
Ayşe, Aziz'in ayağını usulca kaldırıp altına yastığı koyarken, yüzü buruş buruş, dili ise durmak bilmiyordu:
"Ramazan boyunca azgın teke gibi dolanırsan, Allah da böyle çarpar işte, Aziz Ağa!"
Aziz hafifçe kaşlarını kaldırdı. "Teke deme Ayşe, Allah aşkına..."
Ayşe dikeldi, ellerini beline koydu.
"Ne diyeyim? Mübarek ayda akşam ezanı okunmadan gözü sofrada değil, karısında olan adama ne denir ha? Üç gün daha sabretsen cennetliktin belki... ama yok!"
Aziz başını hafifçe yana çevirdi. Gülmemek için dudaklarını ısırdı. Ama Ayşe durmuyordu:
"Zurnayla kadın mı çağırılır be adam! Hayır, ben sana ne dedim? 'Ramazan bitmeden elini bile sürme' dedim mi? Dedim! Peki sen ne yaptın? Bayram sabahı kendini davul eşliğinde avluya saldın!"
Aziz gözlerini kapadı, iç çekti.
"Ayşe... ben sadece seni özledim."
Ayşe bir an sustu. Sonra yastığın köşesini düzeltti, ama ses tonu hâlâ dikenliydi:
"Özleyen adam oturur dua eder, avluda göbek atmaz Aziz Ağa! Yani senin aşkınla taş yerinden oynar ama sen taşta tökezleyip ayağını kırarsın. Bu da kaderin ince ayarı olsa gerek."
Aziz hafifçe tebessüm etti, gözlerini açmadan mırıldandı:
"Sen böyle söylenince, acısı da geçiyor sanki..."
Ayşe'nin dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme kıpırdadı. Ama hâlâ dik duruyordu.
"Acı geçer... ama ben bu hikâyeyi ömür boyu anlatırım. Torunlara kadar gider bu mesele, bilmiş ol!"
Aziz gözlerini hafifçe araladı, ciddi bir ifadeyle:
"O vakit torunlarımız da bilsin ki... Ayşe'siz geçen Ramazan, kuraklıktır."
Ayşe kısa bir kahkaha attı. "Yalancı!"
Ama sonra başucuna oturdu, elini Aziz'in eline koydu.
"Bir daha kendini böyle yere serersen, seninle değil, Allah'la hesaplaşırım. O kadar korktum ki... bir an ne kalbin kaldı gözümde, ne o ağırbaşlı duruşun."
Aziz hafifçe başını Ayşe'ye çevirdi.
"O zaman ben en çok senin gözünde kalayım, Ayşe."
❅──────✧❅✦❅✧──────❅•
Günler, aylar birbiri ardına düştü.
Zaman, sabır gibi susarak aktı.
Mardin’in taş sokaklarında yankılanan ses hep aynıydı:
"Çocuk yoksa, ağırlık yoktur..."
Ağalar meclisinde söylenen bu cümle, bazen kahve telvesinden çıkmış gibi, bazen de kırık bir duvar taşına kazınmış gibi yinelendi durdu.
Ama Aziz Ağa’nın ne itibar ne de ağırlık derdi vardı.
O, insanların dilinden değil, alnından okunan bir saygının taşıyıcısıydı.
Yine de Mardin’in suskun duvarları başka şeyler fısıldıyordu bu sabah.
Oda, sabahın ilk ışıklarıyla loş bir sessizliğe gömülmüştü. Tül perdelerin ardından sızan güneş, yere ince çizgiler düşürüyor, duvarlarda dalgalı gölgeler geziniyordu.
Hava ağırdı; sanki taş duvarlar bile konuşacak kadar doluydu. Ayşe, kucağındaki örgüyü bırakmış, gözlerini pencereye dikmişti. İçinde sustukça büyüyen bir şey vardı; adı konmamış bir burukluk, sesi bastırılmış bir haykırış gibi.
Tam o sırada, kapının eşiğinden usulca bir ses duyuldu.
"Hanım, Xece Hanım sizi çağırıyor," dedi sessizce.
Ayşe'nin kalbi yavaşça sıkıştı.
Örgüsünü usulca kenara bıraktı,
bir şey demeden başını sallayıp ayağa kalktı.
Adımlarını yere basarken içindeki kız çocuğunun sesi yankılandı:
“Yine mi ben susturulacağım?”
O, konağın geliniydi belki.
Ama bazen, bu taş duvarların içinde hâlâ bir çocuk gibi elinden çekilen, sesi kısılan, yüreği ötelenendi…
"Tamam, Fatma. Hemen gidiyorum," diye mırıldandı.
Fatma kapıyı usulca kapattıktan sonra.
Ayşe, konağın taş merdivenlerinden ağır ağır çıktı.
Her basamakta, geçmişin yankısı duyuluyordu sanki.
Küçükken tırnaklarını sıyırarak tutunduğu o taş korkuluk, şimdi bile avucunun içini yakıyordu.
Duvarlar, o eski günlerin fısıltılarını gizliyordu.
Xece Hanım’ın odasının önünde durduğunda, kalbinin sesi ayak seslerini bastırıyordu.
Bir an durdu; içinden derin bir nefes aldı.
Kapının tokmağına uzanırken eli titredi.
Kapıyı tıklatmadan açtı.
Zira bu evde onun izin istemesine gerek duyulmazdı; o zaten hep izinli suskunluklardaydı.
Xece Hanım sürmeli gözlerini gelinine dikerken ses tonu iğne gibi saplandı Ayşe'nin içine.
Bakışı sertti; sesi sanki taş kesilmiş yılların içinden çıkıp gelmişti.
“Bu evin duvarları neden sessiz biliyor musun?” dedi.
“Çünkü içinde çocuk sesi yok.
Kadınlık, gelinlik… hepsi güzel de,
bir odaya çocuk girmemişse, orası hâlâ eksiktir.”
Ayşe'nin yutkunduğunu bile fark etmedi; boğazında bir şey düğümlendi.
O an, sadece ellerinin titrediğini hissedebildi.
Xece gözünü kaçırmadan devam etti:
“Kabul et Ayşe…
Sen bir evlat veremedin Aziz’e.”
Ayşe'nin yutkunduğunu bile fark etmedi; boğazında bir şey düğümlendi.
O an, sadece ellerinin titrediğini hissedebildi.
Xece, başını yana eğerek yaklaştı. Ağır ağır konuştu, her kelimesi Ayşe'nin göğsüne taştan dökülüyordu.
"Bu konağın kuralları vardır Ayşe. Erkek evlat görmemiş kapının kilidi zayıf olur. Ağa da sabreder sabreder... sonra dönüp ardına bakar."
Ayşe'nin içi çekildi. Aziz'in sevgisiyle ayakta durduğu her yer birden sarsıldı.
Sesi titreyerek çıktı:
"Aziz öyle bir adam değil... O beni çocuk için değil, kendim olduğum için sevdi."
Xece Hanım kısa bir kahkaha attı.
"Ah Ayşe... Sevgiyle dönen dünya olsaydı, burası bu kadar karanlık olur muydu?,"El âlem neye bakar, bilir misin? Soya. Kanda ne var, kimden var. Senin kanından bir filiz yeşermedikçe, bu konakta ne yerin sağlamdır ne de adın bu yüzden kuma gelecek veremediğin evladı o verecek"
Ayşe ayağa kalktı. Dizlerinin bağı çözülmek üzereydi ama durdu. Gözlerini yerde tuttu.
Titrek ama kararlı bir sesle konuştu:
"Aziz istemez yapmaz bakmaz benden başkasına."
Xece'nin yüzü bir anlık dondu. Ardından gözlerini kısıp hiddetle konuştu:
"Aziz, senin gözyaşına kıyamaz. Ama ben... ben bu kapının itibarına bakarım. Ve bir gün o da bakmak zorunda kalacak."
Ayşe, içini çeken bir solukla arkasını dönüp kapıya yöneldi. O anda içinden geçen tek cümle, dudaklarında sessiz bir dua gibi gezindi:
....
Ayşe'nin içindeki umut, her geçen gün biraz daha eriyip yok oluyordu. Anne olma arzusu yüreğini kavuruyordu, canından can, sevdiğinden bir parça istiyordu.
Ama olmuyordu.
Rahmi, boşluğun tam ortasında asılı kalmış bir sessizlik gibiydi.
Ağalar, çocuk meselesini daha da dillendirir olmuştu.
Ayşe, elinde tuttuğu çubuğa uzun uzun baktı. İç çekişi, odanın duvarlarında yankılandı. İçinde kopan fırtınaların tarifi yoktu.
Olmamıştı.
O beyaz çubukta beliren tek çizgi, umutlarının son kırıntısını da silip süpürmüştü.
Gözleri sızladı.
Sanki içinden bir dal kırılmıştı da, sesini kimse duymamıştı.
Gece çökmüştü.
Aziz, avluda sessizce oturuyordu. Gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıvamış, gözlerini yıldızlara dikmişti. Ayşe kapıdan süzüldü. Gözleri hâlâ kızarık, elleri hâlâ titrek.
Yanına oturdu sessizce. Bir şey demedi. Bir süre yalnızca sessizlik paylaştı ikisi de.
Karısının her halini hüznünüde acısınıda hissederdi Aziz Ağa karısının durgun halinden birşeyler olduğunu anlamış elini çenesine koyup başını çevirdi.
Gördüğü gibi baharı kışa düşmüştü.
"Ayşe... "dedi kısık bir sesle.
Ölürdü sevdiğinin akıttığı her bir damlada boğulurdu Aziz Ağa.
"Ne oldu yine?"
Ayşe bir süre sustu. Dili, kalbindeki yükü taşıyamıyordu sanki. Sonra kelimeler kırık dökük döküldü dudaklarından:
" Olmamış Aziz..."
" Yine olmamış...""
Bir anda boğazı düğümlendi. Başını eğdi. O güçlü, dimdik kadın gitmiş; yerine kırılmış, suskun bir gölge kalmıştı.
Aziz, ellerini Ayşe'nin ellerine uzattı.
" Ayşe... Biz bir çocuktan ibaret miyiz? Ben seni böyle sevmedim ki. Gözün güldüğü için, bana baktığında içim huzur bulduğu için sevdim seni. Annelik... olur ya da olmaz. Ama sen varsın, ya bu yetmez mi?"
Ayşe gözlerini kaçırdı.
"Yetmez Aziz. Bana yetmiyor."
" Ben... eksik hissediyorum kendimi. Kırık, boş, yetersiz..."
Aziz sarıldı ona. Sıkıca.
Sanki bütün kırıkları, suskunlukları, iç çekişleri o sarılışla onarabileceğini sanıyordu.
Ama bazı kırıklar vardı, insanın kendi içinde, kimseye anlatamadığı...
İşte o kırıklarla yaşamayı öğrenmekti mesele.
"Bana yeter kırlangıç sen olduğun vakit bana herşey yeter"
──────✧❅✦❅✧──────❅•
Ertesi sabah, konağın avlusu alışıldık sessizliğine gömülmüştü.
Lakin bu kez duvarların dili vardı, geceden kalan sözcükler taşlara sinmiş gibiydi.
Ayşe, elinde bir bardak demli çayla avluya indi. Gözlerinin altı hâlâ yorgun, ama kalbi sakindi.
Gözleri tan yeri gibi açılıyordu artık ,ağır ama aydınlığa kararlı.
Aziz çoktan çıkmıştı. Bahçede işçilere bir şeyler anlatıyor, elleriyle göstererek talimat veriyordu. Ayşe onu izledi bir süre. Ardından arkasında bir ses belirdi:
"Hanımım... Xece Hanım sizi yine odasına çağırıyor."
Fatma'ydı bu. Gözleri yere bakıyordu. Sesi çekingen. Ellerini önlüğünün ucunda buruşturuyordu.
Ayşe'nin içi ürperdi. Ama bu kez titremedi. Bardaktaki çayı bir yudumda bitirdi, usulca "Tamam Fatma abla" dedi. Sesinde ne sitem vardı, ne acele. Sadece hazır bir kalbin dinginliği.
Avludan çıkarken, adımları dün geceki gibi kırılgan değil, kararlıydı. Çünkü artık bir karar vermişti:
Kendi sevgisini, kendi kıymetini ezdirmeyecekti.
Artık kendine ihanet etmeyecekti.
Ayşe, konağın taş döşemelerinde ağır adımlarla yürürken, her taş sanki kalbindeki bir bağı koparıyordu. Elbisesinin etekleri yere sürtünüyor, gökyüzündeki gri bulutlar gibi bir hüzün taşıyordu üzerinde. Ama yüzünde bu kez başka bir şey vardı: Sabırla yoğrulmuş bir cesaret.
Boyun eğmeyen bir sevdanın bakışı.
Xece Hanım, sedirde oturuyordu. Elinde tespihi vardı, ama taneler dönmüyordu. Gözleri Ayşe'yi görünce kaşlarını çatmadı, gülümsemedi de. Sadece bekledi.
Sanki yıllardır kapatılmamış bir defterin son satırını okur gibi...
Ayşe, başını eğmeden durdu karşısında. Ne diz çöktü, ne de boynunu büktü. Gözleri gözlerine değdiğinde, sessizlik tok bir çarpışmaya dönüştü.
"Beni çağırmışsınız Xece hanım," dedi Ayşe, sesi ne yüksek ne alçak. Olduğu gibiydi.
Xece tespihini bıraktı.
"Konuştun mu Aziz'le?"
Ayşe başı dik bir şekilde: "Konuşacak bir şey yoktu."
Xece, Ayşe'nin sözlerini sindirmeye çalışırken, gözlerinde yılların sertliğiyle örülmüş bir öfke vardı. Ama bu kez karşısındaki genç kadının gözlerinde alıştığı çekinikliği değil, kora dönüşmüş bir sabrın ışıltısını gördü.
"Bak sen... El kadar kız, ateş olmuş, önüne geleni yakıyor şimdi ha?"
Ayşe, gözlerini devirmeden yanıtladı:
"Çünkü artık kül olmaktan vazgeçtim."
Xece Hanım işaret parmağını geline salayıp: "Unutma bu konakta gelin olmak kolay değil. Hele de evlatsızsan..."
Ayşe bir adım yaklaştı.
"Ben bu konağa on yedime basmadan gelin geldim. Elimdeki bez bebeği alıp yerine gerçeğini koymak istediniz. Hastayım diye yapmadığınız eziyet kalmadı. Bir sevdama tutundum... Onu da çok gördünüz."
Gözleri bir an yaşardı ama düşmesine izin vermedi.
"Her gece rüyamda bir bebek ağlamasıyla uyandım. Ama sabah olunca o sessizlik bana hep sizin sesinizle döndü."
Xece'nin gözleri daraldı.
"Sevdayla gelenin sonu ya kederdir, ya da sessizlik. Bu konak sevdayla dönmez Ayşe. Töreyle döner. Ve törede evlatsız gelin... bir gün gözden düşer."
Ayşe başını eğmedi. Sadece ellerini kenetledi. Sonra usulca konuştu:
"Ben evlat doğuramadım... lakin doğurmayacağım anlamına gelmez. Sevdamı sizin ve törenizin gölgesinde yok etmenize izin vermem. Ben o hor gördüğünüz, besleme diye oğlunuzun koynuna koymaya kalktığınız küçük kız değilim artık."
Xece gözlerini kıstı.
"Ne demek bu şimdi?"
Ayşe'nin sesi titremedi.
"Ben bu evin kadınıyım. Aziz'in sevdiğiyim. Siz kabullenmeseniz de bu böyle. Kuma getir demeye kalkmayın. Çünkü izin vermem. Ne Aziz ister, ne de ben kaldırırım."
Xece ayağa kalktı. Sırtını dikti.
"Sen kimsin de bu lafı ediyorsun bana?"
Ayşe bir adım daha yaklaştı.
"Ben, oğlunuzun sevdiği kadınım. Oğlunuzun uğruna göze aldığı her şeye değer gördüğü kadınım. Ve ben, artık kendime saygı duymayı öğrenmiş bir kadınım."
O an, odadaki hava ağırlaştı. Tavan sanki biraz daha çöktü, duvarlar sessizce tanıklık etti bu meydan okumaya.
Xece bir süre sustu. Sadece gözlerini Ayşe'nin gözlerinde tuttu. Ardından alayla başını eğip şöyle dedi:
"Bak sen... Diken bile çıkmış elinin gülü olmuş..."
Ayşe dönüp kapıya yürüdü. Ardından bir cümle bıraktı ardında, bir hançer gibi:
"Bazen bir kadını çocuk değil, bir adamın sevgisi büyütür, Xece Hanım. Bunu siz bilmezsiniz."
Kapıdan çıktığında ayakları titriyordu ama yüreği ilk kez yere değil, kendi ellerine dayanıyordu.
Ayşe çıkarken, dizlerinin bağı çözülse de yüzünde bir zafer vardı. Ve o an anladı:
Bir kadının en büyük gücü, ne doğurduğu çocukta ne de sustuğu gözyaşındaydı...
Asıl güç, kendi kalbini tutmayı öğrenmesindeydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 74k Okunma |
5.43k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |