57. Bölüm

57

tuğba fc
askilav

Salona geçtiğimizde Yiğit ilk önce bana müsaade etti bir yere oturmam için. Serhat yine Ali'nin yanına kurulmuştu ve tek boş yer onların karşısındaki iki kişilik kanepeydi. Oraya geçtiğimde Yiğit de rahat şekilde yanıma yerleşti.

"Şey, sizi tanıştırayım," dedim Demet ve Ali'ye doğru. Bu esnada Yiğit'i işaret etmiştim elimle. Başımı çevirip kısa bir bakış attığımda onu uzun süredir görüşmemişiz gibi değil de bu evin müdavimi gibi keyifli şekilde koltuğuma oturmasına şaşırmıştım. Üstelik bir kolunu da arkama atmıştı. "Yiğit."

O an arkadaşım demek biraz abes kaçacak gibiydi, zaten bu kelime de dilime gelmemişti bir türlü. Yiğit de dirseğini kolçağa yaslayıp yumruk yaptığı elini şakağına koydu ve uzun uzun bana bakmaya başladı. Sanki sıkıyorsa söyle der gibi bakıyordu.

Onun derin gözleri altında gerilirken "Kendisi şey olur," dedim mırın kırın. Açık parmaklarımı kapatıp bir süre ne diyeceğimi düşündüm. "Şey..."

"Ney?" diye sordu Demet koltukta toparlanıp. "Arkadaşın mı?"

"Yaaaniii..."

Demet bu ucu açık sözlerimden sonra daha bir heyecanla "Erkek arkadaşın?" dedi yüksek bir sesle.

"Tabi, erkek ve arkadaş demek çok da yanlış değil." Yiğit benim zorlanmamdan keyif alıyordu. Dudaklarında gizli bir gülüş belirirken gözlerini başka yöne çevirip kısa bir an bekledikten sonra tekrar bana döndü.

"Ay sevgili anlamında mı yoksa?"

"İçinde sevgi de bulunuyor ama şimdi nereden baktığımıza bağlı biraz," dedim içime kaçan bir sesle.

"Nereden bakıyoruz ki?"

"Şu an bakmasak daha iyi." Bacaklarımı hanım kızlar gibi birleştirip ellerimi dizlerime koydum. Yiğit'in esir alan bakışlarından kurtulduğumda koltukta heyecanla yükselmiş Demet'e dönmüştüm. Gerçekten bir ilişkim olsa benden fazla sevinecek gibiydi.

Benim saçmaladığım esnada Ali "Tanıştığıma memnun oldum Yiğit," diyerek durumu toparladı hemen. "Ali ben de, Demet'in erkek arkadaşıyım."

"Bayağı sevgili anlamında ama."

"Yakında nişanlı inşallah."

Kendi aralarında aşk dolu bakıştıktan sonra tekrar bize dönmüşlerdi. Sanki Yiğit'le ikimizin karmaşıklığına inat yapıyorlarmış gibi davranmaları beni sinirli şekilde güldürdüğünde "Ne hoş," diye mırıldandım.

Demet sinsi şekilde gözlerini kısıp gizliden gizliye dil çıkardı bana. Ona kaşlarımla mutfağı işaret etsem de Ali'nin koluna iyice yapışıp omuz silkti bana. Keyifle gülüyordu bir de. Ben de derin bir nefes bırakıp ortama döndüm.

O andan sonra günlük hayattan bir sohbet açılmıştı ve Yiğit'in kolu hala arkamda dururken sırtımı oraya verdim. Omzuma değen eli ilk başta aklımı sohbete vermeme engel olsa da sonradan biraz alıştım ve ben de sohbete katıldım.

Aradan birkaç saat geçmişti ve muhabbet koyulaşmıştı. Uzun uzun konuşurken Serhat'a değdi bakışlarım. Kaşlarıyla mutfağı işaret ediyordu. Başımı ne oldu anlamında iki yana salladığımda bıkkın bir nefes verip "Bir su alayım," diyerek ayağa kalkmıştı.

Gelmemi istediğini anladığım için ben de "Dur su bitmişti ben sana vereyim," deyip peşinden ilerledim. Beraber mutfağa geçtiğimizde Serhat aceleyle kapıyı kapatıp "Kim bu?" diye hızlıca sordu. "Saatlerdir beni gör diye bekliyorum ama dalıp gittin, meraktan öldüm! Kim bu gerçekten kim?"

"Söyledim ya içeride," derken gerçekten dolaptan su çıkarıyordum çünkü sürahi boştu, Serhat da uzun sürahimi önüme getirdi ve yardımcı olarak kapağını açtı.

"Kes ben öyle kelime oyunlarına gelemem, doğru düzgün söyle kimse."

"Serhat..."

"Hazzal," dedi beni sinir etmek için.

Kaşlarım direkt çatıldığında hafifçe ofladım. "Üniversiteden tanıdığım arkadaşım," dedim daha fazla uzatmamak maksatlı. "O zaman onu seviyordum hatta o da beni seviyor sanıyordum ama bazı şeyler oldu ve biz hiçbir şey yaşayamadan uzaklaştık."

"Salakmışsınız gibi hissettirdi nedense." Buruşuk bir yüz ifadesiyle bakıyordu. Masanın üzerindeki nihaleyi ona fırlatıp "Sen niye çocuğun karşısında kudurukluk yapıyorsun acaba?" diye sızlandım ben de. "Rezil olmamı mı istedin?"

"Niye umursandın ki rezil olup olmamayı?" Sözlerinin hemen ardından gevrek gevrek güldü Serhat. "Hem bence keyifliydi, hanzo gibi kıskandı seni resmen."

"Amacın zaten kıskandırmak değil miydi aptal?"

"Sazan avı yaptım, enayi oltaya geldi hemen."

Kaşlarım iyice çatılmıştı. "Düzgün konuşur musun? Ben dedikodu yapmak istemiyorum!"

"Ay müdürüne gelince çok güzel dedikodu yapıyorsun ama," derken Serhat dudaklarını haspam diye kıpırdattı bir de.

"O hak ediyor çünkü... Bunu Yiğit'e yapmak istemiyorum."

"Kes sesini, başladık bir kere." Doldurduğum sürahiden temiz bir bardağa su koyup yavaş yavaş içti. "Ee peki sen şu an ne hissediyorsun bu enayiye karşı?"

"Serhat! Enayi demeyi keser misin artık?" Sandalyeyi agresif bir şekilde çekip hızlıca oturdum. Gözlerim huysuzca Serhat'ın üstünde geziyordu. Gerçekten benimle uğraşmaktan keyif alıyordu. Benimse aklımda içerideki Yiğit'teydi. Arkadaşlarımla hemen anlaşması gözüme hem güzel geliyordu hem de tuhaf... Belki de yalnız kalmalıydık. Kimseye de gidin diyemiyordum ki.

"Tamam ya söyle, şu anki hislerin ne?"

"Bilmiyorum." Kapağı kapalı sürahiyi devirir gibi yapıp onunla oynarken yanağımı elime yasladım. Aslında çok umutsuz bir suratım vardı ama Serhat öyle imalı bakıyordu ki yüzümde de utangaç bir gülüş belirmişti. "Bakma öyle, bilmiyorum işte!"

"Ben bunu direkt seviyorum olarak algıladım valla."

Saçımı geri ittirip dalgın gözlerimi masada gezdirdim. "Seviyorum değil de, sanki..." Kelimeler arasında sürekli bekliyordum. "Artık daha fazla okumam dediğim bir kitaba tekrar başlamışım gibi hissettiriyor Serhat."

Bir tepki bekleyen gözlerimi Serhat'a kaldırdım. Yüzünde dingin bir tebessüm vardı, sakince bekliyordu. Sanırım onu da duygulandırmıştım. Ancak çok geçmeden dudakları arasından su püskürtür gibi yapıp kahkahalarla gülmeye başladı. Hatta bir eliyle masaya vuruyordu.

Bu tepkisi bana garip geldiğinde geri çekilip şaşkınca baktım ona. "Neye gülüyorsun ya?"

Ancak Serhat gülüşünü bir türlü durdurmuyordu. Gözlerini kapatmış halde, kendini yırtarcasına gülüyordu. Kahkahaları arasında "Kitaba..." dedi ama devamını getiremedi. Hatta aynı kelimeyi tekrarlamıştı. "Kitaba... Tekrar mı başladın? Neeeee?" Masaya vurarak kahkahasına devam etti.

"Ne diyorsun sen be?"

"Kitap kokan adamım da diyor musun sen bu çocuğa?" Hali biraz sakinleşse de hala boğazından gelen bir hırıltıyla gülüyordu Serhat. Sorduğu soruya yüzümü buruşturup "Hayır!" diye sızlandım.

Serhat bu sefer keyifle bağırdı. "İğrençsin!"

"Sussana!"

"Sakallarına papatyalar taktığın adam mı yoksa bu senin?"

Benimle dalga geçmekten zevk alıyordu gerçekten. Yüzündeki o alaycı gülüşü de silmemişti bir türlü. Oturduğum yerden onun sandalyesine tekme atıp "Dalga geçme!" diye seslendim.

"Ay bir su ver gülmekten boğazım kurudu!"

"Boğul." Yine de bardağına su doldurup önüne ittirdim. "Yavaş," dedi kıpkırmızı kesilmiş suratını kızgınlıkla buruşturup. Sonra da bardaktan bir yudum aldı. Ancak tekrar gülmesi gelmiş olmalı ki birden kahkahaya boğuldu ve içtiği su boğazına durdu. Gülüşleri kesilince deli gibi öksürmeye başlamıştı.

"Of Serhat belasın gerçekten!"

Hemen yerimden kalkıp sırtına birkaç defa vurdum. Bu esnada mutfağın kapısı açıldı ve meraklı suratıyla içeri Yiğit girdi. Kaşları çatık haldeydi. Ben hala Serhat'ın sırtına vururken "Şey..." diye mırıldandım. "Boğuldu da."

Önümdeki Serhat'tan bir bağırış yükseldi bu sefer. Can çekişir halde seslenmişti. "Suni teneffüs!"

Sırtına vurmak yerine ensesine bir tane vurup Yiğit'e karşı mahcup halde gülümsedim. "Geçer şimdi geçer."

Aptal arkadaşım ise asla durmak bilmiyordu. Serhat sanki ciğerini çıkarır gibi öksürürken Yiğit "Bir de ben ilgileneyim," dedi ve beni kolumdan tutup nazikçe geri çekti. Serhat'ın arkasına geçtiğinde hem sırtına vuruyor hem de eğilip onun kulağına bir şeyler mırıldanıyordu ama öksürük sesinden dolayı hiçbir şey duyamıyordum.

Kollarımı önümde bağlayıp merakla onlara bakarken Serhat bir süre sonra sesini kıstı ve öksürmeyi bıraktı. Birkaç adım kenara kayıp onlara baktım. Yiğit önündeki sırta son bir kez vurdu ve bana döndü. Yüzünde güven veren (ama kesinlikle sahte) bir tebessüm varken "Şimdi geçti," demişti.

Serhat sandalyeyi gürültülü şekilde geri itti ve ayağa kalktı. Boğazını tutarken "Ben içeri gideyim en iyisi," diye mırıldanmıştı, sesi epey kısıktı ama yine de muzip şekilde gözleri üstümde geziniyordu. Hemen sonra mutfaktan çıktı. Onun gidişinin ardından Yiğit de kapıyı örttü ve sanki beni kafese sıkıştırmış gibi karşıma dikildi.

"Ne dedin sen ona?" diye merakla sordum.

Hafifçe omuzlarını silkti. "Kurtulsun diye birkaç taktik."

Neyden kurtulsun? Öksürükten mi? Bunu soramadım tabi. Bakışlarımı, tavrını irdelercesine üstünde dolaştırırken birkaç saniye sonra kollarımı açtım. "Anladım. Mutfağa niye geldin peki? Bir şey mi istiyorsun?"

Yiğit de fazlasıyla rahat bir tavır vardı. Ellerini siyah pantolonun ceplerinden çıkardı ve üstündeki koyu lacivert kazağın kollarını yavaşça sıvadı. "Uzun bir süre geri dönmeyince seni merak ettim, ondan geldim."

Ama ben bir bahane uydurur sanmıştım... Yok, bu Yiğit kesinlikle bambaşka bir Yiğit'ti. Kaşlarımı havaya kaldırıp anladığımı belirtircesine başımı aşağı yukarı sallarken "Hmm..." demiştim bir de. "Sürahide su kalmamıştı, onu doldurdum işte."

"Epey uzun sürdü ama." İnanmadığını belli ediyordu. Yani ne açıklamalıydım ki?

"Biraz da konuştuk."

"Ne konuştunuz?"

Belimi tezgaha yaslayıp uzaktan baktım Yiğit'e. Meraktan kıvranıyordu, hatta belki de kıskanıyordu. Ama en çok hoşuma gidense bunu açık açık belli ediyordu. "Öyle havadan sudan... Serhat sevdiğim bir arkadaşım sonuçta, her şeyden konuşabiliyoruz."

"Nasıl bir arkadaş bu?" Yiğit külyutmaz bakışlarını ağır ağır bana çevirdi. Birkaç adımla karşıma geçmişti. İçeride ettiğimiz arkadaş muhabbetini açıp beni kapana sıkıştıracaktı. "Nereden bakıyoruz bu arkadaş kavramına?"

Önüme geçen bedenine karşın gardımı bozmadım. Sanırım alışıyordum... Gözlerimi birkaç saniye boynunda dolaştırıp sonra sakalların çevrelediği çenesine en sonunda da dik bakışlarına çevirdiğimde adımları duraksamamıştı, sanırım benim de cesur davranmamdan destek alıyordu. Fakat kollarını iki yanımdan tezgaha yaslamasını, yüzünü böylesine cüretkar şekilde bana yaklaştırmasını beklemiyordum.

"Benim için arkadaş arkadaştır, öyle baktığım yere göre değişmiyor," dedim usulca.

Yiğit ise biraz güldü sözlerime. "İçeride benim için bahanelerini sıralarken böyle düşünmüyordun ama."

Beni de bir tebessüm sarmıştı. "Çünkü seni hayatımda bir yere koyarken zorlanıyorum..." Kısa bir bekleyişin ardından "Belki de hiçbir yere koymuyorum," dedim.

Yiğit'te herhangi bir bozulma olmamıştı, gülüşü yerli yerinde duruyordu. "Öyle mi?" diye mırıldandı.

Seyrek bir ciddiyet vardı suratımda. "Öyle."

"Beni hayatında bir yere koy diye yardımcı olayım o zaman sana Hazal." Birkaç saniye boyunca bekleyişle baktıktan sonra Yiğit gözlerini dudaklarıma kaydırdı, hatta yaslandığı yerden doğrulup ellerini çekmiş ve soğuk avuçlarını yanaklarıma koymuştu. Bir an dokunuşuyla afalladım ama kendimi toparlamam fazla uzun sürmedi. Başı yavaşça bana doğru eğiliyordu. Nefesini kendime fazlasıyla yakın hissederken ben de ellerimi onun bileklerine sarmıştım. Durdurmak ve onu kabullenmek arasında bocalayışıma, yavaş davranarak yardımcı oluyordu Yiğit. Ancak bu çok fazla gelmişti, nefeslerim sıklaşmıştı birden.

Dudaklarıyla dudaklarım arasında çok kısa bir an kaldığı zaman Yiğit'in bileklerini hafifçe çekiştirdim ve benden uzaklaşması gerektiği belli etmedim. O da ısrar etmeyip usulca geri çekildi ama ufak bir hayretle bakıyordu bana.

Bakışlarımı kaçırıp "İçeri geçsek iyi olacak," diye mırıldandım. Sonra da Yiğit'i beklemeden mutfaktan kaçtım. Kapıyı açıp nefes nefese salona geçtiğimdeyse beni yoğun bir sessizlik karşılamıştı çünkü içeride kimse yoktu. Ne Serhat ne Demet ne Ali... Bedenimi yavaşça geri çevirip mutfaktan buraya gelen Yiğit'e baktım. "Arkadaşlarım nerede?"

"Gittiler galiba."

"Nereye gittiler şimdi?" Çok zaman geçmeden anladığım şeyle, memnuniyetsiz bir bakış attım Yiğit'e. O ise az önce onu reddetmemişim gibi gizli bir gülümsemeyle bakıyordu bana. "Sen kaçırttın değil mi?" diye sordum. "Zaten Serhat'ın kulağına öyle gizli saklı bir şeyler söylemiştin, gidin mi dedin çocuğa?"

"Aslında daha kaba tabirle söyledim," dedi bir de rahatça. "Ama o senden daha anlayışlı çıktı."

Kızacak gibi olsam da fazla tatlı baktığı için benim dudaklarımı bir tebessüm saracak oldu ama buna engel oldum. Yine de yelkenleri suya indirmiştim.

Yiğit de benim tavrımı fark edince koridorda durmaktan vazgeçip odaya geldi. "Bana çabala dedin Hazal, elimden geleni yapıyorum. Bence kızmamalısın."

"Kızmıyorum da..." Dizimi gergince sallarken gözlerim yere eğilmişti. "Bazen ne tepki vereceğimi de bilmiyorum açıkçası." Ondan benim için çabalamasını isterken böyle şaşkına döneceğimi düşünmemiştim. Sanırım Yiğit'in ilgisinin baş döndürücü olduğunu çok önceden düşünmeliydim.

Yiğit tekrar karşıma geçti ve çenemi tutup gözlerimi kendisine kaldırdı. O kadar net bakıyordu ki onda hiçbir kararsızlık göremiyordum. Kara bakışları da seni istiyorum diyordu sanki.

"Bunu yaşamanı anlıyorum," diye şefkati hissedebileceğim kadar yumuşak halde mırıldandı. "Eğer bana karşı seni huzursuz eden bir şey hissedersen hemen söyle Hazal, o zaman sana iyi hissettirmek için çabalarım. Bunun için buradayım."

Dudaklarımın iç kısmını gizliden gizliye ısırırken bir süre sessizce bekledim. Yiğit de aklımı karıştıracak başka hiçbir harekette bulunmadı. Ben de bir adım atmak istedim o an. "Şey... Balkonda sohbet etmeye ne dersin? Battaniyelerim vardı, kahve de yaparız."

Bu onun aniden beni öpmeye kalkışmasından daha az korkunçtu, en azından kalbim saatlerce koşmuş gibi atmıyordu. Daha sakindi. Usluydu.

"Hayır demeyeceğim." Elini çenemden çekti ve birkaç adım gerilerken "Bizim için kahveleri yapabilirim," dedi Yiğit.

"Olur."

"Seninki şekersiz?"

Sorusuna karşın başımı hafifçe aşağı yukarı salladım, Yiğit de gülümsemesiyle son bir bakış attıktan sonra mutfağa geçti, ben de televizyon battaniyelerini aramaya kalktım. En son yıkayıp dolabıma koymuştum, bu yüzden odamdalardı. Onları çıkarıp birkaç saniye nefeslenerek kendimi sakinleştirdim. Sonra da balkona ilerledim, dağınıklığını kontrol etmem lazımdı.

Neyse ki herhangi bir sıkıntı yoktu. Duvara dayalı olan küçük koltuğun yastıklarını düzelttim sadece. Ufak masayı koltuğun önüne çekerken karanlık sokağa kısa bir bakış attım. Karşı apartmandaki birkaç teyze kapı önüne çıkmış, çay çekirdek yapıyordu. Issız bir hava yoktu, hatta bizim gibi balkonlarında oturan birkaç aileyle beraber kendimi iyi hissetmiştim.

Birkaç dakika sonra Yiğit elinde iki kupayla balkona geldi. Bir tanesini ondan almak istediğimdeyse başıyla koltuğu işaret etmişti. "Otur ilk önce."

"Peki." Battaniyeyi kaldırıp koltuğa oturdum, Yiğit de sıcak kupayı parmaklarım arasına bıraktı.

Acı kokuyu içime çekip buharın yüzüme çarpmasına izin verdim. "Eline sağlık," diye fısıltıya yakın bir mırıltıyla konuştuğumda Yiğit kendi bardağını önündeki ufak masaya bırakıyordu. Koltuğa koyduğum iki televizyon battaniyesinden bir tanesini açıp arkamdan geçirdi. O kadar alışkanlıkla hareket ediyordu ki başka zaman olsak bunu her zaman yaptığını düşünürdüm.

"Afiyet olsun."

Kendisi ise öylece oturduğunda diğer battaniyeyi ona uzattım. "Üşütme."

"Sağ ol böyle iyiyim." Masaya bıraktığı kahvesini alıp diğer eliyle sabitledi ve karşıya doğru bakmaya başladı, bense onu seyrediyordum. Birkaç saniye sonra o da bana döndü. "Aslında buraya seninle davayla ilgili konuşmak için gelmiştim, biliyorsun."

"Evet, önemli bir şey mi oldu?"

"Oldu." Başını yavaşça aşağı yukarı salladı. "Akın ve Selman davayı geri çekti."

Elimdeki kupayı düşürmemek için önümdeki masaya bırakıp koltukta biraz doğruldum. "Nasıl geri çekti? Niye?"

"Büroya geldiğin zaman Gülben Hanımı görmüştün ya, Akın ondan çok korkar." Yiğit keyif alır gibi hafifçe güldü. "Kesinlikle karşısına almak istemeyeceği bir kişi o. Ben de stajımı Gülben Hanımın yanında yaptım ve uzun bir süredir de onunla çalışıyorum. Dolaylı olarak Akın benimle de karşı karşıya gelmek istemedi, bu yüzden geri çekildiler."

Şaşkınlıktan dudaklarım aralanırken sevinmekle üzülmek arasında kalmıştım. "Yani artık onları parçalayamayacak mıyız?"

"Aslında bunu şahsi olarak halledebilirim."

Gözlerim devirip "Hayır," dedim. Yiğit ise epey ciddi bakıyordu. Keyifsizce gülerken "Yiğiiit," diye seslendim ona. Sanki beni dinlemiyormuş gibi kaşlarını kaldırıp "Efendim?" diye sordu. Yüzündeki ifade zaman geçtikçe gözüme çok daha tatlı gelmeye başlamıştı. Kendimi tutmasam yanaklarını sıkabilirdim. Benim ona baktığım esnada Yiğit de kahvesini masaya bırakıp "Artık avukatlığını yapmıyorum," dedi, sanki sıkıntılı bir durumdan bahsediyordu. "Bugüne kadar hayatında en azından dava bahanesiyle bulunabiliyordum, bir şekilde görüşecektik ve ben o zaman içinde seni ikimizle ilgili o ihtimale inandıracaktım ama Akın'la Selman şerefsizinin hiçbir zamanlaması iyi değil, erkenden bizim bağı koparttılar."

Serzenişine karşın hafifçe tebessüm ettim. "Gerçek bağları koparmaya kimsenin gücü yetmez ki."

Birkaç yudumla azalttığı kahveyi masaya bıraktı ve sırtını koltuğa yaslayıp başını geri attı. "Ben de bahsettiğin o gerçek bağı kurmaya çalışıyorum aramızda işte." Sonra bakışlarını bana kaydırıp mırıldandı. "Bence iyi gidiyorum."

"Kendinden fazlasıyla eminsin bakıyorum da?"

"Korkak davrandığım zamanlardan daha iyi hissettirdiği kesin."

"Arkadaşlarımı evden yollamak sana nasıl iyi hissettirebilir?" derken onu suçlayıcı davranmamıştım, sadece gülüyordum çünkü zaman geçtikçe bu komik gelmeye başlamıştı.

"Kaba olmayı istemezdim," deyip başını koltuğun sırtına yasladı ve bana bakacak şekilde yatırdı Yiğit. "Ama şimdi en azından bana güldüğünü görünce keşke Serhat'ı yaka paça fırlatsaydım diyorum kendi kendime."

Ben de başımı onun gibi koltuğa yasladım. Artık ikimiz de uzanarak birbirimize bakıyorduk. "Ha senin tek derdin Serhat'tı yani?"

"Benim tek derdim sensin."

Ani gelen itirafıyla dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerim dalgınlaşmıştı. Aramızdaki sessizlik çoğalırken benim onu yanıtsız bırakışımla Yiğit de susmuştu tabi. Çok sonra "Ama yoktun," diye mırıldandım. "O zamana kadar derdin neydi?"

"Bu zamana kadar seni niye bulmadığımı mı soruyorsun?"

"Hayır," dedim direkt. Tekrar duygusal şeyler konuşmak istemiyordum. Bu yüzden elimden geldiği kadar sahte bir kızgınlıkla "Hayatında başkası oldu mu hiç?" diye sordum. Sonuçta bunu en başta Yiğit merak etmişti, benim de sormaya hakkım vardı yani.

"Sence olmuş mudur?" diyerek beni denemeye kalktı bu sefer.

"Olmamıştır," dedim mırıltıyla. "...çünkü sen bir kalpsizsin."

Yiğit kaşlarını havaya kaldırıp sorarcasına baktı. "Öyle miyim?"

Yüzümde alaycı bir gülüş olduğu için beni ciddiye aldığını düşünmüyordum, zaten hakaret ederek de söylememiştim bunu. Sadece geçen zamana bulunduğum bir atıftı. "Öyle."

"Yıllar önce birisi daha söylemişti bana bunu." Yiğit'in gözleri dalgınlaşmıştı ancak bu uzun sürmedi, tekrar beni görüyormuş gibi bana bakmaya devam etti. "O zaman canım sıkılmıştı tabi... Şimdi o kadar da canımı sıkmıyor."

"Niye?"

"Evet kalbim yok, sebebi de onu sana vermiş olmam diyebilirim çünkü." Yaramaz bir gülümseme belirmişti şimdi suratında. Sanki beni de kendi gibi bir kalpsiz yapmaya çalışıyor gibi bakıyordu... Kalbimi almaya çalışıyordu.

Ben de kendime engel olamayıp gülümsedim ama o kadar utanmıştım ki ellerimi yüzüme örtüp Yiğit'ten uzaklaşasım bile gelmişti. Ancak o "Hayır, hayır," diye mırıldanarak buna izin vermedi. Bedenimi kavrayıp beni kendine çekerken "Gidemezsin," demişti. Battaniyeyle sarılı bedenim onun kolları arasında kaldığında Yiğit bir de ellerimi yüzümden çekti. "Gel şöyle yanımda utan."

Kollarını sıkıca bedenime sardığında o kadar sıcak hissetmiştim ki başımı onun göğsüne bastırdım. "Normalde hiç böyle utangaç değilim," derken sesim epey boğuk çıkmıştı saklandığımdan dolayı. "Gerçekten değilim."

"Evet anlıyorum," dese de Yiğit şu an eminim ki bu durumdan keyif alıyordu, hatta konuşmasından güldüğünün farkındaydım. Bir kolumu battaniyeden çıkarıp karnına hafifçe vurduğumda daha çok gülmüştü.

"Hazal ben senin utanmandan hoşlanıyorum." Yanağını başımın tepesine yasladığını hissettim, sesi de daha yakından geliyordu artık. Ve sanırım söyledikleriyle mayışıyordum. "Bana karşı tepkili davranmaya çalışırken nasıl tepki vereceğini bilememenden, yüzünde değişen her ifadeden çok hoşlanıyorum. Bunların hepsini her an görmek istiyorum."

Birkaç saniye ara verdi. Ben de az önce vurmak için kullandığım elimi yavaşça onun göğsüne yaslamıştım ve varlığımı bu şekilde belli oluyordum, onu dinlediğimin farkındaydı Yiğit.

Ve tekrar konuşmaya devam etti. "Sevmeyi çok geç öğrendim, kimseye bir şey hissetmeyerek ya da güvenmeyerek iyi bir şey yaptığımı sanıyordum. Ama kalenin duvarlarının ardında çok daha farklı bir hayat varmış Hazal, bunu seninle fark ettim ama dediğim gibi, geç fark ettim. Her şey için çok geçti. Her gece bende bıraktığın kitapları okurken gerçeklerle yüzleştim."

"Ne gerçeği?"

"Bir gece daha sahilde buluşup seninle sohbet edemeyeceğim gerçeği. Bir daha bana gülümsemeyeceğin gerçeği."

"Şimdi ne değişti?"

Kollarını bana daha sıkı sardı. "Gözlerinde gördüm, yıllar sonra farklı bakıyordun. İşte o bakışlarından cesaret aldım ben."

"Yani şimdi gerçekten istiyor musun?"

"Evet," dedi ve saçlarımı öptüğünü duyumsadım. Yüzüm bu sefer sevecenlikle değil, neredeyse ağlayacak olmanın bir yansımasıyla tebessüme büründü. Buruk bir şeydi. Kıvrılan dudaklarım titriyordu. "Seni istiyorum," dediğinde ise yorgun bir nefes bıraktım dışarı. Gözlerim usulca kapandı. Sanki bir belirsizlik sona ermiş, bir tünelin sonunda aydınlığa ulaşmışım gibi hissettim.

Neredeyse üç seneye yakın zamanı iyi geçirmiştim aslında. Her şeyi içime gömmüş, beklediğimi bile bilmediğim o şeyi fazlasıyla güzel yok saymıştım. Şimdi Yiğit'in, onu bekleyen karanlık kısmımı gün ışığına çevirmesi bana unuttuğum duyguları hatırlatmıştı. Mesela onu sevdiğimi, onu özlediğimi...

"Senin de istemeni istiyorum." Bana sardığı bir elini kaldırıp önüme düşen saçlara getirdi ve usul usul geri çekti. Bunu yapmasını seviyordum, titrek tebessümüm daha canlı bir şeye dönüştüğünde göğsünde duran elimi Yiğit'in üstüne kaydırıp ona sarıldım.

Hareketimle verdiğim cevaptan sonra "İstiyorum," diye fısıltıya benzer şekilde konuşmuştum bir de. Yılların yükü omuzlarımdan sıyrılıp gitti. İlk kez bu kadar özgürdüm. Sevmek ve sevdiğini söyleyebilmek beni sıkışıp kaldığım duygulardan azat etmişti.

Yiğit elini kolumda dolaştırıp sıcaklığını yaydığında "Seni çok seviyorum," dedi usulca. "Hazal, iyi ki tekrar yanımdasın."

"Sen de..." Başımı çevirip gözlerimi iyice sakladım. Bir damla gözyaşı uzun zamandır ağlamamanın getirisiyle aşağı aktığında Yiğit de bunu fark etmiş gibi sırtımı sıvazlayarak beni sakinleştirmeye çalışmıştı. Saçlarımda öpücükleri gezinirken kirpiklerimi örtüp karanlığımı pekiştirdim.

Bu zamana kadar yaşamım güzel geçmişti, bundan emindim. Ancak çok daha güzeli olduğunu da şimdi anlamıştım. Hayat o kadar katlanılmaz bir şey değildi ama onu olduğundan çok daha iyi hale getirmek de mümkündü. Her ne kadar bunun için biraz uzun zaman harcamış olsak da fazla gecikmeden, en azından ölmeden fark edebilmiştik.

O gece sabaha kadar sarılarak sohbet ettik Yiğit'le. Hava soğuk değildi, sadece ufak ufak esinti değiyordu üstüme. Ancak Yiğit bana sardığı kollarıyla bunu kolaylıkla bertaraf edebiliyordu. Ya da ben ona sarılarak pek çok şeyi göz ardı edebiliyor, pek çok şeyi yok sayabiliyordum...

-

Herkese merhaba, Hadsiz ile Kalpsiz'i okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim... 🤍 60.bölümün son bölüm olacağını şimdiden söylemek isterim, kalan üç bölümü de yine ilerleyen zamanlarda toplu halde atacağım. Buraya kadar eşlik eden herkese çok teşekkür ederim, sanki final bu bölümmüş gibi teşekkür etmeye koyuldum ama olsun.. 😅 desteğiniz çok kıymetliydi benim için 🤍1

Bölüm : 04.02.2025 21:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...