30. Bölüm

25. Bölüm

Avin Mirza
avinmirza12

Not: Her anımda iyisinde kötüsünde yanımda olduğunuz için teşkkür ederim. Sizi bekletiyorum ama elimde değil ben bir değil iki işte çalışıyorum bakmakla yükümlü olduğum 9 yaşında oğlum ve üç yaşlım var köy şartları mağlup çoğu zaman onbirden önce yemek yemeye fırsatım olmuyor bunları söylüyorum çünkü ben volte veya yorum derdinde değilim bir kişi okusa bile atarım derdim hiç zaman para olmadı şükür.

 

İstgram:avin.elif

 

Penumbra36

 

Tiktok: avinmirza12

 

      

 

 

✧❅İYİ OKUMALAR❅✧

 

Küçük karısı boynunda ki morlukları kapatmaya çalışırken, “Ya Aziz Allah aşkına ben bunları nasıl kapatacağım!? Üff yemin ederim Xece hanım beni tefe koyar!” dedi.

 

Aziz Ağa yatağın demir başlığına yaslanıp karısının tatlı sitemlerini duymakla meşguldü.

 

“Güzelim yeterince çalışmamışım. Detayları yetersiz kalmış sanki gel bir daha üstünden geçelim.”

 

Ayşe gözlerini kısıp kocasına baktı.

“Ya Aziz Allah aşkına ben burada bunları kapatacağım diye can çekişiyorum sen neyin derdindesin! Pes yani!”

 

Adam çapkınca gülümseyip karısını baştan aşağı süzdü. “Valla yavrum ben ekmeğimin peşindeyim. Ne yaparsın hayat bu.”

 

Ayşe hayretler içinde kocasına baktı. Öyle bir süzüyordu ki kendini çıplak hissetmişti.

 

“Sen hep böyle sapık bir adam mıydın yoksa ben mi görememişim?”

 

Aziz Ağa yatağın öbür ucuna gelip karısının kollarında tutup yatağa doğru çekmişti.

 

Ayşe bir an ne olduğunu anlayamadan kendini adamın altında bulmuştu.

 

Adamın kuzguni gözlerinin derinliğinde harlanmış bir ateş yanmaktaydı.

 

İkisinin nefes alışları sıklaştı. Kadının yüreği dört nala koşmaya başlarken tenine hükmeden haz duygusu adamı esir kılmıştı. Aziz Ağa karısının bileklerini başının üstünde sabitlerken bakışları düğmesi açılmış beyaz gerdanına kaymıştı.

 

“Biliyor musun kadın, dünyanın en iyi portesi benim tenine mühürlediğim aşkımdır.”

 

Sağ elinin baş parmağını kadının göğüs oluğunda gezdirdi.

 

Kadının göğüs kafesi hızla inip kalkıyor, nefesine şevk karışıyordu.

 

Gözleri usulca kapandı kendinden bağımsız. Ansızın gerdanın ortasında hissettiği ıslaklıkla sevdiği adamın ismi iniltiyle dudaklarından firar etmişti.

 

Gözlerinin açtığında adamın gözlerinde ki karanlık hiç hayra alamet değildi. Bir anlık boşluktan faydalanıp adamı üstünden atmış nefes nefese yataktan çıkıp kapıya doğru koşmuştu.

 

“Kaç kadın istediğin kadar kaç. Dört mevsim beklemiş sevdam bir yele hasret kalsın, çok değil.”

 

Ayşe gülümseyip omuzlarının üstünden yatakta ansızın bıraktığı kocasına baktı...

 

“Bu kadın senin için ölür.”

 

Aziz Ağa sevdiğinin sözlerinden sonra tebessümle, “Bu kadın benim için yaşasın.” dedi.

 

Kadın kapıyı açıp giderken Aziz Ağa elini başının altına koyup ayağını uzatmıştı yatağa.

 

“Her gittiğin yolun seni bana getirdiğini bilmek yaşama sebebim kadın.”

 

❅──────✧❅✦❅✧──────❅•

 

Ayşe hazırlanmak için ablasının kaldığı odaya gitmişti, orada kuaför ablasını hazırlarken kendini de o arada hazırlanmıştı.

 

Gecenin ilerleyen vakitlerinde ezgiler çalınmış, kınalar dağıtılmıştı sıra geline gelmişti.

 

Xece hanım kına vakti geldiğinde, “Bir kına ya ilk gelin gittiğinde yada kefenle döndüğünde yakılır. Sen söyle Elif hangisisin?” dedi.

 

Onun sözleri öyle bir yaralamıştı ki Elif’i ellerine kına yaktırmak istememişti.

 

Aziz Ağa arkadaşının kınasını yakmak için dostuyla beraber üst kata çıktığında annesinin sözlerini ikisi de duymuştu.

 

O sözler Kerim’in bile canını bu kadar yakarken sevdiği kadını düşünemiyordu.

 

Kalan bir kaç basamağı hızlıca çıkıp Xece hanımın karşısına dikilmişti.

 

“Xece hanım, hep sana saygı duydum lakin söz konusu karımsa, kadınımsa işte o vakit karşımda kimseyi tanımam! İstersen bir değil kırk kapı gezsin benim tek kadınımdır Elif! Kırk çocuğuyla gelsin başımın tacıdır.”

 

Aziz Ağa susmuştu çünkü annesi hak etmişti tüm sözleri.

 

Kerim sevdiği kadının yamacına gelip, sevdiği kadının avcunu açıp, cebinden altınını çıkarıp, avcuna bırakırken, Ayşe’nin elinde ki kına tepsisine parmağını daldırıp sevdiği kadının kınasını yakmıştı.

 

Elif içinden, “Rabbim bana onun tarafından sevilmeyi nasip ettin ya şükürler olsun,” demişti.

 

❅──────✧❅✦❅✧──────❅•

 

   

 

Düğün hazırlıkları için erkenden uyanılmış kahvaltı masaları kurulmuştu. Ali Ağa ve Xece hanım bundan ne kadar memnun olmasa da seslerini çıkaramıyorlardı.

 

Sofrada otururken kahya elinde bir paketle Aziz ağanın yanına gelmişti.

 

“Ağam bir adam geldi bu paketi size teslim etmemi istedi.”

 

Herkes kahvaltıyı bırakıp pür dikkat Aziz ağaya odaklanmıştı.

 

“Kim göndermiş, getiren bir şey söylemedi mi?”

 

Kahya kaçamak bakışlarını Ali Ağa ve Xece hanım arasında gidip geliyordu.

 

“Ağam getiren Aziz Ervaji’den olduğunu söyledi.”

 

Bu sözler sofraya bomba etkisi yaratmıştı. Xece hanımın çatal bıçak tutan elleri titremiş, ellerinin arasından kayıp düşmüştü.

 

Neden şimdi? Neden yıllar önce değil de şimdi çıka gelmişti? Peki ya oğlunu nereden tanıyordu?

 

Gözlerini yumdu. Ağlamak istiyordu hüngür hüngür saatlerce.

 

Ali Ağa karısının yüzünü görünce öfkelenmiş hırsını oğlundan almıştı.

 

“Nerden tanıyorsun o adamı?”

 

Babasının ses tonu hiç Aziz ağanın hoşuna gitmemişti.

  

“Hayırdır Ali Ağa bunu neden soruyorsun durduk yere? Hem niye bu kadar öfkelendin, ne alıp veremediğin var onunla?”

 

Geçmiş diyemezdi, sevdiğimin onda kalmış yüreği var, hiç diyemezdi.

 

“Bir daha onunla konuşmayacak görüşmeyeceksın!” Emrivaki konuşurken Xece hanım susmakla yetinmişti.

 

Babasının bu öfkesinin sebebini kendince sorguladı sonra da normalde olsa hep konuşan annesinin sessizleşmiş olmasını.

 

Kafasında sayısız soru işaretine yol açmıştı.

 

“Senin sorunun beni ilgilendirmez! Gördüğüm tanıdığım kadar mert bir adama benziyor. Birçok kişinin aksine!

 

Lafın ucu ona değinince Ali Ağa oturduğu yerden kalkmış, masaya yumruğunu vurmuştu.

 

“Sana konuşma diyorsam konuşmayacaksın Aziz Ağa! Karşısında arkadaşın yok babam var ona göre davran!”

 

Aziz ağada aynı şekilde oturduğu yerden kalktı. “Bana konuşmamam için geçerli bir sebep söyle. O zaman derim tamam ama konuşma deyince de sebebini bilmediğim için konuşmamazlık yapmam!”

 

Ali Ağa suspus gözleri uzaklara dalan karısına bakıp masadan çekip gitmişti.

 

Xece hanımın tek bir söz söylemeden masadan sessizce kalkmış, arka bahçeye doğru gitmişti.

 

Gelmişti, yıllar geçiyor sonra dönmem dediği topraklara sormaya korktuğu soruyu kendine tıpkı sakladı acıları gibi.

 

Özlemle sızlayan yüreği yasına direnemedi, oluk oluk kan akıntı.

 

“Fatma!” diye bağırırken evladı yerine bağrına bastığı gözyaşlarının can suyu olduğu bir zamanlar, Züleyha’nın Yusuf’u gelmişti ama geçti, çok geçti.

 

“Fatma!” diye bir kez daha bağırırken kadın korkuyla hanımının yanına gelmişti nefes nefese.

 

“Hanımım bir şey mi oldu?”

 

Xece hanım boğuk çıkan sesiyle acılarını gizleme çabasıyla konuşmuştu.

 

“Kahyaya söyle bu ağacı kaldırsınlar. Tek bir dalı kalmayacak!”

 

Fatma kadın, şaşkınlıkla Hanımağasına baktı. Aziz Ağa küçücük yaşında bilmeden bir dalını kırdığında tokat atan Xece hanım ağacı kökten kaldırmak istiyordu!

 

“Ama hanı...” Xece hanım elini kaldırıp sözünü bitirmesine izin vermemişti.

 

“Sana ne diyorsam onu yap!”

 

❅──────✧❅✦❅✧──────❅•

 

Aziz Ağa önünde durduğu kapıyı bir kaç kez tıklattıktan sonra içeri doğru seslendi.

 

“Kırlangıç, müsait misiniz?” Yüreğinde ki neşe sesine de yansıyordu.

 

Yıllar önce ellini uzatıp kurtaramadığı kızı bu gün kendi eliyle dostuna gelin ediyordu.

 

Kaç kez denemişti zavallı kızı zalim kuzenin elinden kurtarmak için lakin bunun karşılığında aldığı iğrenç ithamlar yüzünden vazgeçmek zorunda kalmıştı.

 

Elif’in neler çektiğini bildiği için şerefini ayaklar altına almış yapmam dediğini yapmış küçük karısını kuzenine kurban etmemek için nikahına almıştı.

 

Sadece küçük değildi aynı zamanda hastaydı. Ailesinin bunu bilmesine rağmen bir avuç toprak uğruna kurban etmekten çekinmemişlerdi.

 

Karısıyla ilk karşılaşmasında onda ki tuhaflığı anlamıştı. Bazen bir çocuk gibi bazen de bir yetişkin gibiydi. Bunun sebebi beyninde ki rahatsızlıktı.

 

Milyonda bir görülen bir hastalıktı. Aylarca şehir şehir gezmişlerdi, uzun tedavilerden sonra nihayet iyileşmişti. Artık bir çok şeyi anlayacak bir bilince sahipti.

 

Herkes kısır olduğu için doktor gezdiğini söylediği vakit Aziz yalan söylemiş, sorunun onda olduğunu söyleyip kendi için doktorlara gittiklerini söylemişti.

 

Hep yaptığı gibi sevdiğine cenneti sunarken cehennemde yanmaya kabuldü.

 

Bir kaç saniye sonra ömrüne baharı getiren ruhuna can olan kadının kapıyı açıp tebessümle bakmıştı ona.

 

“Yüreğim sen mi geldin?”

 

Aziz Ağa kapının eşiğinde durmuş elleriyle sevdiği kadının yanağını okşarken derin bir nefes alıp konuştu. “Senden ne zaman gittim ki geri geleyim kadın.”

 

Kadının yüzü kızarmıştı, beyaz tenine gül goncalar açılmıştı. Yüreğinde ki ırmaklar taşmıştı, sevdaya mest eden adama hayranca bakmıştı.

 

“Haklısın insanın yüreği daima onunladır.”

 

Aziz Ağa eğilip sevdiği kadının saçlarının tepesini uzunca öpüp geri çekilmişti.

 

“Hazır mısınız?” diye sormuştu.

 

“Hazırız birazdan Kerim abide gelir. Sen getirdin mi emanetleri?”

 

Aziz Ağa elinde kutuyu kaldırıp karısına uzatmıştı.

 

“Getirdim merak etme. Bizzat ben gidip getirdim düğün başlamadan kardeşimle vedalaşayım izninle.”

 

Ayşe kapının önünden çekilip sevdiğini içeri buyur etti.

 

“Tabi ağam senin buyruğun başım gözüm üstüne.” Derken Aziz Ağa başını iki yana sallayıp içeri geçerken sırıtıp, sevdiği kadının yanağından bir makas almıştı.

 

“Ahh kadın kalbime zararsın Kur’an’ıma.”

 

İçeri geçtiğinde Elif oturduğu yataktan kalkmış utanarak başını eğmişti.

 

“Maşallah benim bacıma. Kardeşim yüreğime o dostumun yüreğine zeval verecek kesin anlaşılan.”

 

Elif’in gözleri dolmuştu. Aziz abisiyle arasında ki mesafeyi kapatıp öpmek için eline uzanmıştı Aziz Ağa izin vermemiş kardeşini kollarının arasına alıp sıkıca sarılmıştı.

 

“Hiç bir zaman eğilme abim. Hep dik dursun başın.”

 

Elif hıçkırıklar içinde ağlarken, göz yaşları Aziz’in ceketine ıslaklık bırakmıştı.

 

Aziz Ağa bacısının sırtını sıvazlarken, “Bu aktığın son hüzün yalı olsun. Akacaksa incilerin mutluluk için aksın. Ne zamanki darıldın, ağlamak istedin abinin omzu sana feda.”

 

Elif geri çekildiğinde Aziz ağanın ayaklarına kapanacaktı.

 

“Hakkını nasıl öderim abi?”

 

Aziz Ağa bir kez daha omuzlarından tutup eğilmesine izin vermezken bakışlarını kaçırıp mahcup olmuş bir tonda konuştu.

 

“Asıl sen hakkını helal et, vaktinde el uzatamadım zalime kurban oluşuna seyirci kaldım, diye.”

 

“Senin suçun değil abi. Sen çok uğraştın lakin zalime merhamet işlemezdi. Olmadı, izin vermediler.”

 

Aziz Ağa karısının elinde ki kutuyu açıp, içinden yirmi tane burma bilezik çıkarıp, kardeşinin kollarına taktan sonra diğer küçük kutunun açıp içinden altın işlemeli kırmızı bir kuşak çıkarıp kardeşine doğru döndü.

 

Şüphesiz Elif bu kadarını beklemiyordu. Dul bir kadına düğün yapılmayan coğrafyada nerde görülmüş kırmızı kuşak taktığı.

 

Hak etmediğini düşündüğü için birkaç adım gerilemiş, başını hayır anlamında sallamıştı.

 

Acıyla harmanlanan tuzlu meltem gözlerinden firar edip boynuna doğru yol almıştı.

“Olmaz abi o kuşak yakışmaz bana. Onu takacak kadar masum değilim. Ne o gün takabildim ne de bu gün takabilirim.”

 

Kanadı kırık kadınların memleketiydi Mezopotamya, hasatı kadınlardı acı ise harmanı.

 

Uçmanın hayaliyle büyümüş kız çocuklarının kanadını ilk aileleri kırardı.

 

Boyun eğmeyi yazgı diye öğretir, zalimliğe susmayı.

 

Duvarları ah ederdi lakin duyan yoktu.

 

Bir abinin aciz çırpınışlarına kaç kez şahit olmuştu Mardin. Yine de taş duvarları gibi yürekleri de taşa dönüşmüştü. Bunları çirkin hitamlarla süslemişlerdi.

 

Aziz ağanın en büyük utancı bu yüzdendi. Elif’e karşı ona zarar gelmesin diye yardım edememişti. Şimdi ise onca şeye başkasının günahını kendine pay biçen kıza kederle baktı.

 

“Başkasının kiri senin günahın değil bacım. Unutmayasın takılan kuşak senin namusunun sınavı değildir. Sana her daim açık olan kapımın anahtarıdır.”

 

Bu sefer itiraz kabul etmeden kuşağı Elif’in beline bir tur bağlayıp açarken, “Kırk kapıya git gel yine de açıktır sana kapım,” dedi.

 

İkinci kez, “Asla eğilmesin boynu,n kimsesiz hissetmesin yüreğin. Bil ki abinin yolu yolundur, evi evindir. Ve sakın unutma başkasının ayıbına kendinde suç aramasın yüreğin. Sen süt kadar aksın!” dedi.

 

Üçüncüsü bağlamadan ceketinin iç cebinden bir evin tapusunu çıkarıp Elif’e uzattı.

 

Sadece kız kardeşi yerine koyduğu kıza değil karısına da büyük bir sürpriz olmuştu.

 

Elif ona uzatılan topunun üstünde Kendi ismini görünce şaşırmıştı.

 

“Abi bu...” Kelimeler boğazında düğümlendi, kağıdı tutan elleri gibi alt dudağına titremişti.

 

Aziz Ağa hüzünle gülümseyip kuşağı son kez bağlamak için tekrar eğildi.

 

“Olurda gün gelip kapısını çalacak abin olmasa şayet sana ait gidebileceğin bir kapın daha var. Kimseye minnet etmene gerek yok! Yek başına ayakta durabilecek kadar güçlü bir kadınsın hem de onca acıya göğüs gelecek kadar.”

 

Sonra uzanıp Elif’in alnından öptü.

“Sakın unutma.”

 

Elif Aziz ağaya sıkıca sarılıp hıçkırık içinde ağlarken, “Babam, hakkını helal et. Kimsenin yapmadığını yaptın ,kendi öz ailemin etmediği merhameti gösterdin. Nasıl hakkını öderim?” dedi.

 

Aziz Ağa şüphesiz babam kelimesini duymayı beklemiyordu ama kulağına o kadar hoş gelmişti ki tarifsiz bir duyguydu.

 

Ağlayan kızın sırtını okşadı.

 

“Hakkım yoktur üstünde ama helali hoş olsun.”

 

Ayşe, köşede durmuş sessizce ikiliyi izlerken izinsiz akan yaşlarından bir haberdi.

 

Dudaklarını küskünce büzerken isyan etti:

 

“Siz abi kardeş beni unuttunuz bakıyorum.”

 

Aziz Ağa karısının haline bakınca kahkaha atıp sağ kolunu kaldırıp karısını çağırmıştı.

 

“Dünya dursa da unutur muyum ben seni kırlangıç?”

 

Ayşe sevdiğinin kollarına sığınıp başını omuzlarına yasladı.

 

Onları gören Elif gülümseyip konuştu.

 

“Cümle alem unutsa Aziz Ağa kırlangıcını unutmaz.”

 

Ayşe sevdiğinin kollarının arasında sıyrılıp, “Valla Aziz’i bilmem lakin biz Kerim abiyi unuttuk neredeyse kök salacak,” dedi.

 

Elif kızaran yanaklarını gizlemek için başını eğerken Ayşe ona sataşmayı ihmal etmedi.

 

“Bak görüyor musun yüreğim, ablam nasılda utandı Kerim abiden bahsedince.”

 

Aziz Ağa karısının sözleriyle başını iki yana sallayıp tutması için Elif’e uzattı kollarını.

 

İkisi yan yana aşağı inerken Kerim sabırsızlıkla sevdiğinin gelmesini bekliyordu. Onca yıl bekleyen o değilmiş gibi üç yıla üç saniye sığmaz olmuştu.

 

Sonunda sevdiği kadın kuğu gibi beyaz gelinlik içerisinde konağın merdivenlerinden inerken gördüğünde kalbi teklemişti.

 

Gözlerini kapatıp usulca gökyüzüne kaldırıp fısıldadı Rabbine.

 

“Şükürler olsun bu günü bana nasip etiğin için.”

 

Tekrar gözlerini açıp dostunun kolunda ona doğru gelen sevdiğine baktı iç çekti.

 

Aziz Ağa dostunun karşısında durup dik bir şekilde konuştu.

 

“Ben sana bacımı emanet ediyorum ama unutma ki onun gözünden düşen tek damla yaşa dostum demem yakana yapışırım. Şunu bir isterse birçok kez bu kapıdan çıksın on çocuğuyla gelsin kapım bacıma her daim açıktır.”

 

Kerim gülümseyip başını sallamıştı.

 

“Bacının yeri bundan gayrı yamacım değil başımın tacıdır.”

 

İkisi el ele yeni hayatları için ilk adımı atmışlardı.

 

Biri çamura düşmüş inciydi diğeri inciyi gerdana çevirmek isteyen usta idi.

 

Davulcu tokmağı her vuruşunda omuzlar inip kalkıyor, etrafa paralar saçılıyordu.

 

Doğunun dört bir yanından gelen ağalar giydikleri şal û şepikleri boyunlarında puşileri ile genç kızların yüreklerini hoplatıyorladı.

 

Doğu’da bir ilkti, kuma gelecek olan kızı teliyle duvağıyla gelin etmek. Bu bir tek Aziz Ağaya yakışırdı.

 

İnsanlar büyük bir coşkuyla halay çekmeye devam ediyorlardı.

 

Ağalar sıra halinde alanın önüne çıkarken meydanı inletir gibi bağırıyordu

 

“Kî zava!”

 

Giydikleri yöresel kıyafetlerle ellerinde ki mendilleri sallayıp omuzlarını oynata oynata tek sıra halinde ağalarının arasında geçiyordu.

 

“KERİM ZAVE!” diye bağırırken bu sefer onlar da, “Ki BUKE!” diye eşlik etti nakaratta.

 

“Elif Buke!”

 

Bu sefer hepsi el ele tutuşup halka halinde öne doğru eğilip Mardin’i inletti.

 

“Mâlê Xwêdê ava bé!”

 

Tekrar halay düz şeklini alıp devam ederken neredeyse tüm gözler iki adamda takılı kalmıştı. Biri adını bilmese de Hakkâri’nin ileri gelen ağalarından olduğunu duymuştu.

 

Esmer, uzun boylu, geniş omuzlu, neredeyse boyu kocasının biraz geçen baya kalıplı bir adamdı.

 

Kavruk tene, sert bir çehreye sahipti. İstese tüm kızları kendine aşık edecek kadar aurası vardı. Ama ne yazık ki otuzun üstünde hala bekar bir adamdı.

 

Sonra halayın başını çeken kocasına baktı Ayşe.

 

Terlediğinden dolayı sırtına yapışan gömleğin ince kumaşı tüm sırt kaslarını belirgindi kılıyordu.

 

Geniş omuzları, kaslı pazıları kızların azının suyunu akıtmasına yetmişti.

 

Tabiri caizse neredeyse kocasının üstüne atlacaklardı.

 

Elinde ki mendili iki kez başının üstünde gezdirip, iki kez ayağını öne doru yere sertçe iki kez vurup, halayı tekrar coşturdu.

 

Ayşe gözlerini kısıp kocasına bakan kızlara nefretle kinle baktı. Sanki hiç erkek görmemişler gibi bir an olsun gözlerini sevdiğinden ayırmıyorlardı.

  

Onları boş verip tekrar elini çenesinin altına koyup iç çekerek sevdiğini seyre daldı

 

“Kur’an’ıma çok yakışıklı zalimin oğlu.”

 

Onu fark etmeyen iki kızın kendi aralarında ki konuşmalarına tanık olunca sabrının son demlerine gelmişti. Yahu ne yapsaydı bundan sonra her gittiği yere kocasının anlında evliyim yazısıyla mı yollasaydı.

 

“Kız Aziz ağaya baksana ne kadar yakışıklı adam!”

 

Diğer kızın iç çekip destekledi arkadaşını.

“He ya, ah böyle kocam olsun var ya hiç odadan çıkarır mıyım?”

 

Arkadaşı kıkırdayıp kısık sesle konuştu.

“Kız karısı duysa diye korkmuyor musun?”

 

“Yalan mı?” diye bir kez daha gülüştüklerinde Ayşe sinirle arkasına döndüğü vakit kızlar onu yeni fark etmiş panikler oradan kaçar gibi oradan uzaklaşmıştılar.

 

Ayşe sinirle saçlarını savurup halayın başını çeken kocasını yanına vardığı gibi kocasının elinden tutup halaydan çıkarmıştı.

 

“Evimi yaktın zalimin oğlu!” demişti sistemle.

 

Aziz Ağa karısının sitemkar sözlerinden sonra kimseyi umursamadan düğünün ortasında sevdiği kadının kolundan tutup kendine çekmişti.

 

Karısının boynunda kokusunun sindiği şalı çekip, avucuna sarıp, gözlerinin içine bakıp, öpüp sonra başına koymuştu.

 

“Senden gelen her şey başım gözüm üstüne kadın,” demişti.

 

Tüm herkes suspus olmuş onları seyre dalarken Aziz Ağa sevdiği kadının şalını boynuna asıp, davulcuya dönüp bağırmıştı.

 

“Çal keke çal! Bu akşam karımın şerefine oynayacağım!”

 

Davulcu tokmağı öyle bir vurmuştu ki düğün meydanı inlemişti. Aziz Ağa karısa yaklaşıp anlından öptükten sonra kollarını açıp karşında oynamaya başlamıştı.

 

Bir tur karısının etrafında dönerken karısının karşısında durup, tek dizini kırıp, iki kez elini yere vurup, kalbine getirirken haykırmıştı.

 

“Tüm Mardin duysun, Aziz’in yüreği bir tek sen diye inler anca!”

 

Bir kaç tur devam ederken Aziz Ağa düğünün geri kalanını hep sevdiği kadınla karşılıklı oynarken geçirmişti .

 

Bir ara Elif ve Kerim’de onlara eşlik etmişti.

 

Düğün ilerleyen saatlerinde hiç beklenmedik bir misafir teşrif etmişti.

 

Xece hanımın yürek sızısı, yazgısının kara lekesi Aziz Ervaji tüm ihtişamıyla geldiği düğünde gözleri bir tek yeri kilitlenmişti.

 

Yılların kederini taşıyan yüzüne derin çizgilerin içinde hapsolmuş kin ve nefretle baktı kadına.

 

Kaderine ah etti, kaderinin oyunları bitmiyordu. Sevdiğ

inin ismini taşıdığı evladının davetiyle geldiği düğünde gözleri hep olduğu gibi ihanet etmiş ilk mühürlenmiş sevdasına kilitlenmişti.

 

Xece hanım yılların getirdiği acılarla çok iyi rol yapmayı öğrenmişti, uygularını saklamıştı ustalıkla.

 

Az sonra sevdiğinin yanında oğlu belirdi. Öyle bir bakışı vardı ki yüreğine ansızın bir sızı düşürmüştü.

 

“Belki de tüm nefretim, en çok sana benziyor oluşudur.”

 

Bölüm : 12.04.2025 11:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...