39. Bölüm

28 bölüm part 3

Avin Mirza
avinmirza12

Kapı arkasında kalan dünya susarken, içlerinde yıllardır biriken özlem ses buldu. Ayşe’nin sırtı hâlâ duvara yaslıydı, ama bedeninin her teline Azîz’in dokunuşu değdiğinde, o duvar da eridi sanki. Azîz, onun boynuna kapanmışken, Ayşe’nin parmakları saçlarına gömüldü, onu daha da yakınına çekti. Dudakları, göğsünün kıyısından aşağı süzüldü, her iz bıraktığında Ayşe’nin vücudu titriyordu.

 

Azîz, onu kollarına aldı; bir dokunuşla, hiçbir kelimenin anlatamayacağı kadar sahip çıktı. Ayşe’nin elbisesi, bedeni terk ederken bir ipek gibi süzüldü yere. Geriye yalnızca sıcak teni, açık arzusu ve gözlerinde kıvılcımlanan sevda kalmıştı.

 

Azîz’in gömleği Ayşe’nin sabırsız parmaklarıyla açılırken, düğmeler savrulup gitti; aralarındaki her engel bir bir eksildi. Kalçaları Azîz’in beline dayanmışken, vücutları birbirine yapıştı. Ayşe’nin nefesi, Azîz’in kulağına ulaştığında bir fısıltıdan çok daha fazlasını taşıyordu içinde: "Beni al... şimdi, burada."

 

Yatak, onları beklemiyordu; onlar yatağı çağırdı. Ayşe, Azîz’in kucağında yatağa bırakıldığında, aralarındaki çekim neredeyse dayanılmaz hale geldi. Ayşe’nin göğüsleri Azîz’in dudaklarına değdiğinde, zaman gerildi. Dudaklar, her kıvrımı öptü; dil, her boşluğu tanıdı. Ayşe, bacaklarını daha da açtı, Azîz’e tamamen teslim oldu.

 

Birleşmeleri ani olmadı; Azîz, içine ağır ağır girdi. Ayşe’nin dudaklarından çıkan ses, mahremin diliydi. Her hareket, daha derine, daha yakın bir yere dokundu. Azîz, sadece bedenine değil, yüreğine de nüfuz etti o gece. Her seferinde biraz daha hızlı, biraz daha sert, ama hep sevgiyle...

 

Ayşe, onun adını sayıklarken, Azîz gözlerini ondan hiç kaçırmadı. Parmakları saçlarına karıştı, sırtına indi, kalçasına sarıldı. Tenleri terle karıştı, gövdeleri birbirini öğütür gibi birbirine yaslandı. Ayşe, her kıvrımında yanarken, Azîz onu yeniden yazdı; sanki Ayşe, o gece yeniden doğdu.

 

Zirveye ulaştıklarında, Ayşe’nin sesi odayı titretti. Azîz de içinde boşaldığında, dudaklarını Ayşe’nin alnına kapadı; sadece bir sevişme değil, adeta bir bütünleşme yaşandı.

 

Sonra sessizlik.

Nefesler yavaşladı. Kalpler hâlâ aynı ritimde atıyordu.

Azîz, Ayşe’yi göğsüne sardı, teni hâlâ titreşiyordu.

Ayşe gözlerini kapattı, yanağını Azîz’in göğsüne yasladı.

 

....

 

Sabahın ilk saatleriyle uyanmadılar; çünkü zaten hiç tam olarak uyumamışlardı. Gece boyu birbirlerine dokuna dokuna, arada fısıldaşarak, bazen susarak ama hep ten tene kalmışlardı. Yorgunluk, yerini o tanıdık sıcaklığa bırakmıştı.

 

Azîz’in eli, Ayşe’nin belinde uyumaya alışkındı; ama bu sabah, parmakları daha kararlıydı. Gözleri hâlâ kapalıyken bile, Ayşe’nin kalçasını buldu, avuçladı. Ayşe, bir iç çekişle kıvrıldı.

 

“Yine mi Azîz…” dedi, sesi uykulu ama dudaklarının kıyısında gizli bir istek vardı.

 

“Seninle uyanmak, bir daha sevmek demek,” diye fısıldadı Azîz, yanağını onun boynuna sürterek. “Hem gecenin hatırası yetmedi... Sabahı da alayım senden.”

 

Ayşe, bir kez daha yenilgiyle inlerken . Azîz onun üzerine eğildi; vücudu tanıdıktı, ama her defasında yeniden mest oluyordu. Ayşe’nin bacaklarının arasına girdiğinde, teninin sıcaklığına karşılık buldu.

 

Bu defa telaş yoktu. Aceleye gerek yoktu. Zaten biliyorlardı birbirlerini; nerede susacaklarını, nerede inleyeceklerini...

 

Azîz, önce Ayşe’nin göğsüne eğildi, ardından karnına, ardından kalçalarının arasına indi. Ayşe’nin nefesi düzensizleşti. Ellerini başının arkasına attı, gözlerini kapattı. Azîz’in dili, arzusunun merkezinde dans ederken, Ayşe’nin bacakları kasıldı.

 

Sonra Azîz yükseldi, dudakları tuzlu ve sıcak. Ayşe’nin gözlerinin içine baktı, bir şey demedi. Sadece girdi.

 

O an, Ayşe'nin nefesi göğsünde tıkandı. Alışıktı ama her defasında farklıydı. Çünkü bu bir alışkanlık değildi; bu, sevmeye doyamayan iki bedenin hikâyesiydi.

 

Azîz hareket ettikçe, Ayşe ellerini sırtında gezdiriyor, nefesiyle onun boynunu yalıyor, bacaklarını beline dolayıp kendine daha da çekiyordu. Bazen sertleşti, bazen yavaşladı. Bazen tek bir noktada sabitlendi, bazen Ayşe’yi her kıvrımından yeniden keşfetti.

 

Ayşe, dudaklarının arasından gelen küçük iniltilerle karşılık verdi her itişe. “Azîz…” dedi tekrar, dudaklarında tüten o tanıdık sesle. “İçimde kal. Böyle kal.”

 

Azîz boşaldığında, başını Ayşe’nin omzuna yasladı. Nefesi hâlâ hızlıydı ama içi sakindi.

 

Ayşe, onun saçlarını okşarken usulca gülümsedi. “Seninle her sabah böyle uyanmak istiyorum,” dedi.

 

Azîz, gözlerini kapatmadan cevapladı: “Ben çoktan uyanmışım... sana.”

 

.....

 

Ayşe, nihayet kocasının kollarından sıyrılıp mutfağa indiğinde, Roje'nin bulaşık başında sessizce durduğunu gördü. Genç kızın narin omuzları hafifçe titriyordu; elleri sabunlu suyun içinde olsa da zihni bambaşka bir yerdeydi. Ayşe adımlarını yavaşlattı. Bir şey vardı bu kızda, ama ne?

 

“Roje... yavrum, sen ne zamandır buradasın? Ben hazırlayacaktım her şeyi,” dedi usulca.

 

Roje başını kaldırmadı. Gözleri dolu doluydu, ama dökülecek cesareti yoktu. Ayşe’ye bakamadı. O tertemiz kadına… ona bacısı gibi bakan kadına… ona ihanet ettiğini düşündükçe yutkunamıyordu bile.

 

“Bir şey yok... sadece yardım etmek istedim,” dedi kısık bir sesle.

 

Ayşe tezgâhın ucuna yaslanıp ellerini önünde birleştirdi. “Sen ağlıyorsun mu Roje?” dedi merakla, gözlerini genç kızın sırtına dikerek.

 

Roje başını iki yana salladı ama sesi titrediğinde gerçek döküldü dudaklarının kenarından:

“Bazen bazı şeyleri unutmak istiyor insan, Ayşe bacım... ama unutmuyor işte… kalıyor içinde...”

 

Ayşe’nin kalbi burkuldu. Yaklaştı, elini Roje’nin omzuna koydu. “Xuşkamin… canını yakan ne varsa, dök içini. Burada kimse sana kötülük etmez.”

 

Roje'nin gözlerinden bir damla yaş aktı. Ama konuşmadı. Konuşamazdı. Çünkü içinde taşıdığı sır; Ayşe'nin yıllardır beklediği evladı, bir annenin duası, bir kadının masum neşesiyle oynuyordu. Ve o bu oyunun sessiz, mecbur kalmış bir parçasıydı.

 

Roje'nin dudakları aralandı, ama yine suskunluk döküldü. İçinden haykırmak geçti:

"Senin kaynanan bana, 'Ağrı kesici bu, ver Ayşe’ye, yoksa yine bayılır' dedi. Ama o kutunun içinde… senin evladını almaya gelen o sessiz zehir vardı. Ve ben verdim Ayşe bacım… verdim..."

 

Ama diyemedi.

Sadece başını eğdi.

Ve su, ellerine değil; yüreğine değiyordu sanki.

 

Ayşe, Roje'nin yüzündeki solgunluğa bir kez daha baktı. İçinden bir ses, bu sessizliğin basit bir hüzünden ibaret olmadığını fısıldıyordu. Elini Roje’nin ıslak ellerine uzattı, parmaklarını nazikçe sıktı.

 

“Roje... xuşkamin, senin kalbinin içinde bir fırtına var ama sen bana hâlâ rüzgâr bile göstermiyorsun. Nedir bu yük? Kimin günahı bu gözyaşları?”

 

Roje titredi. Bir an Ayşe’nin gözlerinin içine bakacak gibi oldu ama cesaret edemedi. Onun sıcaklığıyla yan yana durmak, utancını daha da büyütüyordu.

 

Yüreği feryat ederken dili lal olmuştu genç kızın söyleyeceği an Xece hanımın gazabına uğramaktan çok korkuyordu.

 

Dudakları açıp kapandı tüm sözler yağlı urgan misali diline dolandı .

 

Ayşe kızın suskunluğu karşısında iyiden iye endilenmeye başlarken.

 

"Roje'm xuşkamin iyisin sen de hadi bana neyin vardır."

 

Roje bakışlarını yerden kaldırıp ablası yerine koyduğu Ayşe 'ye bakarken.

 

Genç kız çekmeceden bir ilaç çıkarıp Ayşe'ye uzatırken :

"Abla al iç iyi gelir"

 

Ayşe tereddütsün alıp içerken ona yapılan büyük oyundan bir haberlerdi.

 

Ayşe hapı yuttuğu anda, içindeki huzursuzluk büyüyordu; kalbi sıkışıyor, nefesi daralıyordu. Mutfaktan ağır ağır çıktı, adımları sessiz ama bir o kadar da derindi. Koridorun loş ışığında gölgesi duvarlara düzensiz vuruyordu. Yüzünde anlam veremediği bir yorgunluk, gözlerinde hafif bir bulut vardı.

 

Ayşe’nin ardından, mutfağın kapısı ağır ağır açıldı. Xece Hanım içeri girdiğinde, yüzünde sert ve soğuk bir ifade vardı. Gözleri Roje’nin üzerine kilitlendi; o bakışlarda yılların baskısı, korkusu ve öfke vardı. Mutfakta sessizlik hâkimdi; sadece saatlerin tiktakları, gerilimi daha da derinleştiriyordu.

 

Roje, ellerini sabunlu sudan çekmiş, sessizce yere bakıyordu. Xece Hanım’ın varlığı odanın havasını değiştirmiş, genç kızın omuzlarına binen yük daha da ağırlaşmıştı.

 

Ağırca çekmeceden Xece hanımın verdiği ilacı çıkarıp Ayşe'ye uzatırken gözlerini kaçırmıştı.

 

Ablasının gözlerinde ki mahkumiyetim onun omuzlarına ağır bir yüktü çünkü.

 

"Abla al bu ağrı kesiciyi iyi gelir "

 

Ayşe hapı yuttuğu anda, içindeki huzursuzluk büyüyordu; kalbi sıkışıyor, nefesi daralıyordu. Mutfaktan ağır ağır çıktı, adımları sessiz ama bir o kadar da derindi. Koridorun loş ışığında gölgesi duvarlara düzensiz vuruyordu. Yüzünde anlam veremediği bir yorgunluk, gözlerinde hafif bir bulut vardı.

 

Gidişiyle birlikte, sanki mutfakta bir perde değişti. Hava ağırlaştı, zaman yavaşladı.

 

Mutfak kapısı ağır ağır açıldı. Xece Hanım içeri girdiğinde, yüzünde taş gibi sert bir ifade vardı. Gözleri Roje’nin üzerine kilitlendi. O an, Roje’nin yüreği boğazına düğümlendi. Xece'nin varlığı, taş duvarlı odanın içini buz gibi doldurdu.

 

Sessizce süzüldü içeri. Topuklarının zemine her vuruşu yankı gibi yayıldı.

 

Roje, sabunlu sudan ellerini çekti. Parmakları solgun, tırnaklarının dipleri kızarıktı. Başını kaldırmadı, cesaret edemedi. O gözlerle karşılaşmak, hem suçunu hem çaresizliğini kabullenmekti.

 

Xece Hanım yavaşça yaklaştı. Gözleri hâlâ Roje’nin ellerindeydi. Soğuk sesi o ağır havayı daha da keskinleştirdi:

 

“Verdiğin hapı içti mi?”

 

Roje, başını eğdi. Nefesi düzensizdi. Dudakları kıpırdadı ama bir şey diyemedi. Sessizliği bir itiraf gibiydi.

 

Xece Hanım hafifçe burnundan soluyarak yaklaştı. “Unutma,” dedi tıslayarak. “Senin yerin benim gölgemdir. Oradan çıkarsan... gölge değil, hedef olursun.”

 

Roje’nin içi titredi. Sanki mutfakta değil, bir uçurumun kenarındaydı. Gözlerinden bir damla yaş daha düştü. Ama ağlamadı. Sadece başını eğdi, utancını ve korkusunu ellerinin arasına gizledi.

 

Saatin tik takları yeniden duyuldu.

Mutfakta, ihanetin, korkunun ve suskunluğun yankısı kaldı.

 

Xece Hanım hafifçe burnundan soluyarak yaklaştı. “Unutma,” dedi tıslayarak. “Senin yerin benim gölgemdir. Oradan çıkarsan... gölge değil, hedef olursun.”

 

Roje’nin içi titredi. Sanki mutfakta değil, bir uçurumun kenarındaydı. Gözlerinden bir damla yaş daha düştü. Ama ağlamadı. Sadece başını eğdi, utancını ve korkusunu ellerinin arasına gizledi.

 

Bir anlık sessizlik oldu.

 

Sonra bir fısıltı gibi, ama içeriden kopan bir çığlık gibi yükseldi sesi:

 

“Susmuyor… vicdanım susmuyor!” dedi titreyen sesiyle. “Yapmayın bana… ne olur, yapmayın artık!”

 

Sesi çatladı, gözleriyle Xece Hanım’a değil, kendi içine yalvarıyordu sanki. “Her gece, Ayşe bacımın yüzü geliyor gözümün önüne. Ben ne zaman güleyim desem, onun gülüşü boğazımda düğüm oluyor.”

 

Ellerini başına götürdü, saçlarını kavradı sanki bir şeyleri bastırmak ister gibi.

 

“Ben istemedim... ben sadece kurtulmak istedim. Ama şimdi o hapı verdiğim ellerimle yaşayamıyorum! İçim çürüyor... siz görmüyorsunuz ama ben her gün biraz daha ölüyorum!”

 

Xece Hanım'ın gözleri daraldı, ama bir şey demedi. Sadece baktı, o bakışta acıma yoktu. Emre itaat etmeyen bir piyonun ilk çatlağına tanıklık eder gibiydi.

 

Roje'nin dizlerinin bağı çözüldü, tezgâhın kenarına tutunarak ayakta

kalmaya çalıştı.

 

Mutfak artık yalnızca bir oda değil, günahın yankılandığı bir mahkeme salonuydu.

 

Ve hüküm vicdan tarafından çoktan verilmişti.

  

 

Bölüm : 08.06.2025 23:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...