
Not: bebekler bir dahaki bölüm +18 olsun mu ama Ayşe /Aziz ağa özel
Sosyal medya;
Instagram: avin.elif
2. Hesabım: penumbra36
Tıktok: avinmirza12
Şarkı : sezen aksu/ bir çocuk sevdim
✧❅ İYİ OKUMALAR❅
Taş döşeli avluda yankılanan ayak sesleri, bir çocuğun kalbinde kopan fırtınanın habercisiydi. Ali, odanın kapısını çarparak içeri girdi; oyuncaklarını öfkeyle savurdu. Tahta at duvara çarptı, topu tekmeledi; her hareketi, içinde biriken öfkenin dışa vurumuydu.
"Ben piç değilim!" diye bağırdı, sesi odada yankılandı.
Elif, mutfakta yarım kalan işlerini bırakıp koridora süzüldü. Kapının eşiğinde durduğunda, Ali'nin gözlerindeki yaşları gördü; hıçkırıkları, göğsünü sıkıştırıyor, küçücük bedenin acısı her titremesinde Elif'in içine işliyordu.
"Ben piç değilim! Ben piç değilim!" Ali, odada yankılanan sesiyle kendi öfkesini ve çaresizliğini tekrar tekrar haykırıyordu. Her tekrar, Elif'in kalbine bir taş gibi düşüyordu; hastalıktan yorgun düşen bedeni, bu yükün altında eziliyordu.
Dizleri titreyerek oğluna yaklaştı, sesi kırık bir fısıltıya dönüştü: "Oğlum..."
Tam elini uzatacakken Ali, kollarını hızla çekti. "Bana oğlum deme!" diye bağırdı, gözleri öfke ve kederle doluydu. "Sen benim annem değilmişsin! Bana oğlum deme!"
Elif'in boğazına koca bir düğüm oturdu. Yüreği sanki bir el tarafından sıkılıyormuş gibi acıdı. Elleri havada asılı kaldı, çocuğuna dokunamadı. Gözlerinden yaşlar süzülürken tek yapabildiği fısıldamak oldu: "Sen benim oğlumsun"
Ali gözyaşları içinde başını salladı. Küçücük elleriyle yüzünü kapatarak haykırdı: "Sen beni doğurmamışsın! Nasıl doğurmayan kadın anne olurmuş? Söylesene, nasıl?!"
Elif dizlerinin üzerine çökmüş, titreyen ellerini uzatıyordu. Dudaklarından güçlükle döküldü sözler: "Evlatlık rahimden değil, kalpten doğar Ali... Ben seni doğurmadım ama yüreğimden kopardım. Sen benim evladımdın, sen benim canımdın..."
Ali bir an sustu, gözleri öfkeyle kıvılcımlandı. Nefesi hıçkırıklarla bölünürken bağırdı: "İstememiş ki o kadın! Sen mecbur kalmışsın bana bakmaya! Mecbur olduğun için annem olmuşsun! Mecbur olduğun için kucağına almışsın!"
Bu sözler Elif'in bağrını dağladı. Sanki yüreği paramparça olup odanın taş zeminine dökülüyordu. Çaresizlikle başını iki yana salladı, gözlerinden yaşlar döküldü: "Hayır, Ali... Mecbur olduğum için değil, seni sevdiğim için... Sana yüreğimde yer açtığım için... Ben seni hiç ayırmadım, hiç yabancı bilmedim. Benim gözümde sen öz evladımsın..."
Ama Ali, hıçkırıklarıyla beraber kafasını iki yana sallıyor, sanki Elif'in sözlerini duymamak için kulaklarını kapatıyordu.
Ali'nin hıçkırıkları dinmedi. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, sesi öfke ve korkunun birbirine karıştığı bir çığlığa dönüştü: "Evladın olursa... bırakacakmışsın beni! Senin kendi çocuğun olursa, ben kimin olacağım? Kimse! Beni istemeyeceksin!"
Elif sessizce dizlerinin üzerinde çökmüş, elleri boşlukta asılıydı. Gözleri nemli, ciğeri yanıyordu; içindeki acı, yıllardır biriktirdiği tüm sevgiyi ve kırgınlığı birlikte kavrayan bir ateş gibi yandı.
Kalbi, Ali'ye uzanmak, ona dokunmak istiyor ama kelimeler boğazında düğümlenmişti. Düşüncelerinde yankılanan tek gerçek vardı: "Diyemedi... bana boş beşiği salatan, anneliğimi benden aldı diyemedi."
Her nefesi yanıyordu; ama ciğerinin acısı içinde, Ali'nin varlığı ona hem acı hem de hayat suyu veriyordu. Can suyu olmuştu çocuğu; her hıçkırıkta, her gözyaşında, Ali'nin küçücük elleriyle dünyaya tutunması Elif'in kırık yüreğini bir nebze de olsa yaşatıyordu.
Gözyaşları yüzünden süzülürken, kalbi sessiz bir dua gibi attı; her damla, her sızı, Ali'ye açılmış bir köprüydü. Konuşamadı; çünkü kelimeler yetmezdi, sessizlik bile bu kadar ağır yükü taşıyamazdı.
Bağrı yanmış bir kadının yürümeye tekati yoktur deva olsa ne fayda derman olmadıktan sonra.
Aziz Ağa, fırından getirdiği ekmekleri ince ince dilimleyip masaya yerleştirdi. Yanına taze peynir, zeytin, domates doğradı. Bir kenara bal ve kaymağı koydu, cezvede demlediği çayın buharı mutfağı sarmıştı. Yorgun elleriyle tabakları dizerken içinden tarifsiz bir huzur geçti; sanki her lokmada Ayşe'nin yoluna taş döşüyordu.
Tam o sırada kapı aralandı. Ayşe, uykulu gözlerle mutfağa girdi. Göz kapakları hâlâ ağırdı ama sofrayı görünce gözleri ışıldadı. İnce sesiyle mırıldandı:
"Aziz... sen ne yaptın böyle? Daha yeni geldin işten..."
Bir an sustu, sonra mahcupça başını eğip ince sesiyle mırıldandı:
" hem o kadar yorgunluğun arasında bunları da mı yaptın?"
Aziz, bu hikâyenin mechurisi gibiydi; sessiz, derin, hayatın yükünü omuzlarında taşıyan ama yüreği sevgiyle dolu. Ayşe ise dilden düşmüş en güzel mısrası gibi... Söylendiğinde ruhu titretip, hafızaya kazınan, gözden ırak olsa da kalpte yaşayan.
Masadaki kahvaltıya bakarken, Aziz'in yorgun elleri Ayşe'nin varlığıyla anlam buluyordu. Ayşe'nin mahcup bakışları ve hafifçe eğilmiş başı, onun sessiz şiirini mutfağın içinde okur gibi duruyordu. Sessizlik, iki kalbin birbirine fısıldadığı bir dizeye dönüştü.
Aziz, kısık ve yumuşak sesiyle mırıldandı:
"Senin bir gülüşün tüm derde deva kadın... Sen gül, Aziz'in yükü hafiflesin."
Ayşe dudaklarını ısırdı, gözlerinde hem şaşkınlık hem de tarifsiz bir huzur vardı. Kalbi bir dize gibi ritim tuttu; iki ruh, mutfağın buharı arasında sessizce birbirine dokundu.
Bir kaç adımda sevdiği adamın yanına yaklaşıp iki omuzundan öpüp başını tüm yükünü omuzlağı sırtana yasladı.
"Bence sen ağa değil şair olmalıymışsın"
Aziz ağa arkasını dönüp masaya yaslanıp sevdiği kadını kollarının arasına alırken hafifçe gülümseyip burun ucunu öptü.
"Sen iste," dedi, kısık sesiyle, "şair de olur bu adam, Mecnun da..."
Bakışlarını saate çevirdiğinde saatin baya geçtiğini fark etmişti derin bir nefes alıp bakışlarını sevdiği kadına dikip:
"Biraz da böyle devam ederse sen okula geç kalacaksın bende senden kopamayacağım"
───✧❅✦❅✧──────❅•
Gözünden sakındığın ömürden sakınırmış kader.
Lakin...
Sevdaya kavuşan maşuk, yardan sınanır.Yazgıya hüzün yakışırdı.
Kerim nereden bilebilirdi ansızın sokağın başında gördüğü kadının başkasına mahkûm kaldığını,
Ve o kadın için ölüme yüreyecek kadar çok seveceğini?
Gülüşüne vurulduğu kadının
Bir gülüşe hasret kaldığını...
Kavuşmuştu sonunda;
Beyazına siyah karışsa da,
Vuslatı görmüştü sevdası...
Ama şimdi...
Zaman, onu sevdiğinden ayırmaya hazırlanıyordu.Ve Kerim sevdayı bir ömre değil,
Bir nefese sığdırmak zorunda kalıyordu.
Elif, sabah gözlerini açamadan düşmüştü yere.
Gülüşüyle Kerim'in kalbini çalan o kadın,
Artık kendi canıyla sınanıyordu.
Doktorların dili suskun, gözleri yorgundu.
"Zaman..." dediler,
"Sadece biraz zaman kaldı."
Kerim ne yapacağını bilemedi önce.
Dualarına sarıldı avuç içlerine adını kazıdığı Elif'e bakarken İçinde bir çığlık büyüyordu.
Nasıl olurdu?
Daha gülüşü tamamlanmamıştı,
Sesindeki umut daha sönmemişti.
Ve en çok da Elif,
Yaşamaya bu kadar tutunmuşken,
Nasıl olurdu da veda yaklaşırdı?
Elif, hastane odasında hafifçe gözlerini araladığında Kerim'in elini tuttu usulca.
"Ben korkmuyorum," dedi fısıltıyla,
"Ama seni böyle görmek işte o içimi yakıyor..."
Kerim eğildi, alnına bir ömürlük sevda bıraktı.
"Sen gitme," dedi,
"Ben hiçbir duaya senin adınla başlamamışken
Sen gitme..."
Sonra bir an...
Elif'in dudaklarının arasından süzülen incecik kan,
Kerim'in yüreğine cehennem ateşi gibi düştü.
Zaman orada durdu sanki.
İçindeki her şey paramparça oldu.Bir nefeslik umut,Kanın sıcaklığıyla söndü o an.
Elif gözlerini kapadı yeniden.Bir damla yaş süzüldü kirpiklerinden,bir damla da Kerim'in yüreğinden...
Bir saat geçmişti...
Kerim, başını Elif'in yatağının kenarına yaslamış, sessiz dualar fısıldıyordu. Parmaklarının arasında sıkıca tuttuğu eller, buz kesmiş gibiydi ama hâlâ yaşıyordu, hâlâ oradaydı.
Birden hafif bir kıpırtı hissetti. Elif'in kirpikleri titredi, ardından gözkapakları ağır ağır aralandı. Zayıf bir nefesle adını söyledi:
"Kerim..."
Kerim doğruldu, gözyaşlarıyla karışık bir tebessümle onun yüzüne eğildi.
"Ben buradayım Elif, hiç gitmedim. Bir daha da bırakmayacağım seni."
Elif'in dudakları kıpırdadı, ama sesi neredeyse duyulmazdı. "Çok yorgunum..." dedi ve gözleri yeniden kapanacak gibi oldu.
Tam o anda kapı sessizce açıldı. Doktor adım adım içeri girdi; yüzünde yorgunluk ve ciddiyet vardı. Elinde kalın bir dosya, gözleri Kerim'e odaklanmıştı.
Kerim hemen doğruldu, titreyen sesiyle sordu:
"Doktor... Elif'in durumu nasıl?"
Doktor dosyaya göz gezdirdi, sonra Kerim'e bakarak konuştu:
"Durumu stabil... ama en son yaptığımız testlerde kan değerleri çok düşmüş. Hem hastalığını hem de hamileliği göz önünde bulundurursak... bir süre kontrol altında kalmalı."
Kerim ve Elif bir an dondu. Zaman sanki durdu. Elif'in elleri hâlâ Kerim'in ellerindeydi, ama titriyordu. Gözleri büyümüştü, nefesi kesilmiş gibiydi.
Kerim, boğuk bir sesle fısıldadı:
"Ha... hamileliği...?"
Elif'in omuzları hafifçe çöktü. İçinde yılların birikmiş inancı vardı: anne olamayacağı gerçeği. Kalbindeki sızı, bu haberi duyduğunda bile hâlâ keskin bir şekilde hissediliyordu. Dudakları titredi, gözlerini Kerim'den kaçırdı.
"Bu... mümkün olamaz..." dedi, sesi neredeyse bir fısıltı.
Kerim hâlâ donmuştu. Gözleri fal taşı gibi açılmış, nefesi kesilmişti. Elleri hâlâ Elif'in ellerini sıkıca tutuyordu.
Elif, başını hafifçe kaldırdı, bakışlarını doktora dikti. Gözleri kararlı ama yüreğinde derin bir sızı vardı. Dudakları titreyerek, fısıltı gibi bir sesle konuştu:
"Yanlışınız var... Ben... hamile değilim. Olmam mümkün değil..."
Doktor bir an durdu, Elif'in kararlı bakışlarını gördü. Dosyaya tekrar göz gezdirdi, kalemi hafifçe tıklattı, ardından Kerim'e ve Elif'e bakarak konuştu:
"Bakın... testleri tekrar kontrol ettim. Ultrason ve kan sonuçlarına göre, Elif Hanım... iki aylık hamilesiniz."
Elif gözlerini kapadı, nefesi kesildi. Elleri hâlâ Kerim'in ellerindeydi ama titriyordu. Yüreğinde yılların inancı, anne olamayacağı gerçeği hâlâ keskin bir şekilde duruyordu; bir mucizeye inanmak istemiyordu.
titreyen elleriyle Kerim'in ellerinden hafifçe çekildi. Ardından eli istemsizce karnına gitti; parmakları hafifçe bastı, ama gözlerinde hâlâ inkâr vardı. Başını iki yana salladı, yılların getirdiği acı hâlâ omuzlarında duruyordu.
"B... bana... anne olamazsın demişlerdi..." dedi, sesi titreyerek. Gözleri dolu, nefesi kesilmiş gibiydi. "Biliyorum... mümkün değil"
Doktor derin bir nefes aldı, ellerini önlüğünün cebine koydu ve gözlerini Elif ve Kerim'e dikti:
"Bakın... öncesinde tıbben öyleydi, ama hayat mucizeleri gösteriyor ki... gebe olmanız tıbben imkânsız olabilir, ama testler ve ultrasonlar... iki aylık hamile olduğunuzu gösteriyor."
Elif gözlerini kapadı, nefesi kesildi. Elleri hâlâ karnında, titreyerek mucizeye dokunuyor gibiydi. Kerim hâlâ donmuştu; gözleri Elif'in yüzünde, yüreği hem korku hem de şaşkınlıkla doluydu.
Oda sessizliğe gömülmüş, zaman bir anlığına durmuş gibiydi. Yılların acısı, mucizenin ağırlığı ve bilinmezlik... hepsi aynı anda içlerine düşmüştü.
Kerim, gözlerini avuçlarının arasına kapatmış, nefesini tutmuş, kalbi deli gibi çarpıyordu. Birden kahkaha patladı; kendini tutamıyordu. "Ben... ben... baba... tekrar olacağım!" diye kekelemeye başladı, sesi hem şaşkın hem de sevinçle doluydu.
O anda gözleri istemsizce doktora kaydı. Şaşkınlıkla dolu bakışları karşısında duran doktorun yüzüne takıldı ve Kerim, kendini kaybedip, hızla ileri atılarak doktora bir öpücük kondurdu.
Doktor, ellerini havaya kaldırdı, irkildi ve neredeyse geri düşecek gibi oldu: "Efendim! Ne... ne yapıyorsunuz siz?!"
Kerim, anında geri çekildi, gözleri fal taşı gibi açılmış, nefesi kesilmişti. "Aa... pardon... pardon! Ama ben... ben... baba olacağım!" dedi, hâlâ kahkaha içinde, heyecandan titreyerek.
Elif, hâlâ karnına dokunmuş, gözleri dolu dolu ama titrek bir kahkaha atıyordu: "Kerim! Sen deli misin?"
Kerim, kendini toparlamaya çalışırken, kahkahaları odanın tavanına çarpıp yankılanıyor, mucize ve kaos bir araya gelmişti. Bir yanda tıbben imkânsız denilen bir mucize, diğer yanda delice bir coşku ve yanlışlıkla yapılan bir öpücük... hepsi bir odada birbirine karışmıştı.
───✧❅✦❅✧──────❅•
Ayşe, okul için hazırlanırken saçlarını aceleyle örüyordu. Aynadaki yansımasına baktığında gözlerinin altındaki morlukları fark etti; geceyi doğru dürüst uyuyamamıştı. Aziz ise kapının eşiğinde durmuş, sessizce onu izliyordu.
"Yavaş ol kadın," dedi, kısık ve yumuşak sesiyle. "Saçın saç değil ki, gül dalı. Aceleyle koparırsın, sonra ben sana derman olamam."
Ayşe bir an ellerini durdurdu, bakışlarını aynadan Aziz'in gözlerine çevirdi. Dudaklarının kenarına ince bir tebessüm ilişti:
"Her şeye de şiir gibi söylersin Aziz... Ne diye insanın yüreğini böyle usulca yakarsın?"
Aziz omuzlarını silkti, yorgun ama derin bakışlarıyla odanın içine girdi. Ayşe'nin yanına gelip ellerini onun saçına uzattı.
"Bırak," dedi. "Ah kadın... bir teline dünyayı yakarım diyorum, sen hoyratça savuruyorsun."
Ayşe göz göze geldiği aynadaki yansımada gülümseyerek fısıldadı:
"Belki de sen sev diye yapıyorumdur..."
Aziz, Ayşe'nin sözlerine hafifçe gülümsedi. Gözleri yorgun ama içi sevgiyle doluydu. Usulca eğildi, parmaklarıyla Ayşe'nin saçlarını tutup alnına yaklaştırdı; saçlarının her telini kokladı, iç çekti.
"Senin kokun... bana günün en güzel sabahını hatırlatıyor," dedi kısık sesiyle, sonra parmaklarıyla saçlarını tek tek taramaya başladı. Her tel, onun ellerinde bir şarkının notasına dönüşüyordu; her hareketi Ayşe'ye dokunan bir sevda dokunuşuydu.
Ayşe başını hafifçe eğdi, gözleri dolu dolu ama yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Sanki her tel, her fırça hareketi, yılların birikmiş sevgisini ve güvenini sessizce anlatıyordu.
"Aziz..." diye fısıldadı Ayşe, sesi titrek ama dolu doluydu. "Beni böyle sevmeyi hep bildin. Hiç hoyratça değil, hep özenle..."
Aziz, Ayşe'nin saçlarını taramayı bitirip son teli usulca düzeltirken başını kaldırdı, gözleri derin bir alevle Ayşe'ye kilitlendi. Kısık, ama çarpan kalbinden gelen bir sesle fısıldadı:
"Bana böylesi yakışan kadın varken... sen söyle Ayşe, nasıl sevmesin? Gözü kör olur da, gönlü mü kör olur?"
Ayşe, gözlerini Aziz'in gözlerinden kaçırmaya çalıştı ama başaramadı. Dudakları titredi, kalbi göğsünde deli gibi çarptı. Hafifçe eğildi, parmaklarıyla Aziz'in eline dokundu:
""Senin böyle sevdiğini bilmek... yüreğime hayat, ruhuma durak oluyor Aziz."
Aziz, parmaklarını Ayşe'nin ellerine
doladı, alnını hafifçe onun alnına yasladı.
"bu adamın yüreği son durağın kadın ömrü sana adanmış"
O an odada sessizlik, nefeslerin senfonisi gibi aktı; her bakış, her dokunuş şarkının nakaratı gibi kalplerine kazındı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 74.02k Okunma |
5.43k Oy |
0 Takip |
54 Bölümlü Kitap |