
Çok Sevgili Gönülçelen Sokağı Sakinleri,
Mahallemize Hoş Geldiniz.
🎶
Love Again- Dua Lipa
Aşk Nereden Nereye - Gripin
Aşk Yok Olmaktır - Mabel Matiz
Gül Beyaz Gül - Nilüfer
Derine- Murat Dalkılıç
Cumhuriyet -Yalın
Mutlu Sonsuz- Çağatay Ulusoy
9. Bölüm: Aşk Cumhuriyeti
Cihangir Kılıçarslan
( 7 Şubat 2024, 22:45 )
"Işığı görüyor musun?"
"Şu kaybolmayan ışığı mı?"
"Evet!... Tıpkı kalbimdeki sen gibi."
{ Katre-i Matem, İskender Pala}
İnsanın yurdu doğduğu yer değil doyduğu yerdir diye okumuştum bir yerde. Şu an kollarımın arasındaki nahif bedene bakarken yurdumun neresi olduğunu çok iyi biliyordum. Önceden yurtsuzmuşum, onu da anladım. Çünkü Eda, gözlerini bile benden sakınırken cezaların en büyüğünü çekiyordum.
Şimdi ise bir mucize olmuş, senelerdir dilime pelesenk olan tek duam gerçek olmuştu. Eda, kollarımın arasındaydı. Kendi isteğiyle kalbini bağlamıştı gönlüme. Şu saate kadar diken üstündeydim çünkü birinin gelip sanki uykudaymışım gibi beni sarsarak uyandırmasını bekliyordum. O bana imkansızdı ve ben bunu kabul etmiştim sanki içten içe. Karşıma geçip o güzel sesiyle denemek istiyorum dediğinde kalbimde bir deprem yaratmış, adeta dünyamı sallamıştı yerinden.
Kaç kez bana gelişinin hayalini kurmuştum bir bilse, aklını yitirirdi.
Sen yitirmemişsin onun aşkından aklını oğlum. O da yitirmez.
Başı omzumdaydı, alıp verdiği nefes boynuma vuruyordu. Bir kolum onu sırtının altından sararken diğeri usul usul saçlarını seviyordu. Deli olurdum hep onun saçlarına. Her zaman parıl parıl parlar, yanından geçtiği anda o enfes kokusu burnuma dolardı. Onun saçları bana hep su gibi berrak gelirdi. O kadar yumuşak ve ışıl ışıl görünürdü ki ellerimi cebime koyar kaçırırdım ondan. Ona dokunmamı engelleyebilmek için. O saçların arasında parmaklarımı gezdirmek yirmi dokuz yaşına gelmiş kocaman adamın en büyük hayallerinden biriydi.
Hep merak ederdim, o meftun olduğum saçlarına ne yapıyor acaba diye. Belki çok garip ama bana uzun uzun anlatsın ya da o her ne yapıyorsa onu yaparken izlemek isterdim. Mümkün olsa tüm mal varlığımı hiç düşünmeden verirdim bunun için. Çünkü kara sevdaya tutulmuş bir faniydim ben.
Kız sana şunları şunları kullanıyorum dese anlayacaksın sanki kıt herif. Gösterse bile aklında tutamazsın ki sen, neyine güveniyorsun acaba?
Anlayana kadar gösterirdi o zaman. Olmaz mıydı?
Aşinası olduğum bir çiçek kokuydu saçlarından soluduğum. Ancak büyük ihtimalle aşina olmamın sebebi de Eda' dan pek çok kez solumuş olmam olabilirdi. Ayırt edebilme yeteneğine sahip değildim ne yazık ki bu kokuyu.
Eda aroması.
Bana göre adı buydu o eşsiz kokunun.
Bugünü birlikte geçirmiştik. 7 Şubat 2024, hayatımın en güzel günüydü artık. Daha güzelini yaşayana kadar ilk sırada kalacaktı.
O oturduğumuz bankta uzun uzun konuşmuştuk. Her ne kadar kalbim ona aksa, dört nala koşuyor olsa da kararından emin olması konusunda ısrar etmiştim. Anlık bir kararı olmamalıydım onun ya da vicdan muhakemesi. Kalbinden gelmek zorundaydı bu adım bana. Başka türlüsünü kabul edemezdim.
Ona bunları tane tane açıklamamın ardından bu kararı verişiyle ilgili o sancılı süreci anlatmıştı bana. Sancılı süreç diye kendisi adlandırmıştı hatta. Ölümün bu denli kıyısına gelip de geriye baktığında aşktan ve kalp kırıklığından korkup kaçtığını bilmek asıl kalbini paramparça ediyor, demişti.
Seni yaşamdan, bizi yaşamdan gidebilecek olma ihtimalim canımı her şeyden daha çok acıttı ve aklım başıma geldi Cihangir. Mantıklı olma çabasının, aklımı dinlemenin canı cehenneme artık. Ben kalbime kulak vermek istiyorum.
Kalbime olduğu kadar aklıma da kazıdım bu cümlelerini.
Doğum günüm bir hafta önceydi ancak Eda bana ikinci bir doğum günü vermişti sanki. Sözleriyle birlikte gözlerinin içinde, bana açtığı kalbinin kapısını görmüştüm. Sarıp sarmalamak istemiştim onu, bunun için ellerim sızlamıştı hatta ancak canını yakarım diye cesaret edememiştim. Aramızda tuttuğu, mumu hâlâ yanan keki üflemiştim gözlerinin içine bakarak. Senelerdir istisnasız aynı dileği dilerdim ama bu sefer dileğimi değiştirmiştim. Çünkü bir önceki nihayet gerçekleşmişti. Şimdi başka bir dileğim vardı.
Onun her şeyi olayım bir ömür boyunca. Bir tek pişmanlığı olmayayım hiç.
Mumu üflediğimde gülümsemesi o gül yüzünü aydınlatmıştı. Ve bir kez daha kendine korkak deyişine hayret ettirmiş, kollarını elinde tuttuğu kekten dolayı gevşekçe bana boynuma dolamıştı. Dilediğimce soluyabildiğim kokusuyla bayram etmiştim. Bana yalnızca bir günde kaç tane hediye verdiğinden haberi var mıydı acaba?
Hayatımda ilk kez , iyi ki doğmuşum diyordum.
Felaketim, hasretim dediğim kadın artık mucizem de olmuştu.
Kekin tamamını bana yedirdikten sonra biraz yürüyüş yapmak istemişti. Lokma kadar keki onun yüzüne baka baka dakikalarca yemiştim. Sonra kuş kadar bedeninin tüm ağırlığını alarak yavaşça yürütmüştüm onu. Yalnızca beş dakika sürmüştü çünkü hali hazırda olan ağrıları vardı, bu yüzden de yormak istemiyordum onu. Az yürüdük diye odaya çıkana kadar söylenip durmuştu bana ve ben her bir saniyesinde deliler gibi sırıtıyordum onu dinlerken.
Ki zanlımca aşk dedikleri de buydu.
İki beden tek bir bedene, iki ruh tek bir ruha dönüşürken kendinden verdiğin kadar alırken geçirdiğin bir evrimdi. Delirmemek mümkün müydü ki?
Böyle cıvık cıvık düşünmeye başladığıma göre gerçekten aklımı kaçırmış olmam güçlü bir ihtimaldi de zaten.
Çok uzun zaman sonra içimde filizlenen huzura ve aidiyet hissine sıkı sıkı tutundum. Başımı eğerek başına yasladım. Mis kokusunu sanki yarına da saklamak ister gibi bol bol soludum.
Odaya geri döndüğümüzde sanki senelerdir tanışmıyormuşuz birbirimizi adımız gibi bilmiyormuşuz gibi yeniden tanımıştık. Söyleseler inanmaz güler geçerdim buna ama yaşamak öyle değildi. Eda' yla yaşadığım her an bir büyüydü.
Gözlerime çekinmeden kendini hiç sakınmadan baktığı birkaç saatin sonunda odaya kontrollerini yapmak için doktoru geldi. Bir süre vücudundaki kırık ve zedelenmiş yerleri kontrol ettikten sonra durumunun günden güne daha da iyiye gittiğini söyleyerek içime su serpti. Çiçeğim iyileşiyordu.
Canımı sıkan tek şey medeniyetsiz bir ayı damgası yememek için verdiğim üstün çabaydı. Ne zaman Eda' yı kontrole gelse ışık saçıyordu sanki bu doktor. Hep neşeli ve gülüyor, Eda' yı da güldürmek için bin tane şey söylüyordu. Sanki kırk yıllık dostlarmış gibi samimi tavırlar sergiliyor sıfırda olan sinir yüzdemi anında yüze çıkartıyordu neşe yumağı herif.
Adı da bir garipti ayrıca. Millet hastanede Doktor Civanım diye konuşup duruyordu, kulağıma kaç defa çalınmıştı hemşirelerin sesi. Benim gülüm de hemşireydi, acaba o da böyle mi diyordu? Yalnızca bir düşünceyle komalık olma ihtimalim çok yüksekti şu an.
Mağara adamı değilsin oğlum sen Ciho. Sakin ol çek geri postunu bakalım. Eda anlarsa alır façanı aşağı. Bir hata yapma. Dünyanın en sakin ve medeni insanısın sen. Öyleymiş gibi davranırsan olur. Adam Eda' nın iş arkadaşı yalnızca. Hadi koçum benim.
Eleman nihayet konuşmayı bırakıp susmayı becerdiğinde iyi günler dileyerek gitmişti. Başka hastaları da olduğunu ve onlarla ilgilenmesi gerektiğini hatırlamış olmalıydı. Onun hemen ardından fizyoterapist gelmiş yaklaşık bir saat kadar Eda ile çalışmışlardı. Eda çıkmama gerek olmadığını söylediğinde koltuğu camın kenarına çekmiş, telefonumdan maillerime bakıp işlerimle ilgilenmiştim ben de.
Fizyoterapist gittiğinde Eda' nın öğle yemeği gelmişti. Tekerlekli masayı yatağa yerleştirip az önceki fizyoterapi egzersizleri yüzünden yorgun düşen Eda' ya bir bakış atmamla yemeği kendim yedirmeye karar vermiştim. Başta itiraz etse de sonra üstelemedi çünkü ne kadar yorgun düştüğünü o da farkındaydı.
Sanırım onun sevdası ile yanıp tutuştuğum senelerde ona en yakın olduğum mesafe buydu. Bana taze bir gonca gibi açtığı kalbiyle aramda hiçbir duvar yoktu artık . Ona ellerimle yemek yedirirken elimin titremesi bile bundan sebepti. Aşktan ve kavuşmaktan.
Konu biz olduğunda ilk kez yarınları düşünebiliyor olmaktandı.
Artık olmaktan korktuğum değil kaybetmekten korktuğum yerdeydim.
Çorbasını bitirdikten sonra yemeğe devam etmek istememişti. Hastanede kaldığı süre boyunca iştahı çok kapalıydı. Sadece ilaçlarını içebilmek için yemek yiyordu. Zaten kuş kadardı ve gözümün önünde erimeye devam ediyordu. Ancak o hiçbir zaman zayıf kalma çabasında olan biri olmamıştı aksine sağlığına dikkat ederdi. Elinde olmadığını bildiğim için yediği kadarına da şükretmeyi seçiyordum.
Yemeğin ardından hemen ilaçlarını da içirdim. Suyunu bile kendi içmesine izin vermeyip dudaklarının üzerinde tuttum. O hiç yorulmasın istiyordum zira canının yaraları yüzünden ne denli yandığının farkındaydım. Benim yerime nefes al dese onun için bile çabalardım ben.
Suyunu içerken alttan alttan kırpıştırdığı gözleriyle bana bakmıştı. İçim erimişti o anda ona. Akıp onun açık kahve, tarçın rengi gözlerine karışmıştı.
Tek bir bakışı bile bana şükretme sebebiydi haberi yoktu. Belki de , belki de artık vardı.
Suyunu içtikten sonra bana teşekkür etmiş, bir gülümseme bahşetmişti. Benim yüzümden öfkelendiği çok olmuştu hem de sayamayacağım kadar çok ancak benim için gülümsemeye yeni başlamıştı. Sayıyordum, bu üç olmuştu.
Dayanamayıp o güzel yüzünde parmak uçlarımı hafifçe gezdirirken, içine derin bir nefes çekmişti. Yüzünden aşıp saçlarına ulaşan parmaklarım yavaş yavaş sevmişti saçlarını, incitmeden. Benim sevişlerimle gözleri kapanmış, yüzünde halinden memnun bir ifadeyle çok geçmeden uykuya dalmıştı.
Hayatımın en güzel hikayesi, dokunuşlarımda can bulmuştu.
O birkaç saat kestirirken ben zaman zaman onu hayranlıkla izlemiş, zaman zaman da Yunus Emre' nin ricam üzerine odaya getirdiği dizüstü bilgisayarımdan acil şirket işlerimi halletmiştim.
Ve Adıgüzel ile mümkün olduğunca kısık bir sesle telefon görüşmesi yapmıştım.
Adıgüzel, o Ecevit itinin girdiği deliği bulmuş bana haber vermeden önce eline geçirmek için harekete geçmişti. Ancak adamları kaldığı o izbe eve girdiğinde o it yalnızca kısa bir süre önce evden ayrılmıştı.
Şeytan yardımcısıydı o herifin. Elimizden kaçıp duruyordu. Fakat herkes bilirdi ki çekirge en nihayetinde faka basardı. O itin üzerine basan da ben olacaktım mutlaka.
Eda uyandıktan sonra biraz sersem haldeydi, lavaboyu kullanmak istediğini söylemişti. Onu içeriye kadar götürüp geri çıkmıştım. Herhangi bir olumsuzluğa karşı da ayakta tetikte bekliyordum. Neyse ki öyle bir şey olmamıştı. Kapıyı açtığında hızla yanıma gidip yatağa yerleşmesine yardım etmiştim. Elini yüzünü yıkamış, saçlarını toplamıştı. Gül çehresi açığa çıkmıştı böylelikle.
Uykudan uyanmış mahmur yüzünü ömrü hayatımda ilk kez gördüğüm için yine o büyüye kapılarak aval aval bakakalmıştım yüzüne. Tatlı tatlı gülmüştü benim o hallerime. Daha sonra odasının kapısı çalmış içeriye Eda' nın psikoloğu gelmişti. Eda' nın ağrıları çok olduğundan doktor hanım seanslar için onun odasına geliyordu. Bu defa odada kalmak yerine Eda' nın saçlarına bir öpücük kondurup çıkmıştım odadan. Eda bu hareketime gülümserken, doktor hanım sol kaşını kaldırıp indirmişti. Şaşırmış gibiydi ancak bunu bizim fark etmememiz için saniyesinde toparlamıştı.
Eda bizim hakkımızda konuşuyor muydu acaba onunla diye merak ettim.
Konuşsaydı ne söylerdi acaba?
"Cihangir efendi düşmüyor ki peşimden doktor hanım ya. Eğer bir psikolojik rahatsızlığım çıkarsa kesin sebebi odur kesin. Sinir hastası etti beni kendisi çünkü." ,demiş midir mesela?
Sol elimle dudağımın kenarına kaşıyarak odadan dışarı çıkmıştım. Beni gördüğünde Yunus Emre de doktorla aynı tepkiyi vererek kaşlarını kaldırmıştı. Gözleri yüzümde uzun uzadıya oyalanınca ne bakıyorsun dercesine kafamı sallamıştım. Gözlerini kısarak çekmişti bakışlarını üzerimden.
"Abi sabahki olay için kamera kayıtlarını alıp incelememi yaptım. Çiçek teslimatını bir kurye firması yapıyor. Sipariş de internet sitesinden yapılmış. Sahte bir ad soyad ile tabii ki. Şerefsiz herifin cesareti, arı kovanına çomak sokacak kadarmış." , demişti hemen iş ciddiyetine bürünerek.
Yunus Emre' ye neden canımı emanet ettiğimi bugün bir kez daha anlamıştım.
O lağım faresi Ecevit, hastaneye üç demet çiçek yollatmıştı.
Eda' nın kapısından içeri giren her bir doktorun dâhi isim soyisimleri ve fotoğrafları vardı Yunus Emre' nin elinde. Daha önce Eda ile ilgilenmemiş bir doktoru ya da listede olmayan bir sağlık çalışanını bile içeriye almazdı. Bunun da ötesinde ona gelen tüm hediyeleri bizzat açma yetkisi vardı. O kontrol etmediği müddetçe odadan içeri giremezdi. Ve içgüdüleri gereği gayet zararsız görünen çiçekleri de kontrol etme gereği duymuştu Yunus Emre. Kontrol ettiği ilk buket, onun içgüdülerini yanıltmadığında diğer ikisini de incelemiş ve aynı sonuca ulaşmıştı. Çiçeklere dinleme cihazı yerleştirilmişti.
Haberi aldığımda hastaneye varmak üzereydim. Bunu o döl israfının yaptığını hepimiz biliyorduk. Yunus Emre kuryenin gitmesine müsaade etmeyip çiçekler hakkında sorgulamıştı ancak adam sıradan bir çalışan çıkmıştı yalnızca.
Hasteneye gelip, Eda' nın odasının önüne geldiğim ve boş oturakların üzerinde duran çiçekleri gördüğüm anda nevrim dönmüştü. Hepsini yerlere defalarca kez savurup, ayaklarımın altında delirmiş gibi ezmiştim. Küfrederek sesimi yükselttiğimi fark ettiğim o saniyelik anda hemen susmuş Eda' yı korkutmamak için içime içime sövmeye devam etmiştim.
Hastanedeki tüm çalışanlara, sekreterlere, telefonlara bakan tüm herkese tek tek talimat verdirmiştim. Hiç kimseye ama hiç kimseye Eda' nın oda numarası söylenmeyecekti. Ne yüz yüze soran ne de telefonla arayan birine. Hiç kimseye. Tanıdık veya tanımadık ayırt etmeksizin.
O zaman bu sikik herif Eda' nın kaldığı odayı nereden öğrenmişti?
Yaşam fonksiyonlarımı devam ettirebilmek için aklım da Eda' nın kaplamadığı micinik alan da bu sorunun bilinmezliğiyle deliriyordu.
Yunus Emre'nin telefonuna indirdiği kamera görüntülerini ben de izlemiştim. O şerefsziden herhangi bir iz yoktu dediği gibi. Ancak bulmuş olmayı çok isterdim. O girdiği delikten çıkıp bana geri döndüğü deliğin rotasını çıkarmasını çok isterdim. Yunus Emre varken Eda' nın değil yanına yaklaşmak kapısının önünden geçemezdi o yüzden hastaneye gelmiş olması beni endişelendirmezdi.
Öyle ya da böyle bir gün kucağıma düşecekti. Ben de onu bizzat kendi ellerimle saracaktım. Boğazını.
Derin bir nefes aldığımda burnuma saatlerdir bir kez daha dolan koku, yüzüme bir gülümseme yerleştirdi.
Eda, başını omzuma yaslamış, huzurlu bir uykuda. Günlerdir uykularına musallat olan kabus, bu akşam ona uğramamış. Rüya görüyor gibi ara sıra oynuyor mimikleri. Kendi bir rüya, haberi yok.
Şarkıda da dediği gibi, mühürlenmişti kalbime. Anahtarları da yoktu, derinlerdeydi.
Liseli ergenler gibi arabada son ses müzik açıp evinin önünden geçtiğim zamanları hatırladım. Çok çaresizdim ve başka bir savunmam yoktu. Ona kendimi anlatmama izin vermediği için başvurduğum bir yoldu.
Zaten bana ya öfkelendiğinde ya da onunla zıtlaştığımda tepki veriyor, söz konusu kavga etmek de olsa iletişim kuruyordu benimle. Yalnızca bu şekilde ulaşabiliyordum ona.
Ama şimdi gelmiş sevgisini veriyordu bana, kalbini açıyordu. Gül yüzündeki tebessümü, bakışlarındaki güzelliği veriyordu. Beni benden alıyor, kendine katıyordu.
Her zaman onun için daha iyi biri olmaya çalışmıştım. Kendimin en iyi hâli olmaya. Onu hak eden biri olmaya. Onu seneler evvel bir kez kırdıktan sonra yemin etmiştim bunun için.
Okuyup rengarenk post-itler yapıştırdığı kitapları ben de okumuştum. Bir defasında Ceylan'ın ricası üzerine ona attığı müzik listesini ele geçirmiş, dinlediği müzikleri ben de dinlemiştim. Bazıları o kadar derin aşk acıları barındıran şarkılardı ki içten içe beni düşünerek mi dinliyor diye hayaller kurmuştum. Ortada bir aşk olması, olmamasından daha iyiydi o zamanlarda ki bana göre.
Bazı ortamlarda benim varlığımı unutup o ciddi ve somurtkan duruşu takınmazdı. Kendini hiç filtrelemeden gönlünden geldiği gibi şen şakrak olurdu çiçeğim. O anlarda ağzından çıkan tek bir kelimeyi dahi kaçırmazdım.
Bu seferlerden birinde en sevdiği kitabı öğrenmiştim. Martin Eden.
En sevdiği filmi öğrenmiştim. Kör Nokta.
Bir arabası olmasını çok istediğini ama trafiğe çıkma düşüncesinin onu çok gerdiğini, sınav haftalarında çok stresli olduğu için çalışmaya haftalar öncesinden başladığını, en sevdiği mevsimin kış olduğunu hem de beyaz ve hassas tenli olmasına rağmen, öğrenmiştim.
O karşısındaki kızlara tatlı tatlı bunları anlatırken onu seyretmiştim. Eda' nın doğal mizacı buydu aslında. Samimi ve karşısındaki kişiye göre belirlediği bir seviyede konuşurdu insanlarla. Eğer sevdiği ve saydığı bir insan ise dünyanın en keyifli sohbetini yapardınız onunla. Hem iyi bir dinleyici hem de etkili bir anlatıcıydı o. Aramızdaki bütün o köprüler yıkılmadan önceki zamanlarda buna bizzat bende şahit olmuş ve hayran kalmıştım.
Şimdi ise kalbimde, bir kez daha şahit olabilecek olmanın umudunu taşıyordum.
Aniden açılan kapının sesiyle derin düşüncelerimden sıyrıldım.
Yeşim iki adım arkasındaki İlhan ile kapıda duruyordu. Beni ilk fark eden Yeşim olmuş, odaya ilerleyecek olan adımları sekteye uğramıştı. Hemen ardındaki İlhan' ın ise beni fark ettiğinde gözleri irileşmişti.
Normalde ortada büyütülecek bir şey yoktu. Ben sırtımı yatağın başına yaslamış hafif yatar durumdayken Eda sol omzuma başını yaslamış uyuyordu. Sol elim bel oyuntusunda duruyor, ona varlığımı hissettiriyordu.
Ancak tüm acılarımın birebir şahidi en yakın arkadaşım, kız kardeşinin yedi sene sonra bize bir şans verdiğini bilmediğinden bu manzara karşısında şoka girmiş olabilirdi pek tabii.
"Ne oluyor lan bu aşağılık odada?" dedi saniyeler sonra. Yeşim'in arkasında kalakaldığı yerden hızla çıkıp yatağa doğru ilerlemeye başladı. "Lan rüya mı kabus mu bu karar veremedim?"
"Bağırlanma lan ayı. Kızı korkutacaksın." dedim sinirle çenemi sıkarak.
Sevdiği kızı başkasıyla görmüş Kuzey Tekinoğlu gibi rollenmeye başladı karşımda. Elinde bir çiçeği eksikti.
Çiçek deme. Çiçek yok. Tetikleniyorum.
"Çabuk bana kız kardeşim uyuyorken hem de senin omzunda, bu odada ve en önemlisi bu yatakta ne işin olduğunu açıkla Cihangir efendi. Çabuk çabuk."
Al işte. Birinin diline doladığı Cihangir efendi, sözlerinden yeni kurtulmuşken diğeri yerini dolduruyordu. Abi kardeş sinirlerimde zıplıyorlardı resmen. Al birini vur ötekine demek istiyordum ama çiçeğime kıyamazdım. İlhan olurdu ama.
"Sence benim avvellerin aveli kardeşim?" dedim içimden sabırlar çekerek. "Sence Eda izin vermese bunun olma ihtimali var mı?"
Yunus Emre ile hastane önlemlerini artırmak hakkında uzun uzun konuşmuş, ben öfkemi kontrol edebilene kadar da şirket işleriyle ilgilenmiştik. Sinirli ve öfkeli bir şekilde Eda' nın yanına geri dönmek istememiştim. Sonra da Adıgüzel'i aramış son yaşananları anlatmıştım ona. O it böyle bir şey yapabiliyor ise bir yerlerde gizlediği bir kasası falan olmalıydı. Tüm mal varlığına ve para akışına polis tarafından el konulmuştu çünkü. Belki izini sürebilir diye düşünmüştüm. O karanlık alemin lideri Adıgüzel idi. Bana polisten daha çok yardımcı olabileceği ne yazık ki acı bir gerçekti.
Saatler sonra öfkemi nihayet susturup odaya geri döndüğümde gözleri neredeyse kapanmak üzeri olan güzeller güzelimle göz göze gelmiştim. Beni görmesiyle elinde tuttuğu kumandayla televizyonu kapatıp kumandayı yatağın yanındaki küçük dolabın üzerine bırakmıştı. Yeşim'in geri geldiğinden Yunus Emre tarafından haberdar edilmiştim ancak odada yoktu. Eda' ya akşam yemeğini yedirip çıkmış olmalıydı. Ben yanına ilerlerken bile bastıran uykusuna engel olamamıştı. Gülümseyerek yatakta iyice uca kayıp boşta kalan tarafa eliyle pat pat vurmuştu. Önce lavaboya girip hızlıca ellerimi bol sabunla yıkamış sonra da yanına gitmiştim. Refleksif bir şekilde kolumu açtığımda hiç sorgulamadan başını omzuma yaslamıştı. Sanki olması gereken yer orasıydı ve bunu bedenim de o da biliyordu.
"Gitme lütfen yanımdan." demişti gözleri kapanmak üzereyken. "Gitme ve kabuslarımı kov bu gece."
O bana gitme der de ben ayaklarıma ket vurmaz mıydım? O benden bir şey isterdi de ben bin katını yapmaz mıydım?
Saçlarından öpmüş ve , "Gitmeyeceğim çiçeğim, mışıl mışıl uyu. Ben yanındayken kabuslar uğrayamaz uykularına." , demiştim yatıştırıcı bir şekilde. Saniyeler sonra derin bir uykuya dalmıştı.
"Nasıl yani? Eda mı sana yanıma yat diye izin verdi? Rüya falan gördün birader herhalde sen. Kalk lan oradan."
Ben seneler sonra Eda' ma kavuşmuşum, şimdi bu hıyar ağasının yaptığı iş miydi? Bir o eksikti zaten. Zaten Cihangir kim ki? Sakın huzura ermesin, sakın.
"İlhan abi," diyerek araya girdi Yeşim. İlhan ona döndüğünde konuşmaya devam etti. "Senin son yaşanan gelişmelerden haberin yok sanırım." dedi gözlerini bize değdirip.
"Ne gelişmesi? Ne oldu? Ne var?" dedi kaşlarını çatarak İlhan. Öyle yapınca çok çirkin oluyordu ama bunu ona söylemeyecektim. Umarım sevgilisinin yanında da bol bol kaş çatardı.
"Özetlemem gerekirse, Eda ve Cihangir bir ilişkiye başladılar. Artık düşmanlık bitti, sadece aşıklar."
Ortam müsait olsa yirmi dokuz yaşında adamım demem alkış tutardım bu açıklamaya. Öyle bir coşku vardı içimde.
Sırıtışım bastıramayacağım kadar büyüktü. Benim aksime İlhan ise kaşları çatık halde bir bana bir Eda' ya bakıyordu. Bir de sevinmedim derse diye bir çığ düştü içime. Sırıtışım silindi anında. Onca sene bana destek verdikten sonra aksini düşünüyor olabilir miydi İlhan?
Saniyeler sonra yüzünde aynı ifadeyle konuştu. "O nasıl oldu lan? Hangi ara oldu? Yoksa ben mi yeni öğreniyorum Ciho? Eğer bu olaylardan öncesinden beri birlikteyseniz de bana söylemediysen," dedi ve bir anlık göz ucuyla Yeşim'e bakıp devam etti. "Bükerim senin belanı ben ona göre."
Yeşim'in odadaki varlığından ötürü sansür yapmıştı kendince ama ben anlamam gerekeni anlamıştım elbette.
"Ne kurdun lan kafanda iki dakikada? Daha bu sabah oldu. Sana anlatacak vakti bulamadım bazı pürüzlerle uğraşmaktan o kadar." diyerek cevap verdim.
"Bu sabah oldu?" diye sordu tasdik isteyerek. Başımla onayladım. Bahsettiğim pürüzlerden de haberdar olduğu için yalan söylemediğimi anlamıştı. Gerçekten ona söylememiş olma ihtimalime sinirlenmiş olmalı ki gerçeği öğrendiğinde gergin duran omuzları gevşedi.
"Eyvallah." dedi sonunda kaşlarını indirerek. "Geri kalanı biz konuşur hallederiz iyi hoş da , ilişkinin ilk gününden sizin ne bu samimiyet birader? Biraz mesafe koysana kardeşimle arana sen?"
Sanki dünkü çocuktu kardeşine aşık olan. Hasbinallah.
Yedi senedir geberiyordum aşkımdan. Üstelik sevdiğim kadın da bana hem aşıktı hem de nefret ediyordu benden. Yedi senelik alacağım vardı benim bu kara sevda denilenden. Gelmiş bana mesafe diyorlardı. Mesafe denen bok asıl benden uzak olacaktı bu saatten sonra.
"Lan sanki ne yapıyoruz burada? Kuzu kuzu yatıyoruz sadece. Yedi senedir evveliyatım," dedim ve ben de Yeşim'e baktım göz ucuyla. Küfür edemediğim için de ayrı sinir oluyordum şu anda. "Büküldü benim. İlahi bir müdahaleyle koca koca dağları aşmışım ben, bir de sen başlama Allah aşkına."
"Yani tamam," diyerek araya girdi Yeşim. "Bir abi olarak kız kardeşini kıskanıyor olabilirsin de sen neden sanki Cihangir' in Eda' yı sevdiğini yeni öğreniyormuş gibi tepki veriyorsun ben onu anlamadım İlhan abi?"
Çok ama çok yerinde bir soruydu.
Oflayarak elini önce ensesinde sonra da saçlarında gezdirdi İlhan. Uzamıştı saçları. Normalde hiç bu kadar uzatmazdı ama son zamanlarda hastane, ev ve şirket arasında koşturmaktan herkese yardımcı olmaya çalışmaktan kendi ihtiyaçlarını tamamen geri plana atmış bir durumdaydı. Şirketi ikimiz yönetiyor ve normalde hiç zorlanmıyor olsak da son yaşananların ardından kendimizi tüketme noktasına getirmiştik.
Başımı omzuma tünemiş derin bir uykuda olan sevdama çevirdim. Canımın derdine düşüp deva bulmuştum ya başka hiçbir şeyin gözümde önemi yoktu.
"Bilmesine biliyordum da," dedi İlhan gözlerini tekrar bize çevirerek. "Cihangir platonik takılıyor diye içim rahattı herhalde. Şimdi ikisini böyle görünce," deyip yutkundu. "Bir fena oldum ben. Bir şey oluyor bana."
Buraya çok uyan bir laf vardı ama dua etsin odada Yeşim vardı. Sansür yaparsam da bir değeri kalmıyordu.
Ben adama dağlar deldim, fırtınalar atlattım diyordum; o bana olsun ben fena oluyorum diyordu.
Kıçı kırık mecnuna üzülmeyi biliyorlardı ama. Biz acımızı sessiz sedasız yaşadık diye oluyordu hep bunlar.
"Bir de bayıl istersen İlhan abi." dedi Yeşim gözlerini devirerek. Çok harbi kızdı. Vallahi öyleydi zira belki küfredememiştim ama bu da cuk oturmuştu işte.
"Tansiyonum falan da çıktı galiba benim, gözlerim de kararıyor bakın," diyerek tiyatrosuna devam etti İlhan. Sabır taşıma çekiçle vuruyordu bugün herif. "Of çok kötüyüm. Cihangir sen bir kalksana oradan ben yatayım. Ayakta duramıyorum hiç."
Ebesinin nikahıydı ama artık. Hayatımdaki en kutlu gün en yakın arkadaşım dediğim adam tarafından sabote ediliyordu. Ben ekmeğe mi basmıştım ne yapmıştım arkadaş ya?
"Birader seni dinlene dinlene döverim bak, git işine." dedim sinirle.
"Hastayım diyorum lan vicdansız herif."
"Hastasın evet." dedim sinirden köpürerek. "Ama sıkıntı bedeninde değil. Kafanda senin. Hem de en büyüğünden."
Hasta gözükmeye çalıştığı yüz ifadesi anında değişti. "Doğru konuş la benle. Ben bugünden itibaren öyle alelade biri değilim senin için."
"O ne demek?" dedim anlamayarak ancak Yeşim anlamış olmalıydı ki gülüyordu bir kenarda.
"Şu anda omzunda uyuyan," dedi bastırarak. "O kızın abisiyim ben abisi. Gönlüm hoş tutulmalı benim. Bir dediğim ikiletilmemeli bu saatten sonra. Artık sadece en yakın arkadaşın değilim ben senin Cihangir efendi. Hürmet göstermen gereken biriyim senin için. Bilmem anlatabiliyor muyum birader?"
Dayak yemek istediğini mi? Evet.
"Lan davar," dedim yataktan sırtımı ayırarak. Bir yandan da çiçeğimi rahatsız etmemeye çalışıyordum. "Gönlünü hoş tutmak falan bunlar ne biçim laflar? Senin gönlünü hoş edecek insan başka, ucu ota boka dokunan laflarına beni karıştırmasana."
"Madem benim kız kardeşimi seviyorsun, benim de gönlümü hoş tutacaksın oğlum. Bu işler böyle. Öyle kolay değil benim kardeşimi sevmek. Ona göre davranacaklar."
"Onlar kim?" dedim birden hiddetlenerek. Eda' yı sevmekten bahsederken çoğul eki kullanıyordu. Yemin ederim aklımı kaçırtmıştı bana odaya girdiği andan beri. Şurada en sevdiğim kokuyu doya doya solurken sakin sakin yatıyordum ben. İki dakikada ifalhımı kurutmuştu manyak.
Bir an durdu ve düşündü İlhan. Sinirden kızarmış yüzümü gördüğünde ise keyfi yerine geldi bir anda. Yüksek ihtimalle bilinçli bir şekilde söylememiş ağzından öyle çıkıvermişti ama beni nasıl sinirlendirdiğini, keyfimi kaçırdığını gördüğünde kullanmaya karar vermişti bu fırsatı.
"Benim kardeşim dünya güzeli. Pırlanta pırlanta. Bir sana mı kalır sandın Cihangir efendi?"
Ama bu yaptığında senin yanına kalmazdı İlhan.
"Ulan senin var ya," dedim biraz önümde duran bedenine vurmaya çalışarak. Gülerek geriye doğru kaçmıştı serseri herif. "Hümeyra'yı gördüğüm yerde seni madara etmezsem ben de Cihangir değilim. Defol gözümün önünden daha da çıkma karşıma."
Hadi hadi dercesine elini salladı. Benim gerektiğinde gaddar intikamlar alan biri olduğuma kendisine karşı hiç şahit olmadığı için ona yapamam zannediyordu. Ama onu benim huzurumu kaçırmadan önce düşünecekti. Benim bütün gece kim istiyormuş Eda' yı diye kafamda kurup düşüneceğimi adı gibi biliyordu çünkü.
"Karşıma çıkma diyor birde ya." dedi hayretle. "Sen kime, daha doğrusu kimin kardeşine yanık olduğunu unuttun herhalde birader. Biz seninle daha çok görüşeceğiz çok. Bana atar gider yapacağına suyuma git sen benim suyuma."
Ben senin suyuna, sonra gelmişine geçmişine...
Büyük sınanıyordum ben. Çok büyük hem de.
"Gel biz seninle aşağıda bir çay içelim İlhan abi." diyerek araya girdi Yeşim. Alttan alttan sırıtmayı da ihmal etmeyerek İlhan'ın kolundan tutup kapıya doğru çekiştirmeye başladı.
Normalde ne aşağısı, çeksin evine gitsin bu diyerek ayaklanmam lazımdı ancak konuşmamız gereken önemli şeyler olduğunu bildiğimden diyemiyordum.
Yeşim'in çekiştirmelerine uyarak odadan dışarıya doğru ilerleyen İlhan, açılan kapının önünden tipsiz bir sırıtışla bana baktı. Sol elinin işaret ve orta parmağını önce kendi gözlerine sonra da bana doğru tutarak gözüm üzerinde işaretini yaptı. Bir zamanlar arkasını kolladığım, Hümeyra ile kaçak göçek buluşsun diye ara sokaklarda nöbetler tuttuğum arkadaşımın bana verdiği karşılık göz doldurucuydu gerçekten.
Nihayet odanın kapısı onlar dışarıda kalacak şekilde kapandığında derin bir nefes aldım. Bir yandan da içimden İlhan' a sövmeye devam ediyordum. Yanımda bir kıpırdanma olduğunda başımı tavandan çekip Eda' ya çevirdim. Ommuzun üzerinde narince duran elini belimden aşırarak sarmıştı. Beni sarıp sarmaladığını görmek başka hissetmek bambaşkaydı. Bir günde bana yedi senelik mutluluk vermesi tarifsiz bir durumdu. Zaten onun bende sonuna nokta konulabilecek bir tarifi hiç yoktu. O tarif her zaman aralarına virgüller konularak uzayıp giden bir cümle olacaktı.
Dudakları büzülü bir hâlde uyuyuşu gülümsetti beni. Her hâli canıma okuyan kadının bir de uykulu hâli çıkmıştı başıma iyi mi. Omzumdan aşıp yastığa dağılan saçları vardı bir de, ah o saçları. Koyu kumral, bahtıma dolanan saçları.
O büzülü dudakları arasından bir şeyler mırıldandığında kulak kesildim ama o kadar kısık ve anlaşılmazdı ki ne dediğini anlayamadım. Dip dibe olan bedenlerimizi, sanki mümkünmüş gibi daha da yaklaştırdım. Boyun girintime sığınmış başının üzerine, saçlarının arasına yasladım başımı.
Dünyanın en güzel kokusunu solurken, dünyanın en huzurlu uykusuna daldım.
❤️🩹
Küllerinden doğmak için,
Önce yıkılmak gerekir.
Eda Soylu
Tanrının bizlere verdiği imtihanlar çoğu zaman bizlere ceza olarak görünür. Benliğimiz o imtihan hususunda değişir ve dönüşürken bizden hem pek çok şey götürür hem de pek çok şey getirir.
Benim nasibime düşen imtihan benden pek çok şey götürürken aynı derecede hatta daha fazlasıyla katmıştı da aynı zamanda.
Başta bana Cihangir' i katmıştı. Korkmadan, özgürce sevebilme cesaretini vermişti.
Hayatta neyi ardıma koyduysam kalbimin süzgecinden geçiremeyip, önüme katabilme şansı verdi.
Hayata tutunduğum bağlara, sıkı sıkı düğümler attı.
Anlaşılan sadece bana bir şeyler katmakla yetinmişti çünkü annem konu ben ve benim hayatım olduğunda yerinde saymaya hatta bulunduğumuz o gergin hatta benden daha da uzaklaşmaya devam ediyordu.
Beni bana bırakmak, onun kitabında yazmıyordu.
Bir anne olarak endişelerini ve korkusunu anlıyordum. Şu son bir haftada ona sahip olduğumu bile hiç düşünmediğim üstün bir sabır ve anlayış göstermiştim. Ancak artık taburcu olabilecek kadar iyi bir durumdaydım ve bedenim kendini toparlamaya başlıyordu. Ağrılarım yavaş yavaş hafiflemeye başlamıştı çok şükür ki. Boyunluğumu ve ayağımdaki sargılar çıkmış yalnızca omzumdaki sargı kalmıştı ama o da iyileşmeye devam ediyordu. Fiziksel olarak hastaneden çıkabilecek kadar iyi bir noktaya gelmiştim nihayet. Hatta doktorumun dediğine göre birkaç gün fazladan hastanede kalmayı kabul etmem de bu iyileşme sürecine faydalı olmuştu.
Yani sonuç olarak kendi başımın çaresine bakabilirdim. Kendi evimde.
Fakat bunu yarım saat önce odama doluşan aileme söylediğim anda, kızılca kıyamet kopmuştu. Annem tarafından.
"Hiç mi aklıselim bir insan yok bu odada?" diye bağırmaya devam etti annem. Yüksek çıkan sesi duyma kaybı yaşayan kulağımı acıtıyordu. Ve korkutuyordu da. Birbirine bastırdığım dudaklarımı ve kucağımda yumruk olmuş gözlerimi odada o hariç herkes görebiliyordu. O hariç herkes.
Birini severek incitmek, hiç sevmemekten daha çok can yakıyordu.
"Bu kız bu halde nasıl bir başına kalabilir? Baba ocağında paşalar gibi bakılmak varken çocuk gibi inat ediyor siz de arka çıkıyorsunuz? Çıldırdınız mı be siz?" diyerek abim ve babama bağırmaya devam etti.
Babam ve abim ilk kez annemin gönlü olsun diye onu desteklememiş, benden yana olup benim kararıma saygı duymuşlardı. İşte imtihanlardan kasıt buydu. Onlar çıkarmaları gereken dersleri çıkarmışlardı. Belki her gün hiç bıkıp usanmadan kapımı aşındıracaklardı ama beni yapmak istemediğim tek bir şeye daha mahkum etmeyeceklerdi.
"Eda bu saatten sonra neyi nasıl istiyorsa öyle olacak Ünzile. Bağırıp çağırmayı bırak artık. Bu defa ne bağırman ne de kendini yerlere atman fayda etmeyecek. Doktorlar iyileşme sürecinin normalden daha hızlı ilerlediğini söyledi. Kızımız da," dedi ve öfkeli bakışları bana değdiğinde şefkate büründü. "Kendi başına kalabilecek kadar iyi olduğunu söylüyor. Bu kararına saygı duyacağız o kadar."
"Baba kız inadınız kurusun tamam mı?" dediğinde yine babamdan farklı bir tepki alamadı. Bakışlarındaki kararlılığın değişmediğini fark eder etmez tekrar bana döndü. "Eda bırak çocuk gibi davranmayı. Bu halde ne yapacaksın, nasıl yaşayacaksın bir başına? Konu komşu ne diyecek ya bizim arkamızdan sen hiç düşünüyor musun? Kız ölümlerden döndü yine de ailesine tamah etmedi diyecekler. Düşman olmuş bunlar birbirlerine diyecekler. Zaten neler diyorlar arkamızdan, hiç dünya umrunda değil. Çekip çıktın kapıyı ne haldeyiz düşünmüyorsun bile."
Kendi düşüncelerini kabul ettiremediğinde öfkesi keskin bir bıçak oluyordu. Ve hep kalbe nişan alıyordu.
Eda' nın anlamı naz, niyazdı. İkinci ismi Huri'ydi. İkisini de çok isteyerek annesi koymuştu. Eda' yı anlamı yüzünden Huri'yi ise hamileliği sırasında kaybettiği kız kardeşi Huriye'ye ithafen koymuştu.
Ancak kadere bakın ki Eda' nın nazı bir tek annesine geçmiyordu.
"Ünzile yeter." dedi babam, sesini yükseltmeme çabasına yenilerek.
"Asıl size yeter. Bu kızı siz şımartıyorsunuz bu kadar."
Sıklaşan nefeslerimle bir an panik oldum. Gözüm Cihan'ı aradı. Ailem odaya girdiğinde yanımdaki yerinden kalkıp camın önüne geçmiş, bize alan açmıştı. Ellerini ceplerine koymuş, bir ayağını öbürünün önüne çarpraz bir şekilde atarak yaslanmıştı. Şu ana kadar tartışmaya hiçbir müdahalede bulunmamıştı ancak gözlerimiz buluştuğu anda yerinde doğrulmuştu.
Ona olan ihtiyacımı gözlerimden okumuş ve yanıma doğru yürümeden önce camı açmıştı. Gelip yatağımın sağ yanında, bana ailemin yanında yaklaşabileceği en yakın mesafede durdu. Varlığını yanımda hissetmek bile içimi rahatlatmıştı.
Acaba Cihan, benim yeni bağımlılığım mıydı?
Peki ya benim buna itirazım var mıydı? Ya da onun?
Cevabı kalbimde yazıyordu.
"Anne tamam. Eda kararını vermiş. Uzatmak faydasız. Gel biz seninle dışarıda hava alalım biraz." diyerek araya girdi abim.
Ben kendimden çok abime üzülüyordum bu ailede. Babam daha bugüne kadar annemin sözünün üstüne söz söylemezdi. Ben annemle savaşmanın bir çözüm olmadığına karar verdiğimden beri ona karşı kayıtsızdım. Ama abim, öyle güzel ve büyük bir kalbe sahipti ki ona ne kadar kızgın olursa olsun gün sonunda ona kıyamıyordu. Hepimiz bir köşeye çekilsek bile o annemi teselli ediyor, aile arasında köprü olmaya devam ediyordu. Tüm yorgunluğuna rağmen senelerdir yapıyordu bunu. Yalnızca anneme de değil ondan bize gelen kırgınlıklarda da aynı hassasiyeti bizlere gösteriyordu. O, bu ailenin terazisiydi.
Ama annem onu bile ezip geçti ve durmadı. Çünkü çok öfkeli ve hep haklıydı.
"Senelerden beri çok meraklısın evden gitmeye. Madem öyle evlen de git. Böyle üç yaşında çocuk gibi küsüp de ailene sırtını dönme."
Birinden "Ünzile", birinden"Anne", birinden de "Ünzile Teyze", diye bağırışlar yükseldi.
Bir de avaz avaz bağıran kalbim vardı ancak onun sesi çıkmıyordu.
"Anne ölüyordum." dedim tam gözlerinin içine bakarak. Öfkenin verdiği hararet ile cayır cayır yanıyordu annemin gözleri. Benim ona bakan gözlerim ise tutamadığım yaşlarım yüzünden buğulu ancak buz gibi soğuktu. "Ölüyordum. Senin bana hiç mi merhametin yok? Senin bir bana mı kalbin yok da bu kadar acımasızca konuşuyorsun?"
Annem ve ben hesaplaşırken odada kalan diğerleri sessiz kalmış ve benim için hissettikleri derin üzüntü yüzünden başlarını öne eğmişlerdi. Annem öyle bir konuşuyordu ki başlar utançtan yere eğiliyordu.
Kastı benim kalbimeydi ama acı benden geçip onlara da uğruyordu.
"Ben sana şımarmayı bırakalı seneler oluyor anne. Ama gözlerin bana o kadar kapalı ki onu bile farkında değilsin sen. Söylesene, en son ne zaman bir şey istedim ben senden? En son ne zaman başımı yasladım göğsüne? En son ne zaman oturup konuştuk, dertleştik biz seninle?"
Odada hiç kimseden çıt çıkmadı. Annemin gözlerinde bir şeyler değişti. Dediklerimi düşünüyordu. Ben cevabı çoktandır biliyordum. O niye bilmiyordu? Hiç mi batmamıştı ona aramızdaki uzaklık?
"Cevabı bulamıyorsun çünkü hatırlayamayacağın kadar uzak değil mi?" diye sordum acı bir tebessümle. Kalbim o kadar acıyordu ki o acıyı tarif edemezdim. Bir annem vardı, o da bana kapı duvardı.
"Senin üç çocuğun var ama bir tane kızın var anne. Bir tane. Onu da kendine ırak ettin."
Dudaklarımdan dökülen kelimeler ciğerimi yaktı sanki. Kalbime artçı depremler gönderdi. Annem neden benim canımı yakmaktan hiç gocunmuyordu? Neden benim canım yanar diye hiç korkmuyordu? Şimdi bana el mi düşmandı yoksa annem mi?
"Sen beni hep gaddar olmakla itham edersin ama sen zannediyor musun ki ben gerçekten dediğin gibi gaddar, vicdansız biri olsam bana yaptıklarından sonra senin suratına bakarım? Değil suratına bakmak seni şu kapıdan içeri sokmazdım. Yüzüme hasret bırakırdım seni. Öldüm mü kaldım mı diye bile birilerinin sana haber vermesini beklerdin sen. Zira şu tavırlarından sonra bu muameleyi hak ettiğine de ikna oldum. Sen bir anne olarak ölümden dönmüş kızına o lafları edebiliyorsan ben de bu saatten sonra bir evlat olarak tam da bana yakıştırdığın gibi gaddar olacağım." dedim iddia ettiğimin aksine sesim titreyerek.
"Sen kendi hatalarını fark edip kendini değiştirmediğin müddetçe seni görmek istemiyorum."
Yutkundum ancak kursağıma takılan şey her neyse geçmedi.
Yaşadığım stres ve panik göğsümü daraltmaya başladığında elim kolum sanki anlaşmışçasına Cihan'a uzandı. Ben daha ona ulaşamadan o kavuşturdu ellerimizi. Ellerimiz birbirine kavuşurken boşta kalan elimi boğazıma yasladım sanki nefes almama yarayacakmış gibi. Bedenimi bir kez daha ele geçiren panikle titremeye başladım. Yaşadığım durum benim adıma dünyanın en kötü hissini kalbime çöreklendiriyordu. Yaşlar ansızın bu çöküş ile birlikte yüzümden aşağı süzülürken çabalayıp da alamadığım nefeslerin çaresiz sesi, odada yankılanıp tekrar tekrar kulaklarıma doluyordu.
Birinin anneme bağırıp odadan çıkarttığını duydum. Midemden boğazıma dolan öğürme hissiyle yatakta öne doğru eğildim. Ne midemi, ne gözyaşlarımı ne de titremelerimi tutabiliyordim. O hâlde ben ne işe yarıyordum?
Ben yine, yeniden cevabını bulamadığım o soruyu zihnimde defalarca kez tekrar ederek cevabını arıyordum.
Allah'ım ben ne yapacaktım? Ben nasıl yaşayacaktım? Ben hayatıma nasıl devam edecektim? Ne yapacaktım ben?
Elimi ağzıma ne zaman bastırdığımı bilmiyordum ancak işe yaramadığını çok iyi biliyordum. Yataktan bir anda kalkıp ayağa fırladığımda başım döndü, ayağımı bir yere çarptım ve canım çok acıdı. Hem ayağımı vurduğum hem de abi hareket ettiğim için.
Ama duracak bir saniyem bile yoktu. Odada bulunan tuvalete doğru koşarken elimde ve belimde hissettiğim bir tutuşun baskısı vardı. Tanıdıktı oldukça. Ama zihnim yalnızca tek bir şeye koşullanabiliyordu şu anda, o yüzden kim olduğunu anlayamadım. Belimden tutan kişiyle birlikte lavaboya girer girmez klozete eğildim ve öğürmeye başladım. Bu histen de nefret ediyordum. Şu anda bu da dahil her şeyden. Öğürmeye devam ederken zorlanışlarıma karşı sırtımı ovalayan eller vardı. Bazen yavaş bazen ise hızlanarak ovalayıp masaj yapıyordu.
Nihayet bittiğinde hıçkıra hıçkıra deli gibi ağladığımı fark ettim. Ben ne zamandır ağlıyordum ki? Elimin tersiyle ağzımı silerken içimde biriken tüm kötü hisler dışarı taşmıştı. Klozetin önünde dizlerimin üstünde durduğum yere tamamen çöktüm ve içim dışımdan taşarken ağlamaya devam ettim. Beni arkamdan saran bir beden, nazikçe kendi göğsüne çekerek sarıp sarmaladı. Burnuma dolan parfümün kokusuyla Cihan'ın kollarında olduğumu anladım.
Biliyordum ki sığındığım liman beni ben dahil herkesten sarıp sarmalayarak korurdu.
Çöktüğüm tuvalet zemininde ne kadar ağladığımı bilmiyordum. Beni saran kolların bedenimi yerden nazikçe kaldırıp yüzümü ve ellerimi yıkadığını hayal meyal hatırlıyordum. Tek hatırladığım başım yastığa değer değmez uykuya daldığımdı.
Artık savaşma sırası bedenimde değil zihnimdeydi.
🕯️
14 ŞUBAT 2024, 13:30
Odamın kapısı tıklatıldığında istemsizce gerildim. Yeşim, önümde eğildiği yerden doğrularak bana baktı. Bana belli etmemeye çalışsa da beden dilinden onun da gergin olduğu belli oluyordu. Dün bu odada yaşananlardan sonra ortam resmen ateş hattında olduğundan hiç kimse rahat bir nefes alamamıştı.
Dün yaşananları düşünmek bile içimi sıkıntıya boğuyordu. Dün bir krizin sonunda Cihan'ın kollarında uyuyakalmıştım. Bir daha gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Ruhumla birlikte bedenime de çöken karanlık sanki başa dönmüşüm gibi hissettiriyordu. Bana bakan, benimle konuşmaya çalışan herkesin buna şahit oluşunu anbean gözlerinin içine bakara izlemiştim. Uyandığımda baş ucumda beni izleyen Cihan'ın bile. Uykusuzluktan ve yorgunluktan çökmüş gözaltları, geceyi belki de benden bile zor geçirdiğinin en büyük kanıtıydı.
Bana günlerdir umut aşılayan gözleri dahi, benim derdime deva bulamamıştı. Çünkü benim derdimin devası aynı zamanda derdimin de ta kendisi oluyordu.
Fark etmiştim ki ben, aslında yas tutuyordum.
Hâlâ hayatta olan ancak artık varlığı ile bana dert veren birinin yasını.
Sıkıntılı bir nefes verip kapının ardındaki kişiye içeri girmesi için kibarca seslendim. Kapının açılmasıyla birlikte rahat bir nefes aldım. Gelen Cihan'dı.
"Hazır mısın güzelim?" diye sordu yanıma gelerek. Bir eli hemen açık olan saçlarıma uzanmış ve usul usul oynamaya başlamıştı saçlarımla.
"Hazırım evet." dedim kafamı sallayarak. Son bir kez odada gözlerimi dolaştırıp her şeyi alıp almadığımı kontrol ettim. Bugün nihayet, taburcu oluyordum. Dün yaşananlardan sonra taburcu olma işlemlerim bir gün rötar yemek zorunda kalmıştı. Neyse ki bu sabah yapılan son kontrollerden sonra doktorum taburcu olmam için tekrar onay vermişti. Herhangi birinin vazgeçme ihtimaline karşı elimi çabuk tutmak istiyordum.
"Ben çantasını alıp çıkayım o zaman. Aşağıda bekliyorum sizi." dedi Yeşim, yatağın üzerindeki çantayı eline alarak. Bizi yalnız bırakmak, biraz mahremiyet vermek istiyordu ve bu kadar düşünceli biri olduğu için onu daha da çok seviyordum. "İlhan abi geldi mi bu arada?"
"Evet, aşağıda bekliyor o da. Birlikte geçeceğiz eve."
"Tamamdır. Ben de onun yanına ineyim o zaman. Görüşürüz." diyerek bana el salladı ve odadan çıktı Yeşim. Ben de ona gülümseyerek karşılık vermiştim. Bedenen kendimi iyi hissediyor olsam da ruhumda çıkan yangın omzularımı çöktürmüştü. Gülümsemem bile yüzümde yalnızca birkaç saniye kalabiliyordu. İyileşmek için haftalardır verdiğim onca çaba, hiç olup gitmiş gibiydi sanki.
"Sizinkilerden bir abin var, merak etme." dedi Cihan suskunluğum devam edince. Önümde eğilerek ellerini ellerimle birleştirdi. Eğilmesi ile birlikte yüzlerimiz karşı karşıya ancak gelebilmişti. "Baban abinle bana seni evinde ziyaret edeceğini söyledi."
En azından bana baskı yapmamayı seçen bir ebeveynim vardı. Bu da bir şey sayılırdı.
"Çıkalım artık hadi şu hastaneden." diyerek ayaklanmaya çalıştım ancak Cihan engel oldu. Bir elini belime bastırarak kalkmamı engelledi.
"İyi misin sen peki?" dedi bana harelerinde beliren hüzünle.
"Daha kötü değilim." Yalansız dolansız en gerçek cevabımdı.
Bana bakarak verdiği nefeste benim için duyduğu üzüntü ve keder vardı. Bana yapılan haksızlıkların önüne geçemediğinde en büyük payı hep kendine biçiyordu Cihan. Halbuki ben her şeyden önce bir evlattım ve bu yüzden beni en çok ailem düşünmeliydi. Bilmiyordu ama en büyük suçluluk payı ona ait değildi.
Kucağıma doğru eğdiği başı içime dokundu. Bu kez ben onun saçlarını sevdim. Odaya adımını attığı anda ondaki değişikliği farkına varmıştım esasen. Tıraş olmuş ve bir haftadan fazladır yüzünde olan kirli sakalından kurtulmuştu. Yüzü tertemiz ve ak görünüyordu eskisi gibi. Tabii ben onun en çok kirli sakallı halini seviyordum. Bunu bilmediğine kalıbımı basardım çünkü aksi takdirde hep kirli sakallı gezerdi Cihan.
Saçlarını kesmişti. Ensesine doğru uzayan tutamlar gitmişti. Yalnızca önündeki iki tutam hafif dalgalı bir şekilde duruyordu.
Ne kadar yeltensem de onu kendi adıma teselli edebileceğim bir şeyler söyleyemedim. Bu yüzden konuyu kapatmayı seçtim. "Hadi çıkar artık beni şu hastaneden ne olursun. Yoksa çığlık atacağım bırakın beni diye."
Gülerek eğildiği yerden doğrulğduğunda amacıma ulaşmıştım. Saçlarında olan elimi tutup avuç içime bir öpücük kondurdu. Yeşim ayağıma ayakkabılarımı giydirdiği için ben de oturduğum yataktan kalktım. Tam Cihan'ın koluna girip yürüyecektim ki birden kendimi kucağında buldum. Ağzımdan kaçan çığlığa karşı yüzünü buruşturmuştu Cihan.
"Ne yapıyorsun be?"
"Asıl sen niye bağırıyorsun kız? Kaç kat aşağı yürüyerek ineceğini düşünmedin herhalde sen?"
"Ya ama," dedim itiraz ederek. "Rezil oluruz böyle de. Herkes beni tanıyor bu hastanede Cihan ya. Kaç haftalık tedavinin ardından böyle kucaklanarak mı çıkayım buradan ben?"
Ben durumdan yakınırken o çoktan adımlamaya başlamış, kapıyı bile açmıştı ki dışarı çıkmadan önce birden durdu. Tek kaşını kaldırıp bana baktı. Bakışlarında hem şaşkınlık hem de memnuniyet vardı. "Cihan mı? Sen benim adımı kendine ne güzel kısaltıyorsun öyle. İçim bir hoş oldu. Bir daha de bakayım."
Bunu benden daha romantik bir anda duyması hayalim de an itibariyle suya düşmüştü. Cihan'ın kucağında falan olmam romantizmden sayılır mıydı ki acaba?
"Aman Cihan ya," dedim salağa yatarak. Bugün her şeyi unutup sadece ona sığınasım vardı. "Onca şey söyledim buna mı takıldın sen?"
"Öf, of,of" dedi gülümseyerek yüzünü tavana çevirip. Yüzünde inanılmaz bir keyif ifadesi vardı. "On derdimden dokuzu çözüldü tam şu anda."
"Geriye kalan bir tanesi ne?" dedim kaşlarımı çatarak.
"Senin derdin neyse o."
Cihan'a bakışımın onda bıraktığı tesire, kendimden o denli alışkındım ki ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum. İçi giderek bakmak. Bizim birbirimize her bakışımızda içimiz gidiyordu.
Yanağıma kocaman bir öpücük kondurup, derin bir oh çekti ve aralık duran kapıyı tamamen açarak dışarı çıktı.
Ne koridorda karşılaştığım insanlardan ne de çalışma arkadaşlarımdan çekindim. Cihan'ın kucağında büzüşmek yerine tanıdığım herkese el salladım. Bu şekilde otoparka kadar geldiğimizde önde abimin arkada Cihan'ın arabası, park edilmiş hâlde Yeşim ile abimin bizi beklediğini gördüm. Abim bizim yaklaştığımızı görür görmez elindeki bitmek üzere olan sigarayı ayağıyla söndürmüştü. Çok sık içen biri değildi abim. Yalnızca derdi içine sığmadığında çareyi sigarada aradığını biliyordum. Bu defaki derdinin bizzat kendi ailesi olduğunu bilmek beni çok üzüyordu.
"Haydi geçmiş olsun abisinin gülü." dedi abim Cihan'ın arabasının yanında bizimle buluşarak. Benim üstümdeki sevgi dolu bakışları benden Cihan'a yöneldiğinde kısılmıştı. "Ben de taşırdım kardeşimi birader. Sen bana deseydin ya yürümesi sakıncalı diye. Ben başımın üstünde de taşırdım kardeşimi."
Yirmi dört yıllık hayatımda bir ilk yaşanıyor, abim beni Cihan'dan kıskanıyordu.
Kıskansın da arkadaşına iki çift laf etsin diye beklediğim zamanlardan sonra şimdi bu kadar önemsiz gelmesi de benim şansımdı sanırım.
"Boş konuşacağına kapıyı aç da kardeşin üşümeden arabaya binsin, birader."
Birader diye bastırarak konuşmaları bir bende mi küfür etkisi bırakıyordu acaba? Sanki iki afacan çocukmuş gibi tatlı tatlı atışmaları çok hoşuma gittiğinden kendimi tutamadan kıkırdadım. Anında ikisinin de bana dönen bakışları güldüğümü gördüklerinde yumuşamıştı.
"Buyursunlar Eda Hanım," diyerek arabanın yolcu kapısını açtı abim.
"Teşekkürler," dedim gülmeye devam ederek.
Cihan beni nazikçe koltuğa bırakıp ardından rahatça yerleştiğimden emin olmak için bir süre bekledi. Ben gözlerimi açıp kapayarak rahat olduğumu onayladığımda emniyet kemerimi takarak saçlarımı düzeltip önüme doğru bıraktı. Bittiğinde geri çekilip kapıyı kapattı. Yeşim bana el sallayarak abimin arabasına geçerken ben de ona el salladım. Abimle Cihan birkaç saniye konuştuktan sonra arabalarına yöneldiler.
"Özledin mi beni güzellik?" dedi Cihan arabaya biner binmez. Emniyet kemerini takarken bakışlarını bir saniye bile üzerimden ayırmamıştı.
"Birkaç saniyede mi?"
"Biz sevgilimizi iki saniye göremeyince gözümüzde tütsün ama biz anca yıllar sonra falan özlenelim. Ben bu acıları gerçekten hak etmedim." dedi kafasını isyan eder gibi iki yana sallayarak.
"Biz dediğin kim oluyor?"
"Ben ve kırık kalbim." diye anında yanıt verdi.
Önceden vereceği cevaba kadar hazır olması beni ne kadar iyi tanıdığının büyük bir göstergesiydi.
"Neden kırıkmış kalbin?" diye sordum bu sefer.
"Vefasız bir yari var. Onu hiç özlemiyormuş."
Kendimi tutmak adına hiçbir şey yapmadım. Ne geliyorsa içimden, tek bir saniye bile düşünüp vakit harcamadan yaptım. Koltuğumdan hafifçe kalkarak sağ elimle Cihan'ın sağ yanağından tutarak kendime yaklaştırdım. Sol yanağına büyük bir öpücük bıraktım. Öyle hemen de öpüp geri çekilmedim. Dudaklarımı yanağında beklettim biraz. Ruhumu ve onun sözde kırık kalbini besliyordum bunu yaparak.
Arabayı çalıştırmak için hareketlenen elleri benim yüzünü tutmamla durmuş, tüm dikkati beni üzerimdeydi. Sonunda dudaklarımı geri çektiğimde yanağından, yüzüne sığmayıp taşan gülümsemesiyle karşılaştım. Sol yanağından aşağıda beliren kat kat gamzeler gönlüme baharı getirmişti.
"Hâlâ kırık mı bakayım kalbin?" diye sordum muzipçe. Şimdi yüzlerimiz karşı karşıyaydı. Gözlerinden taşan ve muhtemelen kalbinden gelen bir sevgiyle bakıyordu bana.
"Tam anlayamadım." dedi dilini dudaklarında gezdirip. "Bir daha öp bakayım."
Gözlerimi kısarak kıkırdadım. "Yemezler canım, yemezler. Kırık falan kalmamış, anladım ben. Sür de gidelim hadi." dedim sırtımı tekrar koltuğuma yaslayarak.
"Öyle bir yerler ki aslında," dedi imayla. Tek kaşımı kaldırıp ona baktığımda , "Ama neyse. Başka baharlara oğlum Cihangir." dedi ve arabayı çalıştırıp. Radyoyu açarak şarkılar arasında bir süre uğraşarak ilerledi. Sorgulamadan onu izledim. Aradığını nihayet bulduğunda uğraşmayı bıraktı ve kemerini eliyle çekerek arka koltuğa uzandı çevik bir şekilde. Arka koltukta duran büyük karton bir poşete uzandı. Cihan'ın yörüngesinde olduğumdan arka koltukta bir poşet olduğunu bile fark etmemiştim.
Arabanın içinde çalmaya başlayan şarkı oldukça tanıdıktı.
Yalın, Cumhuriyet çalıyordu, sözleri kalbime ilmek ilmek işleyerek.
Cihan altından bir kurdeleyle bağlanmış poşeti incitmeden açmaya çalışıyordu.
Kalbimin orta yerinde bu nasıl bir cumhuriyet, derken Yalın kurdeleyi çözüp karton poşeti açtı.
Seninki nasıl bir hakimiyet ben anlamadım, dediğinde ise içinden çıkardığı toz pembe laleleri bana uzatıyordu.
Toz pembe laleler.
Kalbimde iyi değil kötü bir sızı bırakan, bana bir mucizeyi değil felaketi hatırlatan çiçekler.
Titreyen ellerimle çiçek buketine uzanırken bakışlarımı Cihan'a çevirdim. "Neden?"
"Çünkü bu çiçekler senin hayatını kurtardı. Çünkü onları iyi değil de kötü hatırlaman onlara da sana da haksızlık. Çünkü benim Eda'm çiçekleri çok sever ve sevmeye de devam etmeli. Çünkü sen pes etmezsin. Sana değen bir felaketin, senden sevdiğin bir şeyi almasına da izin vermeyeceksin."
Dolu gözlerle ona bakıyordum ama sebebi yalnızca kalbimi iyileştiren bir sevgi ve huzurdu. Benim ilacımın da aşk olabileceğini kim bilebilirdi ki? Yârdan yara olabileceği gibi deva da olabiliyormuş, anladım.
Bana en büyük acılardan bile sevgiyi ayrıştırmayı da bugün, aşık olduğum adam sayesinde öğrenmiştim.
Kulaklarıma dolan şarkıda aşktan ve cumhuriyetten bahsedilirken, onun benim kalbimde kurduğu aşk cumhuriyeti; yedi yıllık tarihinin en sağlam ve en büyük temellerini atıyordu.
🕯️
Instagram| authbal
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.49k Okunma |
236 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |