59. Bölüm

59

tuğba fc
askilav

Birkaç ay sonra

Çantamı, telefonumu, ceketimi ve ihtiyacım olacak her şeyi alıp evden aceleyle çıkarken Yiğit'in aşağıda beni beklediğini biliyordum. Güzel bir yerde canlı müziğe gidecektik ve maalesef ben Rengin'le telefonda sohbet ederken biraz geç kalmıştım.

Merdivenleri hızlıca inerken dalgalandırdığım saçlarımı geri itip acele içinde apartmanın ağır kapısından çıktım. Yiğit beni beklerken arabasının önünde elleri ceplerinde öne arkaya yürüyordu ve gözleri epey dalgın halde yerde geziniyordu. Fakat kapı sesini duyunca başını kaldırdı, bana baktı.

Koyu tonlarda basit bir tişört giyip onu siyah kot eteğimin içine sokmuştum ve üstüne de kahverengi bir kemer takmıştım. Açıkçası Rengin daha güzel giyinebileceğimi, böyle en hafif haliyle paçoz göründüğümü söylemişti ama ben kendime özenirken tüm görünüşümü mahvedebilecek bir insandım ve bu yüzden en sade şeklimle hazırlanmıştım.

Bence o kadar da kötü değildi. Hatta uzun boyumdan dolayı giydiğim çoğu şeyin kolaylıkla yakıştığını biliyordum. Ancak Rengin hazırlanmamı görüntülü aramadan seyrederken beni bayağı bir zorbalamış ve hevesimi kırmıştı.

Fakat kapıdan çıktığımda Yiğit eğdiği başını öyle bir kaldırıp baktı ki kendimi gerçekten dünyanın en güzel kadını gibi hissettim birden.

Beni görünce Yiğit'in yüzündeki ifadesizlik kırıldı, dudakları kıvrıldı ve gözleri parlayarak gülümsedi. İlk önce yüzüme bakmış, omuzlarıma dökülen dalgalı saçlarımı kısa bir an seyrettikten sonra kıyafetime belki de çok kaçamak göz atmıştı. Tekrar göz göze geldik. Yanına yaklaşıp ilk günkü gibi bir heyecanla boynuna sarıldım. O da belimi sıkıca sararken "Çok özledim," demişti kısık bir mırıltıyla.

"Daha bir hafta oldu görüşmeyeli," dedim en odun halimle. Bir hukuk kongresi için şehir dışına çıkmıştı ve bir hafta boyunca hiç görüşememiştik. Ben yayınevindeki işimi evden hallettiğim için Yiğit'in müsait olduğu zamanlar sıkça görüşüyorduk ve bu da neredeyse haftanın üç günü falan ediyordu. O yüzden ilk kez bu kadar uzun ayrı kalmıştık diyebilirdim.

"Bayağı olmuş işte," dedi geri çekilip yüzüme bakarken. Dalgalı saçlarımı hafifçe geriye ittirip yüzümü açtı ve öptü. "Özlemem için yıllar geçmesi gerekmiyor sonuçta."

Gülümsememi arttırıp Yiğit'in yanaklarını sıktım, kendime engel olamamıştım. Bazen onu böyle ufak çocuk gibi sevesim geliyordu. "Çok tatlısın, bir kez daha sevdim seni."

Arkadaki kapıyı binmem için açarken "Hazal sen bana hep tatlı mı diyeceksin?" diye huysuzca sordu. "Artık gerçekten kızıyorum bak buna."

Koltuğa oturup açık kapıdan bakarken kaşlarım çatılmıştı. "Aa niye? Tatlıya tatlı denir. Başka ne diyeceğim ki?"

Kolunu kapıya yaslayıp bana eğildi Yiğit. Tek kaşını bariz bir şey belirtir gibi kaldırmıştı. "Yakışıklım de arada mesela."

"Adamım da diyeyim mi? Sen de bana kadınım falan dersin." Kapıyı kapatmak için çekerken "Lütfen bana böyle kıroca şeyler önerme," diye homurdanmıştım.

Yiğit de kapıyı kapatmama müsaade edip hızlıca şoför koltuğuna geçti. "Belki ben bu aşkta, bu ilişkide kırolaşmak istiyorum?"

"Ne?" Sahte bir şaşkınlıkla Yiğit'e bakarken o da kendinden emin şekilde yolu izliyordu. Hatta omuz silkip "Evet," dedi. "Maço bir adam olamaz mıyım?"

"Olamazsın tabi ki de! Bunu seninle daha önce konuşmuştuk hatırlamıyor musun?"

"Ne zaman konuşmuştuk?"

"Hani beni motoruna ilk kez bindirdiğin zaman," dedim usulca. O gün Melis'le kavga ettiği gündü ve bu ayrıntıyı vermek istememiştim. "Sana kurgu olsan bile kötü olamaz mısın demiştim, kitaplardan falan bahsediyorduk çünkü. Sen de eğer kötü olursam yanımda olmazdın demiştin."

"Çok doğru demişim. Nasıl ortada bıraktın beni ama..." Gülerek ifade ettiği şeye karşın ben de kıkırdarken aylar geçip de o üç senelik uzaklaşmamızı böyle hatırlayacağımı hiç tahmin etmezdim.

"Gözüm dönünce siliveriyorum hemen."

"İyi yapıyorsun aslında." El freninde duran elini parmaklarıma sarıp beni tuttu. "O zaman bana Mavi Bulut'u verdiğinde ben ne yapmıştım biliyor musun?"

"Ne yapmıştın?"

"Kitabın girişinde Ben Brienna yazısının altına sen de böyle renkli, güzel bir kalemle Ben de Hazal yazmıştın." Yiğit'in yüzünde masum, sakin bir tebessüm vardı. Gözleri de karanlık yolda dalgın hale gelmişti birden. Sonra konuşmaya devam etti. "Ben de neden bilmiyorum, altına ismimi eklemek istedim ama kurşun bir kalemle çok silik yazmıştım. Eğer tükenmez bir kalemle, bastırarak yazarsam kitabına zarar veririm, sen de bana kızarsın diye düşünmüştüm çünkü. İçimden de şey diye geçmişti, adımı silik yazdım ki beni istediği zaman silebilsin."

Parmaklarıma sarılı olan elini, diğer elimle kavrayıp onu sıkıca tuttum. "Artık istediğim zaman silmek diye bir şey yok ama... Gerektiği müddet hatalarımızı konuşarak da halledebiliriz."

"Halletmekten başka çaremiz yok zaten."

Öyle muhtaç halde söylemişti ki bunu farkında olmadan merakla "Ay niye?" diye sordum.

Yiğit ise bana dönüp komik bir şey görmüş gibi güldü. "Güzelim seviyoruz ya birbirimizi, halletmek zorundayız. Yoksa daha fazla nasıl ayrı kalacağım ben senden?"

"Allah seni bildiği gibi yapsın Yiğit ya! Başka türlü anladım ben, gerçekten bir şey oldu sandım..." İçimi rahatlatmak için göğsümü hafifçe ovaladım. "Lütfen sevgini bağlam içinde belli et tamam mı? Bu çok bağlam dışıydı."

"Bağlam içi de bağlam dışı da seviyorum ama."

Eline acıtmayacak şekilde vurup "Bağlam dışıııı," diye seslendim ona sanki bir uyarı verir gibi.

"Mesela yemek yerken diyebilir miyim?"

"Duruma bağlı."

"En iyisi seni bana bağlamak lazım."

Başımı geriye atıp onun bu tatlı çözümüne güldüm. Yiğit de yola bakarken sırıtıyordu. "Çok tatlısın," dedim gülüşlerim arasında. Yiğit'in yüzü anında komik bir halde bozuldu ve tuttuğumu elimi bırakıp yanağıma getirdi. İki parmağı arasına alıp fazla acıtmadan sıkmaya başlamıştı.

Hiç ses etmeden ona ayak uydurdum. "Hafta sonu alışverişe çıkalım mı?" dedim daha sonra aklıma gelen şeyle.

"Çıkarız, neden?"

"Demet'in düğünü için kıyafet bakacağım," derken dalgın halde Yiğit'in elini tuttum. "Ama hangi renk alsam karar veremedim bir türlü... Bana ne yakışıyor ki?"

"Hepsi yakışıyor."

"En basiti siyah giymek." Sonra kendi fikrimi çabucak çürütmüştüm. "Of ama hep ayaklı cenaze gibi geziyorum artık siyah giyemem. Farklı bir renk giymem lazım."

"Yeşil giy."

Bir süre düşünceler içinde Yiğit'e baktım, kendimi yeşil bir kıyafet içinde hayal ettim. O sırada Yiğit "Yeşil sana çok yakışıyor, yeşil atkını çok seviyorum," diyerek beni buna inandırmaya çalıştı ama dudaklarımı büküp "Yeşilin hangi tonunu giyeceğim peki?" diye başka bir soru sordum.

Tabi o buna herhangi bir cevap veremedi. İşaret parmağımı çeneme vururken "Hmm..." diye mırıldandım. "Limon küfü bana yakışır mı sence?"

"Eğer limon küfünü bilseydim bir fikrim olabilirdi."

"Ya bir limon düşün, bir de üstüne küf düşün aşkım. O renk işte."

"Ee yakışıyor o zaman," dedi hızlıca.

Kaşlarımı çatıp başımı iki yana salladım. "En iyisi ben Serhat'a sorayım, o böyle kaçamak cevaplar vermez."

"Allah Allah ne cevap verirmiş o lavuk?" Yiğit'in yüzünde memnuniyetsiz bir ifade oluşmuştu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken "Aşkım o sende bok gibi durur der," diye mırıldandım.

"Şimdi bak kafam atıyor benim böyle olunca... İlk olarak sana nasıl aşkım diyebilir lan o?"

"Tam olarak böyle."

"Hazal!"

Artık hiç saklamadan gülüyordum. Bana yaptığından daha şefkatli halde yanağını sevip "Sakiiin," diye mırıldandım. "Çık çabuk şu maço kişiliğinden."

"Yok ben böyle iyiyim." Ters bir bakış attı bana. Azıcık da küskün bir hali vardı. "Gerçekten ben yokken falan aşkım diyor mu sana?" dediğinde "Ne önemi var ki?" diye sordum. "Ben seni seviyorum sonuçta. Hem Serhat benim çok yakın arkadaşım, onunkisi sadece alışkanlık. Yanlış anlaşılacak bir şey yok."

Aklına yatmamış gibi olsa da "Peki," dedi. Sonra da ekledi. "Az desin ama."

"Tamam, söylerim az der."

Oturacağımız mekana geldiğimizde kalabalığa bakınıp güzel bir yer aradım. Elimi tutmuş peşimden gelen Yiğit de "Şuraya geçelim," dediğinde bakışlarım onun dediği yere çevrilmişti. Uygun ve güzel bir yerdi. Oraya geçtiğimizde çantamı kenara bırakıp saçlarımı tek omzumda topladım. Hemen sıcak basmıştı.

İçecek bir şeyler sipariş attığımızda müzisyen daha yeni yeni sahne alıyordu. Kısaca bir şeyler anlattıktan sonra şarkıya başladıklarında hem onları dinliyor hem de Yiğit'le kendi aramızda sohbet ediyorduk. Aradan geçen zaman sonrasında birkaç kişi istekte bulunmaya başlamıştı. Ortam daha rahat bir hal alırken ben çoktan sırtımı Yiğit'e vermiştim. O da bir elini karnıma koymuştu ve sessizdi. Zaman geçtikçe durgunlaştığını hissediyordum.

Başımı çevirip onun sakin ifadesini kontrol ettim. "Sen iyi misin?" diye sorduğumda dalgınca bana döndü.

"İyiyim, neden?"

"Bilmem yolda daha iyiydin, durgunlaştın birden."

Güven verir gibi gülümsedi hafifçe. "İyiyim, bir sıkıntı yok."

Bedenimi toparlayıp gözlerine bakındım. "Yorgunsan erken dönebiliriz."

"Hayır erken dönmeyeceğiz," dedi ciddiyetle. Biraz geri çekilip onu seyrederken neden böyle olduğunu anlamaya çalışıyordum. Gergin görünüyordu çünkü. Sonra bakışları masaya eğildi. "Yiğit neyin var ya?" diye mırıldanırken ben de masaya döndüm.

Ancak oraya koyduğu avucunun arasında bir yüzük kutusu vardı. Ben sessizleşip şaşkınlıkla oraya bakarken Yiğit kutunun kapağını kolaylıkla araladı ve oradaki yüzüğü gösterdi bana. Bu benim Rengin'e bahsettiğim yüzüğün aynısıydı. Hatta daha da güzeli. Yiğit'ten gelince güzelliği gözümde birden çoğalarak artmıştı.

Bir elimi komik şaşkınlıkla dudaklarıma örttüm. Yiğit de dudaklarını yalayıp hafifçe dudaklarını kıvırdığında "Sen ne yaptın?" diye sordum. Bu mantık dışı bir soru olsa da o an bu yüzüğü görmek bende mantık bırakmamıştı zaten.

"Ne yapmışım?" diye mırıldandı Yiğit de.

"Bu ne şimdi?"

"Takabilir miyim?" Kutuyu biraz daha önüme itti. Kulaklarımda hala müzisyenin seslendirdiği şarkılar varken yüzüğü yavaşça çekip bir parmağımı tuttu. "Ama ilk önce sormam mı lazımdı yoksa?"

"Ay bilmiyorum ki daha önce hiç böyle bir şey yaşamadım."

"Hazal..." deyip keyifsizce gülmeye başladı Yiğit. Anı bozduğum için ben de gülerken yan masadaki grubun dikkatini çekmiştik ve ben utanç içinde başımı Yiğit'in omzuna yaslayıp orada gülmeye devam ettim.

"Özür dilerim, kafamı çok karıştırdın ama ne yapayım?"

"Tamam, soruyorum o zaman."

Başımı geri çekip Yiğit'in koyu gözlerine baktım ve başımı aşağı yukarı salladım.

"Benimle evlenir misin?" diye kalbimi heyecanlandıracak kadar güzel bir tonda sormuştu.

Sabit şekilde dururken "Evet," dedim oldukça ince bir sesle. Benim için çok da beklenmedik bir durum değildi bu aslında. Herkes evlenmemizi dört gözle bekliyordu, özellikle Yiğit'in ailesi. Bizim de sözü edilmemiş bir anlaşmamız var gibiydi. Yine de bunun böyle adı konulmuş bir hale gelmesi beni ister istemez heyecanlandırmıştı. Sonuçta bir görevi yerine getirmiyorduk, aile olmaya adım atıyorduk. Farklı hissettiriyordu.

Yüzüğü parmağıma geçirdikten sonra elini boynuma sarıp yüzüme eğilmişti Yiğit. Onun beni öpmesini usul bir tebessümle bekledikten sonra parmaklarına sarılıp sıkıca tuttum. "Seni çok seviyorum."

"İnan ki ben de seni..."

Geri dönüp bu sefer daha huzurlu bir hisle başımı omzuna koydum. Arada bir kendi kendime gülüyor ve sahnedeki müzisyene odaklamaya çalışıyordum zihnimi. Fakat gözüm sürekli Yiğit'in eli arasında duran elime kayıyor ve oradaki yüzüğü seyrediyordum.

Güzel olan aslında yüzük değildi, bana ne verirse versin zaten umursamaz hepsine sevinirdim. Güzel olan aramızda bir şeylerin gelişiyor ve bizim engel olmamıza izin vermeden büyüyor olmasıydı.

 

Bölüm : 18.02.2025 21:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...