

"Burası işte."
Ses tonuna yorgunluğu iyice yayılmış, ağzından kelimeler daha yavaş çıkıyordu. Onun bu denli yorulma sebeplerinden birisi olmak canımı sıkmıyor değildi.
Kapıyı bacağımla ittirip içeri girdim yavaşça.
"Kimse yok mu yanında kalan?" Meraklı gözlerle odanın içerisine bakındım ancak birilerinden eser yoktu. Böyle bir halde olan çocuğu neden yalnız bırakırsınız?
Elini boşver dercesine sallayıp sandalyesinden destek alarak ayağa kalktı. Oldukça ufak adımlarla yatağına yürüyüp oturdu.
Küçülüp kalmış bedenine takıldı gözlerim. Yüzünün güzelliğinin aksine onda ilgi çekecek bir şeyler bulmak zordu. Bu, onu herkes gibi sıradanlaştırıyordu. İlgi çekecek bir şey yoksa sen neden yanına gittin Erim? Cevabını bilmiyorum. Acımış gibi görünüyor olsam da içimde böyle bir duyguya yer yoktu. Bazen birisine baktığında onun samimiyetini ve saflığını hissetmek mümkün olur. Bu kadar uzaktan da mı mümkün olur? Ben onda bu sıcaklığı hissedebildim mi? Evet ama nasıl olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Sürekli anlam aramak düşünmenin en yorucu kısmı değil mi zaten? Onu herkes gibi sıradanlaştırıyormuş.. Saçmalıktan başka bir şey değil. Bana öyle hissettirmemiş olsa gerek ki ilgim inkar edemeyecek kadar yoğundu.
"Vardı aslında ama ben istemiyorum. Çok kasvetli oluyor onlar yanımda kalınca." Homurdanıp sırtını yasladı ve yatağına uzandı. Yaklaşıp yastığını düzelttim. O, teşekkür edercesine başını sallarken yanındaki koltuğa oturdum.
"Haklısın ya! Yanındakiler içini daha çok daraltıyor." Derin bir nefes alıp sırtımı koltuğa yasladım.
"Deneyimlisin herhalde?"
"Öyle görünüyorum değil mi?"
Cevap vermeyeceğinden belliydi geriye kalan sessizlik. Sadece nefes alış verişinin duyulduğu odayı inceledim. Ya yeni gelmiş ya da gitmek üzere olan birinin odasından farksızdı. Yanı başına koyduğu vazoda kuruyup gitmiş çiçekleri izledim. Kendin öleceksin diye bu çiçekleri de mi yanında götürmeye niyet ettin? Neden yargılıyorum ki... Bende 12 ay boyunca bir çiçeği yaşatmaya çalışmazdım. Bu bana ızdırap vermez miydi? Kendim ayları gitmek için sayarken başka bir şeyin ömrünü uzatayım diye çabalamak.
"Kaç yaşındasın sen?" Hakkımda sorduğu ilk soruydu. Beni merak etmesine heyecanlanmaya lüzum var mıydı?
"22 yaşındayım. Ya sen?" Ona çevirdiğim bakışlarımla göz göze geldik.
"20 yaşındayım. Daha büyük görünüyorsun desem kabalık etmiş olur muyum?" Kaşlarımı çatıp huysuz bir şekilde homurdandım lafına karşı.
"Olursun evet. Genç ve oldukça yakışıklıyım!"
"Yakışıklılığına laf etmedim zaten Erim."
"Ha? Yani beni yakışıklı buldun?" Sırıtarak onu izledim.
"Eh, fena sayılmazsın." Kendini yatakta biraz daha aşağı kaydırıp başını yastığına gömdü.
Onun uyumaya hazır hareketlerine karşın ayağa kalktım. Gözleri yarım saat öncesine daha koyu görünüyordu. Artık net bakmak yerine kısık gözlerle bakmayı tercih ediyordu. Hareketleri biraz daha yavaşlamış, yanına aldığı beyaz yuvarlak yastığını ince kollarının arasına sıkıştırdı.
"Yarın ziyarete gelebilirim değil mi?" Başını birkaç kez ileri geri sallayıp bana son kez baktı. Ardından yavaşça gözlerini kapatıp kendini tamamen yatağına bıraktı.
"Gelebilirsin. Ama bir sonraki gün buradan ayrılacağım."
Anladım ki burada kalıcı birisi değildi. Bu biraz içimi rahatlatmış olsa da -onun hastaneye mahkum yaşayacak kadar kötü olmaması- diğer yandan tedirgin ediyordu. Sonuçta bugün şahit olduğum Gökmen, dışarıda zorlanmaz mıydı?
"O zaman yarın geldiğimde numaranı alırım."
Vücudunu bana doğru çevirip gözlerini tekrar araladı.
"Neden şimdi almıyorsun?"
Kapıya doğru hareketlenirken sırtımın ona dönük olmasını kabalıkmış gibi hissettim. Kapıyı aralayıp kendimi dışarı atarken ona döndüm tekrar.
"Heyecanı olsun diye." Göz kırpıp kapıyı kapatırken son duyduğum şey onun belli belirsiz gülüşünün sesi oldu.
Ellerim tekrar cebimi buldu. İçimde tarif edemediğim bir keyif dalgası dolanıp duruyordu. Hastanenin merdivenlerinden inerken fark ettim de yüzümdeki sırıtmanın sebebini açıklamak mümkün gelmiyordu bana.
Biraz yalnız görünüyordu değil mi? İnkar edilemeyecek bir güzelliği barizken böyle bir çocuğun yalnız olabileceğine inanmak güç doğrusu. Fakat günün bu saatinde ve bitmiş bir halde tek başına kalması onu ne kadar etkiliyor bilemem ama beni oldukça kırmıştı. İyi mi yaptım diye düşünüyorum şimdi. Kendi halinde hastanenin camından deniz manzarasını izleyen sessiz birine yaklaşmak, bana ölümün 12 ay sonra değil birkaç gün içinde de gelebileceği gerçeğini dibine kadar hissettirebilecek halde olan ona gitmek... Onu benden kim daha iyi anlardı? Hayatında kaç kişi ölümünü bildiği için onunla empati yapabilirdi ki? Bu sadece ona iyi gelebilecek bir durumdan ziyade benim de başıma gelen şeyi hazmetmem de önemli bir rol oynayacaktı. Ona yarın sorabilirim değil mi, o camdan bakarken gökyüzünü ve denizi ayırt edebiliyor muydu?
Beni düşüncelerimden ayıran şey hastaneden çıkar çıkmaz yüzüme vuran serin rüzgar oldu. Gözlerim bu baskıyla hafifçe kısılırken ceketime daha çok sarıldım. İlkbahar geldikçe soğuğun artıyor olması absürt geliyordu. Sahi soğuk demişken, akşam vakti evime yürürken bana eşlik eden arkadaşımın dediği şey, bu havayı hissettiğim sürece aklıma gelip durmaya devam ediyordu. "Soğuğun aslında canımızı acıttığını biliyor muydun? Sadece alıştığımız için artık acısını hissetmiyoruz." Güldüm kısaca. İronik değil mi? Acıya alışıyorsun eninde sonunda, ta ki acıttığından bihaber olana kadar.
Çalan telefonumu adımlarımı yavaşlatarak açtım ve kulağıma yasladım.
"Nerde kaldın Erim?"
"Ne nerde kaldım?" Şaşkınlıkla sorarken karşıya geçmek için dikkatlice etrafıma baktım.
"Hastaneden çıkınca yanıma gelecektin hani..." Üzgün bir ses tonuyla konuştu.
"Yavrum dedin ya gelme diye! Bende okula uğramaya gidiyordum. Artık yolumun çok tersindesin. İstesem de gelemem ki."
"Hııı... B12 ilacımı almam lazım haklısın..." Verecek cevabım olmadığı için birkaç saniye karşılıklı olarak nefes seslerimizi dinledik.
"Beni boşver sen, doktor ne dedi?"
Sorusuna karşı duraksadım. Nefesim soğuktan dolayı biraz hızlı ve titrer haldeydi. Aldığım soru karşısında ise önce nefesimin yavaşladığını, sonrasında durduğunu hissettim. Boğazıma takılıp beni tıkayan şeyin suçu sorduğu sorudan ibaretti.
"Aynı şeyler. Kontrole gel, takip edelim gibi." Bunu ona söylemekten çekiniyorum.
Hey! 22 yıldır beraberiz ama haberin olsun, ben 12 ay sonra gidiyorum mu diyecektim? Annelerimizin arkadaşlığı sayesinde doğduğumuz andan itibaren -akşamları evlerine dönme mecburiyetinde kaldıklarını saymazsak- yanımda olan ve beni benden iyi tanımış çocuğa kıymak hakkım değildi. Hem kıyamaz, hem de kendi rızamla böyle bir şeyi onu söylemeye gücüm yetmezdi. Sana yalan söylemeye gönlüm el vermiyor ama gerçek yalanlardan daha ağır.
"Tamam dikkat et o zaman. Kapatıyorum, müşteri geldi. Sende aksatma artık şu doktoru! Elimde kalacaksın yemin ederim ya.."
"Tamam Furkan.. Annem yanımda sen orda susmuyorsunuz."
"İyiliğin için konuşuyorum aptal! Sana bir şey olursa yalnız kalırım. Zorbayım diye beni sevmiyorlar."
"Zorba olma o zaman?"
"Nefes alma demek gibi bir şey bu!"
"Ne yaparsan yap ya! Hadi dikkat et."
"Sende." Telefonu kapatıp cebime sokarken karşıya geçmeme sebep olan dükkana girdim.
Mis gibi bir koku ciğerlerime dolarken etrafıma baktım. Sadece bir tanesinin kokusu mis gibiyken birden fazlasının kokusunun karışmasının ayrı bir güzelliği olduğu aşikardı. Hepsi birbirinden güzel görünen çiçekleri izlerken yanıma çalışan kadın yardım etmek için geldi.
"Aklınızda var mı bir şey? Yoksa önermemi ister misiniz?"
Gülümseyip önünde durduğum laviniaları gösterdim. Küçük bir buket yapmak üzere eline aldığı çiçeklerle yüzüme baktı orta yaşlı kadın.
"Güzelliğine aldanmayın. Anlamını biliyor musunuz? Özel bir gün için almak isterseniz başkasını tercih etmenizi öneririm."
"Anlamını biliyorum. Bana birini hatırlatıyor."
Sessiz kalan kadın hazırladığı buketi bana verdi. Parasını ödediğim çiçeği alıp tekrar hastaneye yürüdüm.
Onun odasının önüne geldiğimde kapalı kapının önünde durdum. İçeride bir hareketlenme olmadığına dair uzun bir sessizlik vardı. Uyumasına karşın dikkatle araladım kapıyı. Yüzü hâlâ birisi gelecekmiş gibi kapıya dönük duruyordu. Onu nasıl bıraktıysam öyle kalmıştı. Küçük yastığı kollarının arasında iyice büzüşmüştü.
Uyanmaması için yavaş yavaş yürüdüm. Beyaz vazonun içindeki kuruyan çiçeklerden kurtulup yerine kendi aldıklarımı koydum. Gözlerim tekrar onun yüzünde gezindi. Buradan çıktığında daha zarif görüneceğine eminim. Uyurken hiçbir acı çekmiyor, problemlerden uzak ve sakin görünüşü canımı sıktı. Yatağında öğle uykusuna yatmış olmasını tercih ederdim.
O, hafifçe kıpırdanırken odadan çıkmak üzere yine küçük adımlarla kapıya ilerledim. Çiçeğin güzel kokusu odanın sonuna kadar ulaşıp burnumu hâlâ gıdıklarken onun uykulu sesi geldi.
"Teşekkür ederim."
Gökmen'e dönüp gülümsedim.
"Beğendin mi?"
İnce parmaklarıyla çiçeğin yapraklarını sevdi ve derin bir nefes aldı.
"Güzel kokuyor... Egolu olmak istemem ama bana benziyor."
"Değil mi? Bende öyle düşünerek almıştım."
Sonrasında duyduğum ve gördüğüm o birkaç neşeli gülüşünün aksine buruk bir gülümseme kondurdu dudaklarına.
"Evet, benim gibi." Duraksadı ve odaya yayılmış bu güzel kokuyu tekrar içine çekti.
"Benim gibi ölümü temsil ediyor."
____________
Selaam! Nasılsınız?
Resimdeki temsili Gökmen, kendim çizdim umarım beğenirsiniz. (Henüz bu tarz çizmeye alışamadım pek başarılı bir resim olduğunu söyleyemem) Çizim videosu tiktok hesabımda var, bakmak isterseniz kullanıcı adım atenyzz
Haberini vereyim, artık her Cuma yeni bölüm gelecek. Arayı çok açmış gibi görünebilirim fakat sizlerin dönüşlerini alacağım bir süreç olarak değerlendirebiliriz bu bir haftalık boşlukları.
Umarım beğenmişsinizdir, bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakınn <3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |