Hiç endişeniz olmasın, her şeyi halledeceğiz Hazal Hanım. Ben ablanız ve eniştenizle görüştüm, kendileri randevu alırken bana ulaştılar ve olanlardan az çok bahsettiler. Ben de seve seve sizinle ilgileneceğimizi söyledim onlara."

"Çok teşekkür ederim Gülben Hanım."

"Yalnızca sizin avukatlığınızı ben yapmayacağım, o konuda bilgi vermek isterim. Benim bu süreçte ilgilenmem gereken başka bir davam var bu yüzden sizi bürodan başka bir avukatımıza yönlendireceğim."1

"Şey o da sizin gibi mi?" Bu o kadar saçma bir soruydu ki Gülben Hanım bile gülmüştü. "Yani sizin gibi derken," deyip hemen kendimi açıklama koyuldum. "Dişli birisi olmasından bahsediyordum."

"Biz zaten bu büroya ısırmayı bilmeyen avukat almayız Hazal Hanım," derken güven verircesine gülümsedi.

Benim de içim birazcık rahatlamıştı tabi. Çünkü Gülben Hanım'ım verdiği enerjiyi sevmiştim, hatta mahkemede Selman ve Akın'ı parçalayacağı anı görmek için para vermek bile geçmişti aklımdan. Ama başka bir avukata yönlendiriliyordum işte.

"Tamam o zaman."

"İsterseniz vakit kaybetmeden yanına geçelim."

Tekrar masasından kalkıp bana kapıyı göstermişti. Ben de çantamla ceketimi kucağıma tutmaya devam ederek peşinden gittim. Koridor boyunca ilerlerken Gülben Hanım topuklu ayakkabılarıyla epey ses çıkarıyordu ama bu hiç rahatsız etmiyordu, aksine danışmadaki gencin hayranlıkla onun ardından baktığını görmüştüm.

Fazla ilerlemeden bir kapının önünde durduğumuzda Gülben Hanım kapıyı tıklattı ve başını içeri uzattı. "Merhaba, müsait miydin? Sana yeni müvekkilini getirdim de."

Dudaklarımı büzüp tekrar şık büroyu seyrederken bir yandan da yerimde sallanıyordum. Gülben Hanım içerideki avukatla bir süre konuşmaya devam etti, sonra bana geri dönmüştü. "Geçebilirsiniz... Sizi pişman etmeyecek o dişli avukatlarımızdan Yiğit Kızıldağ'la tanışın."

Gözlerim onun suretinde asılı kaldığında ben de donakalmıştım çünkü ne...

Dişli avukatlarımızdan Yiğit Kızıldağ mı?4

-

Bölüm : 25.01.2025 00:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...