Ertesi güne kadar dudaklarımdaki tebessümü bir türlü silemedim. İşte hayat da tam olarak böyle yaşanır.
Sebepsiz bir gülümseme isteği kesinlikle insanın dudaklarını yormalıydı. Yemek yerken, su içerken, kitap okurken, çalışırken... Yok yok, çalışırken değil. O sırada kendime ihtiyacım vardı ve bu gülümseme arzusu beni kendimden çekip alıyordu.
Yiğit'le karşılaşmanın bana böyle hissettireceğini kesinlikle tahmin etmezdim. Onu ya bir daha hiç görmem ya da birbirimizi ilk görüşümüz, hiç duygusal şeyler barındırmaz diye düşünüyordum. Son derece ruhsuz... Belki de çekip giderdik hiçbir şeyi umursamadan.
Ancak onun ne olursa olsun, bir şeyleri düzeltmek için bu kadar hevesli olacağını düşünmezdim. Kaldığı yerden devam ediyor gibiydi, hatta pek çok şeyi ileri götürmüş bile diyebilirdim. Bizi, benden önce yaşıyordu.
Ertesi gün yine çeviri çalışmalarımla uğraştıktan sonra Rengin'i aradım. Ona olanları anlatacaktım. Bir önceki gün yoğun günü olduğunu bildiğimden kafasını ağrıtmak gibi bir girişimde bulunmamıştım ve her şey bugüne kalmıştı.
"Efendim aşkım?" diye açtı telefonu. Okul çıkış saatiydi ve evi iki dakika mesafede olduğu için çoktan yatağına uzanmış olmalıydı Rengin. Onu tanıyordum.
"Ne yapıyorsun? Bitti mi dersin?"
"Bitti şükür, yatıyorum. Sen ne yapıyorsun?"
"Ben de öğlen bir şeyler atıştırdım da şimdi uzanıyorum."
"Hayatlarımız ne kadar güzel değil mi? İkimiz de uzanıyoruz. Ee başka ne yapıyoruz? Hiçbir şey! Partiye falan gitmek istiyorum Hazal ya... Seninle kafelerde sürtmek istiyorum, tüm paramı kazık kahvelere harcamak istiyorum! Ama şu an tek yaptığım birkaç kavanoz stokladığım kahveleri sabahları termosuma doldurmak ve gün içinde onu yetirmeye çalışmak!"
"Acaba termosunu biraz büyültsen mi? " dedim yardımcı olmak maksadıyla. Litresi az olduğu için yetmemesi normaldi.
"Büyük termos almam tüm sorunlarımı çözer mi?"
"En azından kahve yetirmeye çalışmazsın, hemen bitince daha da agresif oluyorsun ya hani..."
"Doğru," diye mırıldandı kabullenerek. "Yarım litrelik olandan alayım en iyisi."
"Şaka bir yana, seni anlıyorum ama diyecek bir şey bulamıyorum."
Yastığın ucuyla oynarken Yiğit'ten nasıl konu açacağımı düşündüm biraz. "Şey," diye mırıldanmıştım. "Aslında benim sana bir şey söylemem lazım."
"Ay sakın evleniyorum deme bayılırım Hazal!"
"Öyle bir tereddütlü söyledin ki korktum ne yapayım? Tehlikeli yaşlar bunlar, insan iki günde evlenmeye meyledebiliyor."
"Hayır ya... Sadece... Yiğit'le karşılaştığımı söyleyecektim."
"İnanmıyorum! E sen gerçekten evleniyorsun o zaman!"
Yastığı kenara fırlattıktan sonra ufak bir çığlık attım. "Ne alakası var ya ne alakası var?"
"Karşılaşmanızı başka nasıl açıklayabilirsin?" diye şaşkınlık içinde sordu Rengin. "Aradan neredeyse üç sene geçti, sen çocuğu unutamadın, bir de bana Yiğit'le karşılaştım diye öyle masum söylüyorsun ki bunu öyle bir rastlaşmaya bağlayamadım, kusura bakma."
"Palavra palavra..." Şarkı söylüyordu.
Yorgun bir nefes bıraktıktan sonra "Tamam birazcık hatırlamış olabilirim, ne var bunda?" demiştim. Yüzümdeki tebessümlere haksızlık etmemem lazımdı. Beni güldürüyordu sonuçta, evde yapayalnızken bile o beni güldürmüştü.
"Nasıl karşılaştınız, ne konuştunuz çabuk anlat!"
Ona Selman'la aramızda geçenlerden başlayıp davanın Yiğit'le bizi ortak noktada buluşturmasına kadar her şeyi anlattım. Şaşkınlık içinde dinlemiş ve yine bunları çok geç anlatmama kızmıştı. "Ee ne olacak şimdi?"
"Akışına bıraktım, ne olursa olsun. Olmazsa zaten boş verip tekrar yolumuza bakmayı öğrendik."
"Ya inşallah sizin için güzel olur aşkım, mutlu olmanı çok istiyorum."
"Bir şey diyeceğim, sen yıllar önce bu arkadaşlığın tek sapı ben olmayacağım diyordun. Şimdi neden bana güzel dileklerde bulunuyorsun?"
"Sana da iyilik yaramıyor ki... Ne diyeyim? Siktir et Yiğit'i, biz evlenelim mi diyeyim?"
"İyi de zaten evlenecektik biz!" Heyecanla yatakta doğruldum. "Aaay! Ben anladım, valla anladım! Senin hayatında birisi var değil mi? Doğruyu söyle!"
"Of bu kadar cingöz olmandan nefret ediyorum," derken derin derin soluklanmıştı Rengin. Sonra birden itiraf etti. "Evet, var."
"Buraya yakın askeriyeden birisi." O kadar utangaç halde söylüyordu ki bunu, saklamasına şaşırmadım. Sanırım iş ciddi olduğu için çekiniyordu.
Yine bir sabırsızlıkla çığlık attım. "Rengin ya nasıl bahsetmezsin bundan?"
"Ne bileyim aptala çevirdi beni, kendim bile farkına varamadım."
Zaten artık eskisi gibi sıklıkla konuşamıyorduk. O çok yorgun oluyordu, ben de bilgisayara bakmaktan beynimi kaybedecek dereceye geliyordum. İkimiz de haraptık ve birçok şeyi kendimize saklıyorduk.
"Biraz daha bahset; adı ne, yaşı kaç, rütbesi ne, nasıl birisi... Hepsini anlat şimdi."
Bir süre Rengin'in aşk hayatı hakkında konuşmuştuk. İlk başta çekinerek anlatsa da sonradan o da çılgın aşık haline geri dönmüştü. Şu an yaşadığı şey en azından üniversite zamanlarında onu deli eden topçu çocuk gibi değildi. Daha gerçekti ve bu Rengin'e de yansıyordu.
Telefonu kapattığımızda akşam olmak üzereydi. Yemek hazırlamak için mutfağa geçtiğim sırada az önce kapattığım telefonum tekrar çalmaya başlamıştı. Ekranı açıp kimin aradığına baktım.
Ellerim titremeye başlarken birkaç defa nefeslendim. Sakinim, sakinim... Yeşil simgeyi kaydırdıktan sonra telefonu kulağıma yasladım ve en güçlü sesimle "Efendim?" dedim.
"Hazal," diye güzel bir sesle mırıldandı.
Çok kısa bir an kalbimi tekleten bir gülüş sunduktan sonra "Evet, sensin," dedi Yiğit. Ne kadar aptal olduğumu o an anladım. Kendim de gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken konuşmaya devam etti usulca. "Rahatsız etmiyorum değil mi?"
"Yok hayır, müsaittim. Rahatsız olmadım."
"Güzel, dava hakkında birkaç şey söylemem lazım da sana gelebilir miyim diyecektim."
"Bana mı?" Evime mi gelecekti? Elim ayağıma dolaşırken "Buradan söylesen?" diye sordum. Aslında bu kaba bir reddedişti ama istemsizce çıkmıştı dudaklarımdan.
"Şimdi telefondan söylemem sağlıklı olmaz, dava hakkında ya, gizli şeyler."
"Yani bu pek de telefonlarımızı dinleyen kişilerin umursayacağı bir dava sayılmaz aslında..."
"Ben önemsiyorum, iş ahlakı falan filan," diye hızlıca konuştuktan sonra sanki uzatmak istemiyormuş gibi aceleyle sordu. "Geleyim mi?"
Gülmemek için dudaklarımı kemirirken "Hıhımm," dedim en sonunda. "Gel o zaman."
Telefonu kapattıktan sonra koştura koştura evin her yerini toparladım. Zaten çok dağınık değildi, bana fazla iş çıkartmamıştı. İki dakikada halledivermiştim. Nefes nefese geri çekilirken birden kapı çaldı. Olduğum yerde donakaldım. Telefonu az önce kapatmıştık zaten. Çok bekletmeyeceğim derken o kadar ciddi miydi yani?
Hızlıca kapıya gidip deliğe baktım. Üstümü bile değiştirmediğim için kalbim fena sıkışmıştı, bu paspal halimle karşılayamazdım Yiğit'i.
Ne var ki kapıdaki Yiğit bile değildi. Serhat, Demet ve Demet'in sevgilisi Ali'ydi. Kapı kolunu kırarcasına açıp ardına kadar açtım. Elleri doluydu bir de, hazırlıklı ama davetsiz gelmişlerdi. Serhat kollarını kaldırıp "Selam!" diye bağırdı ve hiçbir söz hakkı bırakmadan direkt içeri girdi.
Öylece kalakalmıştım. Gidin de diyemezdim ki. Yüzüme zoraki bir tebessüm oturdu. "Hoş geldiniz," derken elimle içeriyi işaret ettim. Neyse ki Demet ve Ali, Serhat'a nazaran daha kibar olduklarından ben gösterince eve girmişlerdi.
"Biraz davetsiz geldik Hazal, kusura bakma," diyen Ali oldu. Mahcup görünüyordu.
"Yok olur mu öyle şey? Geçin lütfen."
"Serhat senin için bir süredir kendinde değil, bunaldı deyince sürpriz olsun istemiştik aslında." Demet'in hali rahattı. Üstündeki ceketi çıkarıp vestiyerime astıktan sonra geri döndü ve kollarını açıp sarılmaya koyuldu.
"Bebeğim aslında haber vererek de güzel bir gün geçirebilirdik," diye mırıldandı Ali.
"Ama biz haber vermemeyi seçtik aşkım. Zaten Hazal bizim için her zaman hazır. Değil mi?"
Başımı kabullenircesine aşağı yukarı salladım. Üçümüz de birlikte takılmayı seviyorduk ama görüşmek üzere teklifte bulunan çoğunlukla ben oluyordum. Bu yüzden şimdi onları istemiyormuş gibi davranmam tuhaf görünürdü. "Tabi canım, her zaman," deyince zaten bir geri dönüş de kalmadı benim için. O yüzden az sonra Yiğit'in gelmesini beklerken onların ortaya çıkışına bozulmuşum gibi davranmayı kestim.
Hep beraber içeri geçtik. Serhat rahat halde koltuğa oturmuş ve televizyondan hep izlediği diziyi açmıştı. "Nerede kaldınız ya? Yeni bölüm başlıyor, çabuk olun."
"Geldik geldik." Demet de ekürisinin yanına oturup ilgiyle televizyona bakmaya başladı. Ali hemen arkasından yaramaz bir çocuk izler gibi izliyordu onu. Serhat ve Demet'in arkadaşlığı böyleydi işte. Birbirlerinden ayrılamayan ikiz kardeşler gibi. Bu biraz da çocukluktan tanışmalarıyla alakalıydı.
"Otur sen de," deyip boş koltuğu işaret ettim ama Ali oraya oturmak yerine Serhat'ı ittirip Demet'in yanına geçti.
"Arkadaşlığınıza bir şey demiyorum diye sürekli dip dibe olmak zorunda değilsiniz."
"Ali sen sonradan geldin biliyorsun, değil mi?" diye hayretle sordu Serhat. Onları dinlerken ben de boş bir yere oturmuştum. Aslında biraz gergindim. Yiğit herhalde sırf dava üzerine konuşmak için geliyor olamazdı. Belki de dün aramızda geçenler yüzünden geliyordu. Vakit geçirmek, bambaşka bir ilişki oluşturmak falan... Ve yalnız olmadığımı görünce muhtemelen hoşuna gitmeyecekti.
"Ne yani Demet beni silebilir mi yani?"
Demet sevgilisinin omzuna başını koyup sızlandı. "Ali yaa..."
"Asla! Hanzonun tekine arkadaşımı kaptıracak göz var mı lan bende?" Serhat sahte bir sinirle kaşlarını çatmıştı. Demet'le aralarına oturan Ali'ye huysuz bakışlar atıyordu bir de. Sonra da bana döndü. "Senin neyin var kız? Geldiğimize hiç memnun olmamış gibisin."
"Ne alakası var?" diyerek bugünkü sayısız reddedişimi yaptım ama ne alakası var dediğim her şeyle çok alakası vardı aslında. "Memnunum işte."
"Hayırdır başkasını mı bekliyordun?"
Tam da on ikiden vuruyordu. Ben de sinirle kaşlarımı çattım. "Of hayır."
"Eminim ya kesin başkasını bekliyordun sen. Bir planın mı vardı? Yanlışlıkla bozduk mu yoksa?"
"Ben soralım demiştim," derken omuz silkti Ali.
"Cidden müsait değil miydin yoksa Hazal?" Demet, Ali'nin omzuna uzanmaktan vazgeçip doğruldu.
"Ay müsaidim, bir planım yoktu. Sadece..."
Çekingen halde saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Aslında bir misafirimin geldiğini söyleyecektim ama Serhat'ın "Yoksa şu seninki mi geliyor? Onu mu bekliyordun?" diye şaşkınlıkla sordu.
"Seninki kim?" Tam olarak kimden bahsettiğini anlayamamıştım.
"Ya yeme bizi şimdi... Şu sürekli seni arayıp soran divane grafikerden bahsediyordum."
Selman'ı kastediyordu. O gün beni sinirli gördüğü halde bunu sorması saçma gelmişti bir an. "Of Serhat ya! O değil tabi ki de..."
"O değil tabi ki de mi? Yani gerçekten bir seninki var?" Demet de beni kuşatmaya katılmıştı.
"Buna bir son verelim en iyisi..." derken ayaklandım. Henüz üstümü değiştirmemiştim. "Odamda işim var, geleceğim şimdi."
Üstümü çıkardıktan sonra dolabın karşısına geçip uzun bir süre ne giyinsem diye bakındım. Gerçekten kıyafetleri hem eve göre hem de şık olacak şekilde ayıklarken bayağı vakit harcamıştım. En sonunda bir parça seçip giyebildiğimde, geriye tek iş olarak ayna karşısında yüzümü kontrol etmek kalmıştı.
Saçlarımı da halledip yüzümle ilgilenirken kapalı kapının ardından bir zil sesi duydum, ilk başta bu ses bir yanılsama gibi geldi kulağıma ancak yine de emin olmak için odamdan ayrılıp dış kapıya ilerledim.
Bana kalmadan Serhat kapıyı açmıştı. Hiç olmadığı kadar kabadayı gibi dikilirken kalınlaştırdığı sesiyle "Buyur birader?" diye sordu. Kesinlikle böyle birisi değildi, resmen şu an Yiğit'le oynuyordu!
Serhat'ın arkasına geçince Yiğit'i gördüm. Ciddi bir suratla ikimize bakıyordu, gözleri sürekli aramızda geziniyordu. Önümdeki arkadaşımın omzuna sertçe vurup "Yiğit hoş geldin!" diye istemsizce yüksek bir sesle bağırdım. "Kusura bakma, içerideydim. O sırada sağ olsun arkadaşım karşılamış seni."
"Hoş bulduk," dese de bu durumdan hala hiç hoşlanmamış gibiydi. Serhat gevşek davranmayı bırakıp kabadayı haline bürününce gerilmesi normaldi. "Yanlış zamanda mı geldim?"
"Olur mu öyle şey? Sen değil, onlar yanlış zamanda geldi. Arkadaşlarım..."
İki saattir içeride kibarlık yapıyordum ama Serhat beni sinir edecek oyunlara girişince kibarlığım da ortadan kaybolmuştu hemen. Serhat'ı kolundan çimdikleyerek geri çektim, huysuz bir bakış attı bana. "Çekilir misin artık Serhat? İçeri girsin."
"Bu saatte?" Kapıyı hiç bırakmadı, hatta elinde olsa çarparak kapatırdı ama o zaman onu döverdim. Bunu bildiği için sadece azıcık sinir olmama sebep olacak kadar sınırda duruyordu.
"Saat çok geçse sen gidebilirsin," diye mırıldandı Yiğit. Onun böyle bir cevap vereceğini hiç tahmin etmediğim için ilk başta şaşırmıştım. Sonra rahatça içeri girdi, Serhat'tan bir tık uzun boylu olduğu için üstten ve ciddi bakışlar atıyordu. Hatta omzuyla onu geriye ittirip benim yanıma geldi.
Gergin ifadesine rağmen kendini gülümsemeye zorlamıştı. "Geçeyim mi?" diye sordu kibar kibar. O kadar masumdu ki, Serhat'ı aşıp bana sorması karşısında benim de yüzümde bir tebessüm oluşmuştu.
"Tabi ki... Salonda diğer arkadaşlarım var, onlarla tanış sen. Ben de hemen geliyorum." Elimle ona içeri işaret ettim. İnşallah onu yalnız yollamam kaba görünmemişti çünkü Serhat'ın çok acil bir uyarıya ihtiyacı vardı. Resmen ortam gerilsin diye rol yapıyordu. Belki onun açısından komikti ama ben henüz gülemiyordum.
Ama Yiğit gidemedi. Bakışları Serhat'ta takılı kalmıştı. Bu manasız sessizliği bölmek için "Bu arada," diye mırıldandım. "O da Serhat... Yayınevinden arkadaşım."
Serhat hala en ciddi halinde bekliyordu. Tokalaşmak üzere bir elini uzattı. "Merhaba."
Kısaca el sıkışmışlardı ama bu fazla saçma bir andı. Serhat'ın koluna vurup "Gülsene," diye uyardım onu ama beni umursamadan "Peki ben tanıyor muyum bu beyefendiyi?" deyip ciddiyetle bakmaya devam etti.
"Yiğit," dedim hızlıca. "Şey..." Ne diye tanıtmalıydım ki? Avukatım, üniversiteden arkadaşım, eskiden aşık olduğum kişi? Yiğit şu an hayatımda epey belirsiz bir yerdeydi.
Benim sessizce beklediğim esnada Yiğit boğazını temizleyip hafifçe öksürdü. "Yiğit Kızıldağ. Hazal'ın davasıyla ilgileniyorum şu an."
Tabi, iki türlü. Darp davası ve gönül davası.
Benim dudaklarımı kemirdiğim esnada Yiğit söyleyecekleri bitmemiş gibi konuşmaya devam etti. Kendini yalnızca avukat olarak tanıtacağını düşünmüştüm oysaki. "Ayrıca uzun bir zamandır arkadaşıyım, onu da aşmaya çalışıyorum işte."
Gözlerim irice açıldığında ne diyeceğimi bilemedim. Aşmaya çalışıyorum mu? Beni kazanması için bir şeyler denemesi gerektiğini ifade ettiğimde, bir başkasının yanında bunu söyleyeceğini hiç düşünmezdim çünkü bizim ilk hatamız zaten birbirimize karşı net olamamaktı.
Ağzımı aralayıp birkaç kelime etmek istedim ama sadece havayı yutmakla kaldım. Gözlerim titrekçe Yiğit'in üstünde dolaşıyordu. Serhat "Anladım," diye bir şeyler söylerken bir kere pat diye sırtıma vurup beni kendime getirdi. Bedenim öne doğru savsakladığında Yiğit hemen tutuvermişti. Sıcak teni koluma sarıldığında Serhat'ın konuştuğunu duyuyordum hala. "İyi... Güzel..." Hemen sonra kendini tutamayıp gülmeye başladı ama eski kişiliğinden bir gülüştü bu, epey keyifliydi. "Oğlum bunu beklemiyordum lan!"
"Ben de," diye usulca mırıldandım. Durgun (aslında daha çok şaşkın) bakışlarla Yiğit'e bakarken o da ellerini pantolonunun ceplerine sokup sanki az önce beklenmedik bir söz söylememiş gibi gayet normal dikilmeye başladı.
"O zaman bi' gidip Demet'le Ali'ye bakayım." Serhat hızlıca yanımızdan ayrılıp neredeyse içeri kaçtı.
Ben de kollarımı önümde birleştirip bir sorgudaymışız gibi "Ne dedin az önce sen?" diye sordum Yiğit'e.
Rahatça omuz silkti. "Öyle aklımdan kalbimden ne geçiyorsa onu söyledim."
"Pek yalan söylemem." Yiğit birkaç adımla karşıma geçti. Boynumu biraz geriye çekip yüzünü daha net görmeye çalıştım. "Az önce de ciddiydim, zamanı verimli kullanmak lazım sonuçta."
"Biz daha dün karşılaştık Yiğit."
"Denemem gerektiğini sen söylemiştin."
"Dünün sonrası da bugün işte." Dudağının kenarını kıvırıp benim çırpınışlarımdan keyif alıyormuş gibi bakmaya başladı. "Her neyse... Bu üstünde kurduğum bir baskı değildi, eğer direkt olarak seni isteseydim o lavuğa kendimi sevgilin olarak da tanıtabilirdim... Ve o az önce benimle dalga mı geçti?"
"Evet, böyle eğleniyor kendisi... Ayrıca öyle bir şey yapsaydın var ya," derken kolunu tutup sıktım. Sinirli bir halim vardı ama bu Yiğit'e zerre etki etmiyordu. Keyifle gülmeye devam ederken kolundaki elimi tutup beni kendine çekti.
"Muhtemelen güzel yüzünü son görüşüm olurdu."
"Sürekli seni yokluğumla tehdit ediyormuşum gibi konuşma," diye sızlandım. "Belki beni son kez görmezdin ama işte... Hoşuma gitmezdi."
"Bu yüzden ne söylediğime dikkat ediyorum çünkü hoşuna gitmek istiyorum."
Kirpiklerimi usulca kırparken gizli gizli soluklandım, kalbim gerçekten heyecanla sıkışmıştı. "Sanki iki gündür başka bir Yiğit'le konuşuyor gibiyim."
"Sanırım..." Bakışlarımı çok kısa bir süre kaçırıp geri döndüğümde halime gülümseyerek bakıyordu. "Neyse, içeri geçelim artık. Her şeyi ayaküstü konuşamayız."
"Öyle olsun bakalım." Hala üstünde duran ceketi çıkarıp vestiyere astıktan sonra elimle ona salonu işaret ettim. O ise geçmek yerine elini belime koyup benimle beraber yürümeye başladı. Şimdi aklıma onu nasıl tanıtacağım düşmüştü tekrar... Ama arkadaşım demeye karar verdim. Bir de tepkisini böyle görmek istiyordum çünkü.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |