
"Sana gelen yıllarıma mayınlar döşediler lakin yüreğime prangalar atmaya cesaret edemediler"
İYİ OKUMALAR
Xece Hanım, abisine yaşarken kavuşamamıştı.
Lakin ölünce, toprağına kavuşmak nasip olmuştu.
Tek vasiyeti, abisinin yanına gömülmekti.
Yaşarken ona dağ olan adamın soğuk toprağı, ölümünde yuvası olmuştu.
Koca bir kalabalığın içinde, zalim olarak anılarak gömülmüştü.
Geride ahları değil, hırsına kurban ettiği kurbanları bırakmıştı.
Yaşamak kolay olmamış, ölmek ise çok basit olmuştu.
Ali Yıldırım, sevdiği kadının ardında tek bir suçlu arıyordu.
Azîz Ağa...
Evladı olan ama hiçbir zaman evlat bilip bağrına basmadığı,
Her baktığında en büyük düşmanının siluetini gördüğü,
Adını anınca karısının geçmiş sevdasını hatırladığı adam.
Karısının beyaz güllerle süslenmiş mezarında, bir başınaydı.
"Çûyinê ne li te xweşik bû, jinê
Tu Mezopotamyayê bûyî
Berxwedan li te xweşik bû."
"Gitmek yakışmadı kadın,Mezopotamya sendin...Direnmek yakışırdı sana."
Ona yaklaşan adım seslerini duyunca bile,
İçinden dönüp bakmak gelmiyordu Ali Ağa'nın.
"Kaybettik Ali Ağa...İkimiz de sevda uğruna verdiğimiz savaşta mağlup olduk.
Sen sevmeyi,Ben sevilmeyi başaramadım."
Susmuştu Ali Ağa.
Normalde kalkıp silah çeker, "Niye geldin?" diye hesap sorardı.
Ama yapmadı.
Yaşarken saygı duymadığı sevdiğine, bari ölünce saygı duymak istedi.
Aynı kadına aşık iki adamın savaşı,
Kadın ölünce bitmişti.
Aziz Ervaji derin bir nefes alıp verdi:
"Değdi mi Ali Ağa?
Hırsın uğruna onu zalim etmene değdi mi?"
Ali Ağa, kızaran gözlerini en büyük düşmanı Aziz Ervaji'ye dikti:
"Kavuşmak en kolayıymış Ağa...meğer zor olanı, son nefesini verirken dayanmakmış.
Değdi mi diyorsun?
Hiç değilse ölürken bile baktığı son gözler benimkilerdi."
Sadist duygularını gizleme gereği duymadan ayağa kalktı,
Aziz Ervaji'nin karşısına dikildi:
"Değdi Aziz Ağa.Yine olsa, yine yapardım.
Belki de daha fazlasını...Yeter ki son nefesi, nefesim olsun."
Ardında yalnızca bir mezar taşı ve affedilmemiş yaralar kaldı.
Geriye dönüp bakan olmadı.
──────✧❅✦❅✧──────❅•
Xece Hanım, hiçbir zaman sevmedi Aziz'i.
Oğlunu değil, yükünü...
Yıllar boyunca gözlerinde bir başka hayatın özlemi vardı;
sevgisiz, mesafeli, kırgın...
Aziz Ağa büyüdü, kalbinde anne sevgisi değil,
suskunluk ve hasret taşıdı.
Her kapı çaldığında, her umut aradığında,
daha çok yalnızlaştı.
Xece Hanım'ın ölümünden sonra haftalar geçti.
Ama şehir, kapılar, insanlar hiç değişmedi.
Hâlâ aynı sözler dönüyordu kulağında:
"Ali Ağa'm barındırmaz bizi..."
Ve o, her şeye rağmen,
bir umutla, yorgun adımlarla dolaşıyordu sokaklarda.
Bir anne sevgisi ararken,
kendini kendi kaderine teslim etmişti.
Koskoca Mezopotamyaya Azîz ve Ayşe'nin bir lokması çok gelmişti.
Elif Aziz Ağa'nın karşına geçip elinde ki zarfı uzatmıştı abisi yerine koyduğu bugün bir yuvası var ise sayesinde kurduğu adama.
Bik zalime gelin gelmişti yıllar önce kardeşine can olmak için canını sökmüşlerdi lakin Aziz ağa Elif'i kardeşi bilmemiş koruyup kollamıştı.
Çünkü kuzenin nasıl bir pislik olduğunu biliyordu Elif'in kardeşinin tedavisi için katlanmıştı onca eziyete .
Aziz el uzattıkça Yusuf kinlenmiş olur olmadık iftiralar atmaya kalmıştı kuzenine lakin Aziz ağayı bilen bilirdi .
Aziz ağa sırf Elif yaşadığı eziyetten kurtulsun diye bütün tedavi parasını ailesine ulaştırsın diye Elif'e vermişsede .
Ulaştıramadan kardeşi son nefesini vermişti kader ya kardeşi ablasının hasretiyle son nefesini verirken Elif kumasının evladı için mevlüt hazırlığı yapmıyordu.
Aziz Ağa, uzatılan zarfa anlamsızca baktı;
"Bu ne abim?" diye sordu, sesi kırılgan ve ağırdı.
Elif'in gözleri dolmuştu;
parayı yetiştiremeden, kardeşi son nefesini vermişti.
Başını gökyüzüne kaldırdı;
sanki orada, uzaklarda kaybettiği kardeşini arar gibi,
kederle gülümseyerek tekrar Aziz Ağa'ya baktı.
"Olmadı abi, yetişemedim."
Aziz Ağa, Elif'in acısını, yükünü derinden hissetti.
Yüreği sızladı; kelimeler boğazında düğümlendi.
Bir an sessizlik çöktü aralarına,
zamana, yaşananlara inat bir hüzünle dolu.
O an, iki yürek susarak anlaştı;
söylenmeyen tüm sözler, gözlerin içindeki çaresizlikte gizliydi.
İkisinin yarasında ki mahcubiyet yetişemeyeşin acizliği vardı omuzlarında.
Biri evladına diğeri ,kardeşine zalimlere heba olmuş iki canın hasreti .
"Olmaz abim o senin paran "
Azîz dönüp baktı.
Zarfa değil, Elif'in gözlerine.
Sonra başını iki yana salladı.
"Elif... yapma."
dedi sadece.
Elif gülümsedi.
İnce, yaralı bir gülümseyişti o.
Elindeki zarf hâlâ havadaydı.
"bırakta bir gün ben sana kardeşlik edeyim "
Elif, gözlerini Azîz'in gözlerine dikti,
sessizce, ama yürekten konuştu:
"Bu topraklarda sevmek can yakıyor abi...
Gidin, sadece size ait bir dünya olsun."
Azîz sustu,
birden ağır bir hüzün çöktü omuzlarına.
Sanki yılların yükü bir nefes gibi indi göğsüne.
Elif, "Tut sevdiğinin elinden gidin abi... Burda kaldıkça sevdaya değil, kendinize zulmediyorsunuz," dedi usulca.
Sesi, içini çekerek ağlayan bir rüzgâr gibiydi. Ne bağıra biliyordu, ne de susabiliyordu artık.
"Burda kaldıkça kalbiniz de toprak gibi sertleşiyor. Sevdiğiniz kadına değil, bu toprağın kanunlarına benziyorsunuz. Töre sizi sizden ediyor abi..."
Azîz başını eğdi.
Bir şey demedi.
Gözleri doldu. Ama dökülmedi. Çünkü bu topraklarda ağlayan bir erkek ya susar ya da ölür.
Elif yavaşça zarfı Azîz'in avucuna bıraktı.
"Ben senden sadece bir şey istiyorum," dedi.
"olurda bana bana birşey olursa sevdiğim adamın ardımdan yas tutmasına için verme"
Azîz'in gözleri bu kez dayanamayıp kıyıdan kıyıdan doldu.
Bu cümle, diğerlerinden farklıydı.
Yalnızca hüzün değil, uğursuz bir vedanın kokusu vardı içinde.
"Elif... öyle deme," dedi.
Sesi kısık, neredeyse çocukça bir yalvarış gibiydi.
"Senin yükünü ben sırtlandım bir kere.
Sakın ardını bırakıp gitme."
Elif gülümsedi. Kırık bir gülümsemeydi.
Ama içinde kardeşlik, içtenlik ve bir parça veda vardı.
Elif yerinden kalkıp Aziz ağanın elini öpüp alına koyarken.
"Hakkını helal et abim"
Aziz ağa içine işleyen kaybetme korkusuyla kardeşine sarıldı.
"İzin vermem abim kendimi yakarım ama sana birşey olmasına izin vermem"
──────✧❅✦❅✧──────❅•
O konuşmadan sonra Elif sessizce odasına çekildi.
Kimselere fark ettirmeden çekmecesini açtı. Alt kısımlara sakladığı ilaçlara uzandı elleri. Titriyordu.
Gözleri dalgın, bakışları sönüktü.
Birbirine benzeyen şişeleri tek tek eline aldı, tanıdığı acıyı, tanıdığı sessizliği içti.
Çünkü o da kanserdi.
Tıpkı kardeşi gibi...
İllet hastalık her hücresine hücum ediyordu;
etini değil, sabrını tüketiyordu.
Ama Elif ölmekten korkmuyordu.
Asıl yürek yakan...
Geride bırakacaklarıydı.
Geç bulduğu bir adam vardı hayatında.
İnce bakışlarını, zamansız gülüşlerini, ona ilk defa "kadın" gibi bakan gözlerini...
Henüz doyamadığı bir sevgiye veda etmekti içini sızlatan.
"Ben senden önce yıkılırsam..."
diye mırıldandı dudaklarının arasından,
"Sen ayakta kal... Beni değil, hatırımı taşı..."
Lavaboya yöneldi sonra.
Ayakları yavaş, omuzları yorgundu.
Boğazı yanmaya başlamıştı bile.
Elini ağzına götürdü,
birkaç sert öksürükten sonra avcuna damlayan kanı gördü.
Kırmızı...
Korkutucu değil, kabul gibi.
Bir itiraf, bir mühür, bir teslimiyet...
Aynaya döndü.
Karşısındaki kadının gözleri yaşla değil,
veda ile doluydu.
"Sen güçlü kal," dedi aynadaki suretine.
"Ağlamayı değil, susmayı öğrendin zaten...
Şimdi gülümsemeyi de unutma."
──────✧❅✦❅✧──────❅•
Seven sevdiğiyle kalmalı,
sırtını sevdaya kambur etmeliydi.
Azîz Ağa, kambur etmeyi değil,
tüm bir şehre sırtını dönmeyi seçmişti.
Çünkü bazı adamlar kalabalıklarda büyümezdi;
yalnızlıkla sınanır, sevdayla tamamlanırdı.
Ayşe gözlerini kapatıp, başını sevdiği adamın omzuna yasladığında,
dünyada ilk defa kendine yer bulmuş gibi iç geçirdi.
Ne bir konağa aitti o an, ne bir soyada...
Sadece bir adamın omzuna yaslanıyordu .geç kalınmış bütün ömürlerin üstüne...
Araba, geride taş sokakları bırakırken,
Ayşe'nin içinden yalnız bir cümle geçti:
"Bir kadın, bazen gidebildiği için değil,
gidecek bir omzu olduğu için güçlüdür..."
Camdan dışarı baktı. Uykusu hâlâ tam dağılmamıştı ama kalbindeki yük hafiflemişti.
Yanında Azîz vardı. Her şeye rağmen.
Ve bu, bir ömür yetebilirdi insana.
O konuşmadan iki gün sonra, Ayşe'nin sınav sonuçları açıklandı.
Mersin'deki bir üniversite...
Sadece bir şehir değil, yepyeni bir hayat çıkmıştı karşısına.
Bu defa bir konağın değil, kendi emeğinin kapısından girecekti içeri.
Bir hayalin, bir kadının, bir sevdanın sınavıydı bu.
Araba Mersin otağında yanaştığında Azîz Ağa eğilip sevdiği kadının alnına bir öpücük kondurdu.
"Güzelim... Hadi, bak geldik. Uyan," dedi yumuşak bir sesle.
Ayşe gözlerini hafifçe kırpıp etrafa baktı,
"Uykum varr..." diye mırıldandı burnunu çekerek.
Azîz Ağa, küçük karısının haline bakıp içten bir tebessüm etti.
"Bir gidelim eve... Uyursun yine. Hadi kalk bakalım."
Onlar arabadan inerken, akşamın serin rüzgârı yüzlerine vurdu.
Ayşe, hâlâ uykulu adımlarla Azîz'e yanaştı. O da usulca elini tuttu,
sanki o an dünyada sadece o elin sıcaklığı yeterdi ona.
Tekerleklerin toz kaldırdığı yollar,
arkalarında kalan eski bir hayat gibiydi.
Önlerinde ise ne olacağını bilmedikleri,
ama birlikte yürümeye razı oldukları yeni bir yol vardı.
Bu defa kimse karışamazdı.
Bu defa kimse ayıramazdı.
Çünkü bu aşk artık kimsenin hükmünde değildi.
──────✧❅✦❅✧──────❅•
Mahalleye girdiklerinde, küçük sokaklar daraldı, sesler çoğaldı.
Her evin önünde ayrı bir hikâye, her pencerede asılı çarşafların gölgesinde ayrı bir geçmiş vardı.
Kerim'in ailesinden kalan ev, sokak arası bir yerdeydi.
Duvarları kireçle badanalı, pencereleri ferforje parmaklıklı...
Kapısına yaslanmış eski bir kedi, gelenleri süzer gibi başını kaldırdı.
Azîz ile Ayşe, ellerinde valizlerle ellerinde ki kağıda bakıp adresi bulmaya çalışıyorlardı ki
Azîz ağa aniden durdu, karşıdaki eski duvarda büyük harflerle yazılmış yazıyı fark etti:
"Ali Ayşe'yi seviyor"
İlk anlamada sonra kaşlarını çakıp bir kaç kez okudu.
"Kim lan bu Ali nasıl seviyor"
Ayşe önce anlam veremedi Aziz'in duraklamasına. Sonra onun gözlerini takip edip, o duvarda yazılı cümleyi gördü.
"Ali Ayşe'yi seviyor"
Bir an nefesi kesilir gibi oldu. Göz ucuyla Azîz'e baktı. Azîz'in alnı kırış kırış, kaşları birbirine geçmişti. Dudaklarını kemiriyor ama sabit durmuyordu.
"Kim lan bu Ali? Hangi Ali? Nereden seviyor?"
Ses tonu bir tık daha yükseldi. Mahalleye yeni adım atmışlardı ama Azîz mahalleyi çoktan sorguya çekmeye başlamıştı bile.
Ayşe usulca valizi bıraktı yere. Gözlerini devirdi, ama içinde belli belirsiz bir gülümseme kıpırdadı.
"Azîz Ağa, önce evin adresini bulalım da, sonra duvarlarla hesaplaşırız. Belki de çocukça bir yazıdır."
Azîz gözlerini duvardan ayırmadan cevap verdi:
"Çocukça falan değil bu! Harfleri görmüyor musun, bildiğin tutkuyla yazmış. Bir de kalp koymuş yanına! Adam aşkını ilan etmiş, ben hâlâ mahalleye girmedim!"
"Azîz..." Ayşe hafifçe gülümsedi, omzunu silkeleyip ilerlemeye başladı, "benim adım Ayşe diye herkes beni sevecek değil ya."
Azîz valizi çekiştirdi sinirli sinirli.
"Benim karımın adını yazamaz öyle ulu orta! Ayşe'yi sevecekse önce beni geçecek. Ama ben kimim? Azîz Ağa'yım. Geçemez!"
Ayşe kahkahayı bastı,
"Eee o zaman duvara yaz, 'Ayşe yalnız Azîz'i sever' diye. Mahalle anlasın da kıyamet daha erken kopsun."
Azîz ciddi anlamda düşünüp mırıldandı .
"Yazsam mı ki? Renkli sprey bulur muyuz bu saatte?"
Ayşe başını iki yana salladı,
"Mahalleye yeni geldik, ilk kavgayı duvarla yapacaksın ha?!"
.
──────✧❅✦❅✧──────❅•
.
Aziz ağa ve Ayşe Nihayet aradıkları evi bulmuşlardı ama evde uzun süredir kimse olmadığı evin hali pek iç açıcı değildi doğrusu.
Ayşe evin içinde göz gezdirip kocasına dönüp :
"Nereden başlayalım"
Aziz Ağa gözlerini kısmış, kurnaz bir sırıtışla karısını baştan aşağı süzüyordu. Hiç utanmadan:
"Bence ilk önce hasret giderelim"
Ayşe durdu.
Yavaşça döndü, kaşlarını çakıp gözlerini kocasına dikti:
"Bence benle değil koltukla hasret gidermeyi özlemişsin "
Sonra gözlerini kısarak kapıyı işaret etti:
"Bu kapıdan sana ekmek çıkmaz, Azîz Ağa. O fırın çoktan yıkıldı. Sen daha hamuru yoğuramadan unu savurdun."
Aziz ağa
"Buda mı gol değil "
Ayşe kocasının isyanından sonra kıkırdayıp:
"Kaderde hep ofsayt yazılı yapacak birşey yok"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 74.02k Okunma |
5.43k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |