55. Bölüm

55

tuğba fc
askilav

Geçmiş sanıldığı gibi silik bir şey değil. Eğer şu an varsam, bu geçmişin peşimden geldiğini ve hatta benimle yaşadığını gösteriyor. Yani ondan bağımsız olmam mümkün değilse onu görmezden de gelemem. Bir yerde belirecek, kelimelere dökülecek ve geleceğimle, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacak.

Dudaklarımı iç kısmından ısırırken ne diyeceğimi bilemeyerek sustum. Yiğit beklentiyle bakıyordu bana. Gerçekten istiyor gibi kara gözleri üstümde dolaşıyordu. Onu uzun zaman sonra böyle ne istediğini bilen, kendinden emin şekilde görmek tuhaftı. "Tamam," dedim, her ne kadar sesim tedirgin çıksa da omuzlarım dikti. "Olur."

Yiğit usulca gülümsedi. Bu bana da sirayet etmişti. Isırdığım dudaklarımı serbest bırakıp hafifçe kıvırdım.

"Çıkalım o zaman."

Masadan telefonunu, anahtarını aldıktan sonra açtığım kapıdan beraber çıkmıştık. Koridorda ilerlerken Yiğit bir iki kişiye selam verdi. Danışmadaki çocukla da çok kısa konuştuktan sonra bürodan ayrılmıştık. İlk başta nereye gideceğimi bilemedim. Zaten buraya da otobüsle gelmiştim ancak beni "Şu taraftan," diyerek sola yönlendirdi.

Park edilmiş arabalara bakarken en son onunla yaptığım yolculuğu düşündüm. Mezuniyete gidiyorduk. O bu şehirdeydi... Burada olmak için sebepleri vardı. Bense belirsiz bir toz bulutuydum. Nereye savrulacağımı kendim bile bilmiyordum.

Şimdi ikimiz de iş güç sahibi yetişkinler sayılırdık. Bu kadar büyüyeceğimizi hiç düşünmezdim, üstelik ondan ayrı olacağını... Yiğit çok kısa sürede bana kaybolmaz bir his bıraksa da kopmak kaçınılmazdı. Onsuz iki buçuk sene.

Ancak herhangi bir arabaya binmedik. "Çok yakında bildiğim güzel bir yer var, yürüme mesafesinde," diye açıklamada bulunduğumda başımı aşağı yukarı salladım. Peki sesim nerede?

Aradan epey zaman geçip de kendimi düzeltebildiğimde "Tamam," dedim. Garip olmuştu. Sanki konuşmaları sonradan işitiyormuşum gibi. Yiğit başını hafifçe bana çevirdiğinde ben de garip bir an yaşamamışız gibi baktım ona. İçimden de kendime rahatlamam gerektiğini hatırlatıyordum. Sonuçta hala gençtim, güzeldim ve... iyiydim yani. Bu kadar çekinecek ne vardı ki?

Gerçekten çok kısa bir yürüme vaktinden sonra Yiğit yol üstündeki salaş bir kafe restoranın kapısını ittirdi. Geçmem için müsaade ettiğinde ilerleyip girdim. Loş ışıklarla aydınlatılmış bir yerdi, genişti, ferahtı. Tam öğle vakti olduğundan da biraz kalabalık sayılırdı. Neyse ki fazla gürültülü değildi.

Boş masalardan birisine geçtiğimizde çantamı arkama bırakıp oturuşumu düzelttim. Sürekli öksürerek boğazımı rahatlatmak istiyordum ama bu kötü olacaktı, o yüzden su içmeyi düşündüm ama az sonra içmekte karar kıldım, hemen hiperaktif birisi gibi görünmek istemiyordum.

Bir garson gelip hızlıca siparişlerimizi aldığında artık yapayalnızdık. Tekrar gergin halde oturuşumu düzeltip bakışlarımı Yiğit'e çevirdim. O da benim kıpırdanışımı seyrediyordu. Oysaki hiperaktif gibi görünmeyecektim değil mi? Ama sabit durmak hiç benlik değildi.

Artık kendimizden bahsedeceğimiz için bürodakinden daha da gergindim. Hislerimi anlatmak bana zor değildi, kolaylıkla açıklardım kendimi ama ilk kez kendimi tanımıyor gibi hissediyordum.

Bana kalmadan Yiğit "Nasılsın?" diye mırıldandı. Bunu yalnızca basit bir durum taraması olarak algılayamadım. Sanki geçen yılların üstümde bıraktığı yıkıntıyı soruyordu bana. Senden neler kaldı geriye?

Su içmeyi boş verip hafifçe boğazımı temizledim. İyi hissettirmişti. Masaya yaslandım, biraz öne eğildim. "İyi olmak için uğraşıyorum," dedim. Gerçekten de öyleydi. "Sen?"

"İyi olmaya çalışıyorum."

Benim gibi sırtını sandalyeden ayırıp hafifçe masaya eğildi. Çok yakın olmasak da yalnızca birbirimize bakıyorduk ve bu yakın hissettiriyordu. Üstelik sözleri de benimle aynıydı. İçim titrerken "Neden?" diye sordum. Aslında iyi gibiydi, güzel bir işi vardı, hatta başarılıydı da... Ama bunun farkında değilmiş gibi konuşuyordu.

"Yetmeyen şeyler var sanırım."

Pek anlam yükleyemesem bile "Anladım," diye mırıldandım ona. "Umarım istediğin gibi çok iyi olursun."

"Umarım..."

Elimi omzuma koyup hafifçe ovalarken dudaklarımı şapşal bir gülüş aldı. Bu sevinçten değil, tamamen nasıl tepki vereceğimi bilememdendi. Masaya düşmüş bakışlarımı ona kaldırdım. "Biraz tuhaf hissediyorum."

"Niye?"

"Bilmiyorum, hiçbir şey eskide kalmamış gibi davranmanın sebebini çözemedim."

"Seni eskide bırakmadım Hazal."

"Niye? Olanlar için hiç mi kızmadın bana?"

"Kızılacak bir şey mi yaptığını düşünüyorsun?"

"Hayır ama bu benim açımdan öyle... Sen kızmış olsaydın bir şey demezdim."

"Ama kızmadım." Başını hafifçe yana yatırdı, bakışları çok derindi. "Onca zaman yanımda oldun," diye mırıldanırken akşam sahillerinde birbirimiz ve kitaplarımız hakkında konuştuğumuz zamanları düşledim. Bana kolaylıkla hatırlatmıştı. "Yanımda olmayı tercih eden kızın uzaklaşmak için illa bir sebebi vardır dedim. Hiçbir şeyi öylesine gerçekleşiyor diye düşünmedim."

"Kendini haklı bulmadın mı yani?"

"Lüzumu yoktu, giden gittikten sonra haklı olsam ne değişecekti ki?"

"İçini rahatlatırdın Yiğit."

"Ama beni rahatsız eden şey haksız olmak değil, senin yokluğundu," dedi net şekilde. "Ben yaptığım her şeyin en doğrusu olduğunu düşünsem bile hayatımdaki yanlışı düzeltemezdim, bu yüzden kendimi aklamaya çalışmadım."

"Sana böyle hissettirmek istemezdim... Belki de hiç denk gelmemeliydik."

"Ne zamandan bahsediyorsun?" derken kaşları çatıldı birden.

"O ilk mesajlardan." Hafifçe omuz silktim. "Çünkü ortada apaçık bir şey yokken birbirimizden uzak durduk, daha doğrusu ben durdum. Sen o zaman benimle konuşmak için uğraştın, bense içimden bir hisle o teklifleri reddettim."

"Şimdi de seneler önce de iyi ki denk geldik Hazal... ve hatta beni iyi ki de reddettin." Artık çok ciddi bakıyordu Yiğit. Duruşunu düzeltip dik bir hal aldı. "Belki bu üç senelik gecikmeyle, daha sonra yapacağım tüm hataları silip atmış olabilirim çünkü sen varlığınla da yokluğunla bana çok şey kattın."

Titrek bakışlarım ilk başta donuk bir hal aldı. Onun, görüşmediğimiz onca zaman sonrasında bana kızgın olmaması birazcık yüreğimi burkuyordu ancak zamanın boşa gitmediğini anlatmasıyla da rahatlıyordum. Gerçekten rahatlıyordum. Kasılan bedenimi boşluğa salar gibi hafifçe bırakıp konuştum ben de. "Her şey daha farklı olsun istemez miydin?"

"Onu çok önce düşünecektim, şimdi hayat böyle ilerledi diye bir keşke kelimesiyle canımızı yakamam."

"Çok mu önce düşünecektin?"

"Hayat, sevdiğini söylemeyi ertelemeye gelmiyor." Kravatının ucuyla oynarken oraya bakıyordu, sonra sevdiğini ifade etmekten hiç gocunmuyormuş gibi bana çevirdi gözlerini. "Bir şeyleri saklamaya, korkmaya, kaçmaya vakit yok. Hiç kimsenin olmadığı yapayalnız hayatımda daha ender duygular inşa ettiğime inanıyordum ama apaçık kendimi kandırmışım ve ben kandırılmış bir hayat istemiyorum."

Hiç olmazsa kandırılmış yaşamın güzel bitsin.

"Kaç defa okudun Tatar Çölü'nü?" diye sorarken istemsizce gülümsemiştim. Bu sözcükler bana tanıdıktı.

"Sen aklıma geldikçe." Başını bir hesaplama yapar gibi hafifçe iki yana salladı Yiğit. "Belki de her gece."

Bense onunla okuduğum kitapların hepsini kaldırdım. Sandığımdan da kindarmışım ya. Utangaç halde alnımı kaşırken gülümsemem de biraz muzip bir hal aldı. Yiğit bir şeyleri komik bulduğumu düşünmüş olmalı ki "Neye gülüyorsun?" diye sordu ama ona da bulaşmıştı, karşılıklı olarak gülüyorduk.

Başımı hafifçe iki yana salladım. "Hiçbir şeye."

Oysaki bir süredir hayatımda hiçbir şeye gülebileceğim hiçbir şey olmamıştı. Elimi yüzüme kapatıp artık kısık şekilde kahkaha atmaya başladım. Dava konusu çıktığından beri içimde biriken gerginliğin bir çeşit patlamasıydı bu sanırım. Kendime kısa bir süre tanıdım, biraz daha iyi hissettiğimde ise Yiğit'e geri dönmüştüm. Gözlerine kadar ulaşan gülümsemesiyle beni seyrediyordu. "Ah tamam, şimdi iyiyim... Özür dilerim, birden oldu."

"İyi olmuş o zaman." Yiğit saçının önünü öyle rastgele düzelttikten sonra "Neler yaptın görüşmüyorken?" diye sordu. Yine çok açık uçlu bir soruydu. Her şeyi kastediyor olabilirdi. O yüzden yalnızca hayatımın en klasik yönlerinden bahsettim.

"Çok bir şey değil, işe girdim. Bir yayınevinde çevirmen olarak çalışıyorum. Böyle devam ediyorum."

"Başka?" Sanki daha fazla konuşmamı istiyordu ama ben ne diyeceğimi bilmiyordum ki. Heyecanlı bakışlarımı restoranın içinde gezdirip bir süre kaçtım ondan. Ne diyecektim... Çok sıkıldım, hayat hiç istediğim gibi gitmedi mi? Bu güldüğüm anlara bir ihanetti.

İstemsizce tebessüm edip alnımı sıvazlarken "İşte..." dedim. "Bu kadar. En tuhaf şey davalık olmam işte."

"Onu halledeceğiz, sıkıntı etme."

"Tekrar teşekkür ederim."

"Boynunu büküp bir kere daha teşekkür etmemen için ne yapayım artık?" derken ellerini ensesinde birleştirdi, rahat bir hal almıştı. Gevşettiği kravatı, gömleğinin katlanmış kollarıyla artık o kadar da resmi görünmüyordu.

Sessizce iç çekip alt dudağımı dişledim. "Edeceğim," dedikten sonra kaçırdığım gözlerim yine ona dönmüştü. "Sen neler yaptın geçen zamanda?"

"Olmam gerektiği gibi bir avukat oldum." Ellerini ensesinden indirip tekrar masaya yaslandı, yine yakınlaşmıştık ve ben onun karşısında eskisi gibi kalbimin hızlandığını değil kalbimin sıkıştığını hissettim. Bu daha da çıkmaza sokuyordu işleri. Hani bitmişti her şey? Hani mutluydum? Hani kaderimiz bir değildi? "Biraz da değiştim," dedi Yiğit sonra.

Yüzüne azıcık dikkatle baktım, sonra ağzımdan kaçıverdi. "Evet belli oluyor."

"Ne belli oluyor?" diye sordu.

"Değiştiğin." Normal bir şeyden bahseder gibiydim, bu yüzden hafifçe omuz silktim. Halbuki geçen üç senenin onu büyütüp nasıl olgun ve yakışıklı bir adama çevirdiğinden bahsediyordum. Sanırım Yiğit de bunu anlamıştı. Palavramı hiç yememiş gibi gülüşünü saklamaya çalışırken ben de bozuntuya vermiyordum.

Yiğit masaya ritmik halde vurup beklerken bir şey sormakta zorlanıyor gibiydi. Bakışları da hiç bana dönmüyordu. Sanırım gerginliğimi attığımdan "Sor hadi," dedim. "Bekleme."

"Hayatında birisi var mı merak ediyorum." Eğildiği yerden kalktı. Sanırım onu teşvik etmemle açılmıştı. "Oldu mu? Şu an var mı? Olacak gibi mi? Olsun diye uğraşıyor musun?"

"Yavaşla..." derken istemsizce güldüm. Yiğit şeffaf birisi olmaya çalışırken sanırım aradaki perdeyi tamamen yırtıp atmıştı. "Hayatımda birisi yok, olacak gibi de değil."

Bakışları birden değişti. Kimsenin olmaması hoşuna gitmişti ama ben "İstemiyorum kimseyi," diye ekleyince memnuniyetsiz oldu birden. Utanmasa kaşlarını çatar, kızardı bana. Oysaki içimde ses, senin dışında kimseyi diye haykırıyordu.

Bir cevap verecek olmuştu ama o sırada gelen yemeklerimizle sessiz kaldık. Garson gidince Yiğit çatalı eline aldı ama bir şey yemedi. Bana bakıyordu. Kaşlarımı kaldırıp ne oldu anlamında başımı salladım.

"Yok bir şey." İfadesiz halde yemeğini yemeye devam etti. Galiba o açıkça isteklerini belli ederken benim kendimi uzak tutmama bozulmuştu ama işte... Zaman bizi değiştirmişti. Biraz daha kendime yönelmiştim ve oradan çıkamıyordum.1

Yemeği karıştırırken özür dilemek geçti içimden. Yıllar sonra, isteyebileceğin birisi olmadığım için özür dilerim. Ancak sustum, eskisinden daha az konuşuyordum artık. Bu yüzden sessizce yemiştik yemeği. Neden bilmem Yiğit de kendisini biraz geri çekti.

Yemeğin sonlarına doğru "Dava için nasıl iletişime geçelim?" dedim.

"Seni ararım."

"Ama ben numaramı değiştirdim."

"Öyle mi?" derken kaşlarını hayretle kaldırmıştı. "Ben de beni engellediğin için fotoğrafın yok sanıyordum."

"Niye engelleyeyim ki?"

"Bilmem..." Masadaki telefonunu açıp bana uzattı. "O zaman alabilirim yeni numaranı."

"Tabi." Ezberlemem uzun süren ikinci numaramı girdikten sonra kısaca kendimi çaldırdım. Sanki yeni yeni tanışıyor gibiydik. Numaralarımızı alıyorduk... Gerçi bu ilk seferden daha mantıklıydı. Yiğit'e attığım aptal anonim mesajları düşündükçe, niye bu kadar geri zekalı gibi davrandığımı sorguluyordum. Onun beni bir hadsiz olarak nitelendirmesi, benim hayatına bodoslama dalışım... Yine yanaklarımı utanç yangısı bastı. Ellerimi oraya bastırıp bir süre bekledim.

"Herhangi bir şey için endişelenmiyorsun değil mi?" Biraz incelercesine bakıyordu Yiğit. Elini uzatıp yanağıma dokunacak gibi olduğunda, sanırım bu dokunuş sonradan yanlış gelmiş olacak ki kendisini durdurdu.

"Hayır endişelenmiyorum." Sanırım eskileri hatırlayıp utanışımı yanlış yorumlamıştı. Hafifçe gülümsedim ona. "Aksine beni yoran tek şey davaydı, onun için de yavaş yavaş rahatlamaya başladım."

"Güzel. Sen o meseleyi tamamen göz ardı et, bana bırak. İnan ikimizi de hiç zorlamayacak."

Kullandığım peçeteyi katlayıp kenara bıraktıktan sonra "Teşe-..." diyecektim ki Yiğit derin bir iç çekip geri yaslandı. Sanırım bu dava konusundan dolayı sürekli teşekkür etmeme karşın bıkkınlığını gösteriyordu ama bu hali tatlı bir bıkkındı. Ben de yaramaz şekilde gülüp "Peki," diye mırıldandım. "Etmiyorum."

"Buradan sonra nereye geçeceksin?"

Omuz silktikten sonra normal bir şeyden bahseder gibi konuştum. "Eve."

Eskisi gibi sosyal bir hayatım yoktu. Ne dans ne arkadaşlık... Takılmak, vakit geçirmek benden uzaklaşmıştı. Nasıl birden böyle sıkıcı hayata düştüm bilmiyordum ama bunda Rengin'in gidişinin de payı vardı. Her şeyimi onunla yapardım ve o artık yoktu, uzak bir şehirdeydi.

Kendim de dışarı çıkabilirdim ya da başkalarıyla... Ama en güzeli onunlaydı ve büyümeye bu yüzden katlanamıyordum. İnsanı ayrılıklarla sınıyordu.

"Rengin'le mi planın var?"

Başımı hüzünlü bir tebessümün gölgesini taşırken iki yana salladım. "Rengin burada değil, gitti."

Yiğit biraz şaşırmıştı. "Nereye gitti?"

"Son sene formasyonu alıp sonra sınava hazırlandı ve Siirt'e atandı."

"Edebiyat öğretmeni olarak?" derken hala şaşkındı. "İlk senesinde mi gitti?"

"Büyük bir akraba baskısı altında olunca insan imkansızı da başarıyor işte."

"Mutluysa problemim yok da... Sen mutlu değil gibisin."

"Yani benden daha iyi durumdaydı, en azından o baskıyla iş edindi, hem işini de seviyor, o yüzden onun adına çok mutluyum." Gözlerim dalıp gitti, geçen üç seneyi düşündüm. "Ama özlemiyor değilim, uzakta olmak epey zorluyor."

Yiğit yavaşça yutkunduktan sonra "Onun gibi öğretmen olmayı düşünmedin mi?" diye sordu, sonrasını biraz zorlukla ifade etmişti. "Belki yanına giderdin?"

"Yok, öğretmenlik pek benlik değil. Yaş grubu fark etmeksizin herhangi bir çocuğa tahammül edebileceğimi sanmıyorum." Epey tiksinti doluydu sözlerim, birinci derece yakınım olmadıktan sonra çocuklar benden uzak durmalıydı.

Tabi benim tepkime Yiğit de usulca güldü, buruk bir gülüştü bu. "En azından bir nefretin karşılaşma ihtimalimizi artırmış o zaman."

"Gecikmeli."

"Tam zamanında diyelim. Tercih ettiğin karara saygısızlık etmeyeceğim."

Beni suçlamıyordu ve bu güzeldi. Sanırım uzak kaldığımız anları iyi olmamız için birer fırsat sayıyordu, e haliyle içim de rahatlıyordu. Dudaklarımı içten kemirirken "Çok mu olgunlaştık?" diye sordum ona. "Her şeye saygımız artmış gibi de ondan merak ettim."

"Bir şeyleri berbat etmeme çabası."

Gözlerimi yavaşça ona kaldırdım. Sakin konuşmamız onun net duruşunda can bulmuş gibiydi. Sözlerini yansıtıyordu Yiğit.

"Berbat edilecek şeyler var daha yani... Harika."

"Evet, en azından bir şeyler var... Bu daha harika."

Tamam, bu konuşma artık bitmeliydi. Gülümsüyordum, hem de utangaç gibi... Ancak yaşlı bir insanın gençliğinde yaptığı hataları gördüğünde edindiği o bilge tebessüme de benziyordu dudaklarımdaki. Ve artık gitme vaktimdi. "Gitsem iyi olacak," dedim. "İşlerimi hep yarıda bıraktım."

"Peki." Yiğit bunu pek istemiyor gibi olsa da gitmem gerçekten iyi olacaktı. Daha ilk günden konuşulacak şeyleri tüketmenin manası yoktu. Dava sonuçlanana değin yan yana gelecektik ve iyice derine dalarak kaybolamazdık. Aklımız bize lazımdı, bilinçli olmalıydık.

Yiğit kasada hesabı hızlıca halledip yanıma geldi. Beraber kafeden ayrıldığımızda sokağa bakıp temiz havayı içime çektim. O sırada Yiğit beni büro tarafına yönlendirdi. "Seni bırakayım."

"Sağ ol teşekkür ederim, kendim giderim."

"Olmaz-..."

Aceleyle sözlerini kestim. "Lütfen, kendim gitsem iyi olacak."

O da bedenini gergince bana çevirdi. Bunca ısrarıma anlam veremiyordu galiba. Yüzü ciddi bir ifade aldı, sonra da açıkça sordu. "Bu karşılaşmadan hoşlanmadın mı yoksa? Fazla mı üstüne geldim?"

"Hayır, kesinlikle öyle bir şey yok," derken kendimi açıklama çabasına girişmiştim. Yiğit beni biraz yanlış anlamıştı. Durgunluğum ona karşı bir soğukluk değil, geçmiş duyguların gün yüzüne çıkarken beni bocalatmasıydı. Halbuki sevecen aşıklar gibi durmadan gülümsemiştim ve utanıyordum! "Üstüme de gelmedin ayrıca. Sadece o kadar zamandan sonra seni görmeye biraz alışmam lazım."

"Mesele şu." Yiğit bir elini cesurca koluma uzatıp dirseğimi kavradı, sonra tutuşu yavaşça aşağı kayıp elime yönelmişti. "Alışmak istiyor musun beni tekrar görmeye?"1

Başım biraz öne eğildi. Evet dersem, tüm kararlarımı yerle bir etmiş olur muydum? Çünkü hayır demek istemiyordum... Ayrı olmak iyi geliyor olsa da beraber olmak çok daha güzelmiş ve bunu anlayabilmem için o üç seneye ihtiyacımız varmış. Geriye dönsem yine Yiğit'ten uzak durmak isterdim herhalde. Ama tekrar yan yana gelmek de isterdim.

Düşüncelerin girdabından aldığım son mantık parçasıyla bakışlarımı Yiğit'e çevirdim. "Buna zamanla karar vermeye ne dersin?"

"Zamana bırakacak hiçbir şeyim kalmadı Hazal" Eskisinden daha aceleciydi, bu yüzden bir adımla bana yaklaşıp bana hafifçe bana eğdi. "Bu yüzden bu soruya evet demeni sağlayacağım."

Teni arasında, sıcakla kaybolan elimi hafifçe hareket ettirdim. Dokunmak içimdeki eski duyguları kıpırdatmıştı. Gözlerimi, özlediğimi hissettiğim suratında gezdirdim. İkimizin de hareleri kıpırtıyla hareket ediyordu. Birbirimizi o kadar uzun zaman görmemiştik ki hatırlamamız gereken şeyler vardı. Bir süre boş kaldırımda dikilip eksikleri tamamladık ve ben aniden gelen cesaretle mırıldandım. "Dene o zaman."

Şaşırdı. "Ne?"

"Hadi, bana evet dedirt."

"Kesin olarak?"

"Ne için istiyorsan onun için evet dedirt bana. Alışmak mı sevmek mi gitmek mi? Neyi diliyorsan uğraş ve buna zaman değil, biz karar verelim."

Tüm bedenim aniden şarja takılmış gibiydi. Duruşumu dikleştirdim. Gözlerimi de Yiğit'ten hiç çekmedim. Yüzünde hoşuna gitmiş gibi bir tebessüm oluştu. "Kabul edecek misin yani?"

Bir belirsizlikle omuz silktim, dudaklarımı heyecan dolu bir gülüş almıştı. Demek ki hala dengesizce davranacak kadar gençtim. İşte bu her şeyden harikaydı... "Denemeden bilemezsin Yiğit."

"Doğru, bilemem. Öğrenmek lazım." Hoşuna gitmiş gibi başını aşağı yukarı sallarken geri çekildi. "O zaman seni eve bırakayım."

"Yok, sağ ol." Ona naz yapar gibi uzaktan bir bakış attım. Allah'ım nasıl bir dokunuşla tazelenebilirdim böyle? "Kendim gideceğim. Belki sonra görüşürüz."

Yiğit de gülüşünü bastırmaya çalışırken "Öyle olsun," diye mırıldandı. "Sonra görüşelim."

"Hoşça kal."

"Hoşça kal Hazal."

Oradan adım adım uzaklaştım. Geldiğim durağa giderken kalbim hızlı atmıyor, deli gibi sıkışıyordu. Elimi göğsüme bastırıp kendimi rahatlatmaya çalışırken alt dudağımı ısırdım. Sanırım her şeye rağmen sevebiliyor olmak güzeldi. Hissetmek çok güzeldi.1

 

Bölüm : 28.01.2025 13:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...