
Çok Sevgili Gönülçelen Sokağı Sakinleri,
Mahallemize hoş geldiniz.
Sevgili Yağmur, desteğin ve kitaba olan sevgin benim için çok değerli. Bu bölüm mahallenin en güzel köşesi senin için ayrıldı. Keyifli okumalar;)
🎵
I love you, I'm sorry- Gracie Abrams
Die with a smile- Lady Gaga/ Bruno Mars
Lovely- Billie Eilish
Kaybolan Yıllar - Sezen Aksu
Bir Çocuk Sevdim- Sezen Aksu
Ne Saçma Dertlerimiz Var- Anıl Piyancı
Yorgun Yılkı Atları- Teoman
Güllerim Soldu- Sezen Aksu
Canım Yanıyor- Çağan Şengül
Bunca Yıl - Dedublüman/ Can Kazaz
5. Bölüm | Aşka Mahsus Hatalar
Bana göre hayatta yalnızca üç şey unutulmazdır. Birincisi, ihanet. Kalbe saplanan bir oktur ihanet ve onu sadece ölüm unutturabilir.
İkincisi yapılan bir iyilik ya da kötülüktür. Zihninizi özgür bıraktığınız her an aklınız, o iyiliği ya da kötülüğü defalarca bir senaryo gibi ezberler durur. Karşılığını verinceye dek baştan oynatmaya devam eder.
Üçüncüsü ise kalp kırıklığıdır. Kalbinizi oyup içine merhemsiz bir acı yerleştirir ve durmadan, usanmadan kanar. Merhemi olmayan her acı gibi için için yanmaya devam eder.
Benim uslanmaz kalbimin başına gelen de buydu. Cihangir' i sevmemin bedeli kalbimin merhemsiz bir acıya düşmesi olmuştu. Sevdanın harcı acıdandır derlerdi ve ben bunun doğruluğunun ispatıydım.
Seneler evvel bir akşam odamdaki camın önünde duran ve dışarıya bakan sallanan koltuğa oturmuş, uzun uzun düşünmüştüm. Tam olarak ne zaman Cihangir' e aşık olduğumu. Kalbime acının düştüğü zamanı çok net hatırlıyordum. Peki ya aşk ne zaman düşmüştü?
Cihangir, abim ve ben birlikte büyümüştük. Onlar abimle yaşıtken ben onlardan dört yaş küçüktüm. Liseye kadar farklı arkadaş ortamlarımız bile olmamıştı çünkü biz birbirimize yetiyorduk. Düşündükçe anlamıştım ki Cihangir' i hiçbir zaman abim yerine koymamıştım ben. Ta o yaşlarda bile. Onun önündeki tek unvan benim için, arkadaştı. Cihangir benim arkadaşımdı. Ne zaman yere düşsem beni yerden ilk kaldıranımdı, ilk el uzatanımdı. Bende onlarla ve mahalleden oğlan arkadaşlarıyla futbol oynamak istediğimde itiraz eden herkesi susturan ve dalga geçenlere kafalarını koparacakmış gibi bakan çocuktu. Yediği hiçbir şeyi abimle bile paylaşmadığı zamanlar benimle paylaşan çocuktu.
Bazı okul çıkışları abimle kavgaya karışırlar saçları ve üstleri dağılmış bir şekilde ancak yaptıklarından hiç gocunmayan bir tavırla eve gelirlerdi. Ama ben sadece abimin yaralarına değil onunkilere de içim gidiyormuş gibi baktığımı seneler sonra o koltukta fark etmiştim. Annem abimi Gülnihal teyze de Cihangir' i kavgaya karıştılar diye döverken engellemek için aralarına giren ve annemlerin elinden kurtulsunlar diye arada kaynamayı göze alırdım.
Çamurdan pastalar yaptığımda abim benden vebalıymışım gibi kaçarken Cihangir her defasında yanımda olurdu. Şaka yollu tadına bakar mısın diye sorduğumda birkaç saniye düşündüğünü hatırlıyordum. Sanki ciddi ciddi ondan yemesini istesem üzülmeyeyim diye çamur yiyecekti. Aklımı kaçıracaktım o anıyı düşündükçe.
Sonra aradan yıllar geçmişti. Günlerden bir gün ben lise birinci sınıfa yeni başlamışken onlar da üniversiteye başlamıştı. Artık sabah toplaşıp okula birlikte giden ve eve birlikte dönen o çocuklar değildik. Ne benim ellerim çamurluydu artık ne de Cihangir hep yanımdaydı. Değişen yalnızca zaman da değildi üstelik. Artık bir genç kız olarak duygularımın farkına varmıştım. Özlem duyduğum şeyin kalabalık bir grup olarak okula gidip gelmek değil de Cihangir olduğunu fark etmiştim. Acaba bir yerlerden çıkacak mı diye gözlerimin mahalleden eve giderken onu aradığını anımsıyordum. Ve her seferinde elimin kalbimde olduğunu. Akşam saatlerinde haftada birkaç kez canımın dondurma istemesi gibi bahanelerim olurdu. Sırf abimin Cihangir' i de çağıracağını bildiğim için.
Yüzlerce bahaneye sığındığım iki senenin ardından sınav senem çok yaklaşmıştı. Artık kalbimde bir fidan gibi büyüyen ve karşılık bulup bulamayacağına emin olamadığım aşkımın yanında bir de üniversitesi sınavı gibi büyük bir derdim vardı. Lisenin son iki senesinde dershaneye yazılmıştım. Hafta içi her gün okul çıkışı koşa koşa otobüs durağına gidiyor, bitmeyen çileme sayıp sövüyordum adeta. Akşam karanlığında ise birkaç saat önce koşarak geldiğim duraktan sürünerek iniyordum. Ta ki durağa yaslanmış elleri ceplerinde beni bekleyen Cihangir' i görene dek.
Bahanesi akşam yemeği için ekmek almaya çıkmak olurdu ancak bir kez olsun elinde ekmek olmazdı ya da mahalledeki fırının önünden geçip ekmek aldığı olmamıştı. O durakta her Allah'ın akşamı, aslında beni bekliyordu. Eve sağ salim vardığımı bilmek için. Tam bir buçuk sene boyunca hem de.
O bir buçuk sene benim aşkımın karşılıklı olduğunu düşünmemin kanıtı olmuştu. Her zaman güler yüzle karşılamamıştı belki beni ama istisnasız her akşam gelmişti işte. Bazı akşamlar yüzü beş karış beni karşılar tek kelime etmeden evimin önüne gelirdik. Canını neyin sıktığını sorsam da doğru düzgün cevap alamaz sorduğumla kalırdım. Sonrasında da üsteleyemezdim. Çünkü bir zamanlar çamurdan pastalar yaparken yanıbaşımda duran o çocuk hiç değişmemiş, yağmurlu havalarda beni ceketinin altına sarmalamıştı. Otobüsüm her zamanki saatinden biraz bile geç kalsa telaş yapıp beni aramıştı.
Cihangir beni tüm kalbiyle seviyordu. Derinden seviyordu. Biliyordum.
Ta ki sevgisinin beni hiç hak etmediği bir yerden olduğunu anlayana dek. Bana olan sözde sevgisini diğer her şeye karşı tercih etmeyerek yarı yolda bıraktığında içinde olduğum aşk balonu patlamıştı.
"Madem sınırların konusunda bu kadar netsin Cihangir, bundan yedi yıl önce bir başkasının elini tutarken o üstüne bastıra bastıra söylediğin sınırlar neredeydi?" Koskoca yedi yılın suskunluğunu bir haykırışla bozduğumda artık kendimi durdurmak için çok geçti. Kalbimin en karanlık köşesine gömdüğüm hayal kırıklığım yedi yıl sonra gün yüzüne çıkmıştı. Bir an durup kalbimi yokladım ancak ne bir üzüntü kırıntısı ne de pişmanlık hissi bulamadım. Hissettiğim tek şey derin bir boşluktu. Birisinin hakkında yanılmış olmanın reddedilmekten bile daha kötü olduğu gerçeğiydi.
Cihangir' in bakışlarına yerleşen belirsizlik yerini yavaş yavaş anlayışa bıraktığında neyden bahsettiğimi anladığını gözlerinde görmüştüm.
Bundan yedi yıl önce ılık donduran, çok soğuk bir Mart akşamına gittik ansızın. Mahalledeki çay bahçesinin insanlardan uzak bir köşesinde hasır iplerden yapılan bir salıncak vardı. Ben her ailecek toplanıp oraya gittiğimizde o salıncağa kurulurdum. Abim beni sallamaktan bıkıp gittiğinde sessiz ricamı bakışlarımda gören Cihangir anında onun yerini alırdı.
O salıncağın biraz gerisinde Şeyda' ya çıkma teklifi etmişti Cihangir.
Biliyordum çünkü oradaydım.
Biliyordum çünkü duygularımı ona itiraf etmek için Cihangir' e gidiyordum.
O gün fakültede dersinin geç biteceğini ve eve hangi saatte varacağını ezbere biliyordum. O gün öylesine heyecanlıydım ki dersanedeki iki saat dersin geçmesini zar zor beklemiş üçüncü derse kalmadan çıkmıştım. Sonra Cihangir' in gelişini beklemek için titreye titreye o çay bahçesine gidip beklemiştim. Eve daima bu yoldan gider, çay bahçesinin önünden geçerdik çünkü. Kimsenin dikkatini çekmemek için en uzak köşeye oturmuş, demli bir çay söyleyip dakikaları saymıştım. Sonunda kalbimi özgür bırakacaktım. Onu ait olduğu avuçlara teslim edecektim. Ben lise son sınıfken Cihangir de üniversite son sınıftı ama o an hiçbir zorluk gözümde değildi. Biz birbirimizi sevdikten sonra, her şeyin üstesinden gelebilirdik değil mi?
Ancak saatler sonra yanında Şeyda ile gördüğüm adam, her şeyin üstesinden gelmek yerine benim üzerimi çizmeyi tercih etmişti. Gözlerim gördüklerine kulaklarım ise duyduklarına bin pişman olurken göğü delerek yağan yağmur o gece tek dostum olmuştu. Çünkü göz yaşlarımı saklamıştı.
"Sen," dedi ve duraksadı bir müddet. Konuşmak istiyor ama sanki nasıl yapacağını unutmuş gibi sersemlemişti. "Sen Şeyda' dan mı bahsediyorsun?"
Öyle olmasına karşın daha da batırmayı tercih ettim iğnemi. "Benim bildiğim bir o var ama yelpazen kalabalıksa hiç açıklama zahmetine girme istersen."
Dudaklarını birbirine bastırıp yutkundu. "Düşündüğün gibi değil hiçbir şey." dedi .
Alayla güldüm söylediğine. Neler düşündüğümü bir bilseydi aklı şaşardı halbuki.
"Hayır öyle bakma, yemin ederim düşündüğün gibi değil. Bana öyle bakacağına al sık kafama daha iyi gözünü seveyim."
Nasıl bakıyordum ki sana Cihangir? En büyük hayal kırıklığımmış gibi mi? Bu mu kaldıramadığın?
"O akşam o çay bahçesinde seni bekliyordum biliyor musun?" dedim görüşüm bulanıklaşırken. Madem ki mazideki buğuyu siliyordum o halde bunu tam yapardım. "Canıma tak etmişti artık beklemek. Madem o gelmiyor ben giderim o zaman dedim. Cesaretse cesaret. Konu o ise en cesur ben olacağım dedim. Senin için sırtımı yüreğime yasladım da Cihangir, ola ola yüreğimden oldum yok yere."
"Öyle deme." dedi suratında acı bir ifadeyle.
Öyle bakmayayım.
Öyle demeyeyim.
Ben ne yapayım istersin Cihangir?
"Sen bana her beni sevdiğini söylediğinde aklıma o an geliyor biliyor musun Cihangir? O an geliyor ve bir saniye bile inanmıyor kalbim sana. Yalancının tekisin sen. En büyük yalanın da beni sevdiğini söylemen. Neden biliyor musun? Çünkü eğer sevseydin en büyük hayal kırıklığım olmazdın benim. Senelerce kalbimde büyüttüm ben seni ama sen tek bir akşamda yerle bir ettin kalbimdeki yerini. Değil çektiğim acıya tek bir damla gözyaşıma değmezsin sen benim."
Öfke damarlarıma yayıldığında her zaman olduğu gibi dilimin filtresi yok olmuştu. Öylesine acıyordu ki canım devirmek istiyordum dağları. Ya da tam karşımdaki adamı. Acımaksa onun canı daha çok acısın istiyordum, yanmaksa o daha çok yansın. Kalp unutmuyor, o da unutamasın. Kalbimden başlayıp tüm bedenime düşürdüğü ateşte kül olsun istiyordum.
"Eda," dedi titreyen sesiyle. Gözleri kızarmaya başlamış, sanki aldığı nefes yetersiz kalıyormuş gibi hızla inip kalkıyordu göğüs kafesi. "Kus tüm öfkeni, nefretini başım gözüm üstüne ama bir dinle beni ne olursun."
Bir adım yaklaşmaya çalıştı bana, iki adım geriledim.
"Açıklanacak neyin var ki senin?" dedim dişlerimi sıkarak. "Ne söyleyip aklayabilirsin ki kendini sen? Öylesine çamura bulanmış haldesin ki benim gözümde, ne yaparsan yap temizlenemezsin anlıyor musun beni? Öyle alçak bir yerdesin ki benim gözümde hiçbir mazeret kurtaramaz seni. Hayal kırıklığından başka bir şey değilsin se-"
"Korktum." diye bağırdığında irkildim. Ondan böyle bir çıkış beklemediğimden bir anlık korkuyla sıçrayıp geriledim. "Korktum. Allah beni kahretsin ama cesur davranacağım yerde korktum. Kolay mıydı sanıyorsun Eda sen? En yakın arkadaşının, kardeş bildiğin adamın kız kardeşine aşık olmayı, yıllarca direnmene rağmen o direnişin bile boş yere olduğunu bilmeyi kolay mı sanıyorsun? Kaybettiğini, o sevdaya yenildiğini bilip de buna sevinmeyi, her gün abinin yüzüne bakmayı kolay mı sanıyorsun?"
"Canımı istese neden diye sormaz veririm abine ben ama ondan canını istemeyi mi kolay zannediyorsun sen?"
Gözleriyle birlikte artık yüzü de kızarmıştı öfkeden. Kadere mi isyan ediyordu yoksa maziye mi bilmiyordum.
"Yaptığımla övünmüyorum ama Şeyda' ya sevgilim olmasını teklif ettikten beş dakika sonra ayrıldım ben o kızdan çünkü her şey o kadar yanlış hissettirdi ki kalbim sıkıştı o an. Allah'ın cezası bir akıl tutulması yaşadığımı fark ettim hemen. Zannetmiştim ki bir seçim yapmam gerek. Hem abinin hem de senin sevgine aynı anda sahip olamam. Birini seçip yoluma devam etmem gerek. Öyle büyük bir aptaldım ki gururuma yenik düştüm. Yalnızca gözümü değil kalbimi de kör etmesine izin verdim. Ama yapar yapmaz bin pişman oldum yemin ederim. Beni affet diyemiyorum ama anla en azından. Allah belamı verseydi de yapmasaydım ama korkmuştum. "
"Korkmuşmuş." dedim sakinliğimin son demleriyle. "Ne zırvalıyorsun sen be? Yok korkmuşsun yok bir seçim yapman gerekiyormuş, abime ihanet ettiğini de düşünmüşsündür şimdi sen?" dediğimde gözlerini kapatıp başını yere eğdi. Ve ben cevabımı almış oldum. Aynı anda gereksiz sakinliğimi de kaybettim. "Seninle benim aramda olanlar yalnızca bizi ilgilendirirdi anladın mı? Üçüncü bir kişiyi asla değil yalnızca bizi. Bir günden bir güne ne sen bana kardeşim diyip o gözle baktın ne de ben sana abi dedim. Bunu abimden tut yedi kat ele kadar herkes farkındaydı. O yüzden saçma sapan erkeklik egonu bahane etme."
"Yıllardan beri tutturmuşsunuz bir erkeklik gururu diye saçmalayıp duruyorsunuz. Kimi sevip kimi sevmeyeceğime yalnızca ben karar veririm anladın mı? Tek karar mercii benim asla bir başkası değil. Eğer birinden korkman gerekiyorsa o da abim değil ben olmalıydım. Bir kez olsun cesur davran da yaptığın hatanın bari arkasında dur. Altı dolu olmayan bahanelere sığınıp durma."
Öfkeden gözüm dönmüş konuşurken nefes nefese kalmıştım belki ama öylesi bir rahatlama hissediyordum ki tam göğüs kafesimde, senelerin suskunluğunu öyle bir atmıştım ki içimden...
Öfkenin çok güçlü bir duygu olduğunu okumuştum bir keresinde bir yerde. Belki de en güçlü duygulardan biri olduğunu. İnsanı yiyip bitiren bir parazit gibiydi. Ve ben az önce bir kısmından kurtulmuştum. Uzunca bir süredir kendime yaptığım en büyük iyilikti belki de bu.
"Eda-"
"Kes." dedim aramızdaki boşluğa elimi uzatıp durmasını işaret ederek. "Daha fazla seninle konuşmak da yüzünü görmek de istemiyorum. Benim derdim bana yetiyor. Çok git evimden."
Kaşları çatıldı bu söylediğime. "Gitmiyorum hiçbir yere. Daha konuşmamız bitmedi."
"Benim konuşacaklarım bitti ama. Derhal çık evimden yoksa yemin ederim camı çerçeveyi indirir kendimi paralarım burada."
Bunu gerçekten yapardım ve sonrasında da kahrolurdum çünkü bu ev benim için çok değerliydi. Tek bir taşına dahi zarar vermek mahvederdi beni. Ve o da bunu biliyordu. Onu asla affetmeyeceğim şeyler listesine bir de onun yüzünden bu evi dağıtmak girsin istemiyorsa çeker giderdi.
"Tamam." dedi sıkıntı dolu bir nefes vererek. Gözlerimin içine içine bakıyor, açık kahve harelerimde bir şeyler arıyordu. "Gidiyorum ama daha sonra konuşacağız. Sen sakinleştiğinde."
"Defol dedim."
Kenardaki tekli koltuktan kabanını aldı ve üzerine giymek yerine elinde tutarak kapıya doğru ilerledi. Kapıya yaklaştığında bana doğru dönerek konuştu. "Evden gidiyorum ama buradan gitmiyorum haberin olsun. Hemen kapının dışında oturuyor olacağım. Soğuktan donarım muhtemelen ama olsun."
Cevabımı hiç beklemeden verdim. "Beter ol Cihangir ."
"Amin." diyerek ağzının içinde mırıldanıp çıktı evden. Ardından kapanan kapıyla kendimi koltuğa bırakmadan önce yapmam gereken tek şeyi yaptım. Şöminenin üzerindeki kumandayı aldım ve hem içeriden hem de dışarıdan jaluzileri kapattım. Bundan yararlanarak ikide bir beni görmeye çalışacağına adım gibi emindim ve ona bu avantajı ölsem vermezdim. Nihayet bütün camların görüşü kapandığında kendimi uyandığım koltuğa bıraktım.
Bu koltukta derin bir uykuya dalmak ve dış dünyayla bağlantımı sonsuza dek kapatmak istiyordum. Mümkün olsa bir kereliğine olmaz mıydı?
Tökezlemiştim. Hem de fena tökezlemiştim. Ellerim, avuçlarım, dizlerim kan revan içindeydi ve ben o kan gölünün ortasında öylece duruyordum. Ancak ne olursa olsun ayağa kalkacaktım. En karanlık gecelerden bile sağ çıkmıştım ben. Dün o gecelerden biriydi ve sabahı görmüştüm bir şekilde. Bundan ötesi yoktu. Canımın dün yandığından daha fazla yanamazdı. Bu da bir nevi kazanç değil miydi? Madem ki bu acı ömrümün sonuna kadar benimle olacaktı o halde sırtlandığım acıyla da yaşamayı, hem de ben nasıl istersem öyle yaşamayı gösterecektim herkese. Artık insanların bana reva gördüğü şekilde değil kendime reva gördüğüm şekilde yaşayacaktım.
Benim sınırım da taviz verdiğim yerlerden darbe yemekti ve temelinden çöken, paramparça olmuş hayatımı o yığınların üstüne ilmek ilmek, en güzel şekilde kuracaktım.
Yalnızca birkaç dakika önce sonsuz bir uykuya dalmayı isteyen zihnim ansızın canlandı. Çünkü tüm belirsizliklerin ucunu birbirine bağlayıp önüme yeni bir harita çıkarmıştım. Ne yapmak istediğimi ve ne yapacağımı çok iyi biliyordum.
Hayatımın tüm kontrolünü, avucumun içine alıyordum.
🥀
Hayatta en cesur olduğumuz anlar daima korkularımızla yüzleşmemizin eseridir. Artık korkularınızı esiri değil de eseri olduğunuzda yapamadığınız her şeyi yapabilir açmaya korktuğunuz o kapıları ardına kadar açabilirsiniz.
Benim bugün yapacağım şey de tam olarak buydu.
Bu zamana dek bırakın açmayı aralamaya dahi cesaret edemediğim o kapıyı kocaman bir tekme savurup kırarak açacaktım.
Yaklaşık bir buçuk saat önce dağ evinden ayrılmış arabaya atlayarak mahalleye gelmiştim. Yolda bizim mahallede oturan emlakçı Hasan amcayı aramış bana istediğim istikametteki boş evleri göstermesini rica etmiştim. Başta isteğim karşısında şaşırmış sonrasında da memnuniyetle kabul etmiş biraz sonra göstereceği ilk evin adresini bana atacağını söylemişti. Benim aramamı sonlandırır sonlandırmaz babamı arayacağına emindim ancak umrumda değildi . Hayat benim hayatımdı.
Yan koltuğa bıraktığım çantamı ve telefonumu alarak arabadan indim. Hasan amca çoktan gelmiş kaldırımda beni bekliyordu. Çalıştığım hastaneye yakın olması için mahalleden bir ev tutmam gerekiyordu. Aksi takdirde her gün trafikle uğraşamazdım çünkü o kadar sabırlı bir insan değildim hiç. Yine de Hasan amcaya ev tutmak için söylediğim muhit ailemin yaşadığı mahallenin iki sokak yukarısından başlıyordu.
Hayatımı bir düzene koyar koymaz sınava da çalışmaya başlayacak, belki bir gün bu şehirden de taşınacaktım. Her şey sıraylaydı. Her şey.
"Hayırlı günler Eda kızım." dedi Hasan amca beni fark ettiğinde.
"Hayırlı günler Hasan amca. Nasılsın ?"
"Hamdolsun, iyiyim. Sen de iyisindir inşallah." dedi bakışlarını kaçırarak. Açık açık ne olduğunu, neden ailemle yaşadığım evden ayrıldığımı soramıyor ama merak ettiğini de gizleyemiyordu.
"Ben de iyiyim, çok sağ ol. Bakalım mı artık şu eve." dedim açıklama yapmaktan kaçınarak. Ailemle yaşadığım sorunları bir başkasına açacak kadar gözüm dönmemişti henüz.
"Tabi tabi. Gel girelim içeri kızım."
Önünde durduğumuz demir bahçe kapısını açarak taşlı patika gibi örülmüş bir bahçe yolunu aştık. Kocaman bir bahçesi vardı sitenin. Küçük bir çocuk parkı bulunuyordu sağ tarafta. Sol tarafta ise geniş çardaklar vardı sıra sıra. Bahçe oldukça bakımlı görünüyordu aynı zamanda. Günlük ilgilenen biri olmalıydı mutlaka.
Dört katlı sitenin kapısından içeri girdik. Bahçede olduğu gibi sitenin içi de oldukça temiz ve bakımlıydı. Asansöre binerek sessizlik içerisinde dördüncü kata çıktık. Asansörden çıkıp sağa dönerek tam karşıdaki sekiz numaralı kapıya ilerledik. Hasan amca cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açıp içeri önce beni buyur etti eliyle.
Sağ ayakla ilk adımımı attım kapıdan içeri. Kapının sağına ve soluna uzanan çok geniş bir koridor karşıladı beni. Sağa açılan koridorun en sonunda güneş ışığıyla parlayan bir salon vardı. Adımlarım direkt olarak salona yöneldi. Çok geniş bir salondu. Enine ve boyuna oldukça fazla alan vardı ancak beni etkileyen tarafı bu değildi. Salonla birleşik kocaman terasıydı. Yana kaydırılarak açılan siyah balkon kapısına uzandım hemen. Karşı karşıya kaldığım manzara harkuladeydi. Sıra sıra bulutların sardığı gökyüzü denizle bütünleşmiş, seyirlik bir manzara sunuyordu.
Kelimenin tam anlamıyla, mest olmuştum.
Normalde olsa balkonu kapatmayı düşünürdüm mahremiyet için ancak bu manzarayı gördükten sonra imkansızdı. Şimdiden bu geniş terasa bir masa bir sandalye ve bir sallanan koltuk almayı kafaya koymuştum. Temiz havayı ciğerlerime doldurarak salona geri döndüm. Hasan amca bana evin özelliklerini bir bir sıralarken bir kulağım ondaydı. Salon duvarları beyaza boyanmış, salonu ferah göstermişti. Yüksek bir tavanı vardı. Hasan amcanın söylediğine göre ev daha altı ay önce inşa edilmiş ve bu dairede de daha önce hiç kimse oturmamıştı. Bir yatak odası, bir salonu ve bunun haricinde üç odası daha vardı.
Salondan çıkıp hemen solunda kalan mutfağa girdim. Salon gibi mutfakta çok genişti ve bunu sevmiştim. Vakit geçirdiğim yerlerin dar olmasından hiç hoşlanmaz, çok bunalırdım. Son derece modern döşenmiş mutfağın da teras kadar geniş olmasa da bir balkonu vardı ve kapalıydı. Bu da hoşuma gitmişti. Mutfağın ortasında bulunan ada tezgahın üzerinde parmaklarımı gezdirip mutfaktan da çıktım.
Salonun tam karşısında bulunan yatak odasına girdim. Yine çok geniş bir alanla karşılaşmama şaşırmadım. Odanın sağ çarprazında kalan kapıyı araladığımda geniş bir ebeveyn banyosuyla karşılaştım. Tamamıyla mermer bir desenle döşenmiş banyo göze hitap ediyordu. Geniş camlı bir duşakabin ve oval bir aynayla dolap bulunuyordu. Dolabın içini kontrol ettiğimde fazlasıyla yeterli alan olması benim için iyiydi. Bir süredir yüzlerine bile bakmadığım cilt bakım ürünlerim kolaylıkla sığabilirdi. Hatta daha yer kalacağı için fazlasını bile almam gerekebilirdi bence.
Geriye kalan misafir banyosu ve boş odaları da gezdikten sonra memnun kalmıştım. Tek bir kişi için fazla görünebilirdi bu ev. Ancak ben meseleye o pencereden bakmıyordum işte. Benim için ne kadar çok alan o kadar huzur demekti. Çünkü her bir metrekaresini bana ait kılacaktım bu evin. Her bir boşluğu kendim için değerlendirecektim. Bu evi huzur noktam yapacaktım.
"Bu ev satılık mı yoksa kiralık mı Hasan amca?" dedim tüm evi gezdikten sonra tekrar salona döndüğümüzde.
"Eğer satın almakla ilgilenirsen ev sahibi satmaya gönüllü kızım. Arar konuşuruz. Yok istemezsen de kiralık veriyor. "
"O halde alıyorum." dedim anında.
"Anlamadım kızım?"
"Alıyorum ben evi. Sen bana miktarı söyle yeter. Sonra işlemlere başlayalım hemen."
Adamın ağzı açık kalmıştı bu tavrım karşısında. Hak vermiyor da değildim ancak çok istiyordum ve pazarlıkla uğraşacak havamda da değildim hiç. Yıllardır akmakta olan bir para musluğum vardı ve şimdi de onu kullanmanın tam sırasıydı.
Soylu kardeşler olarak doğduğumuz andan itibaren şirketin yüzde yirmi hissedarıydık. On sekiz yaşımıza kadar bu paraya dokunamazken reşit olur olmaz kullanımı tamamıyla bize geçiyordu. Yani yirmi dört yıldır her ay banka hesabıma milyonlar yatıyordu. Bu zamana kadar hiç oradan yüklü miktarda bir para çekmemiştim. Yani istesem de o fecii büyük rakamlardan oluşan parayı bitiremezdim.
Yarın sabah itibarıyla iki günlük raporum bitiyor, işimin başına dönüyordum. Tapu işlemlerine bugün başvurup geri kalan işlemleri de boş zamanlarıma yaymam gerekecekti. Yarın hastanede nöbetçiydim ve öbür günde mesai bitimine kadar çalışacaktım. Belki güç olacaktı ama üstesinden gelecektim.
Hasan amcayla el sıkıştım ve kendisinden gerekli bilgileri aldım. O ev sahibiyle son rakamı konuşup bana döndüğünde vermiş olduğu banka hesap adresine parayı atacaktım. Hayatımı bir ucundan dahi olsa yola koymaya başlamıştım ve içimde bunun sebep olduğu kıpırtılar vardı. Daha yakalamam gereken çok ipin ucu vardı ve sıra elbet onlara da gelecekti.
Tek yapmam gereken nefes almak ve hayallerimin yolumu aydınlatmasına izin vermekti.
🌹
Normalde olsa hastanedeki bu insanüstü çalışma temposu yüzünden saatlerce söylenebilirdim. Ancak ne ben normaldim şu sıralar ne de hayatım. Bu yüzden kafamı dağıttığı için minnettar bir şekilde şevkle çalışıyordum. Öyle ki nöbetimin onuncu saatinde, gün boyunca içtiğim beşinci kahvedeydim ama umrum değildi. Saat sabahın yedisine geliyordu neredeyse. Uykusuzluktan ve çok fazla kafein tüketiminden biraz başım ağrıyordu ancak idare edilebilir durumdaydım. Birkaç saat önce günün ikinci sandvicini yemiş açlıktan bayılma riskini de ortadan kaldırmıştım.
Nasıl olacak, ne kadar yoracak bilmiyordum ama bugünler de geçecekti elbet. Öyle dengesiz bir ruh halindeydim ki ara ara kendimi bile korkutuyordum. Bir an geleceğe dair umutlar besliyordum içimde. Kendi hayatımı kuruyor, yavaş yavaş toparlanıyordum. Öbür an ise kalbim yaşadığı şeylerin altında kalıyor, beni bir ümistsizlik denizinde boğuyordu. Öyle inançsız öyle çaresiz hissediyordum ki o anlarda içim karanlığa gömülüyordu. Aydınlıktan korkar gibi sanki.
Bugünlerde geçecek diyerek kendimi teselli etmekten başka bir şey gelmiyordu elimden. Ya aydınlığa çıkacaktım ya da karanlıkta yaşamayı da öğrenecektim.
Kalbimde büyüyen sıkıntıdan kurtulmak istercesine bir nefes verip beş dakika mola vermek için oturduğum kafetaryadaki masadan kalktım. Biten karton kahve bardağını çöpe atarak acil servise doğru ilerledim. Bu gece acil fazlasıyla olaylı ve kalabalıktı ama üstesinden gelmiştik çalışma arkadaşlarımla. Sabah saatlerine girmemizle birlikte ise durgunlaşmıştı. Saat başı açık servisteki hastaları kontrol ediyorduk yalnızca.
Acil servise giden son koridora neredeyse girecektim de koridorun benim henüz adım atmadığım sağ dönemecinden gelen bir konuşmaya kulak misafiri olmamla duraksadım. Oldukça tanıdık gelen bir sesti bu. Hem de oldukça.
"Kızım iki saattir ne düşünüyorsun ya? Ya karnın ya başın işte seç birini." diyordu birine Cihangir. Olduğum yerde durup dinlemeye devam ettim.
"Ya abi aptal mısın sen?" Evet. "Geçen sefer geldik ya karnım ağrıyor diye. Her defasında aynı yalanı sallarsan yer mi sence Eda abla? Ne yaptın ne ettin beni de alet ettin yine şu duruma ya, sana inanamıyorum. Niye uyuyorsam ben sana? Geçen sefer de kandırdık kadını, utancımdan uyuyamadım kaç gece sen biliyor musun?" dedi Ceylan sınırlı çıkan sesiyle.
Ulan Cihangir. Ulan Cihangir.
Ben bu adama ne yapsam işe yaramaz yine de iflah olmazdı bu. Yemin ederim tek çare boğmak falandı bunu. Öyle bir kaşık suya falan da ihtiyacım yoktu benim, yarım kaşıkta hallederdim ben.
"Kızım sende ne çene var be, bir susmuyorsun konuşmaya başlayınca ya bir sus." Sen kes çeneni asıl. "Başka türlü çiçeğimin gül cemalini görebildiğim mi var benim? Mecbur kalmasak böyle dümenler çevirmeyiz herhalde. Ayrıca düzgün konuş abinle." dedi yalancı çoban.
Seni ben edemedim ama Allah ıslah etsin Cihangir efendi. Başka da söyleyecek bir şey bulamıyorum ben sana.
"Madem öyle sen olsana hasta, ben getireyim seni hastaneye. Çok biliyorsan sen de başım ağrıyor diye hiç uğraşmayalım abisi." diye çıkıştı Ceylan yanındaki yalancı zaata.
"Ben başım ağrıyor bir bak deyince, içi dolu mu ki ağrısın diyip bir de üstüne iki posta azarlayıp gönderiyor. Sen karnım ağrıyor diyince de pamuklara sarıyor seni." dedi Cihangir. Bu duruma gıcık olduğunu ses tonundan belli ediyordu. "Resmen ayrımcılık. Çifte standart."
Ya sen kiminle aşık atıyorsun Cihangir. Ben seni susuz getirir susuz götürürüm be. Ben bu ucuz numaraları yer miyim sanıyorsun? Benimkinin içi dolu seninkisinin aksine. Hayır sen kimsin? Sen kims-
Baktım içim Cihangir' e taaruza bayağı hazır, o halde içimde tutmamaya karar verdim.
"İçi dolu bir kafaya sahip olsan böyle pis numaralara başvurmazsın zaten. Kesinlikle çok haklıymışım." diyerek yanlarına gidip ikisini de dumura uğrattım. Muazzam bir giriş yapmıştım kesinlikle. Muazzam.
Cihangir' in yüzü benim geldiğim tarafa dönükken Ceylan'ın sırtı bana dönüktü. Benim sesimi duymasıyla birlikte, "Eda abla." diyerek yerinde sıçradı ve o da yüzünü bana döndü. Dudaklarını ısırarak bana bakmaya başladı. Onun mahçup bakışlarının aksine abisi olacak adam gayet utanmaz bir şekilde bana bakıyordu.
"Sende hiç utanma arlanma kalmamış Cihangir. Öyle ki küçücük çocuğu da oyunlarına alet etmişsin. Sana ne diyeceğimi bilemiyorum gerçekten. Pes yahu sana. Pes. Hiç yüzün kızarmadı mı şuncacık çocuğa yalan söyletirken ha? Seni Allah bildiği gibi yapsın ben bir şey demiyorum artık."
"La havle vela..." dedi Cihangir sonunu uzatarak. Onu çekerken de hiç utanmıyordu. "Al birini vur ötekine ya. Bir susun da dinleyin."
Ona kötü kötü bakmakla meşgul olduğum için herhangi bir cevap vermedim.
"Seni görebilmek için ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım gülüm ben. Başka türlü iki adım yanına yaklaşamıyorum, iyi misin değil misin öğrenemiyorum. Çaresiz her aşık gibi ben de elimde ne şans varsa onu kullandım ve hiç pişman değilim." dedi pişman olmadığı kısmı vurgulayarak. Hani şu bilinsin diye: inatçı ve delikanlı.
"Yok canım seni pişman olur musun?" dedim sırtımı dikleştirip yüzüne bakarak. "Sen anca pişman edersin."
Tam on ikiden bir atıştı ve yerine çok güzel oturmuştu.
Bugünkü Cihangir dozumu fazlasıyla aldığıma karar vererek bakışlarına oturan hüzün ve pişmanlık dolu ifadeden çektim gözlerimi. "Ceylan ablacım al şu abini çıkart bu hastaneden. Bir daha da bu serserinin maşası olduğunu görmeyeyim fena bozuşuruz." dedim Ceylan'a dönerek. Tatlı tatlı kafasını salladı. Gözleri hafif şişti ve muhtemelen bunun da sebebi uykusundan uyandırılmış olmasıydı. Yemyeşil hareleri ışıl ışıl bakıyordu bana.
"Tamam Eda abla. Söz bir daha uymayacağım abime. Çok özür dilerim senden." diyerek sarıldı bana. Başını göğsüme yerleştirdiğinde bende sırtını sıvazladım. Birkaç saniye sonra geri çekildi ve abisinin koluna girerek onu ilerletmeye çalıştı. "Biz gidiyoruz şimdi, iyi nöbetler sana."
Abisi gitmemek için inat ederken ve Ceylan da onu zorla çekiştirip dururken yanlarından geçtim ve hiç arkama bakmadan acil servise doğru ilerledim. Kafamın içini zorda olsa sessize alıp nöbetimin son birkaç saatini sapkınlıklar geçirdim. Yeni günün işbaşı saati geldiğinde nöbetin ve o karşılaşmanın yorgunluk izleri üzerimdeydi. Boynumu ovalayarak hemşire odasına girip dolabıma doğru ilerledim. Sabah gelen hastalardan birine müdahale ederken üstüm batmıştı. Üniformamı değiştirmem gerekiyordu. Üstümdeki üniformayı ve içine giydiğim beyaz uzun kollu bodyi çıkarıp dolabımda bir köşeye koydum. Yeni ve temiz bir beyaz body alıp önce onu üzerine de yeni üniformamı geçirdim. Tam üzerimi düzeltiyordum ki benim haricinde boş olan odanın kapısı açıldı. Çoktan üzerimi giyinmiş olduğum için kimin geldiğine dikkat etmedim.
Odanın içinde dolaşan her kimse gelip dolabımla benim aramda durdu. Boğazını temizleyerek dikkatimi çekmeye çalıştı. Aramızda kalan dolap kapağını kapatıp bakışlarımı sağıma çevirdim ancak gördüğüm yüz yabancı bir kadına aitti. Keisnlikle tanıdık değildi. Üzerinde tıpkı benimkisi gibi bir üniforma olduğunu gördüğümde bir tahminim oluşmuştu.
"Merhaba, ben Şevval. Bu hastanede bugün işe başladım." dedi bana elini uzatarak.
"Eda ben de. Memnun oldum." dedim uzattığı eli sıkarak.
"Ben de memnun oldum Eda. Aslına bakarsan ben de seni arıyordum." dedi biraz çekinerek. "Başhemşire Eda hemşireyi bul demişti."
"Ne için?" diye sordum.
"Bu hastaneyle üç gün önce anlaştım ve üç gündür bu muhitte ev arıyorum ama asla bulamadım. Yani tanıdık biri falan da yok yardımcı olsun. Buraya yarım saat uzaklıkta bir pansiyonda kalıyorum günlerdir. Bu sabah gelince bir hemşire arkadaşlara danışayım dedim ev konusunu. Senin bana yardımcı olabileceğini söylediler."
Nedense hemen kötü bir şey olduğunu düşünüp gerilmiştim. Konunun aslını öğrendiğimde derin bir nefes almam gerekmişti.
"Tabii, hallederiz merak etme. Doğma büyüme bu semtteyim ben. Buluruz ev." dedim ve telefonumu elime aldım. "Aile dostu bir emlakçı var tanıdığım. Sen bana numaranı yaz, onun numarasını atayım sana. Beni Eda Soylu size yönlendirdi dersin, halleder o."
Oh çekerek elimden telefonu aldı ve numarasını yazıp bana geri verdi. Numarayı Şevval Hemşire olarak kaydedip Hasan amcanın numarasını mesaj attım. "Çok sağ ol Eda. Üzerimden nasıl bir yük kalktı tahmin edemezsin. Gerçekten çok teşekkür ederim sana."
"Estağfurullah ne demek. Başka bir şeye ihtiyacın olursa da muhakkak söyle bana." dedim nezaketle.
"Olur, söylerim. Tekrar teşekkürler." diyerek gülümsedi. Birlikte hemşire odasından çıktık. Görev yerlerimize doğru ayrılmadan önce bir kahve içmek için sözleşmiştik.
Yollarımız ayrıldığında günlerdir beynimin içini susturup bana iyi gelen tek şeyi yaptım. Çalışmaya devam ettim.
🍀
Şu anda avucum içinde tuttuğum şeye inanmakta zorluk çekiyordum.
Bir anahtardı. Benim evimin anahtarı.
Bir zamanlar en büyük hayalimdi. Şimdi ise kaçışımla gerçekleşmiş gerçeğimdi. Belki bu şekilde olmasını istememiştim hiçbir zaman ancak hayatın ne zaman alt üst geleceğini bilmek imkânsızdı.
Evi almak için işlemlere başlanmasının üzerinden bir hafta geçmişti ve nihayet bugün her şey hallolmuş elimde kendi evimin anahtarlarını tutuyordum. Göğüs kafesimden içeride hem büyük hem de buruk bir sevinç vardı. Bir gün kendi evime çıkmaya karar verdiğimde ailemin bana destek olmasını, sık sık bana yemeğe geldiklerini hayal ederdim ancak bazı hayallerimin üstü siyah bir örtüyle kapanmış durumdaydı.
Biraz önce Hasan amcanın ofisine uğrayıp hem evimin anahtarlarını almış hem de onun komisyonunu vermiştim. Sonra arabama atlayıp evime gelmiş, artık bana ait olan garaja arabamı park edip garajın içindeki kapıdan direkt siteye girerek dairemin önüne gelmiştim. Derin bir nefes alıp anahtarla kapıyı açtım ve sağ ayakla eve girdim.
Evime. Sığınağıma.
Bugün izin günümdü. Alışverişe çıkmam ve bir an önce evimi kurmaya başlamam gerekiyordu. Ne kadar işimi halledebilirsem bugün , o kadar iyiydi. Öncelik olarak bir yatak almayı aklıma yazdım. Bir haftadır nöbetçi olmadığım zamanlarda amcamlarda kalıyordum ve her hareketimin telefonlarını asla cevaplamadığım anneme, her gün yengem tarafından rapor edildiğinin pek tabii farkındaydım. Beni yumuşatmak için çok kez dil döken yengem en son ben en iyisi mi otele gideyim dediğimde bu lafıma amcamla beraber çok kızmış ve o saatten sonra bir daha hiç ağzını açmamıştı bu konuda. Zira ailede ben inadımla bilinirdim ve hiç kimse benim tersime gelmemesi gerektiğini çok iyi bilirdi.
En başında bir otele yerleşmeyi planlamıştım ancak Yeşim 'in gönlü beni bırakmaya el vermemiş beni kolumdan tuttuğu gibi onlara götürmüştü. O andan sonra aksi için savaşamamıştım. Canımı sıkan asıl nokta amcamlarda kalırken bazı davetsiz misafirlerimizin olmasıydı. Ancak bu orada kalırken hiç gerçekleşmemiş tam aksine benim beklemediğim bir anda cereyan etmişti.
Babam ve abim dört gün önce ben hastanedeyken beni görmeye gelmişlerdi. Onları dan diye karşımda gördüğümde bir yerlerden annem de çıkarsa diye buz kesmiştim bir an. Ancak bir an sonrasında gerçek kafamda belirmişti. Annem asla suçlu olduğunu kabul etmezdi. Yani her ne kadar istemiyor olsam dahi ondan bir özür alamayacaktım. O asla geri atmazdı çünkü. Herkes için en doğrusunu o bilirdi. Hatasız kıldı o.
Annemin yaptığı hatanın büyüklüğü karşısında abim ve babamın gerçekleri benden saklamış olmalarını affetmiştim. Yalnızca kırgındım onlara, kızgın değildim artık. Babam bana öyle bir sarılmıştı ki kemiklerim sızlamıştı. Sanki sarılmak değil içine sokmaktı amacı. Hayatın sillesini annemden yemiş olmam belki de benden bile çok onu kahretmişti.
Hislerim beni boğmadan önce kafamdaki düşüncelerden sıyrılmalıydım. Bugün yeni bir başlangıç yapıyordum ve bu şekilde mahvetmemeliydim.
Geçmişi yoluna çıkarma.
Onun yerine,
Yoluna güller serp.
Mahalleye yakın bir beyaz eşya dükkanı vardı, işe oraya gitmekle başladım. Bir buzdolabı, çamaşır ve kurutma makinesi, bulaşık makinesi ve ankastre set aldım. Ücretini ödeyip ev adresimi verdim ve öğleden sonra kuruluma gelmeleri için anlaştım. Oradan çıkıp ev eşyaları satan büyük bir mağazaya gittim. Beyaz bir L koltuğu ve takımı olan yumuşacık beyaz berjerli köşe takımını ve altı kapaklı bir gardrobu satın alacağımı yanımdaki görevliye bildirdim. Elindeki listeye istediklerimi not etmeye başladı. Demir direkli çift kişilik bir yatak, geniş bir çalışma masasıyla takım döner sandalyesini, beş çekmeceli bir şifonyerle yatak yanı için de iki çekmeceli küçük bir şifonyeri listeye eklettim.
Mağazada yaklaşık bir saat daha geçirip istediğim her şeyi aldım. Son olarak ödemeyi de yapıp adres bilgilerimi vererek mağazadan ayrıldım. Beyaz eşyanın aksine bugün değil iki gün içerisinde teslim edileceklerdi. Anlaşılan Yeşim'den eşyalarım gelinceye kadar şişme yatağını ödünç almam gerekecekti.
Arabama binip yola koyulduğumda yorgun olmam gerektiğini düşündüm. Günlerdir dur durak bilmeden ya çalışıyor ya da kendimi meşgul etmek için oradan oraya koşturuyordum. Bitkin olmam, dinlenmeye ihtiyaç duymam gerekiyordu ancak içimde dinmek bilmeyen bir enerji vardı. Kaynağını içimdeki öfkeden ve nefretten alıyordu. Başkalarının aksine canım yandığında kendi kabuğuma çekilmek yerine kendimi hırpalamayı, zorlamayı tercih ederdim her zaman.
Cihangir' den darbe yediğimde gece gündüz demeden, deliler gibi üniversite sınavına çalışmıştım.
Kendi hayatımı kurma hayallerime ket vurulduğunda hastanedeki tek hemşire benmişim gibi mesai yapmıştım. Her izin günümde odamı baştan aşağı temizlemeye girişmiştim.
En büyük darbeyi annemden yediğimde ise pençelerimi acıma geçirmiş bir saniye durmadan , usanmadan çalışıyordum.
Anlaşılan huy çıkıyor can çıkmıyordu.
Bakışlarımı arabadanın dijital saatine çevirdim. Beyaz eşyaların kurulum için gelmesine daha birkaç saat vardı. Evime gidip temizlik yapmam gerekiyordu ancak enerjimi atmak için daha etkili bir yol geliyordu aklıma .
Bu defa önceliği kendime vermeyi seçtim ve ilerden u dönüşü yaptım.
🍂
"Gücünü karnından almayacaksın Eda. Kol ve bacak kaslarından alacaksın." diye yüzüncü kez beni uyardı Emre Hoca. Onun ellerindeki boks eldivenlerini yumruklamaya o kadar odaklıydım ki gücü neremden aldığımı hiç önemsemiyordum.
Eve gitmekten vazgeçtiğimde yol üzerinde bir giyim mağazasına uğramış, spor için birkaç parça kıyafet almıştım. Neredeyse bütün kıyafetlerim hâlâ ailemin evindeydi ve şu bir haftadır Yeşim'in dolabından geçiniyordum. En yakın zamanda ondan eve uğrayıp tüm eşyalarımı almasını istemeliydim.
Mahallemizde emekli milli boksör olan Ferhat abimizin açtığı bir spor salonu vardı. Kendisi beş sene önce emekli olmuş ve bizim mahalleye büyük bir spor salonu açmıştı. Son iki senedir ben de işten ve evden vakit buldukça ara ara geliyordum buraya ve sağ olsun beni sevdiğinden bugün randevusuz gelmeme hiç sorun çıkarmamıştı Ferhat abi. Her zaman birlikte çalıştığım özel hocamı yanıma vermiş tek bir soru bile sormamıştı. Ya gerçekten merak etmiyordu ya da bu mahallede her şey çok çabuk yayılıyordu.
Eğer hakkımda evi terk etti diye konuşuluyorsa buna çok içerlerdim. Ailemin huzuru için bu zamana dek her şeye katlanmışken şimdi bir ihanetin beni aykırı olarak göstermesine çok ama çok içerlerdim hem de.
Bu düşüncelerle birlikte daha da öfkelenip kontrolümü kaybetmiş olmalıyım ki, "Eda, sakin dedim." diyerek bir uyarı daha aldım. Emre Hoca ellerini indirdiğinde ben de vuruş pozisyonumu bozup ellerimi dizlerime yaslayarak eğildim, sık nefesler almaya başladım.
"Bugün buraya spor yapmaya değil stres atmaya gelmişsin belli." dedi Emre Hoca.
"Öyle de denebilir." diyerek inkar etmedim.
"O halde hakkını ver bakalım öfkeni atmanın."
"Nasıl yani?" dedim nefeslerim arasında.
"Bekle iki dakika burada. Sana bir kum torbası bulup geliyorum." diyerek ringten çıktı.
Arkasından bakarken dudaklarımı büzdüm. Bu öfkeyle beni hırpalayacağına kum torbasını hırpala diyordu adam. Çok haklıydı.
Nefeslerim düzelmeye başlarken sağ taraftan bir ıslık sesi duydum. Dümdüz karşımdaki boşluğa bakan gözlerimi sağıma doğru çevirdim. Bıkkınlıkla ona bakarken nedense hiç şaşırmamıştım.
Bela beni her yerde arar bulurdu sonuçta.
İstisnasız. Hiç sekmezdi.
"Mekanın önünden geçiyordum." dedi Cihangir ringe yaklaşırken. "Çocuklar koş Emre dayak yiyor dediler, gelip bir bakayım dedim."
Zar zor zapt ettiğim öfkem tekrar harlandı ancak cevap vermedim.
"Burada Ferhat abiden sonra en dayanıklı elamandır Emre. Az önce resmen yediği dayaktan bıktı. Aferin kız çiçeğim." dedi omuzlarını kabartarak. Bir an sonra ellerini ringin şeritlerine geçirmiş bana bakıyordu. Ne yalan söyleyeyim en azından utanıp da sırıtmıyordu karşımda, bu da bir şeydi.
"Hani dedin ya bana beter ol diye. Şu bir haftada bir kez yüzüme bile bakmadın ya, bin beter oldum yemin ederim. Yok mu bunu halletmemizin bir yolu. Söyle neyse yapayım, oturup konuşalım sonra ha çiçeğim."
"Seninle konuşacak bir şeyim yok benim. Uzatma da ikile buradan."
Ofladı bakışlarını üstümden çekmeden. Ama ben kendiminkileri çekmiştim. Çok ilgi çekici bir manzaraymış gibi karşımdaki boşluğa bakıyordum. Mesela bu da Cihangir' in suçuydu.
"Ezelden beridir biliyorum, inadın ilik kurutur senin ama bir kez makul ol da orta yolu bulalım çözelim şu aramızdaki meseleyi." dedi hâlâ çenesini kapatmayarak.
Bana makul ol diyordu. Bana. Bu haldeysek tek sorumlusu kendisiydi ama öyle değilmiş gibi benden makul olmamı istiyordu. Köküne kibrit suyu derdi muhterem büyüklerimiz. Aşırı haklılardı. Aşırı.
Sinir tekrar tepeme çıkarken Emre Hoca elinde sanki poşet taşıyormuşçasına bir rahatlıkla, kum torbasıyla geri geldi. Onu ve elindekini gördüğümde aklımda beliren fikirle Emre Hoca' ya seslendim. "Hocam ben kendi kum torbamla çalışmak istiyorum müsaade ederseniz."
"Anlamadım Eda? Senin yanında kum torbası mı var?" dedi Emre Hoca şaşkınlıkla.
"Yoktu." dedim gülümseyerek. "Ama az önce geldi."
İkisinin arasında ne demek istediğimi ilk anlayan şaşırtıcıdır ki Cihangir oldu.
"Her şeyin olayım istiyordum ama," diye mırıldandı Cihangir. "Bunu da kast etmemiştim çiçeğim."
Ben sana çiçeği değil ama dikenleri göstereceğim şimdi.
"Atıp tuttuğun kadar delikanlıysan bırak söylenmeyi de gel karşıma."
Tek kaşı havalandı anında. Bir saniye sonra ceketini çıkarıp gömleğinin kollarını sıyırıyordu.
Gel sen gel.
O ringe girip benim karşıma geçerken Emre Hoca bıyık altından gülüyordu. "Kolay gelsin size." diyerek yanımızdan ayrıldı hemen sonra. Kum torbasını elinde sallaya sallaya dışarı çıktı.
Cihangir boks eldivenlerini takarken boynumu kütlettim. Çıkan sesle bir duraksadı Cihangir. Şaşkın şaşkın bana bakıp işine devam etti.
Oysa ki şu anda yalnızca fragmanı izliyorsun Cihangir efendi.
"Buyur, başla bakalım." dedi gardını alarak.
Başla kelimesi ağzından çıkar çıkmaz sağ bacağımla kuvvetli bir tekme indirdim eldivenli eline. Üstelik bu kez gücümü de kaslarımdan almıştım. Çıkan sesten ne kadar etkili bir tekme olduğu anlaşılıyordu. Cihangir böylesine bir gücü o kadar beklemiyordu ki afalladı. O afallamayı fırsata çevirmekte hiç gecikmedim. Sağ kroşeyi hızla indirdim yüzüne. Tekmemin şokuyla afallayıp gardını indirmek gibi bir hata yapmıştı. Benim hiçbir suçum yoktu yumruğumun yüzüne gelmesinde.
"Ah," diyerek elini yüzüne götürmeye çalıştı. Yüz ifadesine bakılırsa canı çok acımıştı. Vah vah. Benim akıttığım tonlarca gözyaşının yanında hiçbir şeydi.
Hiç beklemedim. Duruşunu yeni yeni düzeltmişti ki sol kroşemi kaldırır gibi yapıp onu şaşırttım. O eldivenlerine gelecek bir sağ kroşe beklerken dizine en okkalısından bir tekme indirdim. Acıyla eğilerek dizini tuttu. Bir yandan da sinirli bir şekilde mırıldanıyordu. Yüzü acıdan gerilmiş ve kızarmıştı.
Diz darbesinden sonra karnına bir de yumruk darbesi indirdim. O beklenmedik darbeyle karnını tutarken bundan faydalanarak az önce vurduğum yerin yanına da vurdum, yalnızca hatırı kalmaması için.
"Sendeki bu deli kuvvetini benim aklım almıyor vallaha." dedi iki büklüm hâlde soluk soluğa karnını tutarken. "Elli kilo, dal gibi kızın neresinden geliyor bu güç kuvvet anlayamıyorum anasını satayım lan."
"Kes be." dedim nefes nefese. Öfkeme yenilip kondisyonumu korumadığım için nefesimi bende başka bir yerlerimden alıyordum. Sağ elimdeki eldivenin tersiyle alnımdaki teri sildim. "Hakkın kötekti senin. Mızmızlanma sinirleniyorum."
"Veresiye yazdığın bütün hesapları benden sordun çiçeğim, ölüyorum burada hiç oralı değilsin kız." dedi sitemle eğildiği yerden bana bakarak. Tekrardan sinirlendiğimi buruşan yüz ifademden anlamış olacak ki hemen geri bastı. "Neyse ellerine kollarına sağlık tabii. Erkek adam dediğinin sevdiğinin tepesi atınca sesini keseni makbuldür zaten."
Şov makinesi. Basıyordun çalışıyordu.
Bu serseriyle daha fazla laf dalaşına girmemeyi tercih ederek sustum. Bakışlarımı sol bileğimdeki akıllı saate çevirdiğimde çoktan öğlen olduğunu fark ettim. Burada Cihangir' i döverken zaman algımı yitirmişim gibi görünüyordu. Her bir saniyesine değmişti ama. Vaktim olsaydı bir bu kadarını daha verirdim vaktimin.
Eldivenlerimi çıkartıp ringten çıkarken o hala dizlerine yaslanmış acıyla cebelleşiyordu. Ringten çıkışımı seyrederken konuşmaya başladı. "Acıdın değil mi bana? Çektiğim acıya daha fazla katlanamadığından pes ediyorsun."
"Sana acıdığım bir senaryoyu rüyanda bile göremezsin sen Cihangir. Uçurtmanın ipini biraz kısalt istersen." dedim suyumu kafama dikerken. Hâlâ daha canımı sıkıyor olmasına rağmen garip bir şekilde sinirlenemiyordum. Gevşeme yöntemim çok işime yaramıştı anlaşılan.
"İşim gücüm var, bütün değerli vaktimi seninle heba edemem." dedim spor çantamdan havlumu çıkartıp omzuma atarak. Çantanın uzun askısını omzuma asıp çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Çıkmadan önce Ferhat abiye teşekkür edip aylık üyelik ücretimi ödedim ve çıktım salondan.
Ardımda bıraktığım Cihangir' den bir daha ses seda çıkmamıştı ve buna şaşırmıştım açıkçası. Peşimden koşamayacak kadar acı içinde olmasını temenni ediyordum.
Öfkeden gözü dönmüş bir halde başladığım sporu inanılmaz hafifleyip, adeta gençleşerek noktalıyordum.
Daha etkili bir terapi yöntemi bulana kadar en iyisi buydu.
En iyisi.
☄️
Ecevit Sungur, az önce adım attığı mekâna sanki sahibiymişçesine kurulmuş, en güzel manzarayı gören masasında oturuyordu. Tüm mekanı kapattırmıştı çünkü bugün özel bir gündü. Çok özel.
Öyle ki en pahalı takımlarından birini giymiş, kendi baş harflerinden oluşan özel kol düğmelerine kadar takarak özenle hazırlanmıştı. Buraya gelmeden önce saçlarını ve sakallarını traş etmiş, bir buluşma için tüm imkanlarını seferber etmişti.
Hayatının oyununu kuruyordu, etmeyip de ne yapacaktı ki?
Bu zamana dek çok savaşa girmiş, çok kazanmıştı ancak bu seferki farklıydı.
Düşmanı öyle bir hezimete uğratmak istiyordu ki gireceği en kanlı savaş olsun, ömürleri boyunca ona yenilmenin ağırlığı altında ezilsinler.
Ya da onun ayakları altında.
Öyle de olacaktı. Bunun olması için her şeyi yapacaktı.
Onlar onun dengi dahi değillerdi ve bunu anlayacaklardı.
Hiçbir zaman satranç oynamaktan hoşlanmamıştı çünkü rakiplerinin hamlelerini daima öngörür ve bundan çok sıkılırdı. Bir diğer nedeni ise o kadar az oyuncuya sahip olmaktan hiç haz etmemesiydi. Bu denli güçlü bir adamken neden az piyonla yetinecekti ki?
Bu nedenle kendi satranç tahtasını kurmuştu seneler önce. Kafasının içinde.
Artık tek bir veziri değil bir sürü veziri vardı. Harcayamayacağı kadar çok piyonu.
Kanlı elleriyle yazdığı oyunda gün gelecek herkes kendi gölgesinden dahi korkacaktı.
Karanlık, aydınlığı yutacaktı.
Adım sesleri masasına doğru yaklaşmaya başladığında yüzündeki şeytani ifadeyi sildi. Kimin geldiğini biliyordu. Dikkat çekmemek için onları hiç kimsenin tanımadığı yerlerde buluşmaya özen gösteriyorlardı. Ancak Ecevit işini şansa bırakmamış birkaç seferdir buluştukları mekanları muhakkak kapattırıyordu.
Oyununun başrolünü kendisiyle paylaşan yıldızını herkesten saklaması gerekiyordu.
Sandalyesini geri itelip ceketininin önünü ilikleyerek ayağa kalktı. Yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirdiğinde morluklarla dolu yüzü acıdı. Bu acının hesabını da yazdı deftere. Her şeyin hesabını misliyle geri ödetecekti. Ondan alınanın da ona yapılanın da. Hepsinin.
Aralarındaki mesafeyi kapatıp üzerine atılan bedeni belinden kavrayarak tuttu. Boynuna dolanan kolların üzerinde ellerini dolaştırdı. Sarılmaları bittiğinde bedenini hafif geri çekerek ona büyük bir aşkla bakan gözlere çevirdi gözlerini.
"Hoş geldin sevgilim." dedi ve ilk piyonunu harcamış oldu.
🌹
Yıldıza basmayı ve bölümü yorumlamayı unutma balım 🍯
Instagram/ authbal
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.49k Okunma |
236 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |