
Çok Sevgili Gönülçelen Sokağı Sakinleri,
Mahallemize Hoş Geldiniz.
Aşk Kırıntıları - Şebnem Ferah
Tac Mahal- Buray
Batsın Bu Dünya- İskender Paydaş Orkestra
Hem Sempatik Hem Yakışıklı - Ebru Gündeş
Sezenler Olmuş- Yeni Türkü
İki Kalp- Hepsi
"Seni görmek gibi bir kaygım var.
Görsem sevginden öleceğim.
Görmesem hasretinden."
(Cahit Zarifoğlu)
14. Bölüm| Aşk Kırıntısı
EDA SOYLU
15 Mart
Sadece bir gün evvel büyük bir üzüntüyle istifa ederek çıktığım hastaneye bugün adeta koşarak giriyordum. Haberim yoktu şu saate kadar ancak kalbimin yarısı içerideydi.
Abim telefonu suratına kapatınca acil girişinden girdiklerini ve Cihan'ın acilde serum yediğini yazmıştı. Gözüm hiç kimseyi görmeden hızlı adımlarla acile getirilen hastaların tedavi gördüğü yere ilerledim. Bu hastanede yıllarımı geçirmiştim, adımlarım hiç şaşmadan nereye gideceğini biliyordu.
Tanıdık yüzlerin beni fark edip selam verişine hızla başımı sallamak haricinde bir tepki vermedim. Durup sohbet edecek vaktim yoktu hiçbiri ile.
Kendimi sakin kalmak için telkin etmeye çalışıyordum içimden ancak işe yaradığını hiç zannetmiyordum. Perdeleri hızlı hızlı kontrol ederek Cihan'ı bulmaya çalışıyor, bulamadıkça da panikliyordum. Topuk seslerim hastaneye nispeten daha sessiz olan acilde yankılanıyordu. Bir başka perdeyi açıp ardında yatanın Cihan olup olmadığını kontrol edecektim ki kolumda bir dokunuş hissettim. Döndüğümde karşımda abimi buldum.
"Abi, Cihan nerede?"
"İki yatak ileride." dedi başıyla işaret ederek. "Serumun etkisiyle uyuyor ama. Günlerdir uyumamış zaten."
Oraya doğru gitmeye yeltendiğimde kolumdaki tutuşunu çekmeyip bana müsaade etmedi. "Uyuyor dedim ya."
"Abi bir göreyim gözümle, uyandırmam zaten." Bırakmadı. "Abi bırakır mısın lütfen?" Bakışlarına yerleşen inat şu anda en büyük düşmanımdı benim.
"Görürsün sonra. Önce biz bir konuşalım seninle." Canımı acıtmadan kolumdan tutarak dışarı çıkarmaya başladı beni. Acil görüş açımdan çıkana dek arkama bakıp durdum. Abimin neden bunu yaptığını anlamıyordum bir türlü. Ne halde olduğumu görmüyor muydu hiç?
Bahçeye çıktığımızda kolumu bıraktı karşımda durarak.
"Ne oluyor ya sana?"
"Sen artık aklını başına toplayacaksın Eda." Birden alevlenmesi ile neye uğradığımı şaşırdım. "Bak biliyorum hiç kolay şeyler yaşamadın. Böyle karşına geçip toparlan artık demek de adilik tamam mı? Ama kurbanın olayım ne kadar parazit varsa hayatında, seni yoran ne kadar adam varsa ayıkla at hepsini hayatından. At da kendini de kurtar Cihangir'i de kurtar."
O kadar büyük bir sitem ve acı vardı ki yüzünde her bir kelimesi ne kadar can yaksa da haklı olduğunu görebiliyordum abimin. Sanki bana mı yoksa Cihangir'e mi yansın artık bilemiyor gibiydi.
"Sen ayrı mahvoldun o içeride yatan adam ayrı mahvoldu bak. Ne olursun, yalvarırım sen olsun toparla kendini. Gerekirse zehir et herkese hayatı ama sen ayağa kalk ve mutlu ol. Sen bunu yapmadıkça Cihangir de yapmayacak. Adam köpek oldu kapında Eda. Günlerdir uyumamış, yememiş içmemiş. Senin ağzından çıkacak tek bir kelimeye bakıyor ama sen herkes gibi ona da susuyorsun. Reva mı bu ona söyle bana?"
Değil. Yemin ederim ki değil ve belki de ben onu hak etmiyorum ama kalbimi vermiştim bir kere. Geri almam mümkün değildi ve nereden kırdıysam en çok oradan sararak affettirecektim kendimi.
"Benim dostum delikanlı adam. O sadece kalbinde taşıdığı sevdanın yükü ona ağır geldiğinde hasta olur. Anlıyor musun beni güzel kardeşim? Ona da herkese davrandığın gibi davranacaksan sevdiğin adam olmasının ne anlamı var onun?"
Öyle ağır geldi ki sözleri ve o kadar haklıydı ki abim, dizlerim tutmadı sandım bir an. Ellerimi dizlerime yaslayarak ayakta kalmaya çalıştım. Titreyen yalnızca dudaklarım değildi ağlamanın eşiğindeki bedenimdi de. "Yemin ederim çok denedim ama toparlanamıyorum bir türlü abi. İnsan dost kazığını bile atlatabiliyor ama ailesinden hele de onu doğuran kadından yediği kazığı atlatamıyor. Ne yaptıysam yoluna koyamadım hayatımı. Ne yaptıysam kendime gelemiyorum abi ben."
Dizlerime yaslı ellerimden bir anda tutarak kaldırdı abim beni. Aynı anda başımdan tutarak omzuna yasladı başımı. Sıkı sıkı sarıldı ve gözyaşlarımın kilidini açtı.
Tıpkı küçükken mahalledeki çocuklar bana laf atıp beni ağlattığında olduğu gibi. Ya da çamurdan pastamın üzerine basıp çiğneyerek bozduklarında yere çöküp abim gelene kadar ağladığım zamanlardaki gibi. Abim bu defa da gelmişti ve bu kez benden kendimi çok üzdüğüm için hesap soruyordu.
Bir müddet omzunda ağlamama izin verdi. Hep böyle olurdu zaten. Şimdi yanımda ağla sonra eve git derdi o hep bana.
"Geride bırakmayı öğreneceksin güzelim benim. O sadece sana değil bize de kazık attı, bize de yaptı yapacağını ama daha fazla hayatını mahvetmesine izin vermeyeceksin. Önce kendini sonra Cihangir'i ve en sonunda da hayatını toparlayacaksın tamam mı? Kaldığın yerden daha iyi daha mutlu yaşamaya devam edeceksin. Böyle kötü bir halde sürüklenmeyi ne sen ne de Cihangir hak etmiyor. Ben varım, babam var, Cihangir var. Arkana bakmadan yürüyebilirsin artık."
Geçmişi ait olduğu yerde bırakıp bugünden devam edebilmek yalnızca lafta kolay bir tavsiyeydi. Kimse bunun ne kadar zor olduğunu yaşamadan bilemiyordu ki. Abimin bana, bize çok üzüldüğünü görüyordum. Öyle ki böyle sert çıkışması da bu yüzdendi. Hiç kızamıyordum ona çünkü doğru olanı yapıyordu. Birinin gerçekleri benim yüzüme tokat gibi çarpması, beni kendime getirmesi gerekiyordu zira. Her günün bir önceki günden daha kötü geçmesini bekleyerek benim yapabileceğim bir şey değildi bu.
Beni bu hâle annem getirmişti belki ama Cihan'ı da ben getirmiştim.
Asıl tokat buydu bana.
Önce kendimi sonra da onu iyileştirecektim. Toparlayacaktım bizi.
"Toparlayacağım bizi." diyerek abime de söyledim bunu. Onun şahitliğinde bir yemindi bu esasen.
"Aynen öyle yapacaksın."
Omzunda dinlendim kısa bir süre. Yüklerimi bir başkasına bırakmayı dün gece niye akıl edememiştim? O zaman Cihan burada yatıyor olmazdı belki. Üzüntüden hasta etmezdim belki onu. Her şeye bu kadar geç kalmak zorunda mıydım ben?
"Artık onu görebilir miyim?" diye sordum geri çekilerek. "Azarlaman bittiyse meraktan öldüm burada ben."
"Git gör hadi." dedi saçlarımı severek. "Bu yediği ikinci serum. Aşağı yukarı yarım saate biter. Sonra çıkarız hep birlikte. Buradan doğru eve götüreceğim Cihangir'i. İyileşmeden evde dışarı çıkmak yok ona. Hayvan herif çok korkuttu beni."
"Sen mi getirdin onu hastaneye?" Bir yandan parmaklarım ile gözlerimi kurularken bir yandan da abimi dinliyordum.
"Öğleden sonra geldi şirkete, yüzü kireç gibi. Sanırsın kanı çekilmiş içinden. Elleri titriyor, gözü kararıyor falan aklımı aldı. Tuttum kolundan ite kaka getirdim. Zaten garibimin bana zorluk çıkaracak kadar hâli bile yoktu. Serumu yediği gibi de bayıldı zaten. Bir düzelsin beni bu kadar korkuttuğu için alacağım ayağımın altına onu."
Birbirlerine yalnızca dost değil onun da ötesinde kardeş gibiydi abimle Cihan. Biri kötüyse diğeri de kötüydü. Acılarını hiçbir zaman tek kişilik yaşamazlardı. İyi ki diyordum bunun için, içimden. Ben düşürmüştüm Cihan'ı bilmeden de olsa bu hâle ama abim kaldırmak için hemen yanındaydı onun.
"Kusura bakma ama bir süre dokunulmazlığı var onun. Alamazsın yani ayağının altına falan haberin olsun da baştan."
"Yazıklar olsun kız sana." dedi yalandan alınmış gibi yaparak. "Bunca yıllık abine karşı elin oğlunu mu tutuyorsun?"
"O el oğlunu çok üzmüşüm ben. Yeri gelirse kendimden bile korurum artık."
"Kendini de onu da geride kalanlardan koru. Gerisi halledilir abim benim." Saçlarımın üzerinden öptü. Onun bana inancı, yitirdiğim ümidi kamçılıyordu. Olanlara değil olacaklara bakmam gerektiğini bugün altını çize çize anlatmıştı bana abim. Bundan büyük destek mi olurdu?
Ben tekrar acil yatışların olduğu kısma geçerken abim biraz sonra bizi almak üzere yanımdan ayrıldı. Ayaklarım beni usul usul Cihan'a götürdü. Yatakları birbirinden ayıran perdeyi çektiğimde gördüm onu. Sağ kolunu gözlerinin üzerine kapatmış bir şekilde yatıyordu. Beyaz gömleğinin üç düğmesi açıktı ve sanki çekiştirerek açılmış gibi buruşuktu. Saçları normalin aksine dağınık görünüyordu. Yatağın ayak ucunda kabanı rastgele atılmış bir halde duruyordu. Yüzü solgun, nefes alış verişleri yorgundu.
Cihan, çok dağılmış görünüyordu. Üstelik onu ben dağıtmıştım. Bu onun hasta olmasından bile daha ağırdı.
Çok yavaşça, onu uyandırmamaya dikkat ederek yatakta kalan azıcık boşluğa ilişerek oturdum. Kalçamın bir kısmı aşağıda kalıyor, neredeyse düşecekmişim gibi hissettiriyordu ama umrumda bile değildi. Onunla olmak istiyordum yalnızca. Ona bakmak.
Yüzünde elimi gezdirerek sevdim, biraz saçlarında oyalandım. Yataktan aşağı sarkan ve zihnimde hiç iyi pencereler açmayan elini tuttum sonra sıkıca. Hem sevdim hem okşadım naifce.
Ben onu sevmek ile meşgulken bir anda hafif tarazlı sesini duymam ile irkildim. "Eda?"
"Buradayım aşkım. Nasıl hissediyorsun kendini? İyi misin?"
"Senin ne işin var burada?"
Bu defa irkilmemin sebebi sanki tokat yemiş gibi hissetmemdi bugün ikinci kez.
Ben burada olmayacaktım da nerede olacaktım ya? Sevdiğim adam hasta yatağında yatarken üstelik. Bunu Cihan'a ben düşündürtmüştüm değil mi? Kötü gününde onu yanında istemeyen biri, neden kendi kötü gününde yanında olsundu ki?
Ah Eda, aptal Eda. Güzel sevmeyi bir türlü öğrenemeyen Eda.
"O nasıl söz Cihan. Ya nerede olacağım buradan başka? Asıl sen nasıl haber vermezsin bana?"
Halsizce güldü bu söylediğime. Kolunu gözlerinin üzerinde çekmiş, kısık gözleriyle bana bakıyordu şimdi. Neredeyse siyah diyebileceğim gece göğü gözlerinde bana dair hiçbir parıltı yoktu. "Senin burada benim yanımda olmak yerine evinde bir başına acı çekmen gerekmiyor mu? Mani olmak istemem."
Bir şey söyleyeyim diye gözümün içine bakıyordu. Ona itiraz edeyim ya da bana göre yanlış düşünüyor diye ona kızmamı bekliyordu. Ama o kadar haklıydı ve ben bunun o kadar farkındaydım ki yalnızca kalbindeki kırgınlığın zehrini bana akıtıp bu konuyu kapatalım istiyordum.
"Çok özür dilerim Cihan. Hatalıyım biliyorum, geç farkına vardığımın da farkındayım. Acımda o kadar fazla boğuldum ki sana kapıyı kapattığımın farkında bile değildim. Yemin ederim değildim. Bile isteye yapmadım bunu. Ne olur affet beni."
Yutkunduğunda adem elması aşağı yukarı oynadı. "Bu bir tercih meselesi Eda. İstek değil anlıyor musun. Tercih. Sen çok acı çektim ama birinde bile benim yanında olmamı tercih etmedin. Birinde bile. Konu bu kadar basit aslında."
"Hayır öyle değil." dedim savunmaya geçerek. Ardından başka bir konuşma gelecek diye ödüm kopuyordu. Düzeltmeliydim hemen her şeyi. "Ben bir üzülüyorsam senin bin üzüldüğünü bildiğim içindi bu. Sana de kendimle birlikte acı çektirmek istemedim. Böyle yaparak daha çok çektirdim belki ama o an bunun doğru olduğuna inanıyordum. Hiçbir şeyi seni sevmediğimden, gerçekten yanımda istemediğimden yapmadım ben Cihan. Yemin ederim yapmadım."
Bana cevap vermedi. Vermedi çünkü onun için tartışma bitmişti. Bana inanmıyordu. Kalbim can çekişiyordu içeride. Bana inansın istiyordum. Bir kez daha beni anlasın istiyordum. Geç olsa da ben de onu anlamıştım. Anlaşarak çözemez miydik bunu?
"Cihan lütfen. Ne olur konuş gerekirse kavga et benimle ama susma. Bak çözebiliriz biz bunu. Anladım diyorum işte hatamı. Anladım ve yapmayacağım bir daha." Elindeki tutuşumu sıkılaştırdım. Serumu bitmek üzereydi. Bitince kalkıp giderse biz bu konuyu halletmeden diye ödüm kopuyordu.
"Ben senin yanında, hayatında, kalbindeyken senin tercihin bu oldu Eda. Anlatamıyor muyum ben hiç kendimi? En başa döndük biz seninle. Bu bana böyle hissettiriyor. Senin beni hayatına bir adım bile yaklaştırmadığın, kapıyı bana daima kapalı tuttuğun ve bundan emin olduğun o zamanlardaki gibi hissettiriyor. Sanki kalbinde olmam ile olmamam arasında hiç fark yokmuş gibi. Benim aşkım sen de hiç fark yaratmıyormuş gibi. Oysa benim dünyam senin etrafında dönüyor."
Genzim yanıyordu. O kadar üzgün ve haksız hissediyordum ki ağladığımı görüp de konuşmayı kesmesin diye tutuyordum kendimi. Çünkü biliyordum görürse bana karşı yumuşar, hislerini içine atardı. Yumuşamasın istiyordum bu yüzden. Nereden kırdıysam oradan taşsın istiyordum baraj.
"Sen mutluysan o gün güneşlidir benim için, hava durumu fark etmez bu kanaatime. Sen üzgünsen parçalı bulutludur. Ağlayıp acı çekiyorsan kapalı ve sağanak yağmurlu. Fırtına çıkar o gün benim içimde. Benim hayatım, sana göre şekillenir ve bu son bir aydır olan bir şey değil. Yıllardır süregelen bir kanun bu. Hükmü kalbimden alındı."
Dudaklarım titrediğinde dişlerimi sıktım. O denli berbat ve çirkin hissediyordum ki kendimi. Sevmeyi ve en önemlisi güzel sevmeyi bilmemenin insana kendini çirkin hissettirdiğini bugün öğrendim.
"Daha çok seven taraf olmak hiçbir zaman sorun olmadı benim için ama dışarıda bırakılmak büyük bir sorun."
Kucağımdaki elim yumruk oldu. Tırnaklarımı avuç içime batırdım. Canım acıdığında durmadım. Batırdıkça batırdım. Hiçbir fiziksel acı az önce duyduğum şeyden daha ağır olamazdı.
Ben Cihan'a sevilmediğini mi hissettiriyordum?
Bunun altında o kadar ezildim ki bu hissin büyüklüğünü tarif edemezdim.
Ben her şeyi nasıl bu denli mahvedebilmiştim? Nasıl hiç durduramamıştım kendimi?
"Cihan ben seni seviyorum. Çok seviyorum hem de. O ne demek öyle?" Ağlamamak için verdiğim savaş sesimdeki boğukluğu silememişti. Bunu Cihan da fark etti ve yüzümde dolaştırdı bakışları. Kızarmış ve yorgunluktan altları morarmış gözleri onu getirdiğim halin özeti gibiydi.
Aptal Eda.
"Ben aşk kırıntısıyla yapamıyorum Eda. Yaparım sandım hep ama sana söylediğim ilk ve son yalanmış bu meğer."
Benim sevgim ona aşk kırıntısı gibi geliyordu. Aptal Eda. Bencil, çirkin, kötü kalpli Eda. Acıların seni sen de Cihangir'i mahvettin Eda.
Ben farkına vardığımda çoktan ağlıyordum. Durdurmak için çok geçti. Her şeye kaldığım gibi ağlamamı durdurmak için de geç kalmıştım.
Eda, Eda... Kendine bile yetemeyen, söz geçiremeyen Eda.
Cihan ağladığımı fark ettiğinde sıkıntılı bir nefes verdi ve gözlerini kapatıp kendini toplamaya çalıştı.
O kadar ağrıma gitti ki o laf... Aşk kırıntısı. Hakkım var mı yok mu bilmeden kalbimi kırdı. İçime bir taş gibi oturdu sanki.
Benim aşkım bir kırıntı değildi. Kırıntı olan şey yedi yıl sürer miydi? Her gün bir önceki günden daha büyük daha dolu hissettirir miydi?
Konuşmak, kendimi anlatmak istiyordum ama hislerim o kadar ağırdı ki altında ezilip kalmaktan başka bir şey yapamıyordum.
"Cihan..." Devam etmeme izin vermeyip sözümü kesti.
"Abini çağırır mısın? Getirdiği gibi geri götürsün beni. Bu zımbırtı da bitti zaten." Serumun takılı olduğu damar yolunu çekiştirmeye başladı. Canı yanmasın diye onun elini ittirdim nazikçe ve ben çıkardım serumu.
Tekrar konuşmayı denedim. "Cihan bak," Fakat yine sözüm yarıda kesildi.
"Eda çok yorgunum. Konuşmak değil dinlenmek istiyorum yalnızca."
Kısaca beni yanında yöresinde istemiyordu yani.
Telefonumu montumun cebinden çıkarıp abime artık gelebileceğini söylediğim bir mesaj attım. Nasıl olsa her halükarda konuşmamız bitmişti. Şimdilik.
Cihan hasta yatağından doğrulmaya çalıştığında öne doğru atılarak bir kolundan tuttum. Doğrulması için yardımcı olduğumda kısa bir an duraksadı. Derin bir nefes aldı. O kısacık anda geri çekilecek ya da elimi ittirecek sandım, korktum deli gibi. Ama şükürler olsun ki ikisini de yapmadı. Ona yardım etmeme izin verdi. Kabanına uzanarak aldım. Bana bir baktı önce. Birkaç saniye daha baksaydı keşke dediğim ama kısa tuttuğu bir bakıştı. Bir bakışına bile hasret kalmıştım, bu nasıl işti? Cihan bunca sene buna nasıl katlanabilmişti?
Ayağa kalktı yavaşça. Bir an düşecek diye korkup panikledim ama dik durmayı başardı. Yüzünü buruşturdu acıyla. Muhtemelen vücudu ağrıyordu ve ayağa kalkmak bunu tetiklemişti. Hızla ona yaklaşarak arkasında durdum. Kabanını giydirdim. Sırf biraz olsun ona yakın olabilmek için tekrardan önüne geçip önce kabanının sonra da beyaz gömleğinin yakasını düzelttim. Bu defa ben derin nefesler alma sırası bendeydi. Hastanenin kokusu tam anlamıyla üstüne sinmemiş, kendi temiz kokusunu bastıramamıştı daha.
Gözlerimi yukarı kaldırıp ona baktığımda gözlerimiz buluştu. Hep olduğu gibi bejnkna bakmadan çok önce Cihan bana bakıyordu zaten. Bunun bile ne kadar kıymetli olduğunu yeni anlıyordum.
Öylece baktık birbirimize. Konuşup anlatamadıklarımı gözlerim söylesin istedim, çekmedim bakışlarımı. Ama Cihan çekti.
Anlaşılan biz bu ilişkide rolleri değişmiştik.
"Yettim kardeşim." diyerek ortama giriş yaptı abim. Kollarımı göğsümde bağlayarak geri çekildim. Yettiği kişinin ben olmadığı barizdi zaten.
"Çıkıp gidelim artık şu hastaneden. Beni buraya atıp gittin lan resmen."
Cihan abime nazlanıyordu resmen. Allah'ım aklımı kaçıtacaktım. Bana yapacağı nazı abime yapıyordu. Ben böyle işi taşlardım ama.
"Yavrum benim." diyerek tepemin tasını iyice attırdı abim. "Her şey sen iyi ol diye. Bak elden ayaktan düştün kalbime iniyordu benim."
Gözlerimin önünde birbirlerini seviyorlardı ama. Ben olmalıydım bu konunun muhatabı, ben!
"İyiyim tamam. Yedim serumumu, geldim kendime. Çıkart beni buradan artık."
"Çıkış işlemlerini hallettim zaten." dedi abim Cihan'ın omzunu sıkarak. "Çıkalım hadi."
Yan yana yürüyerek yanımdan geçerlerken abim bana kaş göz yaparak bir şeyler anlatmaya çalıştı. Gözleri ile Cihan'ı ve beni işaret edip durmasından, konuyu halledip halledemediğimizi sorduğunu düşünüyordum.
Benim zeka küpü abim, şu anda onun yanında yürüyenin ben değil de kendisi oluşundan bir sonuç çıkaramamıştı anlaşılan. Kaşlarımı kaldırıp indirerek halledemediğimizi söyledim.
Püh sana, dercesine baktı bana. Cihan'ın koluna girdi bana nispet yapar gibi ve önümden yürüyerek ilerlemeye başladılar. Abi değil kumaydı sanki bana.
Ben de el mecbur arkalarından yürümeden önce bir şey unuttuk mu diye etrafa göz gezdirdim. Yastığın yanında parıldayan bir şey dikkatimi çektiğinde yatağa yaklaştım. Kol düğmeleriydi bunlar. Oldukça zarif işlenmiş kılıç motifleri. Cihan bunları soyadına ithafen takardı. Düğmeleri alıp montumun cebine attım. En kötü ihtimalle benimle barışması için şantaj olarak kullanabilirdim.
En iyi ihtimalle de ondan bana kalan somut bir şey olurdu elimde.
💔
Abimin daldan dala atlayarak yol boyunca hiç susmadığı Cihan'la benim ise somurtarak çıt çıkarmadan durduğumuz araba yolculuğunun sonunda, Cihan'ın tüm itirazlarına rağmen abim önce onu evine bırakmış ardından da beni okulun önünde indirmiş gitmesini söylediğim halde de gitmemişti. Ben Mustafa Can'ı okuldan alırken arabada beklemişti. Sonrasında onu büyük bir marketin önünde durdurmuş Mustafa Can ile birlikte markete girip büyük bir alışveriş yapmıştım.
Abim yalandan "ben senin şoförün müyüm kızım" diyerek söylenmişti ama üçümüz beraber olduğumuz için mutlu olduğunu bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Market poşetlerini eve taşırken söylenmesi de buna dahildi.
"Büyük Aydınlanma" olarak adlandırdığım uyanışım son zamanlarda berbat bir abla olduğumu fark etmem ile devam ediyordu. Dün akşam o eve yemeğe gittiğimde Mustafa Can'a onu benimle birlikte eve götüreceğimi söylemiş, sonra da o öfkeyle onu almadan çıkıp gitmiştim evden. Hayattaki tüm rollerde bu denli berbat bir hale gelmeyi nasıl başardığımı anlayamıyordum bir türlü. Herkesle ilişkimi kocaman bir çıkmaza sokmuştum resmen.
Eskisinden de sağlam bağlar oluşturmak nihai amacımdı artık. Her şeyi düzeltecektim tek tek. Geçmişin öfkesinin bugünümü daha fazla mahvetmesine seyirci kalmayacaktım. Tekrar iyi bir abla olacaktım. Sonra iyi bir kardeş, güzel seven bir aşık. İnceldiği yerden kopan tüm ipleri, daha sıkı bağlayarak geri kazanacaktım.
Çocuk kalbi herkesten daha hassas olduğu kadar bağışlayıcıydı da aynı zamanda. Mustafa Can okulun önünde beni gördüğünde önce bir küskün küskün bakarak yanıma gelmiş, ondan özür dilediğimde ise boynuma atlamıştı. Sarılışına karşılık verirken benden mutlusu yoktu.
Evimi haftalar sonra yemek kokuları sarmıştı belki de. Kendine yediğin iki lokma bile külfet gelebiliyordu bazen ama sevdiğine verdiğin bir yudum su bile yarasın istiyordun. Bol salçalı bir makarna yapmış yanına da köfte kızartmıştım. Mustafa Can'ın en sevdiği menülerden birisiydi. Bugün ben evde yokken Yeşim uğrayıp bir şeyler bırakmıştı. Eve gelip Ada tezgahta duran büyük bez çantayı açtığımda bu paketin babaannemden geldiğini anlamıştım. Kendi elleriyle bizim için yaptığı tarhana o an tüm üzüntüme ilaç gibi gelmişti.
Babaannemin tarhanası çocukluğumuzdan beri hasta çorbasıydı bizim için. Ne zaman hasta olsak annem yapar iki güne ayağa kaldırırdı bu çorba bizi. Şimdi hasta oluşuyla içimi yakan birisi vardı ve ne yazık ki bir çorba yapanı bile yoktu. Cihan'ın annesi Gülnihal Teyze eşi Tuğrul amcayla birlikte memleketine ziyarete gitmişti. Ceylan'ın ise aklı bir karış havadaydı. Yumurta kırmayı bile bilmez, mutfakla alakası sıfırdı.
Yani Cihan, hasta haliyle bir kase sıcak çorba içmek için küs olduğu sevgilisine kalmıştı.
Yemekleri yaparken bir yandan da hızlı olması için düdüklü tencerede bir tavuk haşlamış, onun suyu ile bir tarhana çorbası yapmıştım. Mis gibi olmuştu.
Bir tepsiye makarna ve köfte tabağını yanında bir kase yoğurt ile koymuş, Mustafa Can için salona götürüyordum. Ben yemeği hazırlayana kadar salondaki masada oturmuş ödevlerini yapıyordu. Hesap yapmak için açıp kapadığı parmakları ve örümcek adamlı kalemle başını kaşımasıyla o kadar tatlı geldi ki bir an gözüme, tepsiyi masaya bırakıp şapur şupur öptüm yanaklarından.
"Hadi mola ver bakalım ablacım. Belli ki aç kafayla ders yapamıyorsun." diyerek kitaplarını önünden toplayıp kenara ittim. "Ellerini yıkayıp gel, öyle başla yemeğe. Lavabonun yerini göstermiştim sana." Eve ilk geldiğimizde burasının onun ikinci evi olduğunu iyice benimsemesi için evin her odasını tek tek gezdirmiştim ona. Aramızda yalnızca birkaç sokak vardı, ne zaman isterse benim yanıma gelebileceğini anlasın istiyordum.
"Tamam abla." Masadan kalkarak ellerini yıkamak için koridorda kayboldu. Bir süredir oturduğu için paytak paytak yürüyordu. Onu ihmal ettiğim için duyduğum suçluluk ve uzun süredir görmediğimden içimden abla sevgisi taşıyordu resmen.
Taşan bir sevgi daha vardı ama onun sahibine de kendimizi ispatlayamıyorduk. Ben gerçekten bahtsızlıkta bir dünya markasıydım.
Mustafa Can koşarak geri döndüğünde yerine geri oturup direkt yemeğine gömüldü. Kuzum çok acıkmış olmalıydı ve yemek için bu kadar beklemesi bile şaşırtıcıydı zaten. Konu yemek olduğunda özellikle sabırsız bir çocuk oluyordu. İçmeyeceğini bildiğimden çorbadan koymamıştım ama yine de bir şansımı denemek istedim. Belki bugün beni kırmak istemeyeceği falan tutardı.
"Çorba da yapmıştım. Getireyim mi bir kase ablam?"
Ağzındaki lokmayı bitirdi cevap vermek için. "Ne çorbası?" diye sordu şüphelenmiş bir şekilde.
"Tarhana."
"Yok." dedi saniyesinde. Tam da tahmin ettiğim gibi zira kendisi tarhananın varlığına karşı bir çocuktu. Hiç kimse böylesine faydalı bir çorbayı ona sevdirememişti ne yazık ki. Adını duymaya bile tahammül edemiyor yalnızca hasta olduğunda birisi zorla ağzına tıktığında içebiliyordu.
"Aman iyi, içme. Sağlıklı bir şey sakın girmesin midene."
"Bu yemekler çok güzel zaten abla. Ellerine çok sağlık." Ben bir elimi masaya yaslamış ayakta dikilirken oturduğu yerde alttan alttan bakıp öpücük attı bana. Bak şimdi ya.
"Yavaş ye. Yoğurdunu da bitir." dedim ve masanın üstündeki sürahiden bir bardak su doldurup önüne bıraktım. "Ben bir komşuya kadar gidip geleceğim, Yeşim ablan gelecek zaten az sonra. Yalnız kalmayacaksın tamam mı?"
Eve geldiğimizde Yeşim'e mesaj atmış, akşam müsaitse iş çıkışı direkt bize gelmesini istemiştim. Son bir saat özel dersi kaldığını söyleyip onaylamıştı beni. Eli kulağında olmalıydı şimdilerde.
"Hangi komşuya gideceksin ki? Hem niye?" diye sordu Mustafa Can.
"Cihangir abin hasta, annesiyle babası da memlekete gitmişler. Ona çorba götüreceğim."
"Tarhana çorbası mı?" diye sordu burnunu kıvırarak.
"Nimete burun kıvırma bak yersin totişine terliği."
"Hii." dedi korkuyla sinerek. Küçük beyin tehdit altındaki yerleri onun için pek bir kıymetli olduğundan hemen lafından dönmüştü. "Tamam özür dilerim, demedim ki bir şey. Git götür tabi sen. Cihangir abim içsin de ayağa kalksın hemen."
Evet, lütfen aynen bu şekilde olsun. Olsun da adam akıllı kavgamızı edip aramızdaki sorunları halledelim. Sonra da her şey yoluna girsin. Daha çok istediğim hiçbir şey yoktu şu anda.
"İnşallah ablacım." dedim saçlarını severek. Ardından mutfağa geçtim. Kısıkta kaynayan çorbanın altını kapattım. Bir tatlı kaşığı alıp üfledikten sonra tadına baktım. Harika olmuştu. Tam bir şifa bombasıydı. Geniş hazneli bir termosum vardı. Onu neredeyse sonuna kadar doldurup kapattım. Bir bez çantanın içine yerleştirdim dikkatlice. Başka bir kabada hazırladığım yemeklerden iki kişilik koydum. Hem Cihan hem de Ceylan için. Cihan'dan pek emin değildim, hasta olduğunda pek iştahlı olmazdı ama her ihtimale karşı belki iştahı yerine gelir de acıkır diye ona da koymuştum. Tane tane dökülen az tereyağlı bir pilav yapmıştım, tam da Cihan'ın sevdiği gibi. Yanına da haşladığım tavuktan bir sote yapmış tuz haricinde bir baharat kullanmamıştım. Cihan hasta olduğundan baharatlar midesine dokunabilirdi.
Yemekleri de çantaya yerleştirdiğimde üstümü başımı kontrol ettim. Yemek yaparken önlük kullandığımdan bir yerinde leke falan yoktu. Üstümde ince, beyaz boğazlı bir kazak ile altımda bol paça koyu kahve triko bir eşofman vardı. Dışarı çıkmak için gayet uygun bir durumdaydım. Banyoya gidip tepemde sıkı bir topuz yaptığım saçlarımı açtım. Üstten topladığım için biraz kabarmışlardı. Ellerimle düzelterek kıskaçlı bir toka yardımıyla önlerdeki tutamları arkaya getirerek topladım. Ellerimi yıkayıp biraz parfüm sıktım ve banyodan çıktım.
Salona geri dönecekken kapı çaldı. Yeşim gelmiş olmalıydı. Kapıyı açtığımda tam da düşündüğüm gibi karşımda Yeşim vardı.
"Hoş geldin canım." diyerek içeri davet ettim onu. Yorgun ama mutlu görünüyordu. Çalışıp kendi ayakları üzerinde durmanın onun üzerinde böyle bir etkisi olurdu. Bir zamanlar benim üzerimde de.
"Hoş buldum Edoş." Kabanını çıkarıp portmantoya astı. "Geldi mi yer cücesi?"
"Geldi, geldi. Salonda yemeğini yiyor şimdi. Sen de açsındır. Tavuk pilav yaptım, çok seversin sen. Hazırlayayım mı hemen sana?"
Tavuk pilav dediğim anda gözleri ardına kadar açılıp ışıldadı sanki. Aşık gibi bir şeydi bu kız. "Bal damlıyor kız ağzından. Yerim bak seni. Hemen üzerimi değiştirip geliyorum." Yanağımdan büyük bir makas alarak banyoya doğru gitti. Kapıyı kapatmadan önce kafasını geri çıkarıp bana baktı. "Sen hasta ziyaretine gidecektin enişteye. Şimdi mi çıkacaksın?"
"Evet. Sen üzerini değiştir de çıkarım ben. Hazırladım zaten götüreceklerimi."
"Tamam hemen giyiniyorum ben. Benim burada bıraktığım kıyafetler yıkanmış mıydı Edoş?"
"Tabi ki yıkadım. Gardolapta bulabilirsin ama daha rahat bir şeyler giymek istersen de ne istiyorsan al oradan. Burası senin de evin değilmiş gibi de konuşma bir daha. Döverim seni." Söylene söylene tekrar mutfağa girdim. Yeşim için de bir tabak hazırlayıp salona götürdüm. Bir servis açtım masaya Yeşim için. Mustafa Can tabağını bitirmişti. Önündeki boşları alıp mutfağa götürdüm ve marketten aldığım meyvelerden bir tabak hazırlayıp önüne bıraktım dersine devam ederken yemesi için. Sevdiğim insanlar için uğraş vermek bana her zaman iyi geliyor, ruhumu tatmin ediyordu.
"Tamamım ben." diyerek salona girdi Yeşim. Kolumu sıvazlayarak yanımdan geçti ve masaya oturmadan önce Mustafa Can'ın yanaklarından öptü. "Sen gidebilirsin Edoş. Şimdiden ellerine sağlık ve gazan mübarek olsun kuzum. Yık gel o sana koyulan duvarları."
"Umarım." diyerek ikisine de el salladım ve götürmek üzere hazırladığım çantayı mutfaktan aldım. Mutfaktan çıkarken yarıya kadar çekili stor perdeli camdan yağmurun başladığını fark ettim. Üstüme montumu geçirirken Yeşim'e seslendim. Havaya bakılacak olursa yürüyerek gitme planım tam anlamıyla suya düşmüştü.
"Yeşim, yağmur başlamış. Arabanı alabilir miyim kuzu?"
"Anahtarı çantamdan al Edoş. Bu havada yürüme zaten."
"Tamamdır." Portmantoya astığı çantasından araba anahtarını alıp evden ayrıldım. En kısa zamanda benim de bu işe bir çare bulmam gerekiyordu. En son kullandığım araba patladığı için haliyle bir süredir her yere ya Cihan ile ya da taksiyle gidip geliyor araba alma konusunu kendi içimde erteleyip duruyordum. Her şey gibi bundan da kendimi geriye çekmiştim. Halbuki ben her zaman araba kullanmayı çok sever ve bundan büyük keyif alırdım. Bir kere başıma korkunç bir şey geldi diye bundan da mı vazgeçecektim?
Öyle bir dünya yoktu artık. Yarın ilk iş kendime yeni bir araba alacaktım. Ölüm Dünya dönmeye başladığı andan beri, insanoğlunun kapısındaydı zaten. Her anımı bunu düşünerek geçirmeyi, bu korkuyla yaşamayı da reddediyordum artık.
Sitenin önünde park halinde duran Yeşim'in arabasına önce elimdeki çantayı bagaja dikkatlice yerleştirip bindim. Cihan ailesiyle birlikte eskiden benim de yaşadığım aynı sokakta oturuyordu. O iki sokağı arabayla aşmak yalnızca birkaç dakikamı aldı. Şöyle bir etrafa bakındım ama sağanak yağıştan ötürü herkes evlerine dağılmış gibi görünüyordu. Arabadan çıkıp hızla bagajtan çantayı aldım ve Cihan'ların bahçe kapısından içeri girdim. Kapıya varana kadar başımı yerden kaldırmadım. Girişe geldiğimde nihayet yağmurdan kurtulmuştum üzerindeki kapalı cam sağ olsun. Zile basıp bekledim.
Kapıyı Ceylan açtı.
"Ay Eda abla!" dedi beni gördüğünde. "Hoş geldin. Geçsene içeri." Her zamanki gibi yine aşırı neşeli, şen şakraktı Ceylan. Gençliğin ve taze bir ruha sahip olmanın enerjisi üzerindeydi resmen bu kızın.
"Hoş buldum canım. Nasılsın? Nasıl gidiyor?" Uzun bir süredir hiç karşılaşmamıştık onunla.
"İyiyim Eda abla, aynı şeyler. Annemler memleketteler, biliyorsundur belki. Ben de okul ve dersler derken baygınlık geçiriyorum."
"Hangimiz geçirmedik ki. Az daha sık dişini."
"Nefret ediyorum okuldan ya." diyerek söylenmeye devam etti.
"Abin odasında mı?" diye sordum direkt. Kavga ettiğimizi bilip bilmediğini anlayamasam da sonuç olarak hâlâ benim sevgilimdi o adam.
"Ha, evet odasında. Birkaç saat önce geldi eve ama kapandı odasına çıkmıyor. Biraz hasta gibi galiba ama dinlensin diye çok şey yapmadım ben."
Abin senin tırnağın kırılsa etrafında pervane oluyor ama. Regl ağrısından duramadığında gecelerce hiç usanmadan hastaneye taşımışlığı var seni. Bir şey almak istediğinde babana değil abine gidiyorsun istemek için çünkü babanın aksine o senin gönlünü kırmaz hiç. Otobüs köşelerinde sürünmek istemiyorum diye mızmızlandığın için her sabah okula götürüyor çıkışta da şoförle aldırıyor seni.
Senin abin sana mükemmel bir abi oysaki. Sen ise o hasta diye telaş yapmayı bırak kılını bile kıpırdatmıyorsun.
Bunların hepsini tek tek yüzüne söylemek vardı da dua etsin kalp kırasım yoktu hiç. Kendi kalbim ve Cihanınki ziyadesiyle kırık olduğundan bir vebal daha yüklenmek istemiyordum. Fakat Ceylan'a duyduğum sevgi ve sempati an itibariyle sönüp yok olduğundan yüzüm taş gibi bir ifadeye bürünmüş adeta buz tutmuştu ve bunu değiştirmek için hiçbir şey yapamazdım. Karakterim buydu.
Ben gelmeseydim tüm gururumu ve kalp kırıklığımı hiçe sayıp Cihan en çok ilgiye ihtiyaç duyduğu zamanda öylece kimsesiz gibi yatacaktı içeride. Bunu bilmek içimi buz kestirmişti resmen.
"Dinlenmesi ve iyi beslenmesi, bakılması gerekiyor abinin. Kendi haline bırakılması değil Ceylan. Bir dahakine aklında bulunsun." Zehirdi işte bu, tutmak mümkün değildi. Ceylan'ın bir anda değişen yüz ifadesinden yerine tam olarak nokta atışı ile ulaştığını da söyleyebilirdim. Bana bir an bakakalmış sonra da suratı düşüvermişti. Ve hemen ardından da mahcubiyet gelmişti.
Mutfağın yerini bildiğimden ondan rica etmeye gerek duymadım hiçbir şeyi. Ben yapardım. Termosa koyduğum çorbayı çıkardım ilk. Bir kaseye koyduğumda ateş gibiydi, dumanı tütüyordu. Bir tepsi çıkarıp koydum içine çorba kasesini. Bir bardak su ile iki dilim de ekmek yerleştirdim. Kaşık ile peçete de koyduktan sonra tepsiyi kucakladım. Ceylan mutfak kapısının önünde durmuş elleriyle oynayarak bana bakıyordu.
"Yemekler hala sıcak. Hadi sen de ye soğutmadan. Abin birazdan olur da acıkırsa o da yer." Yanından geçerken aklıma takılan bir şeyi sordum. "Bu arada dikkat ettin mi hiç, abin odasında girerken elinde bir eczane poşeti var mıydı?" Bugün hastaneden çıktığımızda eczaneye uğrayıp ilaçlarını almıştık ama şu anda Cihan'ın onları ne yaptığını bilmiyordum elbette. Henüz bir şeyler yemediği için ilaç atmamış olmalıydı.
"Evet vardı eline küçük bir poşet. Odasına götürdü Eda abla."
İyi bari. Evde yana yakıla ilaç aramama gerek yoktu en azından.
"Tamam öyleyse. Ben şu çorbayı götüreyim de bir içsin." diyerek ayrıldım yanından.
Daha önce pek çok kez bu eve yemeklere, günlere ve akşam oturmalarına geldiğimiz için ailecek kimin odası nerede çok iyi biliyordum. Bu yüzden Cihan'ın odasına giden adımlarım istikrarlıydı. Daha önce odasına hiç girmemiş sadece kapı aralığından görmüştüm ve şimdi hayatımda ilk kez küs olduğu kız arkadaşı olarak girecektim.
Şöyle bir saçlarımı savurarak omuzlarımdan geriye attım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Tepsiyi tek elimle dengeleyip kapıyı tıklattım. Herhangi bir komut gelmediğinde ise tekrar vurmak yerine kibarlığı bir kenara bıraktım ve dan diye girdim içeri. Elimde tepsi vardı sonuçta, ağırdı ve kaseden sıcaklık geçiyordu elime. Onun keyfinimi bekleyecektim ben.
Gerçi pek keyif yapıyor gibi görünmüyordu. Yatağa iki seksen uzanmış uyuyordu Cihan efendi. En azından ben pat diye odasına dalıncaya kadar öyleydi. Bir gözünü aralayarak kimin geldiğini anlamaya çalışıyor, mahmur mahmur etrafa bakıyordu.
Abim hasta olduğunda sürekli ilgi bekleyip nazlanmasından nefret eder ve ona gıcık olur evde barındırmazdım ben ama şimdi Cihan'ı böyle ilgisiz kalmış görünce içim parçalanmıştı resmen. İstese suyu bile pipetle ben içirirdim ona. Bu çifte standart karşısında söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu.
Eğer küs olmasaydık ve o sıradan bir sebepten hasta olmuş olsaydı bu hastalığı sonuna kadar kullanırdı biliyordum bunu. Her an her saniye yanında olup onunla ilgileneyim diye her yolu denerdi. Şimdi ise beni odasında gördüğü için şaşkın şaşkın bakıyordu.
Kalbini kırdım diye alttan alıyorum Cihan efendi ama bu hastalığı acilen atlatman ve aramızı düzeltmemiz için sana sert oynamak gerek. Kusura bakmayacaksın artık.
"Toparlan bakayım sen hadi." Çift kişilik yatağında dikelmiş bana bakarken tepsiyi yatağın yanındaki çekmeceli küçük dolabın üzerine bıraktım. Baştan aşağı koyu tonlarda bir oda görmek beni şaşırtmamıştı. Mobilyalar siyah ve lacivert renklerinde seçilmişti ve kitaplıktaki spor müsabakalarında kazanılan kupalar ile duvarda asılı Beşiktaş logosu dışında hiçbir aksesuar yoktu.
"Sen ne yapıyorsun burada?" Sesi bir ton kalınlaşmış ve kısık, klasik hasta sesine bürünmüştü. Ev sıcak olmasına rağmen kazak ile yatıyor belli ki üşüyordu ve bu da demek oluyordu ki ateşi vardı. Allah'ım resmen onu bıraktığımdan daha kötü bir haldeydi. Kafayı sıyıracaktım ben tertemizinden.
"Çorba içeceksin. Ondan sonra da ilaçlarını içeceksin. Çabuk kalk." dedim ellerimi birbirine vurarak. Çıkan sesten rahatsız oldu. Yüksek ihtimalle başı da ağrıyordu çünkü.
"İstemiyor-" Devam ettirmesine tahammül edemediğimden sözünü kestim.
"Hele bir o çorbayı içmeyeceğim diye tuttur, hiç acımaz döve döve içiririm sana Cihan."
İtiraz etmeyi kesti. Sağlam bünyeyle benimle inatlaşmayan adam bu haliyle hiç şansı olmadığını bilirdi ne de olsa. En azından pirinç tanesi kadar da olsa bir aklı kalmıştı.
Büyük bir nefes verip ne kadar isteksiz de olsa yatakta iyice dikleşip sırtını dikleştirdiği yastıklarına yasladı. İnce yorganını beline kadar örtüp bana baktı. O kadar masum görünüyordu ki bir an tüm yelkenleri suya indiriyordum. Son anda kendime hakim oldum.
O bizimle küstü Eda. Unutma hani istersen.
Ama kalbi kırılmış, mantıklı düşünemiyor ki.
Senin onu sevmediğini de bu yüzden iddia etti ya kızım. Acil iyileşmesi lazım yoksa işimiz yaş bak bizim.
Evet tamam, kontrolü tekrar elime aldım. Önceliğim iyileşmesiydi. Tepsiyi alarak usulca yanındaki boşluğa tünedim. Tepsiyi kendi kucağıma koyup çorba kasesinin içine bir dilim ekmeği küçük küçük doğrayıp karıştırdım. Kaseyi sol elime alıp kaldırdım ve kaşığı doldurup üfledim iki kez. Sonra da Cihan'a uzattım. İçleri kızarmış ve uyku mahmuru gözleriyle bana aynı masumiyetle bakıyordu. Allah'ım, ama sabır ne olursun.
Belki de hep hayalini kurduğu bir andı bu ve aramız bozukken yaşadığımız için o da üzgündü.
Başımla ona uzattığım kaşığı işaret ettim. Bana bakmayı keserek ilk yudumumu aldı çorbadan. Dudaklarını ıslatıp gözlerini kapattığında çorbayı beğendiğini biliyordum. Sıcaklığı ile de biraz boğazını yakmış olacak ki yüzünü buruşturup öksürdü. Boğazının acıdığını bildiğim için bu iyi bir şeydi.
Bitene kadar yavaş yavaş ama hiç konuşmadan çorbayı içirdim Cihan'a.
"Biraz daha ister misin?" Belki içer diye sormak istedim istemeyeceğini bile bile. Çünkü çorbayı içerken bile bana ara ara yatağa ise sık sık özlemle attığı bakışları yakalamıştım. Kalkıp toparlanmak yerine yatmaya devam etmek istiyordu.
"Yok, istemiyorum. Ellerine sağlık." Bana yandan yandan bakıp sonra gözlerini kaçırıyor, dağınık olan odasına bakıyordu. Muhtemelen bende bu şekilde pasaklı izlenimi bırakacağını kafasında kurup sinirleniyordu. Her bir mimiğine kadar ezberleyip ne düşündüğünü biliyordum Cihan'ın.
Buna rağmen onu ne denli kırdığımı görememiştim ama.
"Ben yatacaktım ama." diyen Cihan'a baktım. Ben odasından çıkmadıkça yatıp yuvarlanamıyordu tabii.
"Önce ilaç içeceksin." Yataktan kalkıp gözlerimi odada dolaştırdım. Yatağın karşısındaki şifonyerin üstünde eczane poşeti bakışlarıma takıldı. Poşeti alıp tekrar yatağa yaklaştım. Tepsideki suyu alıp eline tutuşturduğumda bir müddet tutabilecek mi diye bekleyip öyle çektim elimi.
"O kadar da değil." diyerek ayıpladı bu hareketimi.
Gözlerimi kısıp içimden sabır dilendim. Sakindim ve bu anı atlatabilirdim çünkü benim inanılmaz bir gücüm vardı.
Kutularından içeceği ilaçları tek tek çıkarıp avucuma koydum. Üç taneydiler zaten. Poşeti kucağıma bırakıp ilaçlarla dolu avcumu öne doğru uzattım. Bu sessizliğimden işkillenir gibi baktı bana ama bir şey demedi.
Çünkü o Eda'nın hiç kimseyi alttan almadığını bilirdi. Bilirdi ve şimdi sabırla kendisini alttan aldığına şahit oluyordu. Eda'nın gururuna yenilmesi bile yedi sene sürmüştü ama onun kapısına onu iyileştirmek için gelmesi iki saat sürmüştü sadece. Cihan bunu da bilirdi.
Avucumdan ilaçları tek tek alıp suyla birlikte içti. Bardağın üstünden bana çipil çipil bakmayı da ihmal etmedi. İçim gidiyordu ona ama haberi yoktu.
Büyük, derin bir nefes verdim yalnızca. Haberdar olacağı zaman da gelecekti. Bir daha unutmaması için elimden ne geliyorsa yapacaktım.
İlaçlarını içerken bardaktaki suyun da tamamını bitirmişti. Aksi takdirde suyu bitirmesi için başının etini yiyecektim. Bardağı tepsiye koyarken Cihan da fırsattan istifade yatış pozisyonuna geçiyordu. Anında fark edip müdahale ettim.
"Daha yatamazsın. Kalk." Dediğim anda durdu. Bıkkın bir ifadeyle bana bakmaya başladı.
"O niye? Yedim, içtim tamamım işte." Sanki benim hayrıma yapmış gibi konuşuyordu ya bunları, ağzının ortasına bir tane patlatasım geliyordu. Sırf ben memnun kalayım diye o çorbayı içip ilaçlarını içmişti ya beyefendi. Cihan bugün hasta olarak ne kadar şanslı olduğunu hiç bilmiyordu.
"Ateşin varken çekmişsin üstüne o yorganı yatmışsın. Terlemişsin, ki bu iyi bir şey ama öyle yatılmaz terli terli. İyileş diye uğraşırken daha pek hasta olursan görürüm ben seni." Hem de ne görmek Cihangir.
"Uğraşmayabilirsin Eda. Sana uğraş diyen olmadı farkındaysan." Dillendiğine göre yavaş yavaş iyileşiyordu bu. İşime gelirdi.
"Oldu paşam. Ona da sen karar ver. Tıpkı seni sevmediğime benim adıma karar verdiğin gibi." Dik bakışlarıma aynı şekilde karşılık vermeye çalışıyordu ama yeteri kadar enerjisi olmadığından beceremiyor, bu da onu sinirlendiriyordu. Geldiğimden beri bu konuyu hiç açmadığım için de bir tık rahattı. Şimdi rahatını kaçırmıştım beyefendinin.
"İyileşip sapasağlam ayağa kalkacaksın ve sonra da biz yarım bıraktığımız o kavgayı devam ettireceğiz. Aramızdaki tüm sorunları halledip tatlıya bağlayacak ve bu konuyu arkamızda bırakacağız. Herkes kendi hatalarının sorumluluğunu alıp onlardan ders çıkaracak, ilişkimizdeki pürüzleri temizleyeceğiz. Bir nevi açık kalp ameliyatı gibi düşün. Bu kadar net. Nokta."
Anlaması için tane tane, herhangi bir itirazda bulunmaması için ise kararlı bir şekilde konuşmuştum. Şaşkın ördek yavrusu gibi bana bakıyor oluşuna göre gayet başarılı da olmuştum.
Ben onun bu ayrı geçen iki saatte kafasında neler kurduğunu da biliyordum. Ben, beni üzen ve kanatan şeyleri hayatımdan söküp atmam ile bilindiğimden Cihan da o kavgadan sonra bittiğimizi düşünmüştü. Benim onu da hayatımdan söküp atacağıma karar vermiş şu iki saatte kendini daha da üzüp hasta etmişti, biliyordum.
Cihan'a göre ben bu ilişkide sağlama alınması gereken taraftım. Hep alıcı olan taraf. Bizi bu rollere bilinçli bir şekilde koyup koymadığını bilmiyordum ama durum buydu. Ona göre ben hep alttan alınmalı hep kararı uygulanan kişi olmalıydım. Geçmişte bir kez benim kalbimi kırıp paramparça ettiği ve hayatımızı bambaşka bir yöne sürüklediği için kendine biçtiği paydı bu onun.
Beni hep alttan aldığı ve hatamı yüzüme söyleyemediği için ise bugün bu noktadaydık. En sonunda bu duruma katlanamamış ve patlamıştı. Her ikimiz de hem haklı hem de haksızdık yani. Geçmişte atamadığımız adımların cezasını çekiyorduk.
Madem ki bu defa gözünü açıp erken uyanan ben olmuştum o halde bu ilişkiyi ayakta tutmak için kolları sıvayan da ben olacaktım. Rolleri bugünden itibaren yeniden yazacaktık ve ne zaman gerekirse kollarımı sıvamaya hazır olduğumu Cihan'ın da bildiğinden emin olacaktım.
"Kafanda kurduğun o saçma sapan ayrılık senaryolarını da sil at. Olmayacak öyle bir şey. Biz bu ilişkiyi sağlam temeller üzerine bir güzel oturtup hayatta başımıza ne gelirse gelsin yıkılır mı korkusu duymadan yaşayacağız. Kavga etmek ya da tartışmak hiçbir zaman sorun olmayacak bundan sonra bizim için bu bizi korkutmayacak bile çünkü temelimizin sağlamlığından emin olacağız. Duydun mu Cihan? Demek ki kavgamızı edip temelin üzerine bir taş daha koymamız gerekiyor diyip korkmadan kavgamızı edeceğiz. Neyi doğru yapmadığımızı görüyorsak birbirimizde, tereddüt etmeden söyleyeceğiz artık. Bitti bu kadar."
Barışmak için Cihan'ın iyileşmesini bekleme taktiğim an itibariyle sona ermişti ve bundan zerre pişman değildim. Tam aksine o beni sakin bir halde dinlerken içimdeki her şeyi ona dökmek daha doğru hissettirmişti. Kafasında ayrılık senaryoları kurduğunu tahmin edebilseydim çok daha önceden yapardım hatta bunu.
"Yedi sene kaybettik biz seninle. Bundan sonra değil yedi seneye yedi dakikaya bile tahammülüm yok benim. Boşa harcayacak zaman hakkımız kalmadı Cihangir efendi ona göre."
Bana baktı, baktı. O çok özlediğim aşık bakışlarıyla hem de. Hiç zorlamadım bu yüzden bir şey söylemesi için. Bakışları bile yeterdi bana. Ama aniden gülmeye başladı. Hem de ağzı kulaklarına vara vara. Öyle ki bir süre sonra gülüşü yüzünü daha doğrusu hassas bedenini ağrıttı.
"Hangi konuma gelirsek gelelim seninle bana bir Cihangir efendi demene tav oluyorum senin. Önceden çok sinir olurdum ona öyle el gibi efendi falan diyor diye. Şimdi uzun zaman bana öyle söylenmediğinde kaşınıyorum, aranıyorum resmen. Canım çekiyor ya. Aşk nelere kadirmiş gerçekten de."
Geç de olsa öğrendik Cihan. Güç de olsa aldık o dersi sevgilim.
"Kırgın mısın peki bana?" diye sordu beni şöyle bir süzerek.
"Değilim."
"Kızgın da değilsin?"
"Çok kızgın değilim."
"Ama kızgınsın?" O da benim bir nevi ateşimi ölçüyordu işte.
"Azıcık. Senin kadar değilim mesela." Ee, madem öyle biz de ölçelim.
"Ben de az kızgınım, aşırı değil." diyerek ilk yumuşama belirtisini gösterdi ve içimi rahatlattı. O da halledebileceğimizi ima ediyordu. Rahat bir nefes verdim o anda. "Küs müsün peki? Küssen de ne kadar küssün?"
Hem ağzına bir tane patlatmak hem de yanaklarını okşaya okşaya öpmek istiyorum seni.
"Hiç değilim."
"Harbi mi?" dedi yatakta bir anda yan dönerek. Bu ani hareket canını acıtmıştı ama pek umursuyor gibi görünmüyordu. Sanki dünya yansa, biraz gelsene şöyle diyecek gibiydi.
"Harbi." dedim ona içim giderken. "Sana küsecek kadar haklı olmadığımı biliyorum."
Bakışları yumuşadı daha da. Günlerdir kendini anlatamıyordu Cihan ve bunun öfkesi de vardı bugün üzerinde. Şimdi kendini anlatmak istediği kişinin en sonunda onu çok iyi anladığını gördüğünde üzerinden büyük ve ağır bir yük kalkmıştı.
"Ben de küs değilim o zaman." Ziya. Atma Ziya. Ağzıma etmişti bugün beyefendi şimdi de geçmiş ben de küs değilim diyordu. Sabır Allah'ım. Çok sabır.
"Öyle diyorsan." dedim kinaye ile. Alaycı tavrımı gördüğü gibi tek kaşı havalanmıştı. Kolunun üzerinde yatağa yaslanmak bir yerden sonra onu yormuş olacak ki pat diye yatağa devrildi. Refleksle ona doğru uzandım ama elbette yetişememiştim. Yatağa iyice yaklaştığımda gözlerini açık tutmak için zorlandığını gördüm. "Dur tamam. Hızlıca üzerini değiştirelim de öyle uyu Cihan."
"Biz mi?" diye sorarken dolabını açıp içine bir süre göz gezdirdikten sonra düz siyah bir tişört bulup aldım.
Yanına geri dönerken, "Anlamadım?" diye sordum az önceki sorusuna karşılık.
"Kim değiştirecek üstümü diye soruyorum. Ben değiştiremem. Kolumu kaldıracak halim yok benim. Çok fenayım."
Fena olduğun doğru Cihan. Hem de çok fenasın.
"Yalandan kim ölmüş dimi Cihan?"
"Hm?" Başında dikilip elini tutarak yavaşça yatakta oturmasını sağladım. Alttan alttan dünyadan haberi yokmuş gibi bakıyordu bana. Yersen tabii.
"Çok fena olduğun için," diyerek tişörtünü çıkardım üzerinden. Bunu yaparken kalbimin ağzımda ne işi vardı onu bilmiyordum ama. Öyle büyük darbeler vuruyordu ki kafesine Cihan'ın bile duyduğundan şüpheleniyordum. "Ben yardımcı olacağım sana."
Çok normal olarak, Cihan'ı daha önce hiç üstü çıplak görmemiştim. Tişörtünü çıkarırken beni neyin beklediğini de pek fazla düşünememiştim açıkçası. Dışarıdan bakan bir göz olarak elbette vücut yapısından iyi bir vücuda sahip olduğunu tahmin edebilirdim ama gerçeğini görmek tahminlerimi geride bırakmıştı. Cihan şu kat kat baklavaları olan adamlardandı. Öküz gibi bakmak istemediğim için görebildiğim kadarıyla pürüzsüz bir göğsü olduğunu fark etmiştim.
Dudaklarımı adeta eze eze, kendimi tutmak için hıncımı onlardan çıkartarak dolaptan aldığım yeni tişörtü Cihan'a giydirdim. Aramızda yalnızca yatağın ucu bulunuyordu ve bu ona hiçbir engel teşkil etmeden Cihan tam olarak dibimdeydi. Yüzümdeki her bir değişimi görüp memnuniyetle aklına kazıdığına emindim. Tişört yüzünden aşağı geçerken bir anlık göz temasımız kesildiğinde derin nefesler aldım. Onun ateşi düşmüştü belki ama bende ateş, tansiyon ne varsa çıkıyordu şu anda.
Tişörtü giydirdiğimde yüzündeki o hin sırıtmaya takılmamaya çalıştım. Onu omzundan doğru iterek geri yatırdım yatağa. "Artık uyuyabilirsin. Sabaha kadar toparlayacaksın inşallah. Ama yine de birkaç gün düzenli ilaçlarını kullanıyorsun Cihan tamam mı? Sabah da al unutma sakın." Tepsiyi aldığım gibi ona arkamı dönüp gidecektim ama kolumdan tutarak engel oldu. Yüzünde dünyalara sığmayan büyük bir tebessüm ile bana bakıyordu. "Grip bulaşıcıdır dimi?" diye sordu birden.
"Olabilir evet. Neden sordun ki?"
"Öpmeyeyim o zaman." diyerek mırıldandı. "Sen de hasta olursan kavga edip barışamayız hemen."
Yirmi dokuz yaşında bir adamı ısırmak istemem normal miydi acaba?
"Borcun olsun o zaman bana." dediğimde ağır ağır başını sallayarak onayladı beni. Bizim birbirimizde borcumuz kalmaz, muhakkak tahsil edilirdi zira.
Tepsiyi tek elimde dikkatle sabitleyip aşağı doğru uzandım. Kısa sürse de etkisi büyük bir öpücük kondurdum şakağına. "Hadi iyi dinlenmeler sana. Bir şey olursa mutlaka ara beni tamam mı?"
Tekrar başıyla onayladı beni. "Dikkatli git."
"Tamam."
Bu defa o beni durdurmadı ben de kapıyı kapatırken son bir kez baktım ona ve çıktım odasından. Kapıyı kapattığımda bu odaya girerkenki halimden çok daha iyi bir halde buradan ayrıldığım için şükürler ediyordum içimden.
Tepsiyi mutfağa götürdüğümde Ceylan mutfak masasında oturmuş yemeğini yiyordu. Ona afiyet olsun diyip tepsideki bulaşıkları hızlıca durulayıp makineye yerleştirdim. Ceylan ne kadar itiraz etse de etraftaki dağınıklığı toparladım. Ellerimi yıkayıp evden ayrılmadan evvel Ceylan'a abisini ara ara kontrol etmesini ve olur da kötüleşirse beni aramasını tembihledim. Sonra oradan ayrıldım.
Ve arabaya doğru giderken biliyordum ki, dudaklarımdan dökülen ezgiyi oraya Cihan yerleştirmişti.
🌹
"Ay Edoş, Cihangir enişteyle konuşup anlaşmak sana çok iyi gelmiş vallahi. Yüzünde güller açıyor, cıvıl cıvılsın eve geldiğinden beri. Üstündeki ölü toprağını atmışsın resmen."
Ölü toprağı, o kadar doğru bir tespitti ki biricik kuzenimi alnından öpmek istedim. Çok uzun zamandır hayat öylesine üstüme geliyor ve beni taşıyamadığım yüklerin altında eziyordu ki sanki ayağa kalkıp savaşma içgüdüm körelmişti. Bana ne sunuyorsa sorgusuz sualsiz kabul eder bir hale gelmiştim. Kendim olmayı bırakmış, hayat beni nereye savurursa orada durmaya başlamıştım.
Abimin bana kızması ve ne kadar canımı yaksa da Cihan'ın gönül koyması bu dönüştüğüm kişiye bir tokat indirmişti. Bundan böyle kendim de dahil olmak üzere hiç kimseyi perişan etmeyecektim. Yaşadığım şeylerin zorluğunu kabul edip o zorluğu bir anda atlatmayı beklememeliydim kendimden. Ağır ama dengeli adımlarla kendimi iyileştirecektim.
"Öyle oldu gerçekten de Yeşim. Belki çok üzüldüm, üzüldük ama kendime gelmem için bu kavgayı yaşamamız gerekiyormuş diye düşünüyorum artık."
Yan yana bağdaş kurarak oturduğumuz koltukta, bedenini tamamen yana çevirip bana baktı. "Bence de doğru düşünüyorsun kuzum. Boşuna her şerde bir hayır vardır demiyorlar. Kolay şeyler yaşamadın ki tökezlemen çok olağan. Her şey yoluna girecek." Yanağımı sıkıp kucağında duran büyük kasede kalan cipsleri de yedi.
Eve geri geldiğimde ben de bir şeyler yemiş ardından Mustafa Can'a ödevlerinde yardım etmiştim. Hiç istemese de zayıf olduğu derslerden özel kurslara gidiyordu ve ödevleri çok oluyordu. Biraz çizgi film izlemesinin ardından uykusu geldiğinde ona her akşam içtiği ballı sütü içirip misafir odalarından birine yatırmıştım.
Yeşim'le ikimiz de bir demlik çay demlemiş yanına bol abur cuburlu tabaklar hazırlayıp hem bol bol olanlardan konuşmuş hem de televizyondan bir film seçip izlemiştik. Aylardır yaptığım en keyifli şeylerden biriydi bu.
Kalbimin keyfi yerinde olduğundandı belki de bu.
"Şimdi ne yapacaksın peki?"
"Cihan'ın iyileşmesini bekliyorum işte. Büyük oranda konuşup hallettik ama daha konuşmamız gerekenler de var." Bir demlik çayı içmek deli gibi susatmıştı beni. Suyumdan büyük yudumlar içtim.
"Onu demiyorum ya onu anladım. Jest olarak ne yapacaksın diye soruyorum. Böyle büyük kavgaların ardından erkekler genelde bir jest yapar ya sevgililerine. Hani bir özür çiçeği ya da ne bileyim mücevher falan alırlar. Hani maksat gönül kırgınlığı geride bırakılsın."
Yeşim söyleyene kadar böyle bir şey yapmak benim hiç aklıma gelmemişti. Anında doğruldum koltukta. "Yapmalı mıyım yani sence bunu?"
Omzunu silkti. "Biz kadınlar bekliyoruz böyle jestleri. Yeri geldiğinde sen de yapmalısın bence. Hem daha çok hatalı olan taraf da benim diyorsun. Yap bence."
Çok gerilmiştim ama şu anda ben. Ne yapacaktım ki? "Ne yapacağım ki?"
"Çiçek baştan elendi. Erkek milleti anlamaz çiçekten falan. Eee mücevher olarak da ya yüzük alacaksın ki bunun için evlenme teklifi falan etmen gerek." Kahkaha attığı için kısa bir duraksadı Yeşim. Ağam benimle ne güzel eğleniyordu. "Ya da saat alacaksın ama o da çok klasik kaçar."
Bunlar hep maddiyat içeren jestlerdi ama. Yani ben Cihan'dan sadece çiçek isterdim illa bir jest yapacaksa, mücevher almasını değil. Eğer istersem ben gider kendim alırdım zaten mücevherimi.
Cihan'ın bana bu zamana kadar yaptığı jestleri düşünürken kıymetli jetonum düştü.
Aklıma gelen şey ile hemen telefonumu elime aldım. Saat gece yarısını birkaç dakika geçmiş, bire geliyordu. Aklımdaki şeyi yapabilmek için Cihan'ın uyanık olup olmadığını bilmeye ihtiyacım vardı. Hemen bir mesaj attım.
Uyanık mısın Cihan? Nasıl oldun merak ediyorum.
Ben ayağa kalkmış bir o yana bir bu yana elimde telefonla yürürken, "Ne oldu kız? Ne geldi aklına?" diye sordu Yeşim.
"Bir şey var da dur bakalım. Önce sağlama almam lazım."
Bir dakika geçti geçmedi o beklediğim cevap düştü telefonuma.
Şaka gibiydi ama evren benden yanaydı bu gece.
Uyanığım çiçeğim. O kadar çok uyudum ki boyum bile uzamış olabilir. Sıkıldım uyumaktan. Yatağımda oturuyorum öyle. Ve merak etme, iyi hissediyorum kendimi.
"Yeşim arabanın anahtarlarını alıyorum ben yine." Koşarak yatak odama yöneldim. Arkamdan gelen adım seslerine bakılırsa Yeşim de benim arkamdan koşuyordu.
"Kız ne oldu? Deli danalar gibi koşturuyorsun? Bir şey mi olmuş yoksa?"
Üstümdeki pijamaları çıkarıp yatağa fırlattım. Dolaptan bir pantolon ile rastgele bir üst çıkarıp aceleyle giyerken Yeşim'e cevap verdim.
"Yok kötü bir şey. Ne yapacağımı buldum sadece ve Cihan'ın uyuyup uyumadığını öğrenmem gerekiyordu. Uyanıkmış."
Hızlıca çekmeceden çorap bulup onları da giydim. Üstüme gardolapta asılı olan peluş montumu geçirip salık saçlarıma dokunmadım. Olduğu gibi bıraktım.
"Eee ama bana da söylesene ne yapacağını ya?" Sabırsız bir şekilde yerinde kıpırdanıyordu Yeşim.
Sırıtarak ne yapacağımı söyledim ona. Bir anlık şaşkınlıktan sonra kahkahayı bastı.
"Yürü be kızım!"
Çantasından anahtarlarını bulup bana attı ve ben beyaz botlarımı giyerken kalçama vurdu. Ayakkabılarımı giydiğim gibi ona öpücük attım ve Mustafa Can'a bakarak olmasını rica ederek asansöre koştum. Aceleci adımlarım heyecanıma eşlik ediyordu.
Asansörle giriş kata inerken de, arabaya binip Cihan'ın evine doğru sürerken de planımı düşünüyordum. Bu aşkın paralelliklerini yaşamak kaderimiz olmuştu.
Kısa sürede bir gün içinde ikinci kez Cihan'ın evinin önündeydim. Telefonumu cebimden çıkarıp arabaya bağladım. Ardından kısa bir sürede aradığım şeyi bulup hazırda beklettim.
Derin bir nefes alıp verdiğimde hazırdım. Arabanın iki ön camını tamamen açtım. Bulduğum şarkıyı açıp sesi sonuna kadar açtım. Sırıtarak telefonumdan mesaj uygulamasına girdim ve Cihan'a bir mesaj yazdım.
Cama çık.
Hemen ardından arabadan dışarı çıktım ve ön tarafına ilerleyip kaputa yaslanarak ellerim montumun cebinde Cihan'ın cama çıkmasını bekledim.
Bu gece geçmişi yâd ediyorduk onunla. Bu defa derdini bir şarkıya sığınarak anlatan bendim.
Mahallede ben şarkıyı açmadan evvel üç evin ışığı yanıyordu. Ben şarkıyı açtıktan sonra hızla arttı. Gece gece onları rahatsız ettiğim için kötü hissediyordum ve umarım bana çok kızmazlardı. Ben de bu mahallenin çocuğuydum, bir zamanlar Cihan'ı anladıkları gibi beni de anlayıp mazur görmelilerdi.
Gönülçelen Sokağında aşklar, böyle yaşanırdı.
"Aah! Eda kızım sen misin?" Feride Teyze neredeyse balkon camından sarkarak bana sesleniyordu. El salladım ona mahçup bir şekilde bakarak. "Ben de kim bu densiz diye bakmaya çıktım balkona ama sen nereden çıktın kızım?"
Kadının gözündeki hanım hanımcık kız imajım yerle bir olmuştu. "Kusura bakma Feride Teyze çok özür dilerim hepinizden ama bir maruzatım vardı. Tek bir şarkıda onu iletip gideceğim hemen vallahi."
Sanki hissetmiş gibi maruzatımı ileteceğim kişi tam da şarkının en güzel yerinde cama çıkıp beni gördü.
Hem sempatik hem yakışıklı.
Doğrusu çok mert bir delikanlı.
Bir gülüşüyle kalbimi çaldı.
Seviyorum onu çok seviyorum.
Şaşkınlığı ve hemen arkasından gelen mutluluğu gördüm yüzünde. Birileri konuşuyordu belki ama biz birbirimizden başkasını görmüyorduk.
O an geriye kalan hayatımızın hep böyle geçmesini diledim. Kavgalarımızın ve kırgınlıklarımızın ardından böyle birbirimize gülümseyerek.
Kendim ve sahip olduğum dünya için yegâne dileğim bu olacaktı.
🌷
Instagram/ authbal
Önemli, lütfen okuyun;
Herkese merhaba, bir değişiklik olmazsa bu bölüm bu uygulamada yayınlayacağım son bölüm olacak sevgili okuyucularım. Gerekli güncellemeler aylardır beklememize rağmen ne yazık ki yapılmıyor ve ben burada bölüm paylaşmakta ne kadar zorlanıyorsam aynı şekilde okuyucularımdan da bu şekilde geri dönütler aldım. Bu nedenle Sol Yanımda Açan Çiçek Wattpad ile beraber Typeink uygulamasında yolculuğuna devam edecek.
Bilmeyenleriniz için Typeink de tıpkı bu uygulama gibi tamamen ücretsiz bir kitap okuma ve yazma platformu. Orada Wattpad ile birlikte yayınladığım bir başka kitabım da mevcut. Uygulama oldukça popüler, olay store ya da app storedan indirebilirsiniz. Giriş ve birinci bölümü oraya yükledim kalan bölümleri de en kısa zamanda yükleyeceğim. Bu konu ile alakalı her türlü görüşünüzü authbal Instagram adresinden bana iletebilirsiniz.
Sevgilerimle.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.49k Okunma |
236 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |