
Çok Sevgili Gönülçelen Sokağı Sakinleri,
Mahallemize Hoş Geldiniz.
🎶
Cornelia Street- Taylor Swift
Mecburum- Göksel İpekçi
Silinmez- Mahsur Ak
Yorgun- Nana
Deva Bize Sevişler- Yalın
10. Bölüm: Aşk ve Türevleri
14 Şubat 2024, 20:33
Fark etmeden hayatın kıyısına geldiğinizde bizzat yaşadığınız şeyleri sanki bir başkası yaşamış da siz de onu dışarıdan izleyen bir gözmüşsünüz gibi geliyordu. İçimde açılmış bir çukurla baş başa kaldığımda o sahte farkındalık da yok olup gitmişti.
Bir felaket insanı o vardığı kıyıdan aşağı yuvarlayabilecekken ben bir darbeyle yetinmeyip birkaç tane üst üste darbeye göğüs germiştim. Bir şeyin acısı içinizde hafiflemeden kendinize geçeceğini söyleyip durmak, belki de hataların en büyüğüydü. Acıyı görmezden gelmek benim fıtratımdı ve bir kez daha onu kabullenmeyerek kendime büyük bir kötülük yapıyordum.
Kendimin düşmanı değil de dostu olma işini henüz kavrayamamışım gibi görünüyordu.
Ölümden bir mucize eseri dönmüştüm. Ve ikinci şansımı çok iyi kullanmaya karar vermiştim. Bu tamam.
Başıma gelen felaket yüzünden, gözlerimi açtıktan sonra ailemle olan sorunlarımı bir süreliğine halının altına süpürmüştüm. Çünkü şans ise kalbimi eriten, bu onların da hakkı olmalıydı. Bu da tamam.
Ama en savunmasız olduğum anda bir kez daha aynı yerden darbe aldığımda verdiğim ikinci şanslardan biri, adeta bir balon gibi sönmüştü. Derinlerde bir yerde o verdiğim şanstan ötürü doğan şiddetli memnuniyetsizlik hissi, ne yazık ki beni yanıltmamıştı. Bu tamam değil işte.
Değeri bilinmesi ve kıymetli bir hazine gibi saklanması gereken şeylerden biriydi ikinci şans. O yüzden benim gözümde bir üçüncüsü olamazdı. Kalbimdeki ağrının bir sebebi de buydu. Üstünden seneler geçip yüz yüze bakacak konuma gelebilsek dahi, bir mucize daha olup o kendi hatalarını fark etse dahi, artık annemle normal bir ilişkim olması mümkün değildi.
Ben en çok da kaybettiğimiz yıllara ağlıyordum belki de.
Ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın beni öfkesi uğruna bir kalemde harcayışını; beni oğlu ve kocası uğruna bir tazminat olarak görmesini bana unutturamaz, affettiremezdi. En acısı da bunu denemiştim ancak o denememişti.
Şu an hayatta desteğine en çok ihtiyaç duyduğum kişiydi annem. Ama ne yazık ki yokluğu varlığından daha iyiydi bana. Benim yurdum değil kurdum olmayı seçmişti ve bu ilkinden de çok acıtmıştı canımı.
Hangi anne, ölümden döndüğü hastanede hasta yatağında yatan kızına o cümleleri kurabilirdi? Hadi diyelim dilinin ucuna gelmişti, nasıl söyleyebilmişti? Onun ana yüreği bir abime mi vardı?
Ağlayışım şiddetlendiğinde içimi bir korku kapladı. Evde bir başımayken bir panik atak krizi geçirmek şu anda istediğim son şeydi. Yeşim biraz önce benim iyi olduğumu son kez teyit edip eşyalarını toparlamak için kendi evine gitmişti. Gitmişken birkaç saat kalmasını ailesiyle hasret gidermesi konusunda çok ısrarcı olmuştum. Bir aydır herkes gibi o da hatta benim için herkesten çok benim için kendini paralamıştı. Özellikle de şu son iki haftada neredeyse tüm bakımımı o üstlenmişti. Bunun için ona teşekkür etmeye kalktığımda beni dövmekle tehdit edip kızmıştı. Benim için kız kardeşe en yakın kişi hayatım boyunca o olmuştu. Sadece kan bağım olan kuzenim değildi hiçbir zaman. Bu yüzden bazen gözlerim dolmadan ona bakamıyordum bile. Özellikle de son bir iki gündür. Muhtemelen bu akşam itibariyle regli olduğum için de olabilirdi.
En sonunda inadıma dayanamamış ve en az on kez rahat olduğumdan emin olduktan sonra gece dönmek üzere evden ayrılmıştı. Büyük hayallerle, her detayıyla ilmek ilmek uğraşarak düzdüğüm evimin salonunda koltuğa uzanmış; başımın altına bir yastık ve üzerimde bir battaniye ile uzanıyordum. Önümdeki sehpada da ihtiyacımın olabileceği her şey vardı. Benim için gitmeden önce sehpaya atıştırmalık bir şeyler bile hazırlamıştı ancak canım hiçbir şey istemediği için dokunmamıştım bile.
Çünkü kalbime çöken ağırlığa yenilmiş ve hıçkıra hıçkıra ağlamakla çok meşguldüm.
Yorulmuştum. Çok ama çok yorulmuştum ve artık yalnızca acıyı değil huzuru kucaklamak istiyordum.
Ve huzuru düşündüğüm anda sehpanın üzerinde duran telefonum çalmaya başladı. Yerimde doğrulup telefonuma uzanarak aldığımda kimin aradığını gördüm.
Cihan.
Elbetteki benim huzurlu sığınağım, sanki hissetmiş gibi tam da şu anda beni arıyordu. En son saat altı sularında yemeğimi yiyip ilaçlarımı aldıktan sonra aramıştı. Kullandığım ilaçların da etkisiyle uyku bastırana kadar yani sadece on dakika konuşabilmiştik. Kelimeler ağzımda yuvarlanmaya başladığı an iyi uykular dileyerek kapatmıştı telefonu.
"Efendim Cihan." diyerek açtım telefonu. İlk başta aramayı meşgule atmayı düşünmüştüm ama sonra vazgeçmiştim bu düşünceden. Çünkü ben kendimi bir tek ondan saklamak istemiyordum artık. Ondan saklamak istediğim tek bir parçam dahi yoktu. Ne haldeysem onu görsün, bilsin istiyordum. Ki Cihan bana yalnızca iyi günlerimin değil kötü günlerimin de yoldaşı olacağının güvenini vereli çok olmuştu.
"Ağlıyor musun sen?"
"Yoo." dedim sesimin titremesine engel olamadan.
Birkaç saniyelik sessizlik oluştu telefonda.
"Geliyorum ben." dedi Cihan aniden.
"Ne? Nereye geliyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla. Sesim çok ağlamaktan kısık çıkıyordu.
"Yanına." dedi ve telefonun ucundan sertçe kapatılan bir kapı sesi geldi. "Bekle beni, iki dakikaya yanındayım. Seni görmem gerek. Ağlamak istiyorsan yine ağlarsın ama bekle beni."
"Cihan sırf yine kalbim üzgün diye niye çıkıp geliyorsun ki? Günlerdir uykusuzsun, yat dinlen işte evinde gelme se-", diyerek konuşmaya devam ediyordum ki konuşmamı araya girerek böldü.
"Eğer ağladığında gözyaşını silemeyeceksem neden varım ki? Ayrıca dinlenmek için sana geliyorum zaten. Bir kez gülümsediğini göreyim, geçecek yorgunluk falan kalmayacak bünyede. Tamam mı güzeller güzeli bebeğim? Derin derin nefes al ver şimdi ve ağlamak için beni bekle."
"Tamam." dedim uslu uslu. İçten içe yanımda olup bana sarılmasını istiyordum çünkü. Buna, ona çok ihtiyacım vardı.
"Kurban olurum o titreyen sesine." dedi sesine çöken hüzünle. "Ne iyi gelir sana? Ne güldürür biraz olsun yüzünü? Söyle alayım gelirken."
"Senin dışında mı yani?" dedim yanıma gelecek olmasının verdiği rahatlama ile.
"Ya kızım," dedi anında pasımı gole çevirerek. "Ben bir tek Eda' ya varım. Eda' ya kadarım yani. Beni öyle para verip falan da alamazsın bir yerden. Yaşam prensibimiz Eda'nın yüzünü güldürmek bizim." dedi havaya girerek. Allah var ağzı çok iyi laf yapıyordu. Senelerden beridir ağzımı açık bıraktığı pek çok an olmuştu bu halleriyle. Ben de mecbur çareyi üste çıkabilmek için carlamakta buluyordum. Tamamen mecburiyetten tabii ki.
"Siz kim?" diye sordum her zamanki gibi oltaya geleceğinden emin bir hâlde.
Zira kendisi bu buga girdi mi çıkamıyordu da.
"Onlar kim ulan? Ben benden bahsediyorum. Kim oluyormuş onlar? Hani kimler, neredeler?"
Arabanın aynasını bir indir aşağı istersen atarlı kekim. Hiç, öylesine.
"Bana öyle havalanma, artistlik yapma. Böyle aklını alırım işte." dedim iddia ettiğim suçlamayı bizzat kendim yaparak. "Kısa mesafe diye de hız yapma, dikkatli gel. Bir zahmet de yolu uzat, aşağı sokaktaki Sevgi ablanın pastanesine uğra. Bir iki çeşit tatlı al bana. Canım çekiyor. Çikolatalı olsunlar sevgilim, teşekkürler şimdiden."
Yanıma gelecek diye bir anda modum değişivermiş, içimi tatlı bir heyecan sarmıştı. Öyle ki her zaman istediğim şeyi yapıp nazlanmıştım bile Cihan'a. Canım hem onu hem de tatlı istiyordu ve birazdan kavuşacaktım ikisine de.
"Ağzından bal damlıyor bir tanem. Bir daha söyle diye uzatırdım da o kadar sabırlı bir anında değilsin, başka zamana artık. İstediklerini alayım hemen geliyorum yanına."
"Tamam, bekliyorum ben seni."
"Bekle bakalım sen beni."
Telefon kapandığında dakikalar önce deliler gibi ağlayan ben değilmişim gibi gülümseyerek yavaşça koltuktan kalktım. Bacaklarımdaki ağrılar hâlâ devam ediyor ancak hissizlik geçmişti. Sol omzum askıdaydı yalnızca, boyunluğum da çıkmıştı. Yine de bedenimdeki zedelenmeler ve morluklar yüzünden hareketlerime çok dikkat etmem gerekiyordu.
Sabır, diye günde bilmem kaçıncı kez tekrar ettim içimden. Neler neler geçmişti, bu yaşadıklarımda geçecekti. Üstelik bugüne kadarkilerin her birini gönlümde, yanımda Cihan olmadan atlatmıştım. Şimdi bu bedenimdeki ve ruhumdaki delikler onun varlığıyla daha çabuk kapanacaktı.
Kağnı hızıyla lavaboya girdim. Işığı açıp aynanın önüne geldiğimde tipim beklediğimden de kötü bir haldeydi. Sıkıntı ile ofladım. Seneler süren acı ve hasretten sonra sevdiğim adam ile kavuşmuştum, şimdi böyle bedbaht bir halde mi karşısına çıkacaktım?
Gerçekten yazıklar olsundu.
Sabah hastaneden eve geçtiğimde ilk iş Yeşim'in yardımıyla banyo yapmıştım. Sıkıntıdan bunaldığım bir anda saçlarımı toplatmıştım Yeşim'e. Büyük kıskaçlı tokayı saçımdan çektiğimde uzun saçlarım aşağı doğru savrularak açıldı. Sırtımdan aşağı döküldü. Sağ elimle yer yer kabaran saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Ve elbette ki hiç hoşuma gitmedi. Ne kalın ne de ince telli gür saçlarımın bugün yola gelesi yoktu. Sinirle gülerken hiç şaşırmamıştım buna.
Aynanın hemen yanındaki dolabı açarak saç bakım malzemelerimin olduğu rafı kurcaladım. Saç serumunu alarak saçlarımın boy ve uçlarına doğru sıktım. Tarağıma uzanarak aldım ve serum ile ıslattığım saçlarımın tamamını taradım. İşim bittiğinde tutucusunda asılı duran kurutma makinesinin fişini prize takarak burkaç dakika saçlarımı kuruttum. Makineyi kapatıp geri koyduğumda bu defa aynada gördüğüm saçlardan oldukça memnundum.
Önlerden aldığım birkaç tutamı küçük kıskaçlı bir toka takarak topladım. Toka deniz kabuğu figürlüydü ve çok hoşuma gidiyordu. Yer yer çizikler olan yüzüme her gün doktorumun verdiği kremleri sürüyordum. Yine doktorumun önerdiği nemlendirici dışında bir şey sürmem riskliydi. Bu yüzden banyodan sonra sürdüğüm nemlendiricimi tekrar sürerek cildime nazik hareketlerle güzelce yedirdim. Dudaklarıma önce kuruluğunu ve çatlaklığını gidermesi için bir dudak kremi sürdüm ardından da üzerine bir parlatıcı geçtim.
Üstümde ayıcık desenli v yakalı keten pijama takımım vardı. Omzumdaki askıdan ötürü üzerimi değiştirmem çok mümkün değildi o yüzden el mecbur olduğu gibi bıraktım. Cihan beni vize ve final haftalarımda en pasaklı halimle görmüş insandı, o yüzden bu halime şükretmeliydim bence. Rafta duran parfümüme uzanarak birkaç kez sıkarak üstümde dolaştırdım. Burnuma dolan vanilya kokusu istemsizce mutlu etmişti beni. Çok fazla sıkmamaya dikkat ederek parfümü kapatıp rafa geri koydum.
Lavaboda son işlerimi de halledip çıktım. Evin içinde bir yerden bir yere geçerken yol üzerindeki bütün ışıkları açıyordum. Bu defa da aynısını yapmıştım. Mutfağa geçtim arada kalan bütün ışıkları kapatarak. Su ısıtıcısına su doldurup düğmesine basarak çalıştırdım. Raftan iki kupa alarak tezgahın üzerine bıraktım.
Kupaların ikisi de beyaz renkti. Birinin üzerinde kupanın sağ alt çarprazında kocaman bir bal kavanozu varken, diğer kupada da o bal kavanozuna mutluluk ve hasretle bakan ellerini yanaklarında birleştirmiş Winnie vardı. Kupa seçimime bakarken kendimi tebrik etmek istiyordum gerçekten. Bizi bu kadar iyi anlatması muazzamdı.
Kahve ve çeşit çeşit çay karışımlarının olduğu dolabı açtım. Granül kahveyle toz şekeri alıp geri kapattım. Ben kahvede ne süt ne de şeker kullanmazdım. Cihan ise kahveyi şekerli severdi. Zehir gibi şeyi nasıl içiyorsun diyerek kaç kere bana söylendiğini sayamamıştım bu zamana dek. Gülümseyerek kendi bardağıma yalnızca kahve Cihan'ın bardağına ise kahveyle birlikte bir tatlı kaşığının yarısı kadar şeker doldurdum. Yanına bir şeyler hazırlama gereksinimi duymadım çünkü Cihan'dan tatlı almasını istemiştim. Ben istediğime göre kesin olarak alacağından emindim. Adam ilk kez evime geliyordu ve tatlısını da yanında getiriyordu. Misafirperverliğim takdire şayandı.
Kapı zilim evin içinde yankılandığında kalbim ağzıma geldi. Sanki onu günlerdir görmemiş gibi heyecanlıydım. Halbuki daha bu sabah görmüştüm. İşin içine aşk girdiğinde her bir organının ona hizmet etmesi ne garipti.
Bedenimin el verdiği ölçüde ceylan gibi sekerek kapıya gittim. Kısa bir an delikten baktım. Uzun cüssesiyle kapı deliğine sığmıyordu ancak o olduğunu anlayabilmiştim. Ona çok ama çok yakıştırdığım, nadiren giydiği ama her giydiğinde içimin de ona koşarak gittiği deri ceketi giymişti çünkü. Hem de elleri kolları poşetlerle, belirli bir pastanenin logosunu taşıyan poşetlerle doluydu.
Kapının arkasındaki vestiyerin aynasına son bir bakış attım. Pijamalarım ve ayıcıklı panduflarımla bakışıp ardından kapıyı açtım. Karşımda gülümseyen Cihan vardı.
"Aferin yavrum sana. Delikten bakmadan açmadın kapıyı. Aksi olsaydı şuracıkta sinir krizi geçirecektim." dedi beni takdir eden bakışlarıyla.
Çok şükür daha birkaç günlük ilişkimde sevgilimi bugün de memnun edebilmiştim. Başka ne isterdim ki ben?
"Seni memnun edebildiysem ne mutlu bana Cihan?" dedim kinaye ile. Gerekli
mesajı, yani ona hafiften kurulduğumu anlamış olacak ki hemen konuyu kapattı. "Gireyim mi ben içeri?" diye sordu masum masum.
"Geç, buyur."
Ayakkabılarını birbirine bastırarak çıkarıp içeriye girdi. Ellerindeki poşetlerin çokluğunu delikten fark etmemiştim. Şimdi görünce ufak çaplı bir şok geçirdim. Poşetleri saydım. Tamı tamına altı poşet taşıyordu iki elinde.
"Cihan alt tarafı bir iki çeşit tatlı al gel dedim. Ne yaptın, bütün pastaneyi mi aldın sen?"
"Sevgilimin," dedi bastırarak. Aynı anda da sırıtıyordu bu kelimeyi kullanırken. "Canı tatlı istemiş al gel demiş bana. Öyle bir çeşit alıp mı gelecektim? O zaman neden sevgilinim?"
Kıkırdamaya başladım. Dünden beri bu lafı diline pelesenk etmişti. Sevgili olduğumuzu bu yolla ara ara kendine hatırlatıyor gibiydi. O kadar tatlı geliyordu ki gözüme asla kızamıyordum.
"Geç hadi geç, deli adam." diyerek elindeki poşetlere uzanmaya çalıştım.
Anında poşetleri geri çekerek uzanışımdan kaçırdı. "Evinin erkeği taşır. Sen o kolla nereye poşet taşıyorsun? Geri bas bakayım."
"Evin erkeği mi? Canım hızın 102, biraz yavaşla istersen." dedim elimi belime koyarak. Beni geçiştirircesine hıhı diyerek gülümseyip hızla içeri geçti. Karar değiştirip onu kovacağımdan korkuyor olabilirdi. Şöyle bir koridora bakınıp mutfağı buldu ve mutfaktan içeri girdi. Kapıyı kapatarak ben de ardından gittim. Ben mutfaktan içeri girdiğimde elindeki poşetleri ada tezgahın üzerine bırakıyordu. Elleri boşaldığında bakışlarını büyük mutfağımda gezdirmeye başladı. Her bir köşesini ağır ağır inceliyordu.
"Tam olarak seni yansıtan bir mutfak." dedi gözlerinin son durağı ben olduğumda.
""O niyeymiş?"
"Sen mutfakta vakit geçirmeyi çok seversin çünkü. O yüzden bu kadar büyük olması iyi. Aynı zamanda ferah da. Muhtemelen senin zevkindir. Sen mutfaktayken yanında birileri olmasından hiç hoşlanmazsın, her ne yapıyorsan kendim yapmak istersin. Bu denli kullanışlı olması da senin yararına. En ince detayına kadar sen ilgilenip dizayn etmişsindir eminim ki. Çünkü her bir detayı senden izler taşıyor. Parlayan beyaz dolaplardan tut, ada tezgahın üzerindeki şık vazoya kadar."
Açık yeşil, üstünde arı desenleri bulunan vazom gerçekten de çok hoştu. Bana bu sabah hediye ettiği lalelerimi de eve gelir gelmez vazonun içine özenle yerleştirmiştim.
Beni bu denli tanıyor olması, birbirimize duyduğumuz aşinalık kalbime dokunuyordu. Aşkı iki kişi yaşarken aynı zamanda birbirini de özü yapıyordu insan.
Cihan, benim özüm oluyordu.
"Beğenmene sevindim." dedim gülümseyerek.
"Niye kız? Evlenince de burada mı yaşarız diyorsun yoksa?"
Cihan'a kalbimin kapısını aralamıştım, geri kalan kısmı da tekmeleyerek o açmıştı. Buna çok alışmış olacak ki hızını hiç alamıyordu kendileri. Daha sevgili olalı bir hafta olmuştu şunun şurasında.
"Sen hayırdır Cihan efendi? Bu ne hız sendeki böyle? Biraz yavaş ol istersen. Daha dün bir bugün iki biz sevgili olalı."
"Biz iki günlük sevgili olabiliriz ama sevgimiz eski. Seninle benim sevgiden bol mazimiz yok."
Aramızda bulunan ada tezgahı geçip önümde durdu adımları. Sol elinin parmak uçlarıyla yanağımı okşadı, parmaklarının tersiyle uzun uzun yanağımı sevdi. Sevgi akan bakışları ve yanağımdaki dokunuşu tüm acılarımı unutturdu bana. Yüreğimi ateşe vererek ısıtan bir sevgiydi bu. Gözlerim usul usul kapandı . Bu anın tadını çıkardım.
"Adını iki gün önce koymuş olabiliriz ama bizim aşkımızın yedi senelik bir tarihi var."
Onaylamak adına mırıldandım belli belirsiz. Konuşup da hiç bu büyüyü bozasım yoktu. O konuşsun ben yalnızca dinleyeyim istiyordum. Yalnızca onu, varlığını hissedeyim.
"Öyle tatlı tatlı mırıldanma bak, içim akıyor sana."
"Akmasında bir sakınca mı var?"
"Sonra bu ne hız, sen hayırdır Cihan efendi oluyoruz ama." dedi sesimi taklit ederek. Sonra da ansızın gülümsedi. "Bu arada çok özlemişim. Oh iyi geldi."
"Neyi?"
"Cihan efendi demeni. Sen bana laf atmayınca hayatım bir keyifsiz oluyor ya çiçeğim benim."
Kıkır kıkır güldüm. Bu adam önceden de bu kadar tatlı mıydı yoksa bu ilişkimizin ona kattığı bir şey miydi? Gerçi benim de ona pek nazik ve tatlı davrandığım söylenemezdi.
Adama karşıma çıktığı her yerde bas bas bağırıyordum.
Gülüşümün yüzümde oluşturduğu izleri okşayarak üzerinden geçti bu defa da.
"Ara sıra hatırlat o zaman da, günlük dozunu vereyim senin." dedim keyifli bir şekilde.
"Verin mutlaka hemşire hanım, aksatmayın benim ilacımı lütfen. Malûm bağımlıyım ben."
"Benim tarafımdan zorbalanmaya mı Cihan?" dedim hayretle. Duyan da beni mutsuz, despot biri sanacaktı bu lafları yüzünden.
"Hayır, sana bağımlıyım."
"Ama," dedim dudaklarımı büzerek. "Bağımlılık kötü bir şey değil mi Cihan?"
"Sana olan bağımlılığım hayır, değil. Nereden biliyorsun diyeceksin, biliyorum çünkü bendeki sen aşkı beni daha iyi bir adam yaptı."
Biz iki deli birbirmize sokulmuş, mutfağın ortasında konuşuyorduk. Hatta belki de cilveleşiyorduk. Şu an bu kâinatta en ait en tasasız hissettiğim yer burasıydı. Başımı karşımda kalan omzuna yasladım. Derin bir iç çektim ancak bu seferki huzurlu oluşumaydı. Başımı omzuna sürterek yanağımı yasladım bu defa da omzuna. Büyük elleri anında ince belimi bulup sardı. Rahatım ve keyfim inanılmaz yerindeydi şu anda.
"Çok ayakta kaldın böyle de, yorulma. Hadi içeri geç." dedi dakikalar sonra beni belimdeki elleriyle geriye çekerek. Yüzüme düşen saçlarımı özenle uzaklaştırdı. "Sen bardakları çıkarmışsın zaten, ben hepsini ayarlar getiririm şimdi. Sen git uzan bakalım."
"Peki, tamam." dedim boşa itiraz etme gereği duymayıp. Ona gülümsedikten sonra arkamı dönmüş gidiyordum ki birden aklıma geldi. "Tatlı tabakları şu soldaki dolapta. Çatal kaşıklar da hemen bulaşık makinesinin yanındaki ilk çekmecede Cihan."
"Tamam ne lazımsa arar bulurum ben bir tanem, sıkıntı yok. Ama seni bir saniye daha ayakta görürsem sıkıntı olabilir çok."
Böyle ansızın iltifat edip benden nasıl hareket bekleyebilirdi ki bu adam? O zaman aklımı alacak sözcükler kullanmayacaktı. Bu işin en doğru çözümü buydu.
"Tamam, gidiyorum ya. Sende ne asabi biri oldun. Biraz benden sakinlik öğrensene Cihan. Bu ne sinir ve sabırsızlık sendeki böyle? Hiç hoş değil."
"Senden mi öğreneyim?" dedi imalı bir şekilde bastırarak.
Duyduğum ima ile mutfağın çıkışına yönelen bedenim duraksayıp ona döndü. Tek kaşımı kaldırarak, "Bir sakıncası mı var Cihangir?" diye sordum.
"Arkadaş bu nasıl bir kanal ya? Anında cilveli Cihan seslenişinden atarlı giderli Cihangir'e geçtik. Bana Cihangir mi diyorsun yoksa höst lan mı diyorsun, hiçbir farkı yok ki." diyerek söylendi kendi kendine.
Gülmemek için dişlerimi sıktım. Bana söylenip triplenmesi bile inanılmaz hoşuma gidiyordu. Beni düşürdüğü şu liseli halleri fark etseydi kesinlikle işim işti onunla. Neyse ki dikkati onun tam adını kullanmama kafasını takmak ile meşguldü.
"Mırıldanma ağzının kenarıyla. Soruma cevap ver cevap. Bekliyorum Cihangir." dedim elimi sallayarak.
"Hâlâ Cihangir diyor ya." dedi isyan ederek. Sonra bir anda tavır değiştirdi. "Ya benim bir tanem, ne sakıncası olacak Allah aşkına. Sen ne istiyorsan öğret bana. Bilmediğimi hatta yetersiz geliyorsa sana bildiğimi de sildirip tekrar öğret. Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin. Sen vururken de öldürürken de güzelsin."
Neden tam bu lafın arkasından futbol marşı söylemeye başlayacakmış gibi hissediyordum? Güldüm istemsizce. Deminden beri ciddi tavrımı korumak için kırk takla atıyordum ancak buraya kadardı. Benim çelikten iradem, Cihan tarafından bir kez daha kırılmıştı işte.
"Eyvallah." dedim gülmeye devam ederken. O harikulade maniden sonra en doğru cevap bu gibi gelmişti gözüme. "Yine formundasın maşallah Cihan. İçerideyim ben. Ağzın çalışmasın ekin çalışsın hadi. Çok bekletme canım sıkılır bak." diyerek çıktım mutfaktan. Gülüşümün izi ve hissi hâlâ dudaklarımda duruyordu.
Arkamdan söylendiğini duydum salona geçerken. "Formuma da laf etmeden duramıyor. Tabii bakılmayacak gibi değil, o da haklı. Anlamadık sanki."
Neredeyse otuz yaşında adam ısırılacak gibi davranabilir miydi ya? Vallahi tüm ayarlarımla oynamıştı sabahtan beri. Allah bana uzun uzun sabırlar versindi bu saatten sonra. Belli ki işim çok zordu çok.
Salona geçip l koltuğun köşesinde yattığım yeri toparladım. Yumuşak renkli kare desenleri olan battaniyeyi katlayıp en köşeye koydum. Bu battaniyeyi üniversitedeyken örmüştüm. Hem el kaslarının çalışması için faydalıydı, dikiş dikme antrenmanlarında bana çok yardımcı olmuştu hem de insanın kafasını meşgul edebilmek için çok mantıklı bir aktiviteydi. Böyle bir sürü battaniye, şal ve atkı yapmıştım.
Mutfaktan tabak çatal sesleri gelirken bedenimi koltuğa bıraktım. Sırtımı yumuşacık koltuğa yaslarken ayaklarımı da halının üstündeki büyük sehpaya uzattım. Normalde ayak izi olur gibi takıntılarım vardı ancak yalnızca bu seferlik bu takıntımı görmezden gelesim vardı. Bir de uzun köşeye geçip yatmak yerine Cihan' la yan yana oturup göz göze konuşmak istiyordum. Varlığına en yakınımdan şahit olmak. Sehpanın üzerindeki telefonum gözüme iliştiğinde dikkatlice uzanıp aldım. Mesaj uygulamasına girerek Yeşim'in adının üstüne dokunarak mesaj sayfasını açtım. En son bir saat kadar önce ne durumda olduğumu sormuş, ben de gayet iyiyim şeklinde bir cevap vermiştim. O da karşılık olarak bir saate geleceğini yazmıştı. Yeni bir mesaj yazarak gönderdim.
Mümkünse birkaç saat daha gelme.
Anında mesajımı görüp cevap yazmaya başladı. Canım benim, benden bir haber gelirse diye telefon elinde bekliyordu büyük ihtimalle.
O niye balım?
Beni evinde istemiyor musun kız sen yoksa?
Kızgın ve alınmış sürat emojileri atarak beni eğlendirmişti.
Yok bebiş, sence mümkün mü öyle bir şey?
Misafirim var yalnızca.
Ne misafiri?
Yoksa
Cihangir mi geldi?
Evet.
Kız zilli.
Beni evden bin bir ısrarla gönderip adamı eve mi attın?
Yürü be kızım.
Aaa deliye bak deliye. Neler söylüyordu öyle? Adamı eve atmak falan ne demekti? Ben katiyen öyle bir şey yapmamıştım.
Saçmalamasana kızım ya.
Ne eve atması NELER DİYORSUN?
Yalnızca beni görmeye geldi.
Aynen aynen.
Üç yıldır falan görüşemediniz yazık adama.
Yeme beni hadi.
BENİ YEME AMA.
Başkasını bilemem.
Ya sabır ya selamet ama. Elimi v yaka pijamamın açıkta bıraktığı boynumda gezdirip elimle yellemeye başladım boynumla yüzümü. Bu kızın boş lafları yüzünden sıcak basmıştı yahu.
BANA BAK
SENİN AĞZINI YIRTARIM HE
Düzgün konuşsana
Yok öyle bir şey
Şurada oturmuş sakin sakin sevgilimin mutfaktan gelmesini bekliyordum bu delinin söylediklerine de bakın ya.
Aynen balım aynen.
Ben birkaç saat daha ortalıklarda görünmem merak etme sen.
Rahat rahat takıl.
Hayırlı işler canım.
Resmen kaşınıyordu resmen. Bir güzel kaşıyacaktım ama ben onu.
Ona el hareketi çeken bir gif gönderip kapattım telefonu.
Tam o anda da yaklaşan ayak seslerini duydum. Cihan elinde benim büyük çiçekli tepsimle salona girdi. Büyük, uzun ve ince yapılı ellerine benim çiçekli tepsim nedensizce yakışmıştı. Bir hoş gelmişti gözüme böyle de.
"Nasıl?" diye sordu tepsiyi işaret ederek. "Elime yakışmış dimi?" Tepsiyi sehpaya bıraktığında üzerinden çektim ayaklarımı.
"Niye eline yakıştığını gözüme sokmaya çalışıyorsun ki sen?"
"Erkek adamın hanımına hizmet edeni makbuldür kızım. Gör bu marifetlerimi işte."
Bir kahkaha patlattım. Çabası gerçekten takdir edilesiydi. Evlilik düşünmüyorsam bile bugün yaptığı yüzüncü imayla aklıma bu fikri bir şekilde yerleştirmişti. Aklına koyduğunu yapıyordu vallahi.
"Maşallah maşallah." dedim yanıma oturduğunda sırtına bir iki tane vurarak. "Ben erkeğin hizmeti bol olanını severim zaten, aferin hep böyle ol. Seni alan yaşadı."
"Öyle genelleme yapmayalım yalnız, benim başım bağlı. Sevdiğim var."
Sol kolunu koltuğun arkasına attı. Güçlü kol kaslarını tam olarak sırtımı yasladığım yerde hissediyordum. Dibime kadar sokuldu bedeni. Yeni yağmış yağmur kokusu doldu burnuma. Bir de orman kokusu. Onun parfümüydü. Bir de çok ferah başka bir kokusu vardı parfümüyle bütünleşen. Bu iki koku yanımda bulunduğu her an beni serseme çeviriyordu. Onu bir kez bile üstü başı dağınık ya da bakımsız hâlde görmemiştim. Benim gerek evde de gerek insan içinde de böyle görülmüşlüğüm çok vardı, yoğun geçen sınav haftalarımda. Eşofman takımlarımın üstüme yapıştığı bir dönem bile olmuştu.
Ama benim aksime Cihan her zaman giyimine ve görünüşüne dikkat ederdi. Takım elbisesinde bugüne dek bir kırışıklık dahi görmemiştim. Kravatlarına kadar kendisinin ütüleyip koyduğunu anlatırdı hep annesi Gülnihal teyze. Bu gidişata bakılacak olursa ben Cihan' ı alarak yaşayacak olabilirdim ama aynı şeyi onun için söyleyemeyebilirdim.
"Ya öyle mi?" dedim bacak bacak üstüne atıp bedenimi ona doğru döndürerek. "Pek şanslı bir kızmış."
Tek eliyle uzağımızda kalan sehpayı kavrayıp ayaklarımızın dibine kadar çekti. Tepsiden kupaları alarak sehpada önümüze doğru yerleştirip hazırladığı tatlı tabaklarını da sehpaya koyup tepsiyi geriye itti. Sonra da önce benim tabağımı alıp kucağıma bıraktı sonra da kendi tabağını aldı. Tabaklarda yok yoktu, çeşit çeşit tatlı almıştı. Onca poşet taşımasına şaşırmamalıydım gerçekten. İlk başta favorim olan soğuk baklava vardı. Şerbetli tatlıları nedense sevmiyordum küçüklüğümden beri. Tadı çok ağır geliyordu. Yapmasına yapardım ama en fazla bir dilim yer çekilirdim. Bitirme görevini ev ahalisi üstlenirdi.
Hemen yanında da çikolatalı, çilekli ve beyaz kremalı eklerler vardı. İşte bunlar benim başlı başına zaaflarımdan biriydi. Bir oturuşta kilolarca ekler yiyebilirdim. Asla kurtulmayı düşünmediğim bir bağımlılıktı benim için. Tabağın devamında orta boy bir dilim çikolatalı pasta bulunuyordu. Üzeri sütlü çikolata toplarıyla süslenmişti. Son olarak da yine bayılarak yapıp yediğim bir dilim tiramisu vardı.
Birkaç çeşit tatlı alıp gel dediğimde bütün favorilerimden alıp gelmişti. Bir daha ben seni ezbere biliyorum dediğinde onaylamak dışında ağzımı açmayacaktım bu adama. Cihan, gerçekten de benim dilimden anlıyordu.
"Tabak onayınızdan geçti mi Eda Hanım? Memnun musunuz?" dedi tam yanımdaki kısık ama ahenkli sesiyle. Tatlılarım ayrı o ayrı tatlıydı bu akşam. Vay benim halimeydi bundan sonrası.
"Aşırı memnunum şu anda. Daha memnun olamazdım yani. Spesiyal tatlı tabağımı tutuyorum şu an elimde." diye cevap verdim büyük bir mutlulukla. Hiçbir çekince göstermeden elimi omzuna koyarak onu kendime yaklaştırıp yanağına bir öpücük bıraktım. Geri çekilip ona baktım. O kadar hazırlıksız yakalanmıştı ki bu hareketime şaşkın şaşkın gözlerini kırpıştırıp duruyordu karşımda. Yine bir kıkırdama kaçtı ağzımdan. Bir bakıma kendi halime de gülüyordum aslında. Çünkü bu adam zaten bana çekici geliyordu, daha fazlasına gerek var mıydı cidden? Dozunu artırmasaydık olmuyor muydu yani?
Bir anda şaşkınlığını üstünden atıp kendine geldi. Deli gibi sırıtıyordu şimdi bana bakarak. "Ama bir tanem biliyorsun, öbür yanağım arkandan ağlıyor şu anda."
Bir tanem deme ama. Tetikleniyorum ben. Bir şeyler oluyor bana.
"Niye?" dedim anlamamazlıktan gelerek. Kafamı hafif hafif sallayarak çikolatalı pastamdan bir çatal aldım. Bir gözümde hep onun üzerindeydi. Işıldayan gülümsemesine bakıp onu kesiyordum. Bu işve cilve işlerinde ben de vardım bugüne bugün.
"Öbür yanağı öptün de onu öylece bıraktın çünkü. O da yanak değil mi, onu niye ayırıyorsun? Onu da öp."
Yalanını sevsinler Cihan.
"Ayıp mı oldu diyorsun şimdi sen?"
"Çok ayıp hem de. Hiç yakışmadı sana."
"Ben hemen döneyim o zaman hatamdan."
"Çabuk dön çabuk."
Bunu demesiyle birlikte beni hiç yormadan diğer yanağını bana çevirdi. Eksik kalmış, yazık olmuş yanağının mağduriyetini giderdim hemen. Bir öpücük de oraya kondurdum. Derin bir oh çekip geri çekildi Cihan.
"İnanılmaz rahatladım şu an. Ben değil yani, yanağım rahatladı." dedi kahvesinden büyük bir yudum alarak.
"Ne mutlu sana, pardon yanağına." dedim alayla. Bir yandan da pastamı yemeye devam ediyordum. Kahveme uzanacakken benden önce davranıp kupamı bana uzattı. Bardakları tam benim ayarladığım şekilde vermişti. Büyük bal kavanozu olan bardak bendeyken kendisine de Winnie'yi almıştı.
Benim bal olmam onun ise bana hasretle bakan bir ayı olması çok doğru bir metafordu. Bir yandan tatlımı yerken bir yandan da sırıtıyordum bu düşünceyle. Uzun süre huzurlu bir dinginlikle kahvemizi içip tatlılarımızı yedik. Benim tabağım gibi onunki de dopdoluydu. O benim aksime sütlü değil şerbetli tatlıları severdi ama kendisi için hiç şerbetli tatlı almamıştı nedense.
"Sen niye kendine şerbetli tatlı almadın ki? Sen sütlü tatlı sevmezsin."
"Ben senin ellerinle yaptığın tatlıları severim. Başkalarının yaptığını istemem."
Allah'ım dayanamıyorum ben. Tek lokmada yiyivereceğim şimdi şu adamı.
"Yaparım ben sana merak etme." dedim pastamı bitirdiğimde. Çatalı tabağımın kenarına bıraktım. Sevgilim yanımda diye hiç kibarlık taslayamayacaktım, ellerimle girişecektim eklere.
"Omzun bir düzelsin de hayırlısıyla. Sonra yaparsın elbet."
Aslında azmetsem tek elle de yapardım da çok uğraştırırdı ne yazık ki. Mecburen omzumun iyileşmesini bekleyecektik. Bu durum ne kadar çok canımı sıksa da metanetli olmaya ve kendimi teselli etmeye çalışıyordum. Kendime ve sevdiklerime bunu borçluydum.
Çoğu bitti azı kaldı Eda, gayretini düşürme.
"Sen olanları duydun mu?" diyerek bir anda yükseldi Cihan. Bardağını koltuğun geniş kulpuna bırakıp tamamen bana döndürdü bedenini.
Bembeyaz koltuğumun kulpuna bırakmıştı ama bardağını. Beyaz koltuğumun. Ya eli çarpar da dökülürse benim beyaz koltuğuma. Bunları hiç mi düşünmüyordu gerçekten? Sakin nefesler aldım. Sonra verdim. Umarım işe yarardı.
"Ne olmuş ki?" diye sordum dikkatimi kulpta duran bardaktan koparmaya çalışıp tabağıma vererek.
"Bizim mahallenin sütçüsü var ya hani, her pazar gelip süt satıyor?"
"Eee?"
"Geçen pazar bizim Nejla ablaya bozuk süt satmış. Bir de benim sütüm bozuk değil sen içine bir şey koymuşsundur demesin mi Nejla ablaya."
"Çok büyük yanlış çok. Ne yapmış o öyle diyince peki?" dedim tatlımı daha da bir şevkle yerken.
"Evire çevire dövmüş adamı sokağın ortasında ne yapacak ya? Nejla abla bu. Şakaya gelmez ki."
"Ay inanmıyorum Cihan. Nejla ablanın eline düşülür mü hiç? Üzüldüm vallahi adama ya."
"Yavrum o zaman işini hakkıyla yapacak, bozuk sütü satmayacaktı kadına. Olacağı bu yani."
"Tabii orası öyle. Hiç kimse adamı elinden almamış mı bari?"
"Nejla ablanın elinden adam almak kolay mı? Pestili çıkınca anca alabilmişler."
Biz iki deli yan yana oturmuş gün tabağından hallice tatlı tabaklarımızla mahalledeki son gelişmelerin dedikodusunu yapıyorduk. Farkı içime ince ince işleyen bir detay vardı ki o da; onunla yaptığım her şeyin, yediğim yemekten ettiğim muhabbete, dedikoduya kadar daha zevkli daha güzel olmasıydı.
"Daha da mahallede gören olmamış adamı. O dayağı yedikten sonra bir daha gelir mi adam sanki? Millet sütsüz kaldık diye dövünüyor bir de." dedi kıs kıs gülerek.
Ben de eşlik ettim gülüşüne. "Başka vukuat var mı?" diye sordum zira muhabbet çok sarıyordu.
"Optik Zafer amca yok mu?" dediğinde kafamı salladım onaylamak için. "Ha işte onun çırağı Gökhan vardı, bizden beş altı yaş küçük bir çocuk. Geçen gece Zeynep teyzenin balkonundan atlarken yakalamışlar bunu. Kızının odasına geliyormuş arızalı balkon kapısından her gece ırz düşmanı."
"Ne diyorsun?" dedim ağzım açık kalarak.
"Kızını ağına düşürdüğü yetmiyormuş gibi bir de evine girip çıkıyormuş it herif. Kadın gece su içmeye kalkınca salonda görmüş bunu. Kıyameti koparmış tabi hırsız var diye. Mahalleli de balkondan kaçarken görünce bu pezevengi vermişler sopayı. Dua etsin o yediği dayağa ki benle abinin eline düşmedi ırz düşmanı."
"Allah allah." dedim kaşlarımı kaldırarak. Bu tavrıma gözlerini kısarak baktı. "Sen kimin evindesin şu an acaba beyefendi?"
"Ben kapıdan girdim yalnız. Bizzat sen açtın kapıyı hanımefendi. Hatırlatırım." diyerek yanağımdan makas aldı.
"Hatırlıyorum elbette ama sonuç olarak abimin haberi var mı şu an kardeşinin evinde olduğundan?"
"Kalbinde olduğumdan haberi var, önemli olan o." diye anında cevap verdi. Yok ben anlamıştım artık, ben bu adamın diliyle baş edemezdim. "Ama madem çok istiyorsun, arayıp söyleyeyim kimin evinde olduğumu." Tabağını kenara koyup elini pantolonunun cebine atarak telefonunu çıkardı. Ne yapıyordu be o?
Telefonunda birkaç tuşa dokunurken girdiğim şok anından çıktım. "Ne yapıyorsun be sen?" dedim ben de tabağımı kenara koyarak. Tabi benim hareket hızımla bu biraz uzun sürmüştü. O çoktan telefonu kulağına götürmüştü bile. Anında telefonu tuttuğu eline uzandım. "Cihan saçmalama."
"Az önce bana yüreksiz imaları yaptın hayatım. Ben bu lafın altında kalacak adam değilim. Abini arayıp tam olarak nerede olduğumu söyleceğim o yüzden kusura bakma hiç."
"Ya ben onu mu kast ettim?" diyerek yan çizdim anında.
"Ya neyi kast ettin?"
"Ya aşkım," diyerek bahane bulmaya çabaladım.
"Aşkım mı?" dedi sesini kaplayan hayret ve sevinçle.
Bir anda değişen frekans ile bahane aramama gerek kalmadığını fark ettim.
"Hmm, aşkım." dedim onu onaylayarak. Zaten dip dibe oturuyorduk, ama sanki bana yetmiyormuş gibi daha da sokuluyordum yamacına. Yüzümde ise çok içten, inandırıcı olduğunu düşündüğüm gülümsemem vardı. Yüz kaslarımı ağrıtışından anlamıştım gülümsediğimi.
Telefondan gelen bir alo sesiyle irkilip elinde tuttuğu telefona bir bakış attı sinirle ve tek bir cevap bile vermeden abimin suratına kapattı telefonu. Koltukta bir yerlere attı telefonu. Tüm ilgisi benim üzerimdeydi şu anda. Öyle ki aramayı bile telefonu açtığı için abime sinirlenerek çat diye suratına kapatmıştı.
"Başka?" diye sordu sırıtarak.
Aşkım kelimesinin türevlerini duymak istiyordu.
"Sevgilim."
Gözlerini kapatıp dudaklarını birbirine bastırarak kafasını tavana doğru kaldırdı. Kendine özgü bir şükür anı yaşıyor gibiydi. Tekrar bana döndü gözlerini açıp. "Başka?"
"Hayatım."
"Başka?"
"Canım."
"Daha başka?"
"Abartma tozum." dedim en sonunda dayanamayıp.
Kafasını arkaya doğru yatırıp kahkaha attı.
"Ona da razıyım kız. Yeter ki senden gelsin."
Eğer muhabbet "aşkilotum" kısmına kadar uzasaydı ben görürdüm seni Cihan efendi. O zaman da razı olabilecek miydin acaba?
Nihayet tabaklarımızı bitirdik. Cihan ikimizinkini de alıp sehpaya bıraktı. Bir elinde kahvesi ile koltuğa geri yaslandı. Arkamdan koltuğa yasladığı kolu ise hâlâ beni himayesi altına almış konumdaydı. Parmakları usul usul sırtıma dökülen saç tutamlarımla oynuyordu.
Dokunuşlarının bedenime salgıladığı huzur hormonu durmadan çalışıyordu o yanımdayken. Kahveden son yudumumu alıp kenara koydum ve başımı göğsüne yasladım. Arkamdaki kolu saniyesinde sırtımdan aşıp belime oradan da karnımın üstüne ilerlemişti. Onun benim için ördüğü güvenli bir kozadaydım artık.
"Her şey yoluna girecek değil mi Cihan?"
Zira olmuşların ve olacakların farkındaydım. Çok büyük bir felaket atlatmıştım ancak bunun neyi başlattığının oldukça farkındaydım. Yalnızca düşünmeyi erteliyordum. Ruh sağlığım için böyle yapmam, bu şekilde ilerlemem gerekiyordu. Önce sağlığıma kavuşmam gerektiği noktasında anlaşmıştık psikoloğum ile. Düşünmek ve düşünmeyi abartmak beni panik atak ve anksiyete krizlerine sürüklüyordu. Bu yüzden fiziksel olarak sağlıma kavuşana ve terapi seanslarından gerekli faydayı kendime sağlayana dek düşünmeyi erteliyordum. Zaten bu gerekli koşulları sağladığım anda taş üstünde taş kalmayacaktı, biliyordum. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
"Girecek bir tanem. En çaresiz geceden bile güneşi doğurduk biz. Geriye kalan hiçbir şey o geceden daha ışıksız bırakamaz bizi. Sık sık hatırlat bunu kendine. Düzelecek her şey."
En çaresiz gece.
Bunu söylerken neyi kast ettiğini sormaya hiç ama hiç ihtiyacım yoktu. Adım gibi biliyordum.
Saçlarımın üstünden öptü, ben gülümsedim. Göremese bile bunu, hissettiğini biliyordum. Kendini güvenli kollarda bulan ve bunu hisseden bedenim, gevşeyerek yaslandığı gövdeye iyice yayıldı. Tıpkı aşkının benim kalbime yayılışı gibi. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken hayat benim için tekrardan griye bürünmüştü. Eskiden bununla çok övündüğüm şekliyle ya siyah ya da beyazdı. Ya yalnızca iyi ya da tamamıyla kötüydü.
Ailemin hayatım üzerinde bir baskı kurmasından memnun değildim. Onlar istiyor diye aile evinden taşınamamış, bu şehirden bir adım öteye bile gidememiştim. Ailemin ortağı olduğu bir özel hastanede çalışıyordum. Ve bunların hiçbirinden dolayısıyla da hayatımdan memnun değildim. Bana göre kötü bir hayatım vardı. Siyahtı yani.
Şimdi ise mesleğimi yapamayacak kadar kötü bir haldeydim. Fiziksel ve ruhsal olarak. Ölümün eşiğinden dönmüştüm. Eski korkularımın üzeri zaruri bir şekilde çizilmiş yerine çok daha büyükleri eklenmiş durumdaydı. Önceden dert dediklerim şimdi duman olup uçmuşlardı.
Hayatın ne siyah ne de beyaz olmadığını bu yaşımda, bu kışımda öğrenmiştim.
Siyah olduğu, beyaz olduğu ve siyah ile beyazın hatta bazen de başka başka renklerin birbirine karıştığı bölümleri vardı esasen.
Ve gri olduğunu kabullendiğim hayatımda arasına karışan tek bir renk vardı. Toz pembe.
Hem Cihan'dı benim için hem de düşünmeyi ertelemek.
Hayatımdaki, hayatlarımızdaki hiçbir sorun bulunduğu yerden kalkıp gitmeyecekti nasılsa. O hâlde o sorunların karşısına çıktığımda olabileceğim en iyi hâlde olmaya hakkım vardı. Hayatım için gerektiği kadar savaşamamıştım zamanında. Bu hatadan çok acı , çok büyük dersler almıştım. Bundan sonra kendi hayatım ve sevdiklerimin hayatı için tüm gücümle, her şeyimle savaşacaktım.
Gözlerim usul usul kapandı ancak ruhum sığındığı göğsün ona nasıl liman olduğunu bütün gece boyunca izlemeye devam etti.
🌹
Minik bir açıklama: Her bölüm kaos ve aksiyon ile geçemez bal okuyucum. Gerektiğinde ikisini de dibine kadar yazarım biliyorsunuz. Birkaç bölüm sakiniz. Toparlanmaya çalışıyoruz. Çift, ve karakter odaklı bölümler okuyacağız bir süre bu nedenle. Gelen ve gelecek olan sorular için açıklamak istedim. Sizleri çok seviyorum. Siz de yıldıza dokunarak bana seni seviyorum der misiniz acaba?💛
Bir sonraki bölümde görüşürüz.
Beğeni ve görüşleriniz için:
Instagram/ authbal
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.49k Okunma |
236 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |