54. Bölüm

54

tuğba fc
askilav

Ellerim titremeye başlamıştı. Kesik kesik nefesler alırken dilimi ısırıverdim. "Şimdi mi?" diye sordum en saçma tepkimi vererek.

"Tabi ki de... Vakit kaybetmeyelim."

Gerçekten şimdi: Hadi biraz cesaret Drogo.

Kapıyı iyice ittirip açtığında karşıma masasının arkasında dikilmiş beni bekleyen Yiğit çıktı karşıma. Üstünde ceketi giyilmemiş bir takım vardı, kravatını biraz gevşetmiş gibi görünse de resmi görüntüsü hiç bozulmamıştı. Elinde tuttuğu bir dosyayı kapatıp gözlerini üzerimde gezdirirken ben de içeri girip arkama bakındım.

Gülben Hanım gülümseyerek kapıyı örttü ve bizi yalnız bıraktı. Korkak gibi davranamayacağımı bilerek "Merhaba," dedim Yiğit'e. Adım adım yaklaşırken o da masanın ardından çıkıp "Merhaba, hoş geldin," derken elini uzatmıştı. Resmiyet takınmamıştı, acaba tanıyor gibi mi davranacaktı?

Yavaşça tokalaştık. "Hoş buldum."

"Otur lütfen."

İşaret ettiği koltuğa oturduğumda o da sandalyesine geçmek yerine karşımdaki tekli koltuğa yerleşti. Üstündeki kıyafetlerle o kadar değişikti ki, onu en son bu şekilde mezuniyetteyken görmüştüm. Ama o zaman üniversiteden yeni mezun olan bir gençken şimdi büyümüş, olgunlaşmış ve mesleğini yapan bir adamdı.

Kısa bıraktığı sakallarını da ilk kez görüyordum. Saçları hep tuttuğu uzunluktaydı ama garipti işte. Aradan neredeyse üç sene geçmişti, acemi insanlar değildik. Belki ben biraz öyleydim ama Yiğit kesinlikle öyle değil gibi görünüyordu.

Gözümün kenarını hafifçe kaşırken "Fazla vaktinizi almayacağım," dedim, mesafemi korumaya çalışıyordum çünkü aramızdaki soğuk ayrılığı inkar edemezdik. Hoş bitmemişti hiçbir şey... Selman gibi tatsızlaşmasak da yaşananlar bizi sıkıca sarılmaya itmiyordu. "Aslında bu davayı almak istemezseniz de anlarım."

Sözlerime hiçbir cevap vermedi Yiğit. Kollarını önünde bağlayıp koltuğa iyice yaslanırken "Niye almayayım?" diye sordu biraz zaman sonra.

"Çünkü," dedim ve devamını getiremedim. Kaşlarımı imayla havaya kaldırıp omuzlarımı komik şekilde silktiğimde bu halime Yiğit de yüzünü sıvazlayarak gülmüştü.

"Kazanamam diye mi endişe ettin?"

"Yok, o kadar da önemli bir şey değil çünkü," desem bile evet, aslında bu benim için çok önemliydi.

"Konuyu öğrenip buna ben karar verebilirim."

Yiğit hala kendinden emin davranıyordu. Onu ilk tanıdığım zamanlar daha soğuk, biraz içe dönük, çoğunlukla üstü kapalı konuşan birisiydi ve şimdi sesini kullanışı bile onun ne kadar değiştiğini göstermişti bana.

Ezilip büzülmenin bir anlamı olmayacağını bilerek ben de sırtımı koltuğa yasladım ve yüzümde ufak bir tebessüm oluştu. "Birisini dövdüm sayılır."

Dalgınca kravatının düğümüyle oynuyordu Yiğit. Bakışları yüzümde öyle bir dolaşıyordu ki elimi sallayıp alooo diye bağıracaktım. Beni dinliyor musun? Savunulmaya ihtiyacım var!

Ama beni yanıltarak "Kimi?" diye sordu. Dinliyordu.

"Selman'ı." Muzip bir ifade olmamasına dikkat ederek dudaklarımı birbirine bastırdım ve aşağı eğdim. Sanırım garip bir an olmuştu bu bizim için... Çünkü Yiğit'le aramızdaki her şey, onun Selman'la kavga ettiği gece bitmişti ve yine bir aradaydık çünkü ben Selman'la kavga etmiştim.

Aramızdaki şifrenin, hayatımda gördüğüm en gıcık değişmeyi yaşayan o sarı bostan olacağını düşünmezdim ama bizi bir şekilde ayırıp birleştirebiliyordu. Ah Selman... Sen olmasaydın halimiz nasıl olurdu acaba?

Başını aşağı yukarı salladı ama bir şey söylemedi. O yüzden ben konuşmaya devam ettim. "Ve avukatı olarak da Akın'ı tutmuş."

Bu sözlerden dolayı kaçırdığım gözlerimi en sonunda ona çevirdim. Daha olgunlaşmış yüzünden okuduğum duygular onun nasıl profesyonel yaklaştığını gösteriyordu. "Sakinim..." diye kısık bir sesle mırıldandığında kravatını düzeltmeye devam ediyordu. Başını eğdi, gerçekten bir süre önündeki kravatla ilgilendi. Başını geri kaldırdığında dudaklarında söylediğinin aksine sakin durduğunu göstermeyen bir tebessüm vardı. "Evet."

"Bunu normalde istemezdim, beni biliyorsun," derken geçmişi anar gibi konuşuyordum biraz ve ansızın o resmiyet duvarını da kırmıştım. "Ama umarım ben istemesem bile onları parçalarsın."

Yiğit'in yüzünde durgun bir tebessüm oldu. Sanırım o da hatırladıklarının yükü altındaydı. Zaman nasıl geçerdi böyle... Aşık olduğum adamın karşısındaydım ve kalbim o gençlik çırpıntısı altında değildi. Yine de bana kötü hissettirmiyordu Yiğit.

Eskiden onu kendim için kuşkanadı esintisi diye tabir ederdim. Ufak bir kuşun kanadının çıkardığı esinti -yani Yiğit'in en ufak hareketi, belki gülümseyişi belki bana bakışı- bile beni darmadağın etmeye yeterdi. Şimdi sağlamdım karşısında, dağılmıyordum. Bu hislerim bittiğinden mi çözemedim bir türlü. Çok uzak kalmıştık birbirimizden... Onu yeni yeni hatırlıyor gibiydim, bir yandan da hiç unutmamış gibi.

"Bunu benden isteyeceğin kadar ne oldu?"

Geçen günü düşünürken hemen yüzüm asıldı. Mutsuzluk değil, yoğun bir sinirden kaynaklanarak. "İş yerimde çalışmaya başladı ve karşılaştığımız ilk gün izinsizce beni öpmeye kalktı," dedim hızlıca. Hemen sonra derin bir nefes verdim.

Yiğit donuk halde bana bakmaya devam ediyordu. Başını hafifçe omzuna yatırdıktan sonra gerçekten sakin ama bana bir sorun olduğunu düşündürecek kadar sakin şekilde kendi ağzından bir şeyler mırıldandı ama duyamadım.

"Efendim?"

"Yok bir şey," diye kısık bir sesle cevap verdi, sırtını dikleştirip duruşunu düzeltti sonra. "Endişe etmeni gerektirecek bir şey yok, hak ettiğin şekilde bu davayı kazanırsın."

"Gerçekten bunu yapar mısın?" O kadar heveslenmiştim ki ağlayabilirdim. Selman beni sandığımdan da iğrenç bir duruma düşürmüştü, yaşattığı şeyi gururuma yediremiyordum bir türlü. Aslında bu davayı açarak beni ne kadar ezik gördüğünü göstermişti bana.

"Zorlamaz," dedi rahatça.

"Teşekkür ederim..."

"İşim bu."

Bir elimi şakağıma atıp orayı hafifçe kaşırken "Tabi, işin," diye mırıldandım. Gözlerimi kaçırırken bakışlarım yan taraftaki kitaplığa değmişti. Koyu renk kitapların arasında sadece bir tane renkli kitap vardı ve aralarında kolaylıkla belli oluyordu. Hareketlerim duraksarken o tanıdık renk kitabın sırt kısmındaki ismi okudum. Mavi Bulut.

Ona seneler önce verdiğim gençlik kitabıydı. Hatta yanında Tatar Çölü de vardı. Demek benim yaptığım gibi ortadan kaldırmak yerine açıkta bulundurmayı tercih etmişti onları. Sanırım Yiğit de baktığım yeri fark etmiş olmalı ki "Hayatıma dokunan kitaplar," dedi usulca. "Çok değer verdiğim birisi tavsiye etmişti."1

Tebessümüm sekteye uğradı işte onun yüzünden. Başımı geriye çevirdiğimde başka Yiğit'le değil, benimle sahil kenarında buluşup sohbet eden Yiğit'le karşılaştım ve bu acıklı olduğu için, yalnızca eski olduğu için beni ağlatırdı. Yine de boğazımdaki yumruyu yutkunarak iteledikten sonra dudaklarımı daha sağlam kıvırdım iki kenara. "Ne güzel..."

Beni çok değer verdiği birisi olarak ifade etmesine karşın eski, güzel şeyler keşke yine öyle kalsaydı pişmanlığıyla yüzleşmem gerekmişti. O zamana dönemezdik de... İşte, bu zamanı da yönetemiyorduk. Şimdi fazla hızlıydı.

Acaba artık gitmeli miydim ki? Fazla mı kalmıştım? Her şey buraya kadar olabilirdi. İşimizi halleder, gerektiği gibi yolları ayırırdık. Çantamın içinden tebligat kağıdını çıkarıp ortamızdaki sehpaya bıraktıktan sonra "Ben artık gitsem iyi olacak," dedim. "Seni de meşgul etmeyeyim."

"Meşgul değilim."

Yiğit'in apaçık söylediği şeye karşın bir cevap veremedim. Duraksasam bile ayağa kalktım ve kapıya ilerledim biraz. "Yine de teşekkür ederim, her şeye rağmen beni kabul etmene sevindim."

"Her şeye rağmen dediğin ne ki?" diye merakla sordu.

Bir süre bekledikten sonra omuz silktim. Yiğit de oturduğu yerden kalkıp bana doğru gelirken değişik bir şey oldu. Kalbim hızlandı. Ve ben ondan gözlerimi kaçıramadım.

"Şimdi tüm işi burada bıraksam ve seninle gelsem, benimle bir yemek yemeyi kabul eder miydin?" Önceden aklımı başımdan alan sesiyle sarf ettiği şey bu sefer aklımı başımdan kaçırmamıştı da, bir eksiği yerine koymuş gibi hissettim. Bu yeni Yiğit'in etkisiydi. Daha güvenilir ve güçlü bir duygu salıyordu içime.

Elimi kulptan usulca çektim. Sırtım kapıya değmişti. Şaşkınlığı parça parça yutarken kaşlarım da çatıldı. Kızgın değil ama alışamamaktan dolayı tuhaf bir tepki verdiğimin farkındaydım. "Benimle mi? Yemek mi?"

Yiğit bundan keyif alır gibi gülümsedi. "Seninle. Yemek."

"Niye?"

"Şu her şeye rağmen ne demek merak ediyorum." Bir elini pantolonunun cebine sokarken daha rahat bir duruş almıştı. "Ve açık açık konuşmak istiyorum... Geçmişi."

-

Bölüm : 28.01.2025 13:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...