34. Bölüm

32. Gecikmiş Adalet ve İtibar Suikastı

tuğba fc
askilav

Sonradan not: Şöyle ufaktan açılışımızı yapalım istedim, çünkü zor da olsa geri döndük, bir önceki bölümden ötürü en başı okumuş gibi hissedebilirsiniz ama ben el atmışken orayı da düzelteyim dedim biraz.

Sizler nasılsınız? Depremden sonra umarım herkes iyidir, bedenen hasar vermese bile sarsıntılar ne yazık ki psikolojik olarak etkiliyor. Ben elimden geldiğince soğukkanlı kalmaya çalışsam bile gün içinde sürekli sallanıyor gibi hissediyorum. Çeşitli deprem uygulamalarını indirdim ve telefonumdaki bildirimleri de açtım, inşallah herhangi kötü bir durum yaşanmaz ama yine de alınabilecek bir önlem varsa eksik etmeyelim lütfen. 💌

Bir gün bir okuyucumdan mesaj almıştım, 'Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine' şiirini okuyunca aklına Uygar'la Yakut'un geldiğini söylemişti, ben de bir bölümün başına bu şiiri ekleyeceğimi belirtmiştim, ona da okuduğu yerde bizi hatırladığı için çok teşekkür ederim. 🥺💝

"Senin kalbinden sürgün oldum ilkin, bütün sürgünlüklerin bir bakıma bu sürgünün bir süreği

Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim"

-Sezai Karakoç

*

O kadar yıldan sonra insanlar yüzüme bakıp bir başarısızlık öyküsü okusunlar diye mi yaşadım ben bu hayatı?

Korumam gereken insanlara, koruduğumdan daha büyük zararlar vermek için mi çok inandım adaletime? İki sene boyunca yanlış bir cezayı ödettiğim sevdiğim adamla yaşadığım unutulmaz duyguların yasını tutarken, bir daha asla o kadar sevemeyeceğim ve sevilemeyeceğin için başımı yastığa onsuz yaslarken, tazelenmiş bir günahı göğüslemek için mi sırtlandım bütün yükleri?

Kabul ettiğim her suçun hüznü, daha ağır bir kabahati taşıyayım diye mi bunca zamandır ruhumda mesken tutuyordu?

Adalet duygusunu, ben bu dünyanın hiçbir zaman dürüst bir yer haline gelemeyeceğini kendi gözlerimle görmek için mi yaşadım sonuna kadar?

Neden hiçbir şey hayal ettiğim kadar güzel olmadı?

Aklımı tırmalıyor böyle sorular.

Neden tüm çabalarımdan geriye kalan şey kalbime batan bir hayal kırıklığı oldu sadece?

Hava ya çok soğuktu ya çok sıcak.

Kestirilemeyecek bir hali vardı; ellerim bu kadar soğukken yanaklarımın alev ateş yanmasına başka bir sebep yükleyemiyordum çünkü. Hava ya beni öldürecek kadar çok soğuktu ya da öldürecek kadar çok sıcak.

Hızlı bir toplantı yapılacaktı, bundan dolayı konakladığımız binaya geri döndüğümüzde Revan başkan çoktan toplantı odasında bizi bekler halde bulduk. Parmaklarını ritimle masaya vurup düşünceli gözlerini karşısındaki boş yazı tahtasında gezdirirken biz içeri girdiğimiz an üstümüze kaydırdı. "Hoş geldiniz, geçin çocuklar."

"Hoş bulduk başkanım."

Önümde yürüyen Tekin hiç beklemeden karşı tarafa oturdu, aynı yere Reha da yöneldiği için sırtım kapıya dönük olacak şekilde, tam önümde kalan sandalyeye yerleştim. Uygar da pek hesapta olmasa bile yanıma yerleştiğinde ikimiz de bunun farkında olmayı reddetmiştik.

"Hemen başlayalım," dedi Revan başkan donuk bir sesle. "Kaybedecek hiç vaktimiz yok, son durum nedir?"

Bakışlarımı, konuşmayı takip edebilmek için masada gezdirdim. Önceliği kapan Reha oldu, oturuşunu düzeltip kollarını masaya koyarken bakışlarını da direkt başkana dikmişti. "Başkanım, hainden haberiniz var zaten," dedikten sonra artık duyması epey rahatsız edici olan o ismi dile getirdi. "Belçin."

Gözlerim istemsizce yan tarafımda oturan Uygar'a kaydı, kaşları çatık gibi duruyordu ama aynı zamanda ifadesini tuhaf bir sakinlikle koruyordu. Bu ismi duymuş olmanın onda ne gibi bir his yarattığını bir türlü anlayamadım, bana kızgınlığı sürekli tazeleniyor muydu yoksa erken vakitlerden kalma hiddeti zamanla alışmış ve artık sönmeye mi başlamıştı?

"Evet, biliyorum," dedi başkan hatırlamanın getirdiği rahatsızlıkla. "Sabah konuştuğumuzda Uygar, Mürsel'in itirafta bulunduğunu söylemişti zaten. Sizden önce de ben Belçin'in peşine düştüm." Başkan sözleri arasında nefeslendi, tedirgin bakışlarım ona döndüğünde gözlerimiz kesişmişti.

Onun da bana karşı cephe almasından endişe ettiğim için ilk başta korktum, ellerimi gerginlikle ovalayışımı masanın altına indirerek saklarken Revan başkanda ise sadece bir boşluk görmek korkumu nispeten yatıştırmıştı. "Ne yazık ki Belçin ardında hiçbir iz bırakmadan kaybolmuş durumda, gitmeden önce diplomasi görüşmesi gerçekleştireceğini yaydığı için personelin de durumdan haberi yok."

"Nereye gidebileceği konusunda fikirler sığınaktan çıkan kanıtların incelenmesinden sonra az çok belli olur başkanım." Reha hafifçe boğazını temizledi. "Şimdi maalesef başka bir konumuz var."

"Dinliyorum."

Sığınağın farklı açılardan kaydedilmiş tüm görüntüleri masaya yayıldı, bunları gördükçe farkında olmadan böyle bir şeyin önünü açtığım için hissettiğim suçluluk daha çok artıyordu. Şimdiye kadar her şey Uygar'la aramızdaki tekil günahlardan ibaretti ama hesap büyüdü bir şekilde, artık sadece kocasını şüpheleriyle boğan bir kadın değildim ben, ve o da kendisine ihanet eden eski karısını bir güvensizlikten ötürü affetmemek için çabalayan bir adam değildi.

"Belçin Öncel, Mürsel İzgi, Ahmet Akdeniz ve elde edilen son bulgulara göre kesik parmağın sahibi olan kişi Faizan Attaf'la beraber sınırda bir terör köyü projesine başlanmış, sadece militanların bulunacağı ve çeşitli gruplar tarafından eğitilecekleri şekilde planlanmış bu köy başkanım." Önümdeki görüntüler sağa sola yayıldı, bakmak isteyen önüne çekiyordu bense elimi süremiyordum. "Diğer terör yapılanmalarından farklı bir şekilde uzun vadede nitelik ön plana koyulmuş, büyük harcamalar yapılmış hatta."

Başkan çenesini sıvazlarken bir soru sordu. "Konumu belli mi köyün?"

"Konumu belli olsa da güzergahtan emin değilim başkanım, yani köyü bulmaktan önce oraya sızmak bizi zorlayacak gibi."

Uygar da konuşmaya dahil oldu, oturduğu sandalyede doğrulurken kolu bana çarpmasın diye kendimi iyice sol tarafa yanaştırdım. "Bundan dolayı güzergahı geçmek için bir teminata ihtiyacımız olduğunu konuştuk başkanım," deyişi, duygularını ne kadar iyi sakladığını gösteriyordu. Görevine odaklı, hissettiklerinden uzak, tam olması gerektiği gibiydi yani. "Teminat için birkaç alternatif var ama en olası yol Faizan'ın oğlu Halim. Babası öldükten sonra tüm işleri o devralmış."

"Buralarda mı peki bu Attaf?"

"Sık sık ülkede bulunuyor," derken bunu sabah vakitlerinde beraber konuştuğumuzu hatırlamıştım, Uygar da aynı şeyi anımsamış olmalı ki bakışları göz ucuyla bana kaydı ama sonra hemen geri döndü. "Ama sığınağın açıldığı duyulduğundan beri sessizliğe gömülmüş durumda, büyük ihtimalle kaçmak için hazırlanıyor."

"Kaçar tabi, kaçar." Revan başkanın mırıltısı umutsuz bir söylem değildi, çok kızgın ve intikam doluydu. "Kaçmaya programlılar zaten, ama biz de bunun için varız."

"Akdenizlerle iletişim kursak?" diye bir fikir attı ortaya Tekin, ciddi bir şekilde oturmaya çalışsa da kişiliğinden hiç ödün vermiyordu; sandalyesine gayet rahatça yayılmıştı, bense onun aksine kaskatı oturuyordum. "Mürsel teminat olamaz, zaten içeride artık bize ötmek dışında bir işe yaradığı yok," dedi düşünceler içinde. "Ama Ahmet efendi hala hastanede, onu teminat olarak alamaz mıyız bu köy için?"

"Dikkate-" diyecektim ama... Uygar'la aynı anda konuşmuştuk.

Önce o konuşsun diye sessiz kalıp sıramı Uygar'a verdim; ne var ki o bunu kabul etmedi ve tişörtünün yakasını bozuk olmasa bile parmaklarının ucuyla düzeltirken "Söyleyebilirsin," dedi bana, pek yüzüme bakmıyordu.

"Yok, sen söyle."

İtiraz etsem dahi devamında Uygar'dan hiçbir ses gelmedi, sessizlik ise odadakiler tarafından garip karşılanacaktı; el mecbur boğazımı temizleyerek az önce yarım kalan sözlerimi tekrar dile getirdim. "Ahmet'i dikkate alacaklarını sanmıyorum," derken elimi ayağımı bu görevden çekmiş gibi davranmamaya çalışıyordum. Bir yandan da tanıdık kuruntularım aklımı tırmalıyordu, hem her şeyi mahvedip hem de bir şeyleri düzeltmeye çalışır gibi davranırken ya komik görünürsem? "Zaten ikisinin hatalarından dolayı tüm yakayı ele verdiler, bu saatten sonra ne Ahmet'in ne de Mürsel'in sözünün bir geçerliliği olmayacak."

Tekin tam karşımdayken sorgularcasına gözlerini kıstı, bana bakıyordu. "Yine de çok kesin değildir ya..."

"Tabi, orası öyle." Yutkundum, ellerimi sandalyemin iki yanına yaslayıp oturuşumu düzeltirken verdiğim kısacık arada olabildiğince sağlam tutmaya çalışmıştım kendimi. "Ama yine de Attaf kadar teminat vereceklerini düşünmüyorum, bu aralar güçleri biraz sallantıda."

"O zaman, Reha." Revan başkan işaret parmağını çaprazımda oturan Reha'ya uzattı. "Akdenizler'den istihbaratı sen toplayacaksın, Uygar'ı yollayamıyorum çünkü şu Kadir Öncel meselesinden dolayı tanınma ihtimali var. Ahmet Akdeniz hala Attaf'la bağlantı içinde mi bir kontrol et bakalım."

"Anlaşıldı başkanım."

Tekin elini kendine dokundurup kaşlarını gücenmiş bir tavırla havaya kaldırdı. "Ben tanınmazdım aslında başkanım, bir problem mi var yoksa?"

"Sağ ol Tekin," diye mırıldandı başkan, içinde bulunduğumuz atmosfer gülmek için fırsat vermese bile muzip bir ifade bürünmüştü yüzüne. "Ama ben bu görev için Reha'nın soğukkanlılığını tercih edeceğim."

"Hadi be..."

Revan başkan, sahte hüzünden kaynaklanan bu nidayı umursamadan bakışlarını bize çevirdi; gözlerini bir bende bir de Uygar'da gezdiriyordu. "Siz de," dedikten sonra bir süre parmaklarını ritimle masaya vurdu ama sözlerini geciktirmemişti. "Sığınaktan çıkan tüm deliller sizin elinizde, en ufak ayrıntıyı dahi kaçırmadan incelemenizi istiyorum. Hepsi şu an dış-arşive gidiyor, depolanmaya başladığı an haber veririm yola çıkarsınız, olur mu?"

Direktifini onaylamaya kalmadan toplantı kapısı tıklatılınca hepimizin bakışları o yöne döndü, kapı aralandı ve içeri beklemediğim bir şekilde Sevtap girdi. Onu görmeyi gerçekten beklemediğim için rahatsızca oturduğum yerde dikleştim.

Sevtap at kuyruğu yaptığı sarı saçlarını düzelterek arkasına bıraktıktan sonra başını öne eğip saygıyla selam verdi hemen. "Kusura bakmayın başkanım, böldüm sanırım."

"Estağfurullah, geçin çocuklar... Hoş geldiniz."

Hemen arkasından daha şaşırtıcı olarak Direncan da içeri girmişti, kapıyı örtüp sessizce boş koltuklardan birisine ilerledi. "Merhaba başkanım," derken onun sesini uzun zamandır duymadığımı fark ettim, burada olması garip hissettirmişti; üstelik bambaşka birisi gibi görünüyordu artık.

"Hoş geldin Diren, otur bakalım."

"Durumlar nedir başkanım?" Sevtap, Tekin ve Reha'nın arasındaki boşluğa oturmuştu, karşımda sayılırdı. "Duyduğum kadarıyla çelik sığınak sonunda açılmış," deyişi esnasında sesindeki kıpırtı kolaylıkla anlaşılıyordu. Artık ona bakmak istemeyerek bakışlarımı tekrar önüme çevirdim, gitmeden önce Uygar'ın masumiyetini bildiği halde benden sakladığı için şimdi nasıl davranacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Evet, siz gelmeden önce sığınaktan ve hainden bahsediyorduk biz de."

Direncan eskiye nazaran daha ağır başlı bir halde başını öne eğdi ve tek bir soru sordu. "Kim?" Hiç eskisi gibi değildi, gözlerinde eski heyecanını taşımıyordu pek; halbuki onu çok daha farklı hatırlıyordum, daha fazla konuşkan birisiydi o... Yaşadığı zorlu süreç, büsbütün değişmesine sebep olmuştu belli ki. Gitmeden önce tanıdığım haliyle bile Diren'in genelde Belçin'le olan yakınlığımı yadırgadığını anımsadım, belki de bu yorgun haliyle daha çok belli ederdi öfkesini.

Onun aksine daha büyük bir heyecanla Sevtap da mırıldandı. "Başkanım, beklediğim isim mi yoksa?"

Revan başkan ihtiyatlı bir tavırla ince dudaklarını iki yana kıvırdı, bu mutluluktan kaynaklanıyormuş gibi görünmüyordu. "Belçin Öncel."

Sevtap tek elini yüreğimi hoplatacak şekilde birden masaya vurdu, sırtını geriye verip başını da arkaya yatırırken iki avucunu birden yüzüne kapatmıştı. "Biliyordum, onun olduğunu biliyordum!" derken sesi ellerinin altında kaybolmuş olsa da ne söylediği gayet anlaşılıyordu.

Hemen sonra gözlerini devirerek Tekin bir şeyler homurdandı. "Şovcu bu kız ya... Yemin ederim tam bir şovcu."

Revan başkandan hızlı bir ikaz geldi. "Tekin."

"Pardon başkanım."

"Pardon çıkalı..."

Başkanın yarım kalan sözlerinin devamını hızlı ve kendinden emin bir şekilde Tekin cevapladı, sanki her zaman bu cümleyi beraber kuruyorlarmış gibi alışkanlıkla dile getirmişti. "Evet, benim gibi eşekler çoğaldı maalesef."

Usulca takip ettiğim sözlerin arasında parmaklarımı birbirine bağlayıp sertçe ovaladım, dudaklarımın içini kemirirken sessizliğim beni buradan yavaşça silmeye başlamıştı, yok olacaktım.

Ta ki az önceki heyecanını atlatıp bakışlarını bana çeviren Sevtap'a kadar... Gerçek hainin Belçin olduğunu öğrenince elbette bana bir şeyler söyleyecekti, belki de çok uzun zaman bunu beklemiş olmalıydı, bilemem.

Ama herkesten önce ilk uyarı yanımda oturan Uygar'dan geldi. "Sevtap," demişti tek bir kez. Birbirimizi görmüyorduk ama sanki göz gözeymişiz gibi rahatça sezebiliyordum, hitabı fazlasıyla keskin ve uyarıcıydı. Hem de tüylerimin ürpermesini sağlayacak kadar.

Bu uyarının devamını ise "Bana bak," diyerek Revan başkan getirdi, bana söylediğini düşündüğüm için eğik başımı kaldırdım ve söylediği gibi ona baktım; ama o kenarları kırışmış gözlerini sadece Sevtap'a odaklamıştı, gayet sert bir ifadeye sahipti. "Başka yere değil bana bakarak konuş Sevtap Bilgiç... Sonunda gerçekler ortaya çıktığı için rahatladın mı yoksa?"

"Ben-"

Kendi sorusunu kendi cevapladı başkan. "Evet, sen eminim ki rahatlamışsındır," derken kaşlarını da öyle bir imayla havaya kaldırmıştı ki ben bile nefesimin içimde sıkışıp kaldığını hissettim sanki.

"Tabi," dedi Sevtap yine de fazla bozulamayarak, o saatten sonra bakışlarını tek bir kez bile bana çevirmedi. "Öyle, çok rahatladım başkanım."

"Güzel... Sevindim."

Uygar'ın yanında kalan Diren de varlığını belli etmek istercesine öne eğildi, o da uyarır bir tavırla gözlerini kısaca Sevtap'ta gezdirmiş ve ona nazaran daha ılımlı bir şekilde cevap vermişti başkana. "Biraz geç de olsa şüphelerimizi doğrulamak rahatlatıyor başkanım, en azından artık yanlış kişileri muhatap almayacağız. Emekleriniz için çok sağ olun."

"Henüz hiçbir şey bitmedi, birbirimize teşekkür etmek için biraz daha zamana ihtiyacımız var." Revan başkanın sözlerinden sonra dirseklerimi sandalyemin iki kısmına yaslayıp sırtımı biraz daha dikleştirdim, ciddi bir yola giriyor gibiydik. "Rotamız, Attaf köyü," dedi, hedefine odaklı ve onu tanıdığım ilk halinden çok daha katıydı. "O köyü yok ettikten sonra sizinle tekrar görüşeceğiz."

"Başkanım," diye mırıldandı Tekin, böyle zamanlarda takındığı çekingen tavır onda eğreti durmuyor aksine o bunu iyi taşıyordu. "Benden istediğiniz bir şey var mı yoksa ben ihtiyaca göre yol alayım mı?"

"Sen en iyisi Reha'nın yanında bulun, Sevtap ve Diren de duruma göre ne yapacaklarını belirleyebilir." Başkanın bakışları yine bizden yana döndü. "Yakut ve Uygar birkaç saat içinde dış-arşive gitmek üzere yola çıkacak, delillerden elde edilecek çıkarımlara göre kuruma uğramak gerekebilir bu süreçte Uygar bunu yapamaz, geri dönüşünü hala duyurmadık. O zaman siz takviye yaparsınız çocuklar, olur mu?"

Parmaklarımı sıkıp kütletirken ne cevap vereceklerini kontrol edecekmiş gibi Sevtap'la Diren'e doğru, bakışlarımı yavaşça sağıma kaydırdım; bu esnada onaylarcasına başını sallayan Uygar'ı da seyretmiştim kaçamak bakışlarla... Ama çok geçmedi ki eğik duran gözlerini kaldırmasıyla yakalandım işte.

Gözleri... Yeşil gözleri soğuktu, mesafeliydi ve belki de aramıza kesin bir çizgi çekiyordu tam şu an.

Kızgınlığı konusunda haklı olduğuna emindim, ben de hayatımda bir hain barındırmayı hiç istememiştim... Ama bir yanım da kendime dair gerçekleri bildiğinden ötürü, bir türlü içimdeki kırgınlığı silip atamıyordum. Şimdi ben de kendime mi kızmalıydım doğruları seçemediğim için? Yoksa ona mı kızmalıydım, beni doğrularla bağdaştıramadığı için?

-

Toplantı odasından ayrıldıktan sonra haber beklemek üzere Sevtap'la peşi sıra beraber kaldığımız dairenin önüne geldik. Yan tarafta da Uygar vardı, hiçbir şey söylemeden sessizce evine girerken arkamda kalan Sevtap'ın tatlı tatlı "Sana da çok merhaba Uygar'cım," dediğini işittim, imalı söylemişti ama rahatsız edici bir iğneleme yoktu sözlerinde.

Başımı korka korka yan tarafa çevirdim ve göz ucuyla ikisini kontrol ettim. Sabah vakitlerinde, gerçekleri ilk öğrendiğim an, kendimi Uygar'a karşı kesin haklı olduğuma inandırmış ve ona içimden serzenişlerde bulunmuştum. Uygar'ın benim ona karşı bir güvensizlik yapmayacağımı önceden bilmesine ihtiyacım vardı çünkü.

Ama şimdi hem kendimi savunmak hem de Uygar'a sonsuz bir anlayış bahşetmek istiyordum; şu an yaşadığım duyguların daha zorunu, bileklerine birer ihanet kelepçesi geçirildiğinde onun yaşadığını bildiğim için kızgınlıklarım uzun sürmüyor, içimi bir şefkat kaplıyor, şu apayrı halimizi hatırladıkça ise daha çok kabarıyordu öfkem.

Sabah dokunuşlarının birer gibi ceza gibi hissettirdiğini söylediğim halde Uygar hiç umursamadan eski tanıdık öpücüklerinden birisini yaşayıp sonra gerçekler bana yüz çevirmesine sebep olduğu için bocalar durumdaydım.

O kızgınken çıldırtıcı dokunuşlarıyla beni cezalandırmak konusunda iyiydi, ona daha fazlasını istediğimi söylemeye utanacağımı bile bile beni kendisine çekip sararken belki ikimizi de düşünerek hareket ediyor olabilirdi ama aslında hiçbir şey bilmiyordu, yanlış yoldaydı; birbirimizi böyle derin izler bırakarak unutulmaz hale getirecektik işte, bilseydi keşke.

Kısa bir bekleyişin ardından "Tamam," diye yarım ağız mırıldandı Uygar. Pek keyfi yoktu, ben de tıpkı onun gibiydim. Gerçi diğerlerinin de pek farkı yoktu, konuşmak zorunda olduklarında pek neşeli davranmıyorlardı, bu yüzden üstümüzde bizi sabaha nasıl çıkaracağını bilmediğimiz bir kasvet vardı.

"Bak ya, tamam diyor sadece..." Uygar kapıyı kapatmadan önce Sevtap ufak adımlarla oraya koşturdu ve Uygar'ın ensesine vurdu şakacı bir tavırla. "O kadar yoldan geldim, biraz düzgün davransana."

Eve girmemek için oyalandığım bir andı, Sevtap'ın rahatça ona dokunuşunu Uygar'ın pek sıcak davranmayışı bile daha katlanılır hale getirmiyordu. "Hoş geldin Sevtap," dedi onu geçiştirmek ister gibi. "...hoş geldin."

"Ben söyledikten sonra bir anlamı yok ama." Sevtap güleç bir tavırla göz devirdi, hala ortamı rahatlatmaya çalışan yumuşak bir tutum vardı üstünde. "Neyse, senin kotan neyse ki bende çok," deyip benden tarafa dönecek oldu ki bu sefer üst kattan bir ses geldi. Tekin bağırıyordu. "Kızım darlama milleti da! Bırak hazırlansınlar, illa kurtlu gibi her dakika laf mı atacaksın sen böyle?"

"Ya sana ne, sana ne!" Sevtap trabzanlara tutundu ve bakışlarını yukarı uzattı. "Sen oradan bizi mi dinliyorsun?"

Bu anı kendime ufak bir bahane sayıp sessizce geriye adımladım ve hala kapı aralığında durarak dirseğini pervaza yaslamış halde bekleyen Uygar'a baktım, yüzünü koluna kapattığı için yorgun olduğu fikri düştü aklıma... Gerçeklerin onu yıprattığını, gösterdiği çabanın boşa çıktığını ve kendimle ilgili daha çok hayal kırıklığı okudum bu duruşundan.

"Bütün binayı ayağa kaldıran sensin bir de dinliyor musun diye mi soruyorsun? Dinlemek zorunda bırakılıyorum!"

"Gir içeri, kapa kapıyı o zaman Tekin!"

"İlk önce sen gir!"

"Hayır, ilk önce sen!"

Kaçamak bakışlarımı bir Sevtap'ta bir de Uygar'da gezdirdim, o sırada Uygar başını kolundan kaldırdığı için yorgun gözleri ilk önce bana çarptı; sonrasında yaslandığı yerden hafifçe doğrulmuş ve ufak bir öksürükle boğazını temizlemişti. "Sen onları bekleme," derken başıyla önünde durduğum kapıyı işaret etti bana. "Geç artık içeri."

"Neden?" diye mırıldandım, neden sen buradayken içeri gireyim ki?

Uygar duraksadı, az da olsa kaşları çatılmıştı. "Ne demek neden?"

Ne söyleyeceğimi bilemeyerek hafifçe dudaklarımı araladım, bakışlarım önüme döndü, az önce geri gitmek için sürüdüğüm adımlarımı bu sefer ileri attım. "Yok bir şey," diye mırıldandıktan sonraysa, hala merdivene tutunarak laf yetiştirmeye çalışan Sevtap'ı ardımda bırakarak içeri girdim.

Ben kapıyı örtmeden önce bir üst kattaki kapılardan birisi daha açıldı, konuşan Diren'di bu sefer. "Bana bakın biraz daha buna devam ederseniz," dediğini duydum sert bir sesle. "Ben sizi daha çok rahatsız ederim," diye yalnızca sesinden çıkarabileceğim bir uyarıyı aşağı iletti. "Sevtap, duydun mu beni?"

Sevtap da yanaklarını şişirerek bedenini kapıya doğru çevirdi, gözleri kısa bir an Uygar'ın olduğu tarafa kaysa da fazla uzun bakmamıştı. "Peki peki, sustum," derken az önceye nazaran daha söz dinler bir hali vardı.

Kapıyı tamamen kapatmadım ve içeri geçmesini bekledim, artık kendi kendine bir şarkı mırıldanmaya başlamıştı. "Sensiz kaldım inan ki dünyama gün doğmuyor..." Ceketini çıkardı ve benden önce küçük vestiyere astı, sanki ben orada yokmuşum gibi rahat davranıyordu. "Günahım neydi tanrım, hasretin hiç çekilmiyor..." Salona geçti, hala aynı şarkıya devam ediyordu. "Yüzünü görmeden acılarım tükenmiyor... Aaa, burada bir kedi var ama!"

Ben de üstümden çıkardığım montu asıp yavaşça salona geçtim, Sevtap hızla yere eğilmiş ve halıya oturmuştu; alacalı kediyi kucağına çekip severken bir cevap ararcasına bakışlarını da bana çevirdi.

"Evet, Uygar'ın kedisiydi," diye mırıldandım sanki Sevtap her an boğazıma sarılacakmış gibi bir endişeyle, halbuki ne bir öfke vardı gözlerinde ne de sevecenlik... Yalnızca yoğun bir umursamazlık gösteriyordu.

"Ee?" dedi.

"Ne ee?"

"Uygar mı verdi bunu sana?"

"Hıhım," dedikten sonra hızlıca dudaklarımı yaladım, bir başıma hissettiğim şu duvarlar arasında beni tamamlasın diye çaldığım kedi için yine yalan söyleyecektim. "Onda zaten iki tane olunca birisini bana emanet etti." Ettirdim, zorla.

"Hadi ya..."

Omzumu hafifçe salon kapısının pervasına yasladım. "Evet," diye mırıldanırken üstümde telaş değil aksine şaşırtıcı bir durgunluk vardı. Fark edilmemek için belki de hiç kıpırdamamalıydım.

"Aranız iyi mi?"

Birden gelen soruyla, az önce rahatça yaslandığım pervaz birden omzuma batmaya başladı. Yerimde toparlanıp gözlerimi kaçırdım ama yine çok geçmeden Sevtap'a dönmüştüm. O da halının üstünde oturmak vazgeçmemiş sadece bedenini çevirip koltuğa yaslanmıştı.

Kucağında hala kedimi taşıyordu, tüylerini okşarken onun da benim hissettiğim huzuru hissettiğine emindim. "Yani..." Alt dudağımı içe kıvırdıktan sonra usulca geri bıraktım. "Zaten kötü olmamalı," diye mırıldanırken açıklamak istediğim aramızın kötü olmasına iznimizin olmamasıydı.

Sevtap başı öne eğik kediye bakmayı sürdürürken "Gitmeden önce sana söyleyemedim," dedi soğuk bir tavırla. "Uygar'ın masumiyetinden bahsediyorum." Bakışlarını tekrar yukarı kaldırdı, hala ayakta olduğumu görünce başıyla karşısını işaret etmişti bana. "Zaten hazır görünüyorsun başka işin yoksa otursana şuraya, ne öyle her an gidecekmiş gibi dikiliyorsun?"

"Peki."

Dediğini yapıp usulca koltuğa oturdum, ellerimi kucağımda birleştirdiğimi fark ettiğimde ise fazla korkak davrandığım çarptı gözüme; duruşumu bozup aceleyle dik bir hal kazanmaya çalıştım. Bu halim Sevtap'ın da dikkatini çekmiş olmalı bir süre açık arar gibi bakışlarını üstümde gezdirdi.

Konuşmaya devam etti sonra. "Gitmeden önce söyleyemedim çünkü Uygar bunu hemen öğrenmeni istememişti, görevini riske atamazdı doğal olarak."

"Farkındayım."

"Konuştunuz herhalde bunları?" Zamanla büyüyen kedim kendini sessizce Sevtap'ın kucağına bırakınca, Sevtap da onun rahatını bozmak istemeyerek elini çekti ve tamamen bana döndü. "Yani bilmediğim bir şey varsa kaçırmayayım diye soruyorum, az bir zaman geçmiş olsa da her şey gittiğim zamandan farklı görünüyor."1

Ellerimi koltuğun iki yanına yaslayıp bedenimi kastım biraz, birinin bana kırgın olduğunu açıkça söylemek çok utanç vericiydi. "Gerçekleri öğrendim işte," dedim gücendiğimi istemsizce belli eden bir tonda.

Aklımdan o ihtimaller hiç çıkmıyordu... Uygar şayet gerçekleri bana daha masumiyeti kanıtlandığı ilk andan söyleseydi, ben de hiçbir zaman bu hallere düşmezdim. Omuz silktim sanki umursamıyormuş gibi... Halbuki çok umursuyorum, her şeyi çok ama çok umursuyorum. "Hatamı fark ettim, Uygar'dan özür diledim, başka da bir şey olmadı."

Sevtap sözlerimden sonra kaşları havada beklemeye başladı, biraz şaşırmış görünüyordu. "Yani, olacağı kadar olmuş," derken sözlerinin altında 'daha ne olsun, buna şükret' iması yatıyordu, daha doğrusu benim anladığım buydu. "Ama yine de öğrenmene sevindim, içimde taşı taşı ben de yorulmuştum." Gözlerini devirdi sıkılgan bir tavırla. "Ay sen bir de Uygar'ı düşün, kimseye kendini açıklayamadığı için delirecekti neredeyse..." Canımı sıkmayı aklına koymuş gibi bunları anlatırken yorgunlukla iç çekti. "O zamanlar çok zordu ya, şükür sen de öğrendin çoğu gitti azı kaldı."

"Sen nasıl öğrendin peki?" Ansızın fırlamıştı bu soru dudaklarımdan. Ellerimi koltuğa daha sert bastırıp benim bilmediğim zamanlarda Sevtap'ın daha erken ulaştığı gerçeklerin kaynağını öğrenmek için kendime büyük bir sabır diledim. "Reha da biliyormuş, size masum olduğunu Uygar kendi mi söyledi?"

"Hayır." Sevtap at kuyruğunu çevirdi ve tokasına sıkıştırmaya çalıştı ama tutamlar çok çabuk dağılmıştı. "Uygar'ın bunu söylemeye fırsatı yoktu ki. Ben durumu içime sindiremeyince biraz irdelemek istedim yine aynı şekilde Reha da bu ihaneti pek anlamlandıramamıştı, daha doğrusu konduramamıştı, biz ısrarcı olunca Revan başkan açıkladı gerçeği, ama onun için de bekletti yani tahmini birkaç ay sürdü diyebilirim, öyle öğrendik."

Yine uğraşılmamış bir suçlama vardı sözlerinde.

Farkında değildi ama gözleri de tıpkı bir aptalmışım gibi bakıyordu bana, kendisini deli gibi seven adama bu ihaneti yakıştırabilecek kadar aptal bir kadınmışım gibi. Hevesim kırılınca öne eğilen bedenimi yavaşça geri çektim. "Anladım," diye fısıltıya yakın bir tonda mırıldandıktan sonra bu konuşmanın daha fazla uzamasını istemediğim için gitmeye niyetlenmiştim.

Sevtap ise kısaca iç çektikten sonra mesafeli bir sesle dile getirdiği soruyla duraksamama sebep oldu. "Belçin hakkında ne düşünüyorsun peki?"

Az kalsın kalkacak olduğum yere gözlerimi kaçırarak tekrar oturdum, parmaklarım bir süre suskunlukla koltuğa sürtündü. "Ne düşünmeliyim?"

"Ona çok güvenmiştin, pişman hissetmiyor musun?" Başını yana eğip sorgulayıcı bakışlarını üstümde gezdirdi. "Hiçbir şey söylemedin bu konu hakkında, hani yıllar önce de böyle suskunluğunu takınmış olsan hiç sormazdım ama... Bir zamanlar Belçin için çok destekleyiciydin, şimdi niye aynısını yapmıyorsun?"

Parmaklarım yavaşça kaşımın üstüne kalktı, orayı okşar gibi usul usul kaşıdım. "Bir suçluyu savunamam," derken sesimi elimden geldiğince sakin tutmaya çalıştım, oysa bu cümle esaslı bir haykırışı hak ediyordu.

"Yine de söyleyecek birkaç şeyin vardır ya... Eskisi gibi işte."

Nefeslerim hızlandı ama bunu belli etmemem gerekiyordu. "Alttan alta ima ettiğin şeyin farkındayım," deyip yutkundum, ben onun kadar suçlayıcı olmayacaktım. "Ama ben kimsenin yandaşı değilim Sevtap."

"Sana yandaşsın demedim, sözlerimi çarpıtma." Kediyi gövdesinden kavrayıp bacaklarından kaldırdıktan sonra yere bıraktı ve oturuşunu değiştirdi, şimdi her an üstüme atlayacakmış gibi dizlerinin üzerinde oturuyordu. Önüne düşen sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp dudağının tek tarafını ufak bir tebessümle kıvırdı. "Belçin ne zaman önümüzü kesse onu savunurdun, onu haklı çıkarmak için senin çok sebebin vardı." Bu sefer açık açık güldü, ardından omuz silkti. "Komik geliyor Yakut anla işte, bu suskunluğun komik geliyor... Bir de özür diledim diyorsun Uygar'dan, özürlerin onun itibarına yaptığın suikastı ya da geciktirdiğin adaleti düzeltmeye yetiyor mu sence?"

Geciktirdiğim adalet, itibar suikastı... Aynı korkunç duygu, beni yine derin bir suya yatırdı.

"O zamanlar daha farklı davranmamı bekleyemezdin benden," diye mırıldandım, belki de bu sakinliğim Sevtap'ı daha çok kızdırıyordu. "Ekip ruhu ne demek biliyor musun? Şimdi sana bunu mu açıklayayım?"

Dayanamayıp ayaklandı ve ellerini beline koydu, oturduğu yere sığamaz bir hali vardı; aynısını yapıp ben de ayağa kalktım. "Açıklasana," dedi benim aksime daha alaycı bir sesle. "Açıkla da ekipmiş ruhmuş bilmediğim neymiş bir öğreneyim."

Kendimi savunmak zorunda kalışıma karşın yorgunlukla nefeslendim, yaşananların üstümde bıraktığı tahribatı fark etmiyordu kimse. Tekin kendimi savunmayışıma kızıyordu ama zaten hep kendimi haklı göstermeye çalıştığım için bu çukura düştüğümü o hiç bilmiyordu.

Bu halimle de bastırılmış, sindirilmiş ve korkak görünüyorum farkındayım, her şeyin farkındayım, nasıl bir insan olduğumu en iyi ben biliyorum. "Sizin kadar başıma buyruk davranamazdım, her ekip kurallara sadık birisine ihtiyaç duyar... Bu durum beni Belçin'in destekçisi gibi gösteriyor olabilir ama gerçekten öyle değil."

"Sen miydin o kurallara sadık kişi?" Hala alaycı konuşuyordu.

"Sevtap... Ben de sizin gibi her an burnumun dikine gidecek olsaydım beraber çalışmanın hiçbir anlamı kalmazdı."

Az önceki sözleri üzerinde ısrar etti. "Ama sen kurallara sadık biri değilsin."

"Ne?"

Damarıma basmak için uğraşıyordu sanki.

"Sadece suçlarından arınabilmek için kendini öyle göstermeye çalışıyorsun."

"Hayır hayır..."

Elini kaldırdı ve beni susturdu. "Öyle, sen başarısızlıktan korktuğun için kendine güvenli bir yer arıyordun sadece." Sevtap kendinden emin bir şekilde başını aşağı yukarı salladı. "Belçin'in sözünden çıkmamak da sana o güvenli alanı sağlıyordu, yoksa senin amacın hiçbir zaman gerçekten adalet gibi değerler olmadı Yakut. Akademinin ilk zamanlarından biliyorum ya, hocalardan uyarı yiyip istediğin konuma ulaşamayınca birden başımıza kural bekçisi kesildin sen."

Bir çocuk savunması gibi, sesim incecikti. "Belçin'e de aynısını yaptım ben, ona da gerektiğinde doğrularım konusunda diretirdim."

"Ne yaptın ya, uydurma şimdi."

"Uydurmuyorum, sen bıçaklandığın için o gün operasyonda değildin görmedin."

Bıçaklandığın gün deyince Sevtap'ın gözleri buğulanmıştı birden, o günün sandığımdan daha çok tesiri vardı üstünde; ne zaman konusu açılsa, seyrek de olsa bir kırgınlık yansıtıyordu ama bu sefer duygularına uzun süreli kapılmadan başka bir şey mırıldandı. "Sadece bir tanesini bana örnek diye sunmaya utanmıyor musun Yakut?"

Cevap veremedim, Sevtap ise daha çok üsteledi. "Hmm? Bir kere karşı çıktım demeye hiç mi utanmıyorsun ya?"

"Son operasyonda da yoktun, aramızdaki dinamiği görmedin, sadece bir göreve bakıp da Belçin'le aramdaki ilişkiyi saptayamazsın Sevtap." Sesim ona nazaran hep daha anlayışlı ve yumuşak çıkıyordu, bunu isteyerek yapıyordum; birimiz sakin kalmalıydı.1

"Ama yine de o kadın senin için hep bir adım öndeydi." Sevtap dayanamaz gibi ellerini yüzüne kapattı. "Abi hiçbirisi mantıklı değil ya!" diye sesini yükselterek geri döndüğünde gözleri açılmıştı iyice, mavileri belirgin hale gelmişti. "Belçin'e bir kere karşı çıktım diyerek kendini mi savunacaksın cidden? Ya sen... Kadın hain çıkıyor bunu bile üstlenecek güçte değilsin, sustun kaldın, karar almaktan korkuyorsun kurallara sadık kalıyorum deyip korkaklığını değişik kılıflara sokuyorsun!" Göğsü hızla inip kalkıyordu artık, bir şeylere çok feci kızmıştı. "Sen niye hiç bizim gibi kaybetmiyorsun ya?"

"Sevtap..."

"Senin niye bizim gibi feda edebilecek hiçbir şeyin yok?" Kollarını hesap sorarcasına iki yana açtı. "Hep ucu sana dokunmayacak şekilde bir şeyler yapıyorsun, senin şımarıklığın başkalarına zarar verince de 'ama ben kurallara uyuyorum'... Haksızken bile hiç kaybettiğini görmedim ben senin, nereden geliyor bu ayrıcalık?"

"Ne demek bu?"

"Çok açık!" diye bağırdı, sonra eliyle kediyi gösterdi. "Adamı arkasından bıçakladın, kalkmış sana kedisini vermiş! Göz göre göre hayatını mahvettiğin adamdan bile bir şeyler alabiliyorsun hala! Hayat mı sana hep bu kadar bonkör yoksa Uygar mı fazla iyi niyetli anlamıyorum bir türlü! Ve gerçekten bu kadar anlayışı hak ediyor musun, çözmek de bir o kadar zor!"

"Anlayış göstermiyor kimse bana." Yok, bu anlayıştan daha fazlasını istediğimi bilse boğazlardı herhalde beni.

Sevtap bir adım geri çekilirken başını da yana çevirmiş ve boğazını ovalamaya başlamıştı sinirle. "Anlamıyorum ya, anlamıyorum bir türlü..." Derin bir öfkenin çöktüğü mavi gözlerini tekrar üstüme dikti. "Daha neler söyleyeceğim de dua et Yakut, şurada dört duvar arasında yaşadığımızın hatırına gaddar birisi olmamak için uğraşıyorum."

Son vazgeçişi benim yaşadığım tahribatı silmek için yeterli değildi, biraz öncesine takılı kalarak "Kedisini vermiş dediğin de gerçek olsa..." diye mırıldandım. Kaşlarım, o anlamayacak ama dayanılmaz bir hüzünle çatıldı, sesim küskün bir çocuk gibi çıkmasaydı bari. "O vermedi zaten kediyi, ben kendim aldım Uygar'dan," diye aceleyle Sevtap'ı asla merhamet görmediğime ikna etmeye çalıştım, böyle bir şey yapmama gerek yoktu, asla yoktu... Ama yaptım. Hem bu üstümdeki yalanın yükünü de hafifletiyordu biraz. "Onun haberi yoktu, hatta izinsiz aldığım için benden geri istedi ama ben vermedim."

Sesini kısma gereği duymadan konuşmaya devam etti Sevtap, sesi pürüzlenmişti ve beyaz tenini gitgide bir kırmızılık kaplıyordu. "Yine de ondan her şeye rağmen merhamet görmüyor musun?" derken sözlerinde gücenmiş bir ton sezsem de bunu yanlış anlamak istemediğim için kendimi sakin tutmaya çalıştım. Sevtap bana fırsat bırakmadan kendi sorusunu yine kendisi cevapladı. "Görüyorsun, ortada işte her şey."

"Sadece bir kedi..." Değil, yemin ederim değil.

"Sadece bir kedi diyerek küçümseme onu, insan gerçekten şefkat gösteremediğinde ölecek olana bir yudum su bile vermiyor senin haberin var mı? Ama sana maşallah yağmurlar, seller... Sonra da yok, kimse bana anlayış göstermiyor! Sevtap da buna inansın? Hadi be oradan!"

Dikildiğim yerde göğsümü şişirerek derin bir nefes aldıktan sonra başımı yavaşça aşağı yukarı salladım, eskiden tepki gördüğüm zaman tüm bunların bana karşı açılmış bir savaş olduğuna inanırdım. Dünya sadece benim etrafımda dönmüyorsa bile, acı çektiğim zamanlarda dönüyordu bence... Ama şimdi çok düşündüğümden mi neden bilmiyorum, artık başkalarının bana karşı öfkeleri için de haklı birer sebep bulabiliyordum ve çoğu benimle alakalı olmuyordu bile. Sadece denk geliyorlardı.

"Seni kendim tanımasam ağzımdan tek bir laf çıkmayacak ama gördüm ya o hallerini, biliyorum ya işte susasım gelmiyor!" Ellerini beline koydu, bir süre sabırsız bir tavırla balkon kapısını seyretti, çok zaman geçmeden bana geri dönmüştü. "Bir de hala kural mural bir şeyler anlatıyorsun, sen neden böylesin ya... Ben seni göl kulübesinin önünde, Uygar'ın yanından ayrılırken yakaladığımda bile tek laf etmedin? Madem o zaman hain diye bildiğin bir adamın yanındaydın, madem Uygar'ın masum olduğundan haberin yoktu, tutup getiremiyorsan bile bana söyleseydin ya? Cezasını keserdik Yakut... O gün nerede olduğunu benden niye sakladın mesela buna da bir cevabın var mı?" Dilini hafifçe üst dudağında gezdirdi, birden artan titremem hızla kesilmiş ve üstümü yoğun bir sakinlik sarmıştı. "Bak, sayınca neler neler çıkıyor ortaya gördün mü? Bunlara da 'ben kurallara sadığım sizin gibi başınıza buyruk değilim' diye uydurabileceğin bir kılıf buldun mu Yakut'cum? Hmm?"

Sessiz kaldığımı görünce gözlerini irice açıp avuç içlerini iki yandan hesap sorar gibi bana çevirdi. "Cevap versene, yok mu söyleyeceğin hiçbir şey? Bu zamana kadar çok vardı, ne oldu onlara? Kuralların seni yarı yolda mı bıraktı yoksa? Yakut, cevap ver!"

Bir süre boş gözlerle halıyı seyrettim, kedim ufak adımlarla ayak ucuma gelmiş ve patisini koymuştu yere, bazen başını kaldırarak tasalı bir bakışla beni karşılıyor bazen de patisini sürterek bana olan desteğini göstermeye çalışıyor gibiydi. Ona bakmak bile kalbimin ısınmasına yetiyorken Sevtap'ın bu kediyi hak etmediğimi düşünmesi, biraz kırıcı mıydı sanki? Halbuki çok zaman onunla tutunmuştum hayata.

"Haklısın," diye bir mırıltı, Sevtap'ın bekleyişini sonlandırarak dudaklarımdan biraz geç de olsa döküldü. Tartışmaktan da zaten bu yüzden kaçıyordum, çünkü insanların aklında benim hatırladığım doğrulardan çok daha fazla yanlışım vardı, Sevtap da biriktirdiklerini önüme sermekten hiç geri durmamıştı. "Böyle olmasını..." Yutkundum. "...gerçekten istemesem bile yaşananlarda bir şekilde payım var," dedikten sonra gözlerimi yavaşça ona kaldırdım.

"Pişman olacak şeyler yapmasan keşke." Ellerini hafifçe başının iki yanına vurdu Sevtap, çıldırırken bile kontrollü davranıyordu. "Hiç pişman olmasan, hiç özür dilemesen... Yemin ederim sadece kendim için değil," dedikten sonra ise gözlerini kapatarak çabucak susturdu kendini, bir şey söyleyecekti ama sona anda vazgeçip dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. "Neyse... O kadar ileri gitmeyeceğim."

Gerginlikle parmaklarımı kütlettim, ne söyleyeceğini biliyordum. "Söyle."

"Yok, söylemeyeceğim."

Sıkıntılı bir nefesle göğsüm yükseldi. Aynı nefesi geri bırakmak ise ziyadesiyle canımı yakmıştı. Aşağıdaki kedim derdime ortak olmak ister gibi bacağıma dokunurken onu yok sayamadım ve yere eğilip kucağıma aldım, işte bu çok kuvvetli bir bağdı. "Niye, ima edince anlamayacağımı mı sanıyorsun? Ya da daha az can acıtıcı mı oluyor böylesi?"

"Hataların pek yüzüne vurulmadığı için aradaki farkı az sanıyorsun tabi, normal."

"Neden bu hayatı benim yerime sen yaşamış gibi konuşuyorsun?"

Sevtap keyifsizce dudaklarını iki yana kıvırdı, son söylediklerime dişlerini göstererek gülmüştü. "Biraz daha söylensem dayanamayacaksın, değil mi? Bir yere kadar tahammül edebilirsin sonuçta, fazlası huzurunu kaçırır... değil mi?"

"Huzurumun kaçmasından korkuyor gibi mi duruyorum oradan bakınca?"

Abartıyla başını salladı. "Hem de bayağı öyle duruyorsun Yakut."

Kalbim darmadağındı, aklım duyduklarımın dehşetini hala atlatamamıştı. Fazla ileri gitmeyeceğini söylerken Sevtap'ın ima ettiği şeyi anladığımdan beri, kendimi hazırladığım sonun içinde bulmanın acısını yaşıyordum. Beni, apaçık belli ki, bu terör köyünün sorumlularından birisi olarak görüyordu ama Uygar'la aramda geçenleri yargılamak kadar kolay dile getiremiyordu o konuyu... Çünkü evet, tam anlamıyla bir ortak olmasam bile zamanında Belçin'e güvenerek büyük bir hata etmiştim, bu da beni ihanetin meşru zemine oturması için kullanılmış bir piyon gibi gösteriyordu. Ama aklamıyordu.

Çaresizlik içinde yutkundum, oysaki o benim hayatıma sükûn sağlayan tek kişiyi kendi ellerimle paramparça ettiğimi bilmiyordu; belki de Uygar'ı sevdiğime bile inanmıyor olabilirdi. Ama o kadar çok seviyordum ki, normalde anlaşılmadığım için hiç umursamadan arkamı dönüp gitmem gerekirken ben bu gerçeği tüm dünya duysun ve bilsin istiyordum, onu çok seviyorum.

"Tamam," dedim en sonunda aramızdaki sessizliği kısık bir sesle sona erdirerek, ağlamamak için kendimi sıkarken aynı zamanda titrek bir gülüş sarındım. Savunma mekanizması. "Peki... Söylediğin için teşekkür ederim," deyip dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. "O zaman bıraktığım izlenimi düzeltmek için daha çok çaba göstermeliyim, bunu da bir başkasından duymuş olmak benim için daha iyi... Herhalde seneler önceki gibi kendi doğrularım konusunda inat edecek değilim." Dilimin ucunu ısırdım gizlice, gözlerim mi dolmuştu benim? Herhalde dolmuştu, yoksa Sevtap'ın görüntüsü bu kadar bulanıklaşmazdı. "Öyle mi sanmıştın yoksa? Kabul etmem mi sanmıştın?"

"Bu kabul etmiş halin mi?"

"Tamam." İnansın diye belirgin bir hareketle kaşlarımı havaya kaldırdım. "Bundan sonra daha çok kabul ederim o zaman... Bundan sonra hem daha dikkatli olurum hem de olanları telafi ederim, ben... Yaparım."

Kirpiklerimi birkaç defa sertçe kapatıp açtığımda gördüklerim daha netti, özellikle de hala sabit bir şekilde karşımda dikilmeye devam eden Sevtap'ın boz bulanık ifadesi. Mavi gözlerini bir süre çehremde tuttu, hiç geri çekilmeyişinden sonra ben de uzun uzun baktım ona; ne gülümseyerek ne de üzgün bir suratla, sadece ben ve hissettiklerim... Yansıttıklarım bile değil. Çırılçıplak, ben.

Sevtap birkaç defa dudaklarını açtı, sonra kapattı; bir şey söyleyecek gibiydi, ama aklını ne karıştırdı bilmiyorum, tamamen sustu. Ben de duyduklarımı kabullenme yüküyle ona son bir kez bakıp arkamı döndüm ve salondan ayrıldım. Sevtap görüp de kendimi acındırdığımı düşünmesin, yeni bir kavga çıkmasın diye kediyi Uygar'a hemen geri vermeyecektim; ama ne yapacağımı hissetmiş gibi tatlı gözlerini ilgiyle bana çeviren bu kedi, çok yakın zamanda ait olduğu yere geri dönecekti.

*

Burası da bölüm sonu notu: Geç oldu benim için biraz güç oldu ama Sarraf'a tekrar döndüm, bu sefer içime sinmeyen bir şeyi paylaşmamaya da çok özen gösterdim. 50 sayfa yazı yazdıysam belki yarısını içim acıya acıya sildim ama yine de sonradan beni rahatsız edecek bir şey yüklememeye özen gösterdim. Yazdıklarım boşa gidince ağrıyan kollarıma üzülüyorum ama olsun hjhsaj

Yorumlarınız o kadar etkili, o kadar duygulandırıcıydı ki bazen nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum, ne kadar söylesem az geliyor, keşke size sesimi duyurabilsem. Ama satırlar bir yere kadar imkan sağlıyor, yine de ben binlerce kez teşekkür ederim desteğiniz için😓 İnanılmaz derecede tatlısınız. Allah'ım hiçbir şey yeterli gelmiyor şu an, hissettiğim teşekkürün bir izahı yok 🥺 Umarım hayatınız boyunca her şey gönlünüzce olur 💌 Sizi çok ama çok seviyorum 💘 Bütün güzel dileklerim sizinle 🙏1

33'e geçmeyi unutmayın lütfen

ve kendinize çok iyi bakın 💌

Bölüm : 28.01.2025 13:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...