"Yiğit, ben gerçekten heyecan yaptım."
O öndeydi ve ben biraz arkada kalmıştım. Çantamı sıkıca tutarken güzel bir mahallenin orta kısmında kalan eve baktım. Kapısı kapalıydı ama az sonra açılacak ve beni yutar gibi içine çekecekti sanki.
"Ben elini tutacağım senin endişe etme," derken Yiğit'te de eğlenir gibi bir gülüş vardı. Tabi sevgilisinin ailesiyle tanışan o değildi. Zaten tanışabileceği bir ailem de yoktu ama olsun, şu an tüm sıkıntıyı ben yaşıyordum.
"Hala dalga peşindesin." Birkaç adım atıp yanına geçtim. "Niye teklifini kabul ettim ki ben? En iyisi geri döneyim, hatta biz şu an ayrılalım olur mu? Ben bu heyecanı yaşayabileceğimi sanmıyorum."
"Ayrılalım?" Yiğit'in gülüşü hafiften bozuldu ve tek kaşı idrak etmek isteyerek havaya kalktı.
"Yok bu çekilecek çile değil Yiğit, devam edemeyeceğim daha fazla..."
Hala anlamayarak bana bakıyordu. Elimi onun kirli sakallarla kaplı yanağına koyup acıklı bir ifadeyle baktım ona. "Ya beni sevmezlerse?"
"Hazal niye sevmesinler seni?" derken o da yanağına koyduğum elimi tuttu yavaşça. "Hem ben sevdikten sonra bunun ne önemi var? Sence ben iki üç olumsuzluğa ilişkimizi feda edebilecek raddede miyim?"
"Değilim tabi ki de." Kaşları çatılmıştı. Hızlıca dudaklarını yaladıktan sonra aşağı eğdiği gözlerini kaldırdı. "Sorman bile hata. Ben bir söz verdim. İkimize dair hiçbir şeyi mahvetmeyeceğim."
Bir süre sessizce bekledim. Kendi ailemle aramın bozulmasından dolayı Yiğit'in annesiyle tanışmak gözümü daha çok korkutuyordu. Kendimi güvende hissetmiyorum ya da güvensiz hissediyordum, bilmiyorum... Sadece zor geliyordu.
Alt dudağımı içe doğru kıvırdıktan sonra kendimi gülümsemeye zorladım. "Tamam, gidelim o zaman."
"Eğer iyi değilsen hiç gereği yok," dedi anlayışlı halde. "Daha sonraya erteleriz ya da ne bileyim, illa tanışmak zorunda değilsin ya."
Kendimi tutamadan Yiğit'in benim iyi hissetmem için öne sürdüğü çözümlere gülmüştüm. "Saçmalama, bu elbet bir gün olacak. Kaçamam ya... Hem beni tanımazsa ya geçen seferki gibi başkalarını önerirse sana? Bunu asla kaldıramam."
"Biliyorsun ona kesin olarak hayır dedim zaten."
"Olsun düşüncesi bile tüylerimi ürpertiyor." Hafifçe yüzümü buruşturduktan sonra Yiğit'in kolunu çekiştirdim. "Hadi çabuk gidelim, hemen tanışayım annenle."
"Hazal emin misin?" diye net bir şekilde sordu Yiğit.
Başımı aşağı yukarı sallayıp "Elbette," dedim. "Kendime güveniyorum, biraz hanım hanımcık davranabilirim... Ne var ki bunda?"
"Merak etme annem herkesi olduğu gibi sever zaten."
Kapının önüne geldiğimizde bakışlarımı Yiğit'in eğlenen surat ifadesine çevirdim. "Lütfen beni gazlama şu an... Sınırları aşmaya müsait bir gerginlikteyim, her an tuhaf hareketlerde bulunabilirim."
Elimi kaldırıp susmasını sağladım hemen. "Hayır."
Daha çok sırıtırken başını hafifçe sallayıp "Peki, nasıl diyorsan," dedi Yiğit.
Ben de dudaklarımı birbirine bastırıp hafifçe gülümsedim. "Aferin hep böyle ol."
Yiğit kolunu omzuma atıp beni kendine çektiğinde yanağıma doğru eğildi. Beni gülümsetecek kadar uzunca öptükten sonra "Tamamdır güzelim, hep senin sözünü dinleyeceğim," demişti.
Başımı geri çekip Yiğit'e baktım. İlişkimiz başladıktan sonra kırdığı soğukluğu, sevgisini hiç esirgememesi ve bunu fazlasıyla belli etmesi bende hala değişik bir hayret uyandırıyordu. Önceden bana hep ismimle hitap ederdi. Ki ben de onun Hazal deyişini çok severdim. Şimdi sahiplenici hitaplar kullanması da kalbimi epey hızlandırıyor ve beni heyecanlandırıyordu.
Kapının önüne geldiğimizde Yiğit zili çalmadan birkaç derin nefes alarak kendimi hazırladım. "İçeri girmeden önce beni daha da germe bak."
"Mümkünse bana bakma bile Yiğit, tamam mı?"
"Tamam içeride yapacağım şey belli oldu şu an."
Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında Yiğit kendimi düzeltmeme izin vermeden art arda zile basmıştı. Benimle oynuyordu.
Bana gülmeye devam ettiği an kapı aceleyle açıldı ve Yiğit'in yengesi çıktı karşımıza. Yüzünde kocaman bir gülüş vardı ve bakışlarım yere eğilince, bir de sürekli onun kıyafetini çekiştiren minik bir oğlan çocuğu gördüm. Diğer elini de ağzına sokmuş annesi gibi gülerek bize bakıyordu ama ayakta zor durduğu belliydi çünkü gerçekten çok küçüktü.
"Ay hoş geldiniz," dedi İclal abla. Adını Yiğit bahsettiği için biliyordum. "Geçin bakalım."
Yiğit belimden hafifçe ittirdiğinde ayakkabılarımı kenara çıkardım ve içeri girdim. Minik bebek annesinin arkasına saklanmış ama hala gülerek beni seyrediyordu. Arkamdan gelen Yiğit de ceketini çıkardıktan sonra yere eğilip Barış'ı kucağına aldı.
Onu kendi yöntemiyle severken İclal abla da "Yiğit ellerini yıkamadan dokunma demiştim sana!" diye çıkıştı.
"Bağışıklığını güçlendiriyorum ben onun, asıl bu kadar hijyene takarak sen hasta edeceksin çocuğu yenge."
Sonra minik Barış'ı bana yaklaştırdı. "Bak sana yenge getirdim Barış, güzel değil mi?"
Elini hala ağzına sokup utangaç halde gülümseyen bebeğe elimi sürmeden kendimce bir oyun yaptım. "Çok tatlı şimdi ya şimdi ağlayacağım," derken Yiğit bu halime gülmüştü.
"Kucağına almak ister misin? Yakışacak sanki."
Yiğit'in imalı sözlerine karşı gözlerimi yavaşça ona çevirdim. "Sağ ol," dedim usulca. "Ama İclal ablaya katılıyorum, ellerimi yıkmadan dokunamam."
"Ah sonunda aynı fikirde bir insan buldum, hem de eltim oluyor kendisi... Şükürler olsun."
Bakışlarımı Barış'tan çekip ona döndüm. Bana yaklaşıp kollarını açtığında hafifçe sarılmıştık. "Tekrardan hoş geldin Hazalcım, ben senin yolunu çok gözledim valla. Yiğit'ten bile fazla bekledim seni."
İstemsizce gülerken "Ay niye?" diye sormuştum.
İclal abla gözlerini devirip esefle başını iki yana salladı. "Tamamen Yiğit'in ahmaklığıyla alakalı..."
"Şey... Öyle demesek?" Kaçamak bir bakışla Yiğit'e baktım. O da onu korumam hoşuna gitmiş gibi eğlenerek bana bakıyordu. Kucağında minik bir çocuk varken daha yakışıklı hale gelmişti.
Dudaklarımı hızlıca yalayıp tekrar İclal ablaya baktım. Bu durum hoşuna gitmemişti. "Ama canım adamları çekiştirmeyeceksek elti olmanın ne anlamı var şimdi?" diye sordu hatta.
"Öyle tabi ama ben daha yeniyim, biraz alışayım o zaman çekiştirelim olur mu?"
İclal abla koluma girip keyifle içeri yürüttü beni. "Ay pardon çok aceleye getirdim değil mi? Çok özür dilerim... Ama alışmanı sabırsızlıkla bekleyeceğim."
Geriye dönüp ikimiz de kucağında Barış'la bir başına kalan Yiğit'e baktık. Saçları, tükürüğe bulanmış birkaç minik parmakla çekiştirilirken hafifçe yüzünü buruşturmuştu ve bozuk bir ifadeyle bizi izliyordu.
"Yok valla hiç ayıp olmuyor," dedi İclal abla olağan şekilde. "Zaten senin bunlara takılmana gerek yok, biz kendi aramızda halledeceğiz."
Alt kattaki lavaboda hızlıca ellerimi yıkadıktan sonra tekrar İclal ablanın yanına geçtim ve beni mutfağa sürüklemesine izin verdim. İçeri girdiğimizde masa başına oturmuş, başında önü açık bırakılmış tülbendiyle tezgahta uğraşan adama direktifler veren Yiğit'in annesi Sibel teyzeyi görmüştüm. Diğer oğluna "Onu da koy, şunu daha düzgün bir şeye koy, oğlum şunun kenarını sil," diye bir sürü şey söylüyordu art arda.
Sonra başını çevirince bizi gördü ve birden tebessüm etmeye başladı. Gülünce elmacık yanakları belirgin hale geldiği için çok tatlı bir ifade oluşmuştu çehresinde. "Oy kuzum geldiniz mi?" dedi ve sandalyesinden kenara çevirdi bedenini. Ağrılarından dolayı ayağa çok fazla kalkamadığını biliyordum, bu yüzden yanına yaklaşıp hemen elini tuttum.
Ben "Merhaba efendim," derken öne eğdiğim başımı okşamıştı.
Elini öpüp alnıma koydum yavaşça. Bu esnada gerçekten hoş bir tınıyla gülüp "Efendim değil anne de kuzum," dedi bana.
Bir an gözüm korkarken yüzümdeki ifadenin de değişmesine engel olamadım. Sanırım herkes anlık dehşetimi fark etmiş olmalı ki kahkaha boğulmuşlardı. İclal abla birkaç defa sırtıma vurup "Annecim korkutmasana kızı," dedi araya karışarak. "Sen istediğin gibi seslen Hazalcım, annemi dinleme."
"Niye dinlemeyecekmiş? Evlenmeyecekler mi Yiğit'imle? Şimdiden anne desin işte."
Yiğit "Anne!" diye seslenirken ben de bakışlarımı ona çevirdim. Kaşlarını çatmış uyararak bakıyordu.
"Sen daha söylemedin mi gelinime?" Hala elimi tutan Sibel teyze başını kızgınlıkla iki yana salladı. "Yazıklar olsun Yiğit, niye bekletiyorsun kızı?"
"Beklemiyorum." Surat ifadem berbat bir haldeydi. Kendimi hem saygılı hem de evlilik beklemeyen birisi gibi göstermeye çalışırken ortada sıkışıp kalmıştım. "Gerçekten beklemiyorum..."
"Nasıl?" diye sordu Yiğit'te. Kucağındaki Barış'ın kollarını tutup onu uslandırmaya çalışırken bu sefer bana bakıyordu soğuk bir hayret içinde. "Neyi beklemiyorsun?"
"Yani beklemiyorum derken, bekletmiyorsun anlamında dedim."
Bir süre emin olmak istercesine suratıma baktı. Galiba onunla asla evlenmeyeceğimi sanmıştı, oysaki ben burada kendimi kurtarmaya çalışıyordum! Neyse ki Yiğit bir süre sonra Barış'ın minik elleriyle attığı bir tokatla kendine gelince "Oğlum bir dur," diyerek ona dönmüştü.
Ben de derin bir nefes alıp masanın kenarına çekildim. İclal abla ve Seçkin abi beraber masayı hazırlıyordu. "Şey... Yardım edebileceğim bir şey var mı?" diye seslendim onlara.
Fakat kimseye kalmadan Sibel teyze elimden çekip beni sandalyeye oturtmuştu. "Boş ver halleder onlar, gel sen şöyle yanıma otur."
"Seçkin annen bizi çoktan gözden çıkardı baksana," diye mırıldandığı duydum İclal ablanın. "Artık yeni gelinini seviyor."
"Merak etme torun istediğinde yine sana gelecek bebeğim."
Onun bu söylediğiyle gözlerim irice açıldı ve gözlerimi mutfaktakiler de gezdirdim. Onlar için bu pek tuhaf değildi ki kimse alınmamış ya da benim gibi hayret tepkisi göstermemişti. Hatta Yiğit benim yanımdaki sandalyeye otururken "Nereden biliyorsun?" diye huysuzca sordu. Tabi burada taş bana da geliyordu.
"Ne diyorsun Yiğit?" diye kulağına mırıldanmak istedim ama bana engel olup "Güzelim bir saniye," deyip abisine döndü tekrar. "Yakında benim çocuğumu da sevecek annem."
"Senin çocuğun da sana benzer kesin, suratsız bir şey olur... Hiç sevilmez.
Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Yiğit gayet de gülüyor aslında," dedim onu savunma maksadıyla.
"Bu Yiğit'in çocuğunun var ya işi gücü olmaz akşama kadar kitap okur, bilmiş bilmiş konuşur, ergen triplerine girer sürekli..."
"Hayır," derken neredeyse Seçkin abinin üstüne atlayacak gibiydim. "Hem okusun kitap, bu kötü bir şey değil ki!"
"Aynen böyle savun sevgilini." Arka taraftan kulağıma gelen mırıltıyla aniden yükseldiğim yerde sinip ellerimi dudaklarıma örttüm. "Pardon çok özür dilerim, ben bağırmak istememiştim."
Benim özrümden sonra Seçkin abi, İclal abla hatta Sibel teyze bile kahkahalarla gülerken gözlerimi şaşkınca onların üzerinde gezdirdim. Hemen arkamda oturan Yiğit'e döndüğümde onu da hoşuna gitmiş gibi gülerken bulmuştum. Gülmeyen sadece Barış'la ikimizdik.
Benim dudaklarım da saniyeler sonra onlardan bulaşan bir duyguyla kıvrıldığında Seçkin abi simit doğranmış tabağı sofraya bıraktı ve anlayışla bana baktı. "Özür dilenecek bir şey yok, aksine sağ ol bizim akılsız Yiğit'i savunduğun için."
"Rica ederim," derken başımı hafifçe öne eğip kaldırdım.
"Akılsızım yani ben?" Yiğit tek kaşını kaldırmış haldeydi.
"Eh yani... Biraz." Bunu masanın başında oturan Sibel teyze söylemişti. Tatlı bir kızgınlıkla bakıyordu Yiğit'e. "Aklın olsa Hazal'ı şimdiye yüz kere getirmiştin buraya."
"İyi iyi, çok da bozmayalım şimdi kızın yanında." Hemen sonra başıyla Barış'ı işaret edip "Benim minik kuzumu, Hazal kuzumun kucağına koy bakayım sen," dedi.
Yiğit kendi kendine mırıldanan ve hala eli ağzında bekleyen Barış'ı bana vermeden önce sorguyla bakmıştı suratıma. "Ver bakalım," deyip onu onayladıktan sonra Barış'ı aldım ve saçlarını gelişigüzel geri taradım. Bacaklarıma yan oturttuğumda başını çevirip bana bakmaya başlamıştı. Bebek kokusu buram buram gelirken kollarımı ufak göbeğine sardım güzelce. Bana kendi yeğenlerimin bebekliğini hatırlatmıştı.
Sibel teyze ellerini ağlamaklı yüzüne örtüp "Ah pek de yakıştı kucağına," dedi sızlanır gibi. "Yiyeyim ben sizi yiyeyim!"
"Sevdi seni, yoksa böyle uslu durmazdı."
Başımı Yiğit'e döndürdüm şımarık bir tebessümle. "Sevilmeyecek gibi de değilim ki yani."
Ve Yiğit yanımızda kimsenin olmasını umursamadan yanaklarımı tek eliyle sıkıştırıp eğildi ve öptü. "Valla öylesin."
Onun herkesin içinde, içinden geldiği gibi davranması daha da şaşırtmıştı beni. Oysaki ben, yalnızken böyle açık konuşmasına bile yeni alışıyordum. Gözlerim yavaşça Sibel teyzeye döndü. Gerçekten memnun halde bakıyordu bize. Hatta Yiğit kolunu omzuma atıp beni kendine çektiğinde Sibel teyzenin "Oh kuzularım," dediğini duydum. "Hep mutlu olun böyle, çok mutlu olun inşallah."
Gülümseyişim artarken Yiğit'in önden geçirip beni kolları arasına alışına baktım. Sımsıcak hissettiriyordu. Hatta sonra geriden saçlarıma bir öpücük kondurdu ve beni bir şekilde, asla yan yana gelemeyeceğimizi düşündüğüm anlardan sonra en tepeye çıkardı.
Ben de sıkı sıkı tutunuyorum şimdi, oradan düşmeye niyetli değilim.
-
Okur Yorumları | Yorum Ekle |